"Modern Toplumun Dini"nin (Ulusların ve ulusçuluğun) din tanımına göre Dünya Dinler Haritası |
Dolayısıyla bu önermenin, bu güne kadar bütün bildiklerimizi alt üst eden ve onlara gerçek sosyolojik anlamlarını veren özü de kavranamıyor. Bu yazıda kolay anlaşılır biçimde bu önermenin önemini, anlamını ve alt üst edici sonuçlarını açıklamayı deneyelim.
*
Önce Din hakkındaki en kaba birkaç yanlıştan başlayalım. Birçok kimse dini sadece İslam’la veya Allah inancıyla sınırlı bir olgu gibi anlıyor. Özellikle Allah inancı ile Din arasında zorunlu bir ilişki olduğu sanılıyor.
Din’in Allah ile ilgisi yoktur. Dinlerin çoğu, bir tek Allah kavrayışına, hatta bir yaratıcı kavrayışına sahip değildir. Örneğin, Taoculuk, Budizm, Konfüçyüs’çülük de birer dindirler, hem de birer uygarlık dinidirler. Ama bir yaratıcı veya Allah tasavvuru onlarda yoktur.
Keza uygarlık dinlerinin birçoğu da, eski birinci ve ikinci kuşak uygarlıkları dinleri (yani tunca dayanan subtropikal ırmak boyu uygarlıkları ve demirin keşfi sonrası uygarlıkları veya onların yaşayan temsilcisi Hinduizm) onlarca, yüzlerce, binlerce tanrının varlığından hareket eder.
Özetle din ile yaratıcı tanrı veya tek tanrıcılık arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Din kavramını bu anlamda kullanmak yanlıştır.
Ama bu sonuç, şöyle bir soruyu da ortaya çıkarır: Niçin bazı topluluklarda Tanrı inancı gerekmemiştir, niçin bazılarında tek tanrı inancı olmuştur ve niçin bazılarında onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce tanrı vardır?
Bir din teorisi bunları da iç tutarlılığı olan bir kavram sistemiyle açıklamalıdır. (Bizim Din teorimiz bunu son derece iç tutarlılığı olan bir Marksist kavramlar sistemiyle açıklamaktadır?)
Öte yandan din sadece sınıflı toplumlara veya uygarlıklara has bir şeymiş gibi bir varsayımdan hareket edilmektedir. Bu bilinçsiz kabul özellikle Marksistler arasında yaygındır. Bu nedenle Marksistler dini sadece sınıflı toplum bağlamında ele alırlar. Hâlbuki din sadece uygarlıklarda yoktur, dünyadaki ve tarihteki bütün uygarlığa geçmemiş toplumların da dinleri vardır. Bu dinlere Totemcilik, Animizm, Şamanizm gibi isimler verilmektedir. Ne isim verilirse verilsin, bir totemin soyundan gelindiği inancı; bilgiyi derleyen ve aktaran, bir şaman veya büyücü; her şeyin ruhu olduğuna dair bir kabul vs. bütün bu komün dinlerinde evrensel olarak görülmektedir.
Yani ister uygarlaşmış, ister uygarlığa geçmemiş olsun, dünya tarihinde dinsiz bir toplum yoktur.
Öte yandan bugünkü modern toplumun dini olmadığı, dinin geçmişin bir kalıntısı olarak var olduğu gibi bir gizli varsayım daha vardır. Ama eğer bütün diğer toplumlarda din varsa, modern toplumda yoksa neden ve nasıl yoktur sorusu ortaya çıkar. Öte yandan gerçekten yok mudur? Acaba bu toplumun din tanımının kendisi bir dinin ta kendisi olamaz mı gibi bir soru da ortaya çıkar.
İşte bizim cevabımız bir bakıma tam da budur. Bugünkü modern toplumun din tanımının bizzat kendisinin modern toplumun dinini oluşturduğu ve dinsiz bir toplum olamayacağıdır esas cevabımız.
O halde şu soru ortaya çıkmaktadır: hangi üretim biçiminde olursa olsun tüm toplumlarda bulunan ve ortak olan bu din denen şey nedir?
Ve bu din denen şey öylesine önemli bir şeydir ki, her şey dinseldir. Dinsel olmayan hiçbir şey yoktur. Şişman Venüs veya hayvan heykelciklerinden, herhangi bir tarihi kalıntıda görülebilecek bütün yapılara ve nesnelere kadar her şey dinseldir. Modern toplumda da öyledir. Ama bunu görebilmek için modern toplumun dininin ne olduğunu iyi anlamak gerekir. Onun için de modern toplumun din kavramını eleştiri süzgecinden geçirmek ve niçin ve nasıl böyle bir din kavramının modern toplumun dini olduğunu göstermek gerekir.
Böylesine önemli ve tayin edici olan bu din denen şey hakkında teorilere bakılınca, tıpkı bu gün dünyayı kaplamış uluslar ve ulusçuluk teorileri ilişkisinde olduğu gibi korkunç bir teorik yoksulluk görülmektedir.
Hemen sezileceği gibi, ortada kendi üzerine kapanan bir daire vardır. Din hakkında söylediklerimizin anlaşılamamasının bir nedeni de budur. Din hakkında yazdıklarımızın neden anlaşılamadığını açıklayabilmek için şöyle bir benzetme de kolaylaştırıcı olabilir. Düşünün ki bir kuyunun içindesiniz ve bunu bilmiyorsunuz. Ama bu kuyunun içinde ikin kuyuya düşme korkusu içindesiniz ve bu nedenle hep önünüze bakıyorsunuz. Önünüze baktığınız sürece kuyunun içinde olduğunuzu kavramanızın olanağı yoktur. Ancak yukarıya baktığınız takdirde kuyunun aslında ortada kuyuya düşmek diye bir tehlike olmadığını, zaten kuyunun içinde olduğunuzu kavrayabilirsiniz. Ama kuyuya düşme korkusu sizi öylesine esir almıştır ki, yukarıya bakmayı ne aklınıza getirebiliyorsunuz ne de cesaret edebiliyorsunuz. Din konusunda sorun budur.
Bu zorluğu, ulus konusunda şöyle ifade etmiştik. Bilginin nesnesinin ne olduğu bilinmiyorsa, bu nötral bir duruma değil, o bilinmeyen şeyden olunduğuna delalet eder.
Yani örneğin milliyetçiliğin ne olduğunu bilmiyorsanız bu siz milliyetçisiniz demektir. Aynı şekilde dinin ne olduğunu bilmiyorsanız modern toplumun dinindensiniz demektir. Ve nasıl milliyetçiler milliyetçiliğin ne olduğunu anlayamazlarsa, modern toplumun dininden olanlar da dinin ne olduğunu anlayamazlar.
Yani milliyetçiliğin ne olduğunu bilmiyorsanız milliyetçisiniz demektir, ama milliyetçi olduğunuz için de milliyetçiliğin ne olduğunu anlayamazsınız. Çünkü milliyetçilik tanımınız milliyetçilerin milliyetçilik tanımıdır.
Aynı şekilde dinin ne olduğunu bilmiyorsanız, modern toplumun dinindensiniz demektir (ilerde görüleceği gibi bu pratik olarak milliyetçisiniz demektir) ama modern toplumun dininden iseniz, dinin ne olduğunu anlayamazsınız. Çünkü din tanımınız modern toplumun dininin din tanımıdır. Ama modern toplumun din tanımının kendisi modern toplumun dinidir.
Yani ortada tam bir “fasit daire”, Almanların dediği gibi bir “Şeytan Çemberi” (Teufelkreis), vardır. İşte bu satırlarda sizin bu şeytan çemberini kırabilmeniz için bir eksojen, dış etki oluşturulmaya çalışılacaktır.
*
Bugünkü toplum, ya da modern toplumun dini, dini, bir “akıl dışılık”, bir “inanç” olarak görmektedir.
Böyle bir bakışla, şu soruyu açıklamanın olanağı yoktur: niçin tarihteki komün veya uygar bütün toplumlar böylesine inanç denen, akıl dışı bir şey denen din için, emek üretkenliğinin çok sınırlı olduğu binlerce yıl boyunca neredeyse tüm toplumsal hâsılayı feda etmekte ve tüm hayatlarını ona tabi kılmaktadırlar. Niçin böyle akıl dışı veya inanç denen şey için örneğin tonlarca taş nakledilerek, işlenerek akropoller, piramitler vs. yapılmaktadır?
Dini akıl dışı olarak, bir inanç olarak tanımlayan bu günkü yaygın görüş, burada kendi içine kapalı bir çelik çember oluşturur: Din akıl dışıdır, eski toplumlar da bilimi bilmedikleri için böyle akıl dışı davranarak emek üretkenliğinin geriliğine rağmen bütün emek ve zamanlarını hatta hayatlarını dine adamış ve ona göre düzenlemişlerdir.
Ama bu “açıklama”, tüm tarihi ve toplumları akıl dışı, kavranılmaz kılar. O zaman tarihte hiçbir şey açıklanamaz olur. Dini akıl dışı kabul etmenin varacağı nokta, tarihi ve toplumu, hatta o akıl dışı görmeyi bile akli olarak açıklamanın mümkün olmadığı olur.
Dini ve eski toplumları akıl dışılıkla açıklama şu soruyla karşılaşır: eğer bu günkü toplum akla dayanıyor ve bu nedenle din yoksa niçin bu günkü toplum akla dayanmaktadır da diğer toplumlar akla dayanmamışlardır. O insanlar bu günkü insanlardan daha mı aptal ya da korkaktılar?
En azından iki yüz bin yıldır, yani Homo Sapiens’in ortaya çıkışından beri, insan türünün fiziksel ve ruhsal yetilerinin farklı olmadığını bütün veriler gösterdiğine göre, ne gibi temel farklılık vardır ki bu gün insanlar akli davranmaktadırlar?
Dini akıl dışı gören, gücü yaygınlığından gelen öğretinin buna verebileceği bir cevap da yoktur.
Şu soru ortada durmaya devam eder: niçin tarihte görülmüş bütün toplumlarda din vardır ve toplumsal yaşamın temelini oluşturmaktadır da bu günkü toplumda böyle bir görünüm yoktur?
Bu günkü yaygın, dini akıl dışı ve inanç olarak tanımlayan din tanımı ve açıklaması aslında açıklama bile değildir ve farklı kavramları sanki sosyolojik kavramlarmış gibi kullanır. Dini bilimin karşısında inanç olarak; ya da politik olanın karşısında özele ilişkin olarak tanımlamak dinin ne olduğunu sosyolojik olarak açıklamak anlamına gelmez.
Çünkü bilim karşısında inanç olarak Din kavramı sosyolojik bir kavram değil; felsefi ve epistemolojik bir kavramdır. Benzer şekilde Politik karşısında özele ilişkin, politik olmayan anlamında inanç kavramı da hukuki bir kavaramdır, sosyolojik değil. Yani, hangi anlamda olursa olsun inanç diye bir sosyolojik kategori yoktur. Bu kavramlar sosyolojik olarak dinin ne olduğunu bize açıklamazlar.
Böylece tarihin ve toplumun en önemli olgusu olan; bütün toplumlarda var olan ve çok farklı biçimlerde görülen din denen şeyin ne olduğu sorusunun cevabı olarak koca bir boşluk olarak ortada durmaya devam eder.
*
Dinin ne olduğu söz konusu olduğunda durum Marksizm için de farklı değildir.
Marksistlerin programatik olarak dini, hukuki bir kavram olarak inanç anlamında ele aldıkları çok açıktır. Çünkü devletin dine karışmaması ve onun bütünüyle insanların özel sorunu olması, yani gerçek bir demokratizm ve laiklik, son duruşmada, dini özele, politik olmayana ilişkin olarak tanımlamaktan başka bir şey değildir ve bu bize sosyolojik olarak dinin ne olduğunu açıklamaz. Burada sosyolojik bir kavram değil, hukuki veya normatif bir kavram vardır. Bir şeyin din sayılması için politik alanın dışında, özele ilişkin olmalıdır anlamına gelir Din’i inanç olarak tanımlamak.
Programatik olarak Marksizm’in din konusundaki durumu böylesine içler acısıdır.
Bunun haricinde dini bir siyasal parti olarak açıklama (Örneğin Engels’in Almanya’da Köylü Savaşları) veya Marks’ın meşhur kalpsiz dünyanın kalbi, protesto ve acıları dindiren afyon tanımları da Din’in ne olduğunu açıklamazlar.
Bu kavramlar elbette sınıflı toplumlarda ve modern toplumda din olarak görülen kimi fenomenleri sosyolojik olarak tanımlama girişimleridir ama dinin ne olduğunu tanımlamazlar. Bunlar özünde onun modern veya sınıflı toplamlardaki farklı işlevlerini açıklama denemeleridir.
Evet din bir siyasi parti işlevi görür ama bu onun sınıflı toplumlardaki görünümlerinden biridir. Siyasal partiler özünde farklı sınıfların eğilimlerini yansıtırlar. Hâlbuki din, sınıfsız toplumlarda da vardır. O Toplumlarda sınıf olmadığına göre niye din vardır sorusu ortada durur.
Kaldı ki, dinin siyasi parti işlevi esas olarak din içinde tarikatlar biçiminde ortaya çıkar. Yani partiler (tarikatlar) dinlerin içindeki alt bölünmelerdir. Bu partiler (tarikatlar) onlar için dinler, içinde hareket ettikleri ve mücadele ettikleri ortamlardır. Bu “ortamların” yani dinin ne olduğu sorusu cevapsız olarak ortada durmaya devam eder.
Marks’ın din için, “Kalpsiz dünyanın kalbi”, “protesto”, “acı” ve “afyon” (acının ilacı) tanımları da dinin değil, onun belli toplumlardaki işlevlerinin bir açıklamasıdır.
Evet, din sınıflı toplumlarda ve meta üretiminin egemen olduğu toplumlarda, yabancılaşma ve sınıfsal baskının ortaya çıkardığı kalpsiz dünyanın kalbi işlevini görür ama bir zamanlar dünyada ne sınıflı toplumlar ne de meta üretiminin yaygınlaşmasının yarattığı bir kalpsizlik vardı. Ama bütün bunlar olmamansa rağmen din vardı. Yani bu tanım sınıflı veya modern toplumlarındaki kimi dinsel denen görüngüleri konu etmektedirler.
Dinin, acı ve protesto ve afyon gibi görünümleri de sınıflı veya modern toplumla ilgili sorunlarla ilgilidir.
Yani Marks’ın dine ilişkin söyledikleri de, dinin ne olduğunu açıklamaz. Daha ziyade, modern toplumda ve sınıflı toplumlarda dinin kimi işlevlerini konu ederler.
Böylece tüm toplumlarda var olan ve modern toplumda yokmuş gibi görünen bir görüngü olarak dinin ne olduğu sorusu cevapsız ve koca bir boşluk olarak ortada kalmaya devam eder.
*
İşte bizim yaptığımız hem bu boşluğu doldurmak, hem de ortada niye bir boşluk olduğunu açıklamaktır. Yani dinin ne olduğu sorusuna sosyolojik bir cevap vermektir.
Ve bu cevap öylesine alt üst edici bir keşiftir ki, bildiğimiz her şeyi yeni baştan tanımlamayı ve düzenlemeyi gerektirmektedir.
Ve sadece sosyoloji alanında değil, bizzat devrim mücadelesi alanında da.
Nedir bizim keşfimiz?
Biz din bir toplumun tüm üst yapısıdır; üstyapının somut görümüdür diyoruz. Keşfin ve her şeyi alt üst eden devrimin en kısa ve özlü ifadesi budur.
Ama burada Marksizm’i bilmeyenler için, üstyapının ne olduğunu, bu kavramı kısaca açıklayalım.
Marksizm toplumu ve onun yapısını ve hareketi bir takım analitik kavramlarla açıklar. Bu kavramlar bütün toplumları anlamaya sağlayacak analitik araçlar sunarlar.
Toplumu veya tüm toplumsal görüngüleri, “altyapı” ve “üstyapı” diye iki bölüme ayırır Marksizm. Bunun da temelinde çok basit ve sade bir düşünce vardır: insanların yaşayabilmek için önce yemesi, içmesi, barınması ve giyinmesi gerekir.
Bunları sağlama yöntem ve ilişkileri (yani üretim ilişkileri) toplumun alt yapısıdır. Buna, çok kabaca Ekonomi temeli, iktisadi altyapı; ekonomik ilişkiler; üretim ilişkileri vs. denmektedir.
Marksizm’in bu yeme, içme, barınma ve giyinmeyi sağlamak için toplumun kurduğu ilişkiler, yani üretim ilişkileri, bir toplumun nasıl bir toplum olduğunu belirlemektedir demektedir. Bir toplumu anlamak için bu ilişkilere bakmamız lazımdır demektedir.
Marks’ın kendisi, tam da bu kabulden hareketle, kapitalizmi anlamak için, temel eseri Kapital’de bu toplumun üretim ilişkilerini anlamaya çalışmıştır.
Ama toplum denen şey, sadece yemek, içmek barınmak, giyinmekten ve bunlar için çalışmaktan ibaret değildir. Sanat, bilim, hukuk, ahlak, ideoloji vs. gibi daha birçok görüngüler vardır. Bütün bunlara da “üstyapı” demektedir Marksizm.
Marksizm, bir toplumun üstyapısının, örneğin ahlakının, hukukunun vs., neden öyle olduğunu anlamak istiyorsan alt yapıya bakmak gerekir der. Ve bütün bu üstyapı o altyapının işlev görebilmesi içindir aynı zamanda.
Bir örnek verirsek, ortada ideoloji diye bir şey (yani bir sınıfın ya da toplumsal katmanın çıkarını korumak veya savunmak için gerçeğin çarpıtılması) varsa, orada sınıflar denen toplumsal bölünmeler var demektir. Çünkü ideolojiler belli çıkarları savunmanın aracıdırlar. Sınıfsız toplumlarda ideoloji yoktur, çünkü sınıflar ve sınıf çatışmaları yoktur. Emek üretkenliğinin çok az olduğu, yani insanların çalışarak ancak kendi yaşayacakları kadar üretebildikleri bir toplumda, ortada bir artı ürün olmadığından sınıflar olamaz, sınıflar olamayınca ideolojiler de olamaz.
Bu örnek bize, dini bir ideoloji olarak tanımlamanın da yanlışlığını gösterir. Eğer din bir ideoloji olsaydı, sınıfların ve dolayısıyla ideolojilerin olmadığı toplumlarda din olmaması gerekirdi. Sınıfların ve ideolojilerin olmadığı toplumlarda da din vardır. Dinsiz toplum yoktur. Toplum nerede varsa orada din vardır.
Nerede toplum varsa orada altyapı ve üstyapı vardır. Hepsinde din olmasının nedeni, din denen şeyin tamı tamına üstyapının somut bir görünümünden başka bir şey olmamasıdır. Yaptığımız büyük keşif bundan ibarettir.
Bunun görülememesinin nedeni de, modern toplumdaki din anlayışının veya dinin modern toplumdaki işlevinin bütün tarihe yayılmasıdır. Yani modern toplumda din, akıl dışı ve özele ilişkin olarak görüldüğünden, bütün tarihte de böyle imiş gibi ele alınmaktadır. Bu nedenle dinin ne olduğu sorusu cevaplanamamış hatta bu soru sorulmamıştır. Çünkü modern toplumda dinin ne olduğunun bilinmediği bilinmemektedir. Bir şeyi bilmediğini bilmemek en korkunç fasit daireleri yaratır.
Hâlbuki tarihte, ya da kapitalizm öncesinde apaçık görülen bir durum vardır, dinin dışında hiç bir şey, ne ahlak, ne sanat, ne bilim vs. olamaz. Her şey dinseldir.
İnsanların yaşamı bile en küçük ayrıntısına kadar din ile ya da din tarafından belirlenir. Doğum öncesinde ana ve babanın kimler olabileceğinden ve bunların nasıl çiftleşebileceğine ilişkin kural ve ritüellerden; doğum ritüellerine ve isme; yenecek yemeğe, nelerin yeneceğine veya yenmeyeceğine, neyin ne zaman ve nasıl giyileceğine; kimin nerede nasıl barınacağına; ölünce nerede ve nasıl gömüleceğine veya gömülüp gömülmeyeceğine kadar her şey dinseldir.
Dinin üstyapının kendisi, somut ifadesi olduğu önermesi ile bütün bunlar açıklığa kavuşmaktadır. Sadece bu değil, böylece altyapı ve üstyapı ilişkisi de açıklığa kavuşmaktadır. Dinlerin böylece aydınlanmanın din anlayışına göre saçma olan o muazzam önemi de anlaşılır olmaktadır. Çünkü Üstyapı altyapının üzerinde yükseldiği ve altyapıyı düzenlediği için, din böylesine önemlidir; çünkü altyapının işlemesini sağlamaktadır.
Böylece dinin bütün toplumlarda görülmesi, dinin o muazzam önemi, örneğin tarihi kalıntılardaki her şeyin dinsel olması vs. birden bire o anlaşılmaz ve saçma görünümünü kaybetmekte son derece anlaşılır ve açık bir hale gelmektedir.
Bütün dinlerin özellikleri bile bu yaklaşın içinde kolayca açıklanabilir hale gelir. Örneğin Çin’in hece yazısının, sağladığı birlik nedeniyle bir tek tanrı fikrine ihtiyaç bırakmaması; Hindistan’da Hinduizm’in binlerce tanrıya dayanması ve kast sistemi; Orta Doğu ve Akdeniz’de kıvrak deniz ticareti ve tek tanrı fikri; Budizm’in niye Hindistan’da doğmuş olmasına rağmen, Çin ve Hindistan dışı yeterince uygarlaşmamış bölgelerde yayıldığı gibi yüzlerce ve binlerce soru kolaylıkla açıklanabilir hale gelmektedir. Tarih anlaşılmaz olmaktan çıkmakta son derece anlaşılır olmaktadır.
Ancak bu keşfin, yani dinin tümüyle üstyapı onun somut görünümü olduğu önermesinin esas büyük, alt üst edici, devrimci, bizi bile buluşumuzun sonuçları karşısında hayrette bıraktırıcı sonucu, modern topluma ilişkin sonuçlarıdır.
Üstyapı analitik bir kavramdır, yani tüm toplumlarda var olan görüngüleri ifade eder. Bu durumda elbet modern (kapitalist) toplumun da bir üst yapısı vardır. Peki, o halde, din üstyapı ise, onun somut görünümü ise, kapitalist ve modern toplumun üstyapısının somut görünümü veya biçimi, yani dini nedir?
Biz buna, dine inanç demenin; inanç diye özele atabilmek için de; bir özel ve politik ayrımı yapmanın kendisi modern toplumun dinidir cevabını verdik. Böylece dinin ne olduğunun keşfi bizzat modern toplumun dinin de analizinin ve deşifresinin başlaması anlamına geliyordu.
Burada din kavramının farklı kullanım ve içeriklerini de ayrıştırdık. Bu günkü kapitalist ya da modern toplumda din denen şeyin din olmadığı; bu dinin basit bir bileşeni olduğu sonucuna ulaştık.
Böylece aynı din kavramıyla karşılanan ve dinin ne olduğun anlamayı zorlaştırıp karışıklıklara yol açan üç farklı olguyu birbirinden ayırdık.
1) Tüm toplumlarda var olan, tüm toplumun üstyapısı olan din. Hukuk, ahlak, sanat, bilim vs. hiçbir şeyin onun dışında olamadığı din. (Bu modern toplumda ve onun dininde de böyledir. Bu din kavramının en zor kavranan anlamı ve içeriğidir.)
2) Modern toplumunun dininin din olarak tanımladığı, aslında kendisinin basit bir bileşeni olan inanç olarak din. (Maalesef din hep bu anlamda ele alınmakta ve bütün yanlış anlamalar ve kafa karışıklığı buradan çıkmaktadır. Bu anlamıyla din, sadece modern toplumda vardır ve modern toplumun dininin bir bileşenidir.)
3) Bir sosyal hareketin veya toplumsal gücün bayrağı olarak din. (Marksizm bu anlamıyla ve işleviyle dini epeyce ele almıştır. Bu anlamda din, sadece sınıflı toplumlarda vardır.)
*
Şimdi bu kısa özetten sonra,
- Din bir toplumun üst yapısının somut görünümüdür, biçimidir;
- Modern toplumun dini de özel politik ayrımı ile eski dinleri toplumsal hayatı düzenlemekten uzaklaştırmakta ve onları kendi eksiğini tamamlayan basit bir bileşenine döndürmektedir;
Bizim Din tanımımıza göre dünyanın din haritası. Tüm dünya ulusçuluk denen dinin egemenliği altındadır. |
Bu önermenin, bir parçacık düşünme ile çıkarsanabilecek ve çıkarsanması gereken birkaç sonucunu şuraya alt alta yazdığımızda bile bu alt üst edici sonuçlar görülebilir.
Bunların bir kaçını alt alta sıralayalım.
- Eğer Din, tümüyle üstyapının kendisi, somut biçimi ise, üstyapısız bir toplam olamayacağından, dinsiz bir toplum ve dinsizlik mümkün değildir. Hâlbuki bu gün Marksistlerin de çoğunun kabul ettiği, aslında modern toplumun din kavramı olan kavrama göre, insanlar kendilerini dinsiz olarak tanımlıyorlardı. Bu yeni kavrayışa göre ise, kendisini dinsiz olarak tanımlayanlar, dinin özele ilişkin olduğunu, bir inanç olduğu söyleyenlerdirler. Yani onlar modern toplumun dinindendirler.
- Dinsiz toplum olamayacağına göre dinsiz insan da olamaz. Ben dinsizim, benim dinim yok diyenler aslında dini inanç olarak tanımlayan dinden olduklarını ifade etmiş olurlar. O halde, benim inancım İslam’dır, ben Hıristiyanlığa inanıyorum vs. diyenler de bu sözleriyle Müslüman ya da Hıristiyan olduklarını değil; dinleri inanç olarak tanımlayan dinden olduklarını ifade etmiş olurlar. Yani dinsiz olduğunu söyleyenler, Ateistler, Müslüman olduğun söyleyenler, Hıristiyan olduğunu söyleyenler hepsi dindardır ve aynı dindendirler. Dini inanç olarak tanımlayan modern toplumun dinindendirler.
- Eğer Din tümüyle üstyapı ise, hiçbir şey, alt yapıya dahil olmayan hiçbir toplumsal görüngü üstyapının dışında var olamayacağından, bilim de dinin dışında var olamaz. O halde, bu günkü, bilim ve dini zıtlık içinde ele alan bilim kavrayışımız da, bilim sınıflamalarımız da dinseldir. Yani bütün bilim ve din kavramları ve kavrayışları da dinseldir ve ancak dinlerin içinde anlaşılabilirler. Ama bizzat bu önermenin kendisi de yine dinseldir ve otomatikman yeni bir dinin bir önermesidir. Bu önermeyle biz kendisinin ve bildiği her şeyin de dinsel olduğunu söyleyen bir dinin kavramlarıyla düşünmeye başlamış ve yeni bir dini ifade etmeye başlamış oluruz.
- Benzer şekilde, hiçbir şey dinin dışında olamayacağından, “dinin tümüyle üstyapı olduğu” önermesi de bir yeni dinin önermesidir. Bu din, aydınlanmanın da bir din olduğunu gösteren ve bunu göstermenin de bir din olduğunu söyleyen bir dindir.
- Din Üstyapı olduğuna ve Marks’a göre de devrimler, ekonomik temeldeki yeni ilişkilere uygun yeni bir üstyapının eskinin yerini alması olduğuna göre, bir dinden diğer dine geçişler devrimlerdir.
- O halde, dinden dine geçişleri anlatan “Peygamberler Tarihi” aslında Devrimler Tarihidir. Peygamberler ve din kurucuları en büyük devrimcilerdir.
- Modern toplumun devrim kavramı da tıpkı din kavramı gibi özel politik ayrımına dayanmaktadır, dolayısıyla devrimi sırf politik iktidar ve sınıf iktidarıyla sınırlamıştır. O halde, bu yeni din kavramına ve dinden dine geçişlerin din olduğu kavrayışına dayanan bir devrim kavramına ulaşmak gerekmektedir.
- O halde, Marksizm veya sosyalizm gerçekten bir devrim yapmak ve devrimci olmak istiyorsa, bir din olmak zorundadır. Marksizm’in başarısızlığının sebebi, onun bir “din” (yani modern toplumun din kavrayışıyla bir inanç) olması değil; bir din (yani iktisadi temele uygun bir üstyapı tasavvuru) olamamasıdır.
- Yani Marksizm şimdiye kadar bir bilim olamamakla bir din olmakla eleştirilmişti, şimdi Marksizm kendisini, bir din olamamakla (yani modern toplumun dininin bilim ve din kavramlarından kendini kurtaramamış olmakla) eleştirmelidir.
- Marksizm kendisini bilim olarak tanımlanması, modern toplumun dininin bilim kavramına dayanmaktadır. Ama Marksizm bizzat kendisi bu tespiti yaptığı an, modern toplumun dininin din ve bilim kavramlarının dışına çıkmış, dolayısıyla yeni bir dinin kavramlarıyla konuşmayla başlamış olur. O andan itibaren Marksizm yeni bir dindir ve kendine eleştirisini daha önce bir din; yani ekonomi temeline uygun yeni bir üstyapı tasavvuru olamadığı noktasından yapar.
- Dinler tümüyle üstyapı ise, bütün dinlerin en akıl almaz ve saçma görülen bütün özelliklerinin aslında hiç öyle olmadıklarının; onların aslında var olan ekonomik temeldeki ilişkilere uygun bir üstyapı oluşturduklarının gösterilmesi gerekir. Bu sosyolojinin ve tarihin esas konusudur.
- Ama bunu göstermenin bizzat kendisi de, yani dini bir inanç olarak değil üstyapı olarak ele almanın kedisi de yine bir dinin (yani bir üstyapının) içinde var olabilir ve onun bir ifadesidir. Ve bizzat bu ifadenin kendisi de yine öyledir. O halde, sosyoloji (Tarihsel maddecilik veya Aydınlanmanın din tanımından arınmış Marksizm) yeni dindir.
- O halde, bilgi, dinsel olduğunu bilen; din dışında bir bilgi ve bilgi kavramı olamayacağını bilen bir bilgidir ve bu bilginin kendisi de yeni bir dinin önermesidir.
- Ulusçuluk Modern toplumun dininin, politik olanı ulusal olanla tanımlayan gerici ve karşı devrimci biçimidir. Ulus modern toplumun dininin gerici biçimidir.
- Bütün dinler var olan dinlere karşı savaş içinde ortaya çıkar ve gelişirler. O halde, yeni din de uluslara ve ulusçuluğa karşı ortaya çıkabilir ve tıpkı Aydınlanma’nın eski dinlere yaptığı gibi, bizzat ulusları ve ulusçuluğu politik alanın dışına atarak özele ilişkin kılar. Bugün eski dine karşı mücadele, uluslara karşı mücadeledir.
- Devrimleri yeni dinlerin kurucu ve savaşçıları ortaya çıkarır ve zafere götürürler. Elbette bütün yeni dinleri (yani devrimleri) ezilenler taşırlar ve zafere götürürler, ama ezilenler olarak değil. Köleler Hıristiyanlar olduklarında, Mekke’nin plepleri Müslümanlar olduklarında, Paris’in Baldırı çıplakları Jakobenler olduklarında. O halde yeni dini de elbet işçiler ve ezilenler yükseltecektir ama işçiler olarak değil, İnsanlar olarak. Burada İnsan kavramı biyolojik bir varlık olarak insan anlamında değildir. Ulusu özele ilişkin olarak tanımlayan ve bunun için mücadele eden anlamındadır. İşçiler işçi olarak devrim yapamazlar.
- İşçiler İnsan olduklarında (Uluslara karşı mücadeleyi bayraklarına yazdıklarında), tıpkı pleplerin Müslüman olduklarında bir devrim başarabilmeleri gibi, bir devrim başarabilirler ve İslam ve Aydınlanma’nın vasiyetini yerine getirebilirler.
- İnsan, biyolojik bir kavram olan, sosyal hayvan anlamındaki insan kavramıyla karıştırılmalıdır. Bu küçük harfle insan değil, büyük harfle İnsan: sadece dinlerin değil, ulusların da kişilerin özel sorunu olmasını savunandır.
- Nasıl hem puta tapmak, yani Allaha şirk koşmak ve hem Müslüman olmak mümkün değilse, insan hem bir ulustan (yani örneğin Türk) hem de İnsan olamaz.
- En kutsal savaş herkesin “kendi” ulusuna “nefsine” karşı savaştır. İşçiler veya insanlar (burada küçük harfle insan) ancak bu savaş içinde İnsan (Burada büyük harfle) olabilirler.
Görüldüğü gibi, Dinin tümüyle üstyapı olduğu önermesi, bütün bildiklerimizi, programlarımızı, stratejilerimizi, örgüt ve mücadele anlayışlarımızı alt üst etmektedir.
Bu önermeyi tüm kapsamıyla ve sonuçlarıyla anlamadan ne dediğimizi anlamının ve onlarla bir tartışmaya girmenin olanağı bulunmamaktadır.
İşin ilginci, biz bile bu önermenin kapsamını ve sonuçlarını yeni yeni kavrayabiliyoruz ve şaşkınlığa düşmekten kendimizi alamıyoruz.
07 Ocak 2010 Perşembe
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder