Değerli Mehmet Atak, daha önce yaptığımız “hareketin
örgütlenmesi için pratik bir öneri”ye geniş bir eleştiri yapmış. Kanımızca
yazıda dile gelen eleştiriler örgütlenme ve demokrasi konusunda daha geniş bir
tartışma başlatmak bakımından önemlidir. Bizim önerimiz de zaten tartışmaya bir
temel oluşturmak üzere yapılmıştı.
Atak yazısında son derece temelden eleştiriler
yöneltmektedir. Öte yandan sayın Atak’ın eleştirilerinin dayandığı anlayışların
epeyce yaygın olduğu da görülmektedir.
Hem temelden sorunları gündeme getirmesi, hem de yaygın bir
anlayışı dile getirmesi nedeniyle
eleştiriye özellikle dikkati çekmek isterim.
Elbet bu eleştirilere bir cevap verip karşı eleştirilerimi
yapacağım. Ama önce sayın Atağın
eleştirileri.
Kendisine böyle bir tartışma açık genişlettiği için bu
vesileyle teşekkür etmeyi borç bilirim.
Saygılar
*
Selam,
Gezi Direnişi, eğer ağır polis şiddetine maruz kalmasaydı, daha sonra bir anda eklemlenen ulusalcı, milliyetçi, eski tarz TC solu (?) uzantılı, hatta ilk bir kaç günlük bir dini cemaat eklemlenmelerin hiç biri olmayacak, Emek Sineması Protestoları kadar bile kaale alınmayıp, eklemlenen çevrelerce "tatlı su direnişi" diye burun kıvrılacaktı büyük ihtimal. Ne de olsa türcülük, militarizmin en eski ve yaygın normalleştirdiği ayrımcılıktır...
Ama neticede, gerek iktidar, gerek muhalifleri (?) tarafından envai çeşit yere çekilmeye çalışılsa da, bu coğrafya için yeni, bir büyük kimlik grubunun kendisine narsistikçe odaklandığı "eşitlik" temelli değil, "hürriyet" temelli çok önemli bir umut çığlığı, bazı bölümlerindeki şiddet hariç çok önemli bir sivil itaatsizlik hareketinin başlangıcı oldu. Sistemin yargı aygıtıyla hunharca Pınar Selek gadriyle ikaz ettiklerinin, "oyunu görüyoruz, oyunu gördüğümüzü gizlemiyoruz, oyunu gördüğümüzü gizlemediğimiz için bizi cezalandırmanızdan korkmuyoruz" cevabı oldu (R.D.Laing'e selam olsun).
Başbakan bu süreçte, yine Recep Tayyip Erdoğan'ın gölgesinden, onun iradesine biat etmekten kurtulamadı. İnsanlara, güvenlik hizmeti vermekle yükümlü Emniyet aygıtının, vergileriyle maaşlarını ödedikleri aktörleri Polisler tarafından, yine cebren alınmış ve gideceği yerleri tercih edemedikleri vergileriyle satın alınmış mühümmatla ağır şiddet uygulandı. İktidar olsun, iktidar taklidi yöntemlerle muhalefet (?) yaptıklarını sananlar olsun, beklemedikleri bu dinamik karşısında küçük esnafça seçim hesaplarıyla insanları partizanlaştırma yarışına girişti, benim bazı hususlarda endişelerim olan Barış Süreci'ni bile bu kısa vadeli ikbale meze etmekten imtina etmediler. Patizanca hedef göstermeler, ve olmamasına meşreplerimizce dua ettiğimiz mümkün linçler de Ulus Baker'in deyişiyle: "Bu olaya ben asla politik bir olay gözüyle bakmıyorum, bir futbol maçındaki olaydan çok büyük farkı yok."
Gezi Direnişindeki "özneleşme" talebinin de eskinin özneleşme taleplerinden ciddi farkı var: Eskiden sistem dahilinde ötekileştirilen büyük kimlik gruplarının özneleşme talepleri varken, burada doğrudan bireylerin özneleşme talepleri var. İradelerinin üzerinde, kendilerini tektipleştirecek, itaate zorlayacak bir tahakküm mekanizması istemiyorlar, devlet olsun, hükümet olsun, başka bir teşkilat olsun iradelerini çiğnesin istemiyorlar. Bu anti-militarist bir idrak. Ölümüne değil, hür bir hayat için isyan.
O nedenledir ki eskinin hiyararşik militarist örgütlenme yapılarını istemiyorlar. Başkanlar, sözcüler, temsiliyetler istemiyorlar, doğrudan kendilerinin temsilcisi olmak istiyorlar. İşte bu yeni olan da eskiden taşınan ideolojik olanı, eski tarz siyaseti, bir Beckett oyununda "kendisi kadar"ın ötesinin kusulması gibi kusuveriyor. Rosa Luxemburg'un seneler önce, bahsettiği gayri maddi emek (inmaterial labour) mevhumunun belirlediği, kıymetin kaynağının "nesne" değil, "özne" olduğu, emeğin tanımını değiştiği, yönetilen kol gücünden. beyin gücüne değiştiği (eski tarz ekonomi politiğin, bir fabrikanın iş bölümü tahlilinin aciz kaldığı, bir beste yapar, bir roman yazar ya da bir oyun sahnelerken olduğu gibi, gayri maddi emek üzerinden bakılmayan esi tarz ekonomi politiğin sisteminin çöküverdiği, irregular bir emek) bir süreç dahilindeyiz. Irak Savaşı sırasında, Manhattan'da savaşı protesto etmek için kendilerini barikatlara kelepçeleyen, mesailerine göre chance yapan insaların izdüşümü insanların "hürriyet" temelinde, bazılarının ısrarla göstermeye çalıştığı gibi sadece "Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti"ye karşı değil, onların da dahil olduğu sisteme karşı, Stephen Heissel'in "Indignez-vous!"da teklif ettiği sistemin haksızlıklarına karşı, şiddetsiz, yaratıcı, sanatsal devamlılıklı isyan hali misali, değişim deyin, Wallerstein'in makasının iyice açılması deyin, ya da başka bir şey talepli "hayır"ı Gezi Direnişi.
Gezi Direnişi, eğer ağır polis şiddetine maruz kalmasaydı, daha sonra bir anda eklemlenen ulusalcı, milliyetçi, eski tarz TC solu (?) uzantılı, hatta ilk bir kaç günlük bir dini cemaat eklemlenmelerin hiç biri olmayacak, Emek Sineması Protestoları kadar bile kaale alınmayıp, eklemlenen çevrelerce "tatlı su direnişi" diye burun kıvrılacaktı büyük ihtimal. Ne de olsa türcülük, militarizmin en eski ve yaygın normalleştirdiği ayrımcılıktır...
Ama neticede, gerek iktidar, gerek muhalifleri (?) tarafından envai çeşit yere çekilmeye çalışılsa da, bu coğrafya için yeni, bir büyük kimlik grubunun kendisine narsistikçe odaklandığı "eşitlik" temelli değil, "hürriyet" temelli çok önemli bir umut çığlığı, bazı bölümlerindeki şiddet hariç çok önemli bir sivil itaatsizlik hareketinin başlangıcı oldu. Sistemin yargı aygıtıyla hunharca Pınar Selek gadriyle ikaz ettiklerinin, "oyunu görüyoruz, oyunu gördüğümüzü gizlemiyoruz, oyunu gördüğümüzü gizlemediğimiz için bizi cezalandırmanızdan korkmuyoruz" cevabı oldu (R.D.Laing'e selam olsun).
Başbakan bu süreçte, yine Recep Tayyip Erdoğan'ın gölgesinden, onun iradesine biat etmekten kurtulamadı. İnsanlara, güvenlik hizmeti vermekle yükümlü Emniyet aygıtının, vergileriyle maaşlarını ödedikleri aktörleri Polisler tarafından, yine cebren alınmış ve gideceği yerleri tercih edemedikleri vergileriyle satın alınmış mühümmatla ağır şiddet uygulandı. İktidar olsun, iktidar taklidi yöntemlerle muhalefet (?) yaptıklarını sananlar olsun, beklemedikleri bu dinamik karşısında küçük esnafça seçim hesaplarıyla insanları partizanlaştırma yarışına girişti, benim bazı hususlarda endişelerim olan Barış Süreci'ni bile bu kısa vadeli ikbale meze etmekten imtina etmediler. Patizanca hedef göstermeler, ve olmamasına meşreplerimizce dua ettiğimiz mümkün linçler de Ulus Baker'in deyişiyle: "Bu olaya ben asla politik bir olay gözüyle bakmıyorum, bir futbol maçındaki olaydan çok büyük farkı yok."
Gezi Direnişindeki "özneleşme" talebinin de eskinin özneleşme taleplerinden ciddi farkı var: Eskiden sistem dahilinde ötekileştirilen büyük kimlik gruplarının özneleşme talepleri varken, burada doğrudan bireylerin özneleşme talepleri var. İradelerinin üzerinde, kendilerini tektipleştirecek, itaate zorlayacak bir tahakküm mekanizması istemiyorlar, devlet olsun, hükümet olsun, başka bir teşkilat olsun iradelerini çiğnesin istemiyorlar. Bu anti-militarist bir idrak. Ölümüne değil, hür bir hayat için isyan.
O nedenledir ki eskinin hiyararşik militarist örgütlenme yapılarını istemiyorlar. Başkanlar, sözcüler, temsiliyetler istemiyorlar, doğrudan kendilerinin temsilcisi olmak istiyorlar. İşte bu yeni olan da eskiden taşınan ideolojik olanı, eski tarz siyaseti, bir Beckett oyununda "kendisi kadar"ın ötesinin kusulması gibi kusuveriyor. Rosa Luxemburg'un seneler önce, bahsettiği gayri maddi emek (inmaterial labour) mevhumunun belirlediği, kıymetin kaynağının "nesne" değil, "özne" olduğu, emeğin tanımını değiştiği, yönetilen kol gücünden. beyin gücüne değiştiği (eski tarz ekonomi politiğin, bir fabrikanın iş bölümü tahlilinin aciz kaldığı, bir beste yapar, bir roman yazar ya da bir oyun sahnelerken olduğu gibi, gayri maddi emek üzerinden bakılmayan esi tarz ekonomi politiğin sisteminin çöküverdiği, irregular bir emek) bir süreç dahilindeyiz. Irak Savaşı sırasında, Manhattan'da savaşı protesto etmek için kendilerini barikatlara kelepçeleyen, mesailerine göre chance yapan insaların izdüşümü insanların "hürriyet" temelinde, bazılarının ısrarla göstermeye çalıştığı gibi sadece "Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti"ye karşı değil, onların da dahil olduğu sisteme karşı, Stephen Heissel'in "Indignez-vous!"da teklif ettiği sistemin haksızlıklarına karşı, şiddetsiz, yaratıcı, sanatsal devamlılıklı isyan hali misali, değişim deyin, Wallerstein'in makasının iyice açılması deyin, ya da başka bir şey talepli "hayır"ı Gezi Direnişi.
Yine Baker'in seneler önce "Bu bir mülkiyet tarzı
değil, kolektivite tarzı. Bu 19. yüzyılda anarşistlerin ve ütopyacıların
önerileriydi, ama şimdi realize olabiliyorlar. Yani mülkiyeti işçilerin
devralması değil. Kapitalizm saçma sapan kurallarıyla işlemeye ne kadar devam
edebilir, bunu aşacak yeni sistem nasıl olabilir, bunu düşünmek lazım." dediği
gibi. Belki tüketimlerinde, kendileriyle menkul bir hürleşmeye girecekleri,
çalışma gün, saat, yöntemlerini kendi ihtiyaçlarına göre belirleyebilecekleri,
bedenlerini ve hayatlarını başkasının hayatına müdahale etmeden kendi
belirleyecekleri, ortak alanlarının kararlarını temsili bir iradeye
bırakmayacakları, terclhli vergi sistemine geçecekleri vb yöntemler
(bazılarının pro yöntemleri henüz yaygın olmasa da mevcut zaten).
Demir Küçükaydın'ın, internet üzerinden ama neticede eski
tarz örgütlenme teklifi de tıpkı kısa süre önce köşede küçük "büyük kimlik
grubu" amblemli beyaz bayrak şemsiyesi altında toplanmak gibi Gezi
Direnişi'nin ruhuna aykırı bence. Aslında bugünün teknolojisi, parlamentonun
lağv edilip, temsili değil doğrudan bir demokrasiye geçişe imkan veriyor.
Sadece henüz talep edilmedi bu. İşte bu imkan, eski ve militarist yöntemin
teknolojiyle tekrarı yerine, Gezi Direnişi'nin örgütlenme yapısı için
kullanılabilir. Delegelerin, temsilcilerin olmadığı, hür iradelerin
"olgu"lar bazında sabit olmayan örgütlenmesi. En demokrat olduğunu
iddia eden STK'lara bakın, seçim süreçlerinde aktif olmayan büyük kimlik
grupları ortaya çıkar, MYK'lar vb için oy kullanır ve kendi iradelerini merkeze
yerleştirir. İş internet üzerinden yapıldığında da bir fark olmayacak, bazı
büyük kimlik gruplarında aidiyet bulmuş insanlar o büyük kimlik grubunun
merkezi iradesi doğrultusunda tıklayacak ve yine olan bireylerin iradesine
olacak. Gezi Direnişi, nüvesi, argümanları bu coğrafya için yeni bir direniş,
örgütlenmesinde, eylemlerinde de eskiyi kusacaktır.
"Thoreau’dan ilhamla yola çıkan Gandi’nin sivil
direnişi esas alan, İngiliz emperyalizmine karşı Hindistan’ın bağımsızlığını
sağlayan ‘satyagraha’ eylem felsefesinin kökeninde az bilinen bir duruş var.
Zafer ilan ederek, karşındakini ezerek, acizleştirerek, onu sana nefret kusacak
konuma getirmek yerine (ki bu, kazanımları yitirmeye yol açabilir) onun senin
haklılığını anlamasını da sağlayarak kendisine saygınlığını korumasında yanında
olmak. Amaç yenmek değil, karşı tarafın yanılgısından kurtulmasını sağlayarak
hepimizin özgürleşmesine doğru bir adım daha atabilmek. " - Gündüz Vassaf
"Thoreau’dan ilhamla yola çıkan Gandi’nin sivil
direnişi esas alan, İngiliz emperyalizmine karşı Hindistan’ın bağımsızlığını
sağlayan ‘satyagraha’ eylem felsefesinin kökeninde az bilinen bir duruş var.
Zafer ilan ederek, karşındakini ezerek, acizleştirerek, onu sana nefret kusacak
konuma getirmek yerine (ki bu, kazanımları yitirmeye yol açabilir) onun senin
haklılığını anlamasını da sağlayarak kendisine saygınlığını korumasında yanında
olmak. Amaç yenmek değil, karşı tarafın yanılgısından kurtulmasını sağlayarak
hepimizin özgürleşmesine doğru bir adım daha atabilmek. " - Gündüz Vassaf
Sevgiyle kalın,
Mehmet Atak
To: baris_icin_vicdani_red@yahoogroups.com
From: demiraltona@gmail.com
Date: Wed, 19 Jun 2013 23:53:43 +0300
Subject: [baris_icin_vicdani_red] Hareketin Örgütlenmesi İçin Pratik Bir Öneri - Tüm Forumların Dikkatine
From: demiraltona@gmail.com
Date: Wed, 19 Jun 2013 23:53:43 +0300
Subject: [baris_icin_vicdani_red] Hareketin Örgütlenmesi İçin Pratik Bir Öneri - Tüm Forumların Dikkatine
Hareketin Örgütlenmesi İçin Pratik Bir Öneri - Tüm Forumların
Dikkatine
Aşağıdaki öneriyi, 11 Haziran'da başka bazı önerilerin yanı sıra yapmış ve Bloğumuzda yayınlamıştık. (http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/ozgurluk-direnisinde-kader-haftasi-ve-oneriler-24907 ve http://demirden-kapilar.blogspot.com/2013/06/ozgurluk-direnisinde-kader-haftas-ve.html )
Birçok paylaşım ve destek olduysa da genel bir yayılma ve duyulma imkanı bulamadı.
Aynı öneriyi ertesi gün, "Bir resmi okumak: Gençlerin ayaklarıyla oy verdikleri program" başlıklı yazıda tekrar yaptık ve arada Çapul TV'ye çıkıp orada bir kez daha tekrarladık.
Ancak o hareketli günlerde duyulma ve tartışılma olanağı bulunamadı.
Buraya öneriyi o zamanki ifade ediliş biçimiyle tekrar koyuyorum:
"Hem koordinasyonu sağlamak hem de görüşmecileri ve programı
belirlemek üzere derhal en demokratik bir şekilde, her türlü kontrole açık bir
seçim ve organlaşma mekanizması kurulmalıdır.
· Bu son derece
kolaylıkla yapılabilir. Örneğin Türkiye çapında bir site kurulur. Tüm
göstericiler ve halk buraya üye olmaya çağrılır. Üye olmanın koşulu, gerçek
kişiler olunması olur. Resim, Hüviyet Numarası ve İsim bilgileri bunu sağlar.
Herkes hangi direniş yerinde yer alacağını da belirler. Örneğin her yüz kişi
için bir delege seçilebilir. Adaylar kendi resim ve bilgilerinin yanı sıra
savunacakları ve inandıkları görüşlerini, aday oldukları bölgeyi de açıklarlar.
100 kişinin oyunu alan delege olur. Herkes sadece bir kere oy kullanabilir.
Delegeler de bölge ya da şehir için 10 delegeye bir koordinatör biçiminde bir
seçim yapabilir. Bütün koordinatörler de Türkiye Koordinasyonu için on kişiye
bir kişi olacak şekilde bir seçim yapabilirler.
· Bu derhal
yapılabilir. Bunun teknik alt yapısını hazırlayacak ve yapabilecek uzmanlar
hareketin saflarında onlarca vardır. Aşağı yukarı herkesin bir internet
bağlantısı da bulunmaktadır. Bu hareket İnternet aracılığıyla doğdu onun
aracılığıyla hızla da örgütlenebilir.
· Böylece bütün
Türkiye’deki direniş hareketi, en gerçeğe yakın temsille örgütlenip kendisini
temsil edecekleri seçebilir. Koordineli çalışmaya başlayabilir."
Elbet geliştirilip düzeltilebilir. Önemli olan yansıttı anlayış ve
mantığıdır.
Lütfen somut bir öneri olarak çoğaltın, yayın ki gündeme gelip
tartışılsın.
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder