(Herhangi bir konuda
yazmayı düşündüğümde, içimden yeni yazı yazmak gelmiyor. Hep “bu konuyu yıllar
önce ele almış ve yazmıştım, aslında öngörüler de doğrulandı. Eski yazıyı
sadece olaylara ilişkin ayrıntılarda değiştirerek yazmaktansa olduğu gibi
yayınlamak daha doğru değil mi” diye düşünüyorum.
Yazılarımda yazıya
vesile olan aktüel olaylar ve olgular, sadece derinden işleyen ilişkileri,
yasaları, bağıntıları ele almanın aracı olarak işlev görürler. Yani yazılarım
aslında yazıda sözü edilen, o yazıyı yazmaya vesile olan olaylarla ilgili
değildir. Onlar birer vesile, somut örnek olmaktan öte başka bir işlev
görmezler. Bu nedenle de kolay eskimezler.
Birer cebirsel formül
gibidirler. Olguların ardındaki derin bağları ve ilişkileri formüle ederler.
Bir cebirsel formülde rakamların değişmesi bağıntının değişmesi, formülün
değişmesi anlamına gelmez.
Yine bu nedenle de
okuyucunun anlayışına ve çıkarsama gücüne güvenip, okuyucudan ele alınan
bağıntıya günün olaylarını, yani cebirsel formüle somut başka rakamları,
koyması beklenebilir. Aşağıda 2000 yılında yazılmış böyle bir yazı yer alıyor.
Kaderinizin Öcalanın’ın kaderiyle ilişkisi ele alanıyor. 17 Mayıs 2013 Cuma)
Tarihte bireyin rolü sosyolojik bir sorun olarak daima
ilgiyi çekmiştir. O bireyi yaratan toplumsal koşullar ve o bireyin o koşullar
üzerindeki karşı etkisi sosyoloji ve tarihin en ilginç konularından biridir.
Kürtler üzerindeki baskı ve sömürü, bunun Kürtler üzerindeki
etkileri, bu Koşulların Öcalan'ın ve Kürt Ulusal Hareketinin ortaya çıkışındaki
etkileri ve nihayet Öcalan'ın Kürtler ve Kürt Ulusal Hareketi üzerindeki
etkileri, henüz Özel Savaş Dairesi'nin ve politik kaygıların ötesinde ele
alınıp, incelenmiş ve tartışılmış değildir.
Bu ilişki Öcalan'ın kaçırılmasından sonra son derece özgün
bir nitelik almış bulunuyordu. Koskoca bir ulusal hareketin önderi karşı
tarafın elinde esirdi ve o ulusal hareket bu esir olan önderini önder olarak
tanımaya devam ettiğini ve onu ne yapılırsa kendilerine yapılmış olacağını
ifade ediyordu.
Türkiye'yi yönetenlerin Öcalan'ı asıp asmamaya ilişkin
kararlarının ardındaki esas düşünce, kimi gazete yazarlarının da itiraf etmek
zorunda kaldıkları gibi Kürtlerin Öcalan'a yapılanları kendilerine yapılmış
olarak anlayacakları ve bu mesajın açıklığıdır. Yani Kürtler kaderlerini
Öcalan'ın kaderine bağlamış bulunuyor. Ancak bu bağ da tek taraflı değildir,
Öcalan'ın kaderi de Kürt hareketinin kaderine bağlıdır.
Ne var ki, bağımlılık ilişkisi burada bitmiyor. Öcalan,
İmralı'da geliştirdiği çizgiyle, Kendi kaderini Türkiye'deki demokratikleşmeye,
Türkiye'nin kaderini de Kendi Kaderine ve Kürt hareketinin başarısına bağladı. Yaşamını Kişisel ya da hukuki bir sorun
olmaktan çıkarıp, politik bir sorunun, bir çözümün ayrılmaz unsuru olarak
ortaya koydu.
Böylece ortaya şöyle bir denklem çıktı: Türkiye'nin
Demokratikleşmesi, Kürt Hareketinin
gücünü korumasına ve Öcalan'ın yaşamasına; Öcalan'ın yaşaması
Türkiye'nin demokratikleşmesine ve Kürt Hareketinin gücünü en azından
korumasına; Kürt hareketinin gücünü koruması ise Öcalan'ın yaşamına ve
Türkiye'nin demokratikleşmesine bağlıdır.
Bunu Mesut Yılmaz, daha değişik bir biçimde ama bağlantının
iki unsuru üzerinden ifade etti: Avrupa'ya giden yol Diyarbakır'dan geçer
diyerek. Yani Kürtler üzerindeki inkarcı baskı politikalarına son vermeden
Türkiye Avrupa'ya katılamaz. Ama Avrupa'ya Katılmanın koşulları ise, en azından
önemli demokratik reformlar yapmaktır. O halde, Mesut Yılmaz'ın formülü şöyle
de ifade edilebilir: Demokratikleşme, Kürtler üzerindeki inkarcı ve baskıcı
politikalar kaldırılmadan mümkün değildir. Burada atlanan, Öcalan'dır. Mesut
Yılmaz'ın ifadesini kullanırsak, Diyarbakır'a
giden yol da İmralı'dan geçer. İmralı'ya giden yol da demokratikleşmeden.
Bu denklem iyi anlaşılmalıdır ve bu gün ister Kürtler ister
Türkler arasında politika yapmak isteyen herkes bu denklemdeki işaretler
üzerine ciddi düşünmelidir.
1960'lı yıllarda, Yükselen siyah hareketinin etkisiyle
yapılmış, ırk ayrımcılığını eleştiren, "Kader Bağlayınca" isimli bir film vardı. Biri ırkçı beyaz ve
biri siyah iki mahkum birbirine kelepçelidir. Bir nakil esnasında içinde
bulundukları araç devrilir ve kelepçeli olarak kaçma olanağı bulurlar. Birinin
her yaptığı diğerini de bağlamakta diğerinin kaderini de belirlemektedir.
Şimdi, Türkler ve Kürtlerin durumu benzerdir. Birinin kaderi
değerinin kaderidir. Kürt hareketi gücünü ve etkisini koruyup geliştirmeden
Türkiye demokratikleşemez; Türkiye'deki demokrasiden yana güçler etkisini
arttırmadan, Kürt hareketi dayandığı sınırları aşamaz. Ne var ki, bütün bu
bağlantıyı yaratan ve en can alıcı noktayı oluşturan Öcalan'dır. Öcalan, kendi
kaderini Türkiye'nin demokratikleşmesine bağlamıştı önerdiği programla.
Türkiye'yi yönetenler, bunu Kürt ulusal hareketine karşı bir
tehdit unsuru olarak kullanmak ve Öcalan'ın boynundaki ipi, Kürt Ulusal
Hareketinin de boynuna geçirmek için, son infazı erteleme kararına, tehdidi
koydu. Yani Kürt Ulusal Hareketine diyor ki, "başınızı fazla kaldırırsanız,
ona yapılanların kendinize yapılmış sayılacağınızı söylediğiniz önderinizi
asarım."
Bu tehdidin hukuki yanı bir tarafa. Türkiye'yi yönetenler,
belki farkında değiller ama bu tehdit ile, Öcalan'ın ve Kürt hareketinin
kaderini ellerine aldıklarını düşünürlerken, Türkiye'nin kaderini de Öcalan'ın
eline vermiş bulunuyorlar. Türk Devleti Öcalan'ın boynuna ip geçirirken o ipi
aynı şekilde kendi boynuna da geçirdiğinin farkında değil. Öcalan'ın ipini
çeken Türkiye, kendi ipini çekmiş olur.
Türkiye'nin geleceğini, kaderini belirleyecek olan, her
şeyden önce, bir demokratikleşmeyi başarıp başaramayacağıdır. Demokratikleşme
ise gökten zembille veya dış baskılarla gelmez, onun için toplumdaki güçlerin
mücadelesi gerekir.
Bu gün Türkiye'nin demokratikleşmesinden yana, bunu
gerçekten isteyen tek örgütlü ve politik ağırlığı olan güç Kürtlerdir. Bu güç
kendini, genel olarak Kürt Ulusal Hareketinde daha somut olarak da PKK ve HADEP
gibi örgütlerde ifade etmektedir.
Kürt Ulusal Hareketi'nin güçten düşmesi, parçalanması veya
bölünmesi, Türkiye'nin demokratikleşme umutlarının uzunca bir zaman için
bitmesi demek olur. O halde, Türkiye'nin kaderi, Kürt Ulusal Hareketinin
kaderine ve izleyeceği yola bağlıdır. Kürt Ulusal Hareketi ise, nasıl
davranacağına ilişkin Öcalan'a bakmaktadır. İki anlamda, hem onun ne dediği
bakımından, hem de ona karşı tavırlar bakımından. Öcalan'ın kaderi ise, Türk
devletinin elinde; Türk devletinin Öcalan'a ne yapabileceği ise, Türk devleti
ve toplumu içinde çatışan güçlerin dengesine. Türk toplumu ve Devleti içinde
çatışan güçlerin konumu ise, Öcalan'ın belirlediği ve Kürt Ulusal Hareketinin
izlediği çizgiye ve başarılarına bağlıdır. Böylece daire tamamlanmakta ve
zincirin iki ucu da birbirine bağlanmaktadır. Zincirin herhangi bir
halkasındaki bir değişiklik, bütün diğer halkalarda da değişikliklere yol
açmaktadır.
Türk Devletinin Öcalan'ın ipini çekmesi demek, kendi ipini
çekmesi demek olur. Onlarca farklı senaryo geliştirilebilir. Bunlardan her
hangi birini ele alalım.
Diyelim ki, Türk devleti Öcalan'ı astı. Bu eylemin
gerçekleşmesi demek zaten Türkiye'de savaşın devamından yana ve demokrasiye
karşı güçlerin gücünün artmış olması demektir. Yani şovenizm ve İnkar
politikaları. Ondan sonra, İster Kürt hareketi böyle bir meydan okumaya bir
bütün olarak, ister otoritesiyle bir bütün olarak tutacak bir önderlik ortada
kalmayınca, onun birçok parçalara ayrılacağı için olsun, savaş yeniden
başlayacaktır. Belki Kürt hareketi hiç bir zaman bu günkü ölçüde etkili
olamayacaktır ama Türkler de onlarca yıl bir daha huzur yüzü görmeyecekler.
("Madem bu dünya bana yar olmadı, sana da olmasın"). Kürtler ve
Türkler arasında, sadece PKK'nın Türk düşmanlığı yapmaması nedeniyle şimdiye
kadar derinlere işlememiş olan düşmanlık büyüyecektir. Bu sertleşme, Türkiye'deki
şoven kesimlerin Kürtler karşı baskı ve Pogrom denemelerine yol açacak belki de
Türkiye balkanlaşacaktır. Sonunda belki bir kaç on yıl sonra bu gün Öcalan'ın
söylediği yerde tekrar buluşulacaktır ama ardında yitirilmiş canlar ve
yıllarla.
Ya da diyelim ki, Kürtler bütün olarak veya büyük bölünmeyle
Öcalan'ı izlemekten vazgeçti, Öcalan'ın izlediği barış ve Demokratik Cumhuriyet
politikasına karşı bir politika benimseyip, Bağımsız Kürdistan programını
gerçekleştirmek üzere gerilla savaşına, sabotajlara başladı. Böyle bir
politikanın, PKK çok daha elverişli koşullarda yılarca sürdürmüş olmasına
rağmen, bu günkü güç ilişkileriyle hiç bir şansı olmamakla kalmaz, en küçük
demokratikleşme ve ilerde daha ileri haklar için daha demokratik bir ortamda
mücadele etme olanağını da ortadan kaldırır. Aynı zamanda bu Öcalan'ın idamı
demektir.
Yani Kürt hareketinin Öcalan'ın ortaya koyduğu programı
benimsemesi; yani Kürt hareketi ile Öcalan'ın bütünlüğünün devamı, Türkiye'de
demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Her kim ki bu birliği zaafa
uğratmaya çalışır, o bilerek ya da bilmeyerek Türkiye'nin demokratikleşmesine
karşı bir girişimde bulunuyor demektir. Bu birliği zayıflatma ya da
parçalamayla sonuçlanacak her girişim, Kürt hareketinin zayıflaması,
müttefiklerinden tecrit olması ve otomatik olarak demokratik gelişimin yolunun
tıkanması demektir.
Türk Devleti, Öcalan'ın boynunu her an çekmek üzere bir ip
geçirmekle, Öcalan'ın her an çekebileceği bir ipi de kendi boynuna geçirmiş
bulunmaktadır. (Öcalan'ın bu ipi çekmeyeceği çok açık.) Türk devleti, Öcalan'ın
boynundaki ipi çektiği an, kendi boynundaki ipi çekmiş ve kendi dünyasını
karartmış olacaktır. Kürtlerinki zaten kara, onların kaybedecek bir şeyleri
yok, ama Türklerin çok. Ama son karardaki koşulla, ipi kendi elinden de
kaçırmış ve demokrasi düşmanı güçlerin eline vermiş bulunmaktadır. Türk
Devleti, o tehdit şerhiyle, Öcalan'ın ipini bir bakıma demokratikleşmeye karşı
"iyi saatte olsunların" eline veriyor. Bundan sonra bol bol
provokasyon ve sabotaj, bunların ardından da, "işte koşula uymayan
davranış, Öcalan'ı Asalım" türünden gelişmeler yaşarsak hiç şaşmayalım.
Ama Öcalan'ın boynundaki ip, yukarıdaki denklemlerin gösterdiği gibi sadece
Öcalan'ın boynundaki bir ip değil; demokratikleşmenin ipidir ve demokratikleşmenin
ipi, Öcalan'ın boynu üzerinden Demokratikleşme düşmanı, inkarcı politikaların
eline verilmiş bulunmaktadır.
Tarihte bunun bir benzeri olduğunu sanmıyoruz. Türkiye
boğazındaki ipten ancak Öcalan'ın boğazındaki ipi çıkararak (yani idam cezasını
kaldırarak ve genel af ilan ederek); yani Öcalan'ı serbest bırakarak
çıkarabilir. İdam cezasının kalkması ve genel affa Öcalan'ın ya da PKK'nın
değil, Türkiye'nin kendi boğazındaki ipi çıkarabilmesi için ihtiyacı var.
Türkiye'nin şimdilik bir şansı var. Öcalan pek ala elindeki
gücün farkında, kaderinin Türkiye'nin kaderi ile bağlandığını birçok kereler
ifade etmiş bulunuyor. Bunu anlamayanlar var ise, şimdi çok daha iyi
görebilirler. Türkiye'nin şansı, Öcalan'ın eline geçen bu fırsatı, Türkiye'nin
ipini çekmek için değil, Türkiye'nin boğazındaki ipi çıkarmak Türkiye'yi
demokratikleştirmek için kullanmak istemesi. Eğer Öcalan, Türkiye'nin kendisine
ve Kürtlere yaklaştığı gibi Türkiye'ye yaklaşsaydı, Türkiye şimdi kanlı
çatışmalar içinde ve demokrasi ve Avrupa hayallerinden çok uzakta olurdu.
Türkiye kaderini bir bakıma Öcalan'ın da eline vermiş
bulunuyor. Öcalan Türkiye'nin önünü şimdiye kadar yaptığı gibi açabilir ama
karartabilir de. Öcalan bu gücü
demokratik seçimlerle kazanıp kullanmak istiyor. Türkiye ise, ona seçimi çok
görüyor. Ama tarihin garip alayı, bu sefer, "Liderler Zirvesi" denen
üç kişilik bir toplantıyla Türkiye'nin kaderini Öcalan'ın kaderine bağlıyor.
Aklınca Öcalan'ın boynuna ipi geçirir ve bir ucunu demokrasi düşmanlarının
eline verirken; kendi boynuna geçiriyor ve öbür ucunu Öcalan'ın eline veriyor.
Şükür ki, Öcalan, Orta doğudaki en canlı ve demokratik gücün
önderi. Uzak görüşlü ve esnek bir politikacı. Türklerin bütün vurdum
duymazlıklarına ve Türk devletinin bütün baskılarına rağmen, Türklere düşmanlık
diye bir derdi yok. Bu gün PKK'yı zor duruma düşürmek isteyenlerin bütün
çabası, Öcalan'ın bu ipi çekmesi veya bu ipi ellerine geçirip çekmek
üzerinedir. Öcalan bu ipi çekmeyip bir ufuk açmak istediği için hain olmakla
suçlanıyor.
Öcalan'ın ipini çeken Türkiye'nin ipini çeker. Türkiye'nin
kaderi artık Öcalan'ın ellerindedir "Liderler Zirvesi" kararıyla.
14 Ocak 2000 Cuma
Demir Küçükaydın
Yazıları e-posta ile
otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek
İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder