sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2014 Cuma

Demokrasi Nedir? Bir Anlayamamaya Çalışma Denemesi (1)

Bir iki gün önce “Radikal Demokratik Bir Hareketin Oluşabilmesinin Sorunları ve Bir Öneri” başlıklı yazımıza yankı veren, “T.C. Vatandaşı” rumuzlu bir okur “Ne demektir Demokrasi? Demokrasiden ne anlamalıyız?” diye sormuş?
Bu soruyu vesile ederek demokrasinin ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Ama “bir şeyi anlamanın en iyi yolu önce onu anlayamamakla işe başlamaktır” diye bir söz, hatta bir metodolojik ilke vardır.
Bu nedenle önce anlayamamaya çalışalım.
Tabii biz demokrasinin ne olduğunu anlamaktan söz ederken, bundan onun sosyolojik olarak ne olduğunu anlamayı anlıyoruz. Amacımız bir bakıma sosyolojik bir demokrasi tanımına veya kavramına ulaşmaktır.
Tabii bizim Sosyoloji’den anladığımız Marksizm olduğundan ve bilinen bütün sosyolojilerin bilim değil, ideolojiler olduğunu düşündüğümüzden, sosyolojik olarak Demokrasinin ne olduğunu anlamaya çalışmak; Marksist bir demokrasi teorisine ulaşma çabası olarak da tanımlanabilir.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Kurban ve Bayram’ın Doğuşu ve Sosyolojisi

Bugün Kurban Bayramı.
Kurban ve Bayram! Kurban ölümdür, bayram yaşam ve sevinci.
Böylesine birbirine zıt kavramlar nasıl olup da bir araya gelebilmektedir?
Kurban yeryüzündeki birbirinden en farklı toplumlarda bile görülen en evrensel olgulardan biridir. Bu bile Toplumsal varoluş ile Kurban arasında bir ilişki olduğunu sezdirir. Toplum’un olduğu her yerde Kurban, Kurban’ın olduğu her yerde toplum vardır.
Bu kurban bayramı vesilesiyle Kurban ve Bayram’ın bu diyalektiğini ele alıp incelemeyi deneyelim.
*
Homo Sapiens, yani bizler, ateşin çocuğuyuzdur.
İnsan türü, cansız aleti kullanabildiği için; bir zaman ağaçlarda yaşarken asıldığı dalları, yerde ayağa kalktığında eline sopa olarak alabildiği için; Ateş’e dokunabilmiş; ateşle korunabilmiş ve ateşi korumuştur. İrsan başka hiçbir canlı ateşe dokunamadığı için, dokunulmaz bir canlı olabilmiştir.

4 Eylül 2013 Çarşamba

Nişanyan’ın “Din ve Akıl Semineri”ne Hariçten Gazeller (2) - Yanlış Anlamaları Önlemek İçin Başlangıç Notları

Nişanyan’ın “Din ve Akıl Semineri”ne yapılan ilk başlangıç eleştirisini Sayın Nişanyan nezaket göstererek Facebook’taki sayfasında paylaştı.
Gerek paylaşırken kendisinin koyduğu not, gerek sonradan birçok okuyucunun yazdıkları notlar, birçok önyargı ve yanlış anlama olduğunu gösterdi. Eleştirinin özünün kaybolmaması ve gereksiz yan yollara sapmaması için, yanlış anlamaları gidermek, önce “mıntıka temizliği” yapıp alanı “molozlardan” temizlemek gerekiyor. Bu yazıda kısaca bunu deneyelim.
*
Birincisi, Sayın Nişanyan’a eleştiri Nişanyan’ın kişiliği ile ilgili değildir.
Çünkü genellikle birisinin görüşleri eleştiriliyorsa bu ona bir düşmanlık gibi kavranmaktadır. Kimi yorumlarda görüleceği gibi, kimi hayranları ya da okurları eleştiriyi böyle kavrama eğilimi göstermişlerdir.
Nişanyan şahsen çok değer verdiğim, bu çorak topraklarda benzerine nadir rastlanan, çok yönlü, yaratıcı, enerji dolu, provakatif ve daha burada saymakla tükenmeyecek özelliklere sahip bir kafadır.

14 Haziran 2013 Cuma

Devrim Günlerinin Sonuna Doğru

Devrim gibi bir şey olacağına dair ilk izlenimimi 31 Mayıs Cuma akşamı Tünel’de edindim.
O akşam Beyoğlu’nda Babil denen bir kültür kuruluşunda on parmağında on marifet olan değerli dostum Mehmet Tekirdağ’ın Kedi Yazısı adlı sergisinin kapanışına gidecektim. Kedi figürleriyle alfabenin tüm harflerini yapmıştı. Oradan da Taksim’e geçerim diye düşünüyordum. Polis’in gazlı saldırılarının haberleri geliyordu.
Kadıköy vapurundaki insanlar üçerli beşerli küçük gruplar halinde, her zamankinden daha az konuşuyorlar. Birbirlerine daha yakın duruyorlar. Bana mı öyle geliyor yoksa gerçekten mi böyle diye düşündüm. Eh bugün Cuma, oralara eğlenmeye gider İstanbullular. Polis’in saldırıları da sürdüğünden bir tedirginlik olabilir diye açıklamaya çalışıyordum.
Tünel. Binenlerin büyük bir bölümü Kadıköy vapurundan inenlerdi. Hıncahınç dolmuştu vagon ve hareket etmesi bekleniyordu. Birden bire genç bir kız, 16-17 yaşlarındaydı sanırsam, “gaza karşı limon var, isteyene verebilirim” dedi. Herkeste bir şok ve sessizlik. Bu şoku ve sessizliği görünce, bütün naifliğiyle

12 Haziran 2013 Çarşamba

Bir Resmi Okumak – Gençlerin Ayaklarıyla Oy Verdikleri Program


Bu resmi iyi okumak gerekiyor.
Dünkü ”Özgürlük Direnişinde Kader Haftası başlıklı yazımız ile bu resmi birlikte okumak gerekiyor.
Yazımızda aynen şunları yazıyorduk:
“Bu direnişe en geniş kitlelerin sahip çıkması ve sahip çıkanların genişlemesi için birtakım somut adımlar atmak gerekiyor.
Bunun için.
·         Kürt Özgürlük Hareketi, tıpkı Newroz’da yaptığı gibi,  bütün güçlerini ve örgütlenme yeteneğini harekete geçirerek tüm Türkiye’de özellikle de Gazi Parkı’nda en geniş katılımla bütün ağırlığını koymalıdır. Kürt hareketine böyle davranması çağrısında bulunuyoruz.
·         Sadece Kürtler değil, tüm Demokratlar, egemen Türk bayrağı ve Atatürk vurgusun geniş kitleleri itici ağılığına karşı, Kürt Bayrağı ve Öcalan posteri taşımalıdır. Bununla paralel olarak, Atatürk ve Türk Bayrağına karşı olunmadığı, onları taşımanın da bir hak olduğu, ama Öcalan Posteri ve Kürt renkleri taşımanın da bir hak olduğu, bu hakkın savunulduğu vurgulanmalıdır.

30 Mayıs 2013 Perşembe

La İlahe İllallah

“Allah’tan başka tanrı yoktur! ”
Her kabilenin (komünün) genellikle kendisinin soyundan geldiğine inandığı “put”unun (toteminin) olduğu bir toplum yapısı, Sasani ve Bizans imparatorluklarının çürümesi nedeniyle tıkanmış Orta Yol’dan Güney Yolu’na kaymış dünya ticaret yolları üzerindeki Mekke ve Medine şehirlerinde her yerde olduğundan daha fazla var olan iktisadi ilişkilerle çelişki içindeydi. Bir yanda o zamanın ölçüleriyle dünya ticareti (“katar katar kervanlar” (Kuran)), diğer yanda kendi kabilesinden ötesini görmeyen, her birinin ayrı hukuku olan, her kabilenin birbirine düşman ve kan davalı olduğu bir toplumsal yapı.
Allah’tan başka tanrı olmadığını söylemek, bu toplumun, artık onun yaşama ve gelişmesi önünde katlanılmaz bir engel haline gelen kandaşlığa, yani totemlere, putlara dayanan üstyapısını parçalamak; onun yerine tüm insanların aynı tanrının yarattığı Adem ve Havva’dan geldiğini, dolayısıyla eşit ve kardeş olduğunu söylemek; hepsini aynı hukuka bağlamak, aynı toplum tanımı içinde birleştirmek anlamına geliyordu.
Kâbe’deki putların parçalanması veya yakılması; her kabilenin kendisinin soyundan geldiğini kabul ettiği totemlerin yıkılmasının o günkü somut anlamı, kandaşlık ilişkilerinin, aşiret yapısının yıkılması; totem ya da kan kardeşliği yerine; tüm insanların kardeşliğine inananların kardeşliğinin geçirilmesiydi. (Yapılanın bu günün dünyasındaki karşılığı, insanlığın ayaklanıp bütün ulusal devletleri ve onların Kâbe’si olan Birleşmiş Milletleri ve oradaki bayrakları yakması ve yıkması olabilir. Ve bugünün dünyasında bu çok daha gerekli ve mümkün.)

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm

Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yönünde yerleşmiş ve yaygın bir yargı vardır. Bu yargıyı savunan ve yerleştirenler, İslam ve Aydınlanma’nın içini boşaltanlar; onları karşı devrimlerle olmamışa çevirenler ve bu karşı devrimci mirası şimdi sürdüren “Aydınlanmacılar” ve “Müslümanlar”dır.
Birbirlerine zıt olduklarını söyleyenlerin, zıt olduklarında böyle anlaşabilmeleri bile zıtlıktan çok daha büyük bir ortaklık içinde bulunduklarının da bir kanıtıdır.
Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yargısını paylaşmaları, bizzat onların bu iddialarının  kendisiyle, kendileri tarafından çürütülmesinden başka bir anlama da gelmez.
Şunu iyi ayırmak gerekmektedir: Aydınlanma ve İslam’ın zıt olduğu yargısındaki bu ortaklık, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam’ın sürdürücüsü ve devamcısı olduklarını iddia edenlerin bir ortaklığıdır.
Unutulan ve unutturulmaya çalışılan gerçek şudur: Aydınlanma da, İslam da, daha doğdukları noktada, ilk adımlarında başarısızlığa uğramış ve egemen sınıflar tarafından ele geçirilip yenilmiş birer projedirler.
Ve tam da bu projeleri birer karşı devrimle yok edenler, birbirlerinin zıttı oldukları yönündeki aynı iddiayı ortaklaşa savunmaktadırlar.
Diğer bir ifadeyle, Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu iddiası, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam bayraklarıyla, Aydınlanma ve İslam içinde iktidarı ele geçirmiş gericiliğin ve karşı devrimin bir iddiasıdır. Ve tam da bu nedenle karşı devrimcilerin ortaklığının bir ifadesidir.
Aydınlanma ve İslam’ın devrimci özünü ve doğuşundaki idealleri savunan biz ise, onları birbirine zıt değil, aynı soruna tarihin iki ayrı döneminde ve farklı koşullarda verilmiş aynı özde iki cevap ve çözüm olduğunu söylüyoruz. Ve bu günün koşullarında aynı soruna aynı özde yeni bir cevap sunuyoruz. Budur Marksizm’i İslam ve Aydınlanma’nın sentezi ve gerçek mirasçısı yapan.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Din Nedir?

"Modern Toplumun Dini"nin (Ulusların ve ulusçuluğun)
din tanımına göre  Dünya Dinler Haritası
Bizim son yıllarda yazdığımız yazıların ardındaki temel önerme, yani din, bir inanç, bir ideoloji, bir “üstyapı kurumu” değildir; tümüyle üstyapıdır, üstyapının kendisidir, üstyapının somut biçimidir önermesi, hem artık insanlar Marksizm’i bilmedikleri, hem de kendileri bizzat modern toplumun dininden oldukları için anlaşılmaz olarak kalıyor.
Dolayısıyla bu önermenin, bu güne kadar bütün bildiklerimizi alt üst eden ve onlara gerçek sosyolojik anlamlarını veren özü de kavranamıyor. Bu yazıda kolay anlaşılır biçimde bu önermenin önemini, anlamını ve alt üst edici sonuçlarını açıklamayı deneyelim.

21 Mayıs 2013 Salı

Müslüman, Türk, Demokrat, İnsan


Aristo’nun evrenin, Toprak, Su, Hava ve Ateş gibi dört temel unsurdan oluştuğu şeklindeki öğretisi, daha sonra bilim karşıtlığının ya da ortaçağ karanlığının sembolü haline gelmiştir.
Ancak, o zamanlar henüz maddenin Halleri ve Yapı Taşları ayrımının yapılamadığı; Aristo’da söz konusu olanın maddenin halleri olduğu düşünülürse, Aristo’nun hiç de saçma şeyler söylemediği görülür. Aristo, maddenin dört halini belki henüz kavramlarla değil ama imgelerle ifade ediyordu. Maddenin dört hali vardır: Katı, Sıvı, Gaz, Plazma. Aristo’nun Toprak, Su, Hava, Ateş’i bu dört halin, somut imgelerle ifadesinden başka bir şey değildir.
Biz de bu yazıya Müslüman, Türk, Demokrat ve İnsan başlığını koyarken, Aristo gibi kavramlar yerine imgeleri kullanıyoruz. Yoksa bu başlıktaki “Müslüman” yerine “İnanç” ya da “Din”;  “Türk” yerine “Millet” ya da “Milliyet”, “Demokrat” yerine “İdeoloji” veya “Politik görüş” ve “İnsan” yerine de bir “Canlı Türü” diye yazabilirdik.

17 Mayıs 2013 Cuma

“Kader Bağlayınca”


(Herhangi bir konuda yazmayı düşündüğümde, içimden yeni yazı yazmak gelmiyor. Hep “bu konuyu yıllar önce ele almış ve yazmıştım, aslında öngörüler de doğrulandı. Eski yazıyı sadece olaylara ilişkin ayrıntılarda değiştirerek yazmaktansa olduğu gibi yayınlamak daha doğru değil mi” diye düşünüyorum.
Yazılarımda yazıya vesile olan aktüel olaylar ve olgular, sadece derinden işleyen ilişkileri, yasaları, bağıntıları ele almanın aracı olarak işlev görürler. Yani yazılarım aslında yazıda sözü edilen, o yazıyı yazmaya vesile olan olaylarla ilgili değildir. Onlar birer vesile, somut örnek olmaktan öte başka bir işlev görmezler. Bu nedenle de kolay eskimezler.
Birer cebirsel formül gibidirler. Olguların ardındaki derin bağları ve ilişkileri formüle ederler. Bir cebirsel formülde rakamların değişmesi bağıntının değişmesi, formülün değişmesi anlamına gelmez.
Yine bu nedenle de okuyucunun anlayışına ve çıkarsama gücüne güvenip, okuyucudan ele alınan bağıntıya günün olaylarını, yani cebirsel formüle somut başka rakamları, koyması beklenebilir. Aşağıda 2000 yılında yazılmış böyle bir yazı yer alıyor. Kaderinizin Öcalanın’ın kaderiyle ilişkisi ele alanıyor. 17 Mayıs 2013 Cuma)

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Marksizm “Sınıf Mücadelesi Kuramı” mıdır?

İşçi Hareketinin yükseldiği 1960’lı yıllarda Türkiye’nin aydınları, gençleri, işçileri büyük bir açlıkla Marksizm’i öğrenmeye çalışıyorlardı. Şimdi Marksizm’i öğrenen ve bilen yok. İkinci el kitaplardan bayağı klişeler Marksizm diye öğreniliyor. Eskiden kalanlar ise öğrendiklerini bile unutmuş bulunuyorlar. Bunu somut ve basit bir örnekle gösterelim.
Geçenlerde, “Devrimci 24 Nisan – Karşı Devrimci 1 Mayıs” diye bir yazı yazmıştık. O yazıda, 1 Mayıs’ın kutlanmasının bugünün Türkiye’sinde, 24 Nisan’ı gölgeleyen, somut olarak karşı devrimci bir işlev gördüğünü yazmış ve Türkiye’nin bütün işçi ve sosyalistlerini 24 Nisan’ı 1 Mayıs veya 1 Mayıs’ı 24 Nisan yapmaya çağırmıştık. Bu öneri ve önermelerin somutluğu (Bugünün Türkiye’si ve somut olarak 1 Mayısların gördüğü nesnel işlev) göz ardı edilerek, 1 Mayıs’a kategorik olarak karşı devrimci dediğimiz türden, aslında hiç de söylemediklerimizi bize atfeden eleştiriler yapanlar oldu. Bunların üzerinde durmuyoruz. (Kaya Karan’ı bu eleştirisi yazının altında yer alacaktır.)
Bu eleştirinin yapıldığı yazıda , “Demir Küçükaydın'ın (…) yazılarında toplumların tarihlerini belirleyen ana temanın sınıf savaşları olduğu kuramı Marksizm'in dışına düştüğünü (…) görüyoruz” diye bizi eleştirirken aynı zamanda bir Marksizm tanımı da yapılmış oluyor.

28 Eylül 2012 Cuma

Karaburun Bilim Kongresi ve Sunulan Bildiri(ler)

Bu sene Karaburun Bilim Kongresi’nin ana teması “Kapitalizmin Kıskacında Doğa Toplum Teknoloji” idi.
Geçen yıl ilk kez bir izleyici olarak katılmıştık. Epey bir ulusalcı bir vurgu hissedilmesine rağmen yine de akademik alemden gerek öğretim görevlisi, gerek öğrenci olarak iyi kötü sosyal konulara ilgi duyan ve kendini en azından solda, sosyalist veya Marksist gören insanlar katılıyordu. En azından bizim kuşağın yüzde doksan dokuzu geçmişin özlemiyle yaşayan ve oralarda takılmışlarındansa, buradaki genç insanlarla bir diyalog ve tartışma içinde olmaya çalışmak, kafalarda kimi soru işaretleri oluşturma çabasında olmak denemeye değerdi.
Bu nedenle bu yıl konuya ilişkin bildiriler ile katılmayı denedik. Kongreyi örgütleyenlere beş konuda bildiri sunacağımızı ve sunacağımız bildirilerin özetlerini yolladık. Bunlardan sadece birisine izin verildi. Tek bildirinin kabul edilmesinin nedeni genç araştırmacıların önünü tıkamamızdı.
Kabul edilen konuda bildirimizi hazırlayıp önceden yolladık. Ancak gelen diğer bildiriler veya özetleri de kongrenin internet sayfasında yayınlandığından onları okuyunca, konuşmamızda bildiriye bağlı olmadan, daha farklı konulara değinmemiz gerektiği sonucuna ulaştık ve sunumu öyle yaptık.
Aşağıda, beş konuda sunduğumuz bildiri taslakları; kabul edilen konuda sunduğumuz bildirinin önceden yolladığımız yazılı versiyonu ve sözlü olarak yaptığımız sunumun aklımızda kaldığı kadarıyla kısa bir özeti yer almaktadır.