12 Mayıs 2015 Salı

Kenan Evren’in Ölümü ve Tepkiler Üzerine Düşünceler

Kenan Evren’in ölümü ve 12 Eylül üzerine okuduklarım beni korkunç rahatsız ediyordu. 12 Eylül’ün acısını iyi kötü çekenlerdendim ama Kenan Evren’e karşı hiçbir hınç ve kızgınlık duymuyordum. O kendi görevini yapmıştı biz kendi görevimizi. Onun amacı Türk Devletini ve milletini korumak ve yaşatmaktı bizim amacımız onu yıkmaktı. Düşmanımdı. Siperin karşı tarafındaydı.
Yine 12 Eylül’ün çok acısını çekmiş bir arkadaşla konuşurken o da aynı rahatsızlıkları duyduğunu, Kenan Evren’in hiçbir önemi olmadığını; aslında bu tür tepkilerin 12 Eylül’ün acısı çekmemişlerden gelmesinin manidar olduğunu da ekledi.
Evet, aslında kenan Evren’in cezalandırılmamış olmasına üzülmek veya Devlet Töreni yapılıp yapılmamasını sorun etmek; geberdi diye Hashtaglar koymak vs. bir devrimcinin sorunu olamaz.
Bu devlet bizim düşmanımız ise onun kendisi için darbe yapmış birisine devlet töreni yapmasıni sorun etmek, bizlerin o devleti benimsediğimiz anlamına gelmez mi? O keskinliğin ardında aslında böyleyine tutucu ve gerici bir anlayış yok mudur?

3 Mayıs 2015 Pazar

BHH’nin “Laik ve Bilimsel Eğitim” Sloganı Niçin Yanlıştır; Karşı Devrimcidir ve Gericidir?

Bugün şöyle bir haber gördük:
Birleşik Haziran Hareketi (BHH) Narlıdere Meclisi, “Laik, bilimsel, parasız eğitim” başlığı ile Narlıdere Cemevi’nde panel/forum gerçekleştirdi. Moderatörlüğünü BHH’den Can Hasanoğlu’nun yaptığı panele HDP İzmir 1. Bölge Milletvekili Adayı Ertuğrul Kürkçü, CHP İzmir 1. Bölge Milletvekili Adayı Musa Çam ve Birleşik Haziran Hareketi Sözcüsü Onur Kılıç konuşmacı olarak katıldılar.”
Epeydir BHH’nin “alâmetifarikası” olan bu “Laik ve Bilimsel Eğitim” sloganı konusunda yazmayı düşünüyorduk. Bu toplantı vesilesiyle yazalım. Çünkü toplantıya sosyalist bildiğimiz arkadaşımız, aynı zamanda HDP vekili ve adayı Ertuğrul Kürkçü de katılmış.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Ey Türk, Titre, Kendine Dön ve HDP’ye Oy Ver!.. (1)

HDP’ye Oy Ver, Barajı Yık, Diktatörü Durdur, Barışı Sürdür Girişimi” veya diğer diğer adıyla “Diktatörü Durdurmak, Barışı Sürdürmek, Barajı Yıkmak İçin Oylar HDP’ye Girişimi” için çeşitli toplum kesimlerine yönelik bildiri önerileri hazırlamaya çalışıyoruz. Bu bağlamda Türk milliyetçilerinin de Türk milletinin çıkarlarını savunmak için HDP’ye oy vermeleri gerektiğine; onları kendi çıkarlarını görmeye çağıran bir bildiri yazmak için bilgisayarın başına oturdum..
Ancak bildiriden önce, bunun mantığının kavranması gerektiğini düşündüm ve benzeri biçimde yazdığım önceki yazılara bir göz attım. Bunun üzerine o yazıların bugün tekrar yayınlanmasının, konunun anlaşılması için gerekli olduğunu gördüm.
Bu nedenle biraz geçmişe dönüş yapacağız.

Cumhuriyet Komünist Manifesto’yi Niçin Ek Olarak Verir?

Cumhuriyet gazetesi 1 Mayıs’ta Komünist Manifesto’yu ek olarak verdi.
Nasıl Deniz Gezmiş’ler, Che Guavera’lar, Mahir Çayan’lar ulusalcıların ikonlarına dönüştürüldüyse şimdi, Marksizm de ulusalcı bir söylemin aracına dönüştürülüyor.
Ama bunu mümkün kılan nedir?
Yıllardır bunun mantığını açıklamaya; teorik olarak Marksizmi aydınlanmanın kalıntılarından arındırmaya; programatik ve politik olarak da onu ulusçuluk virüsünden kurtarmaya ve uluslara ve uluşçuluğa karşı bir bağışıklık kazandırmaya çalışıyoruz.
Bu da kategorik olarak özce şudur: Biçimsel eşitsizliğin olduğu bir yerde, biçimsel eşitsizliğe karşı mücadeleyi başa almadan  ekonomik eşitsizliği öne çıkarmak; o biçimsel eşitsizliğin sürdürülmesinin bir aracı olmakla sonuçlanır.
Marksizm biçimsel eşitliğin veri olduğu varsayımı üzerinde yükselir.
Ama kendine Marksist diyenler, bu varsayımın gerçek duruma tekabül etmediğini unuttuğu andan itibaren, biçimsel eşitsizliğe dayanan rejimlerin ve güçlerin bir aracı haline dönüşürler.
Sadece ulusların bir dille, dinle, kültürle, tarihle tanımlanmasına karşı değil; genel olarak uluslara; yani politik olanın ulusal olanla tanımlanmasına karşı mücadeleyi bayrağı yapmamış; bunu en acil görev olarak öne çıkarmamış bir Marksizm; biçimsel eşitliği yeryüzünde yerleştirmeyi öne çıkarmamış bir marksizmdir dolayısıyla ulusçuların ve ulusların varlığını sürdürmesinin bir aracı olarak kullanılabilir ve kullanılmaktadır.

1 Mayıs 2015 Cuma

Yol Nasıl Açılmıştı? Deniz Gezmiş ve Kaypakkaya ile İlk 1 Mayıs

Bu yıl, tam 41 yıl sonra ilk kez, Türkiye’de 1 Mayıs’a katıldım.
10 yıl hapis, 25 yıl sürgün, bir de 12 Mart dönemi. İşte 41 yıl geçmiş.
Bu 1 Mayıs’tan izlenimlerimi yazmak isterdim zamanım olsaydı. Belki birgün zamanım olunca yazarım. Ama şimdi en azından birini yazmak istiyorum ve yazabilirim.
Bu 1 Mayıs’ta Devrimci Öğrenci Birliği adıyla bir grup gördüm. Hangi politik eğilimdir bilmiyorum. Belli ki, Deniz’in lideri olduğu Devrimci Öğrenci Birliği’nden ilham almışlar isimlerini alırken. Bu grubun pankartında “Buzu Kırana Yolu Açana Selam Olsun” diye yazıyordu Deniz Gezmiş’in resminin yanında.
Bununla, genel anlamda, Deniz’in buzu kırdığını, yolu açtığını söylediklerini sanıyorum. Evet, gerçekten de öyledir. Deniz’in tam da yapmak istediği ve yaptığı buydu.
Taşkışla’daki kafede son olduğunu bildiğimiz son buluşmamızda “Bu memlekette isyan geleneği yok, birilerinin bu geleneği başlatması gerekiyor. Ben bunu yapacağım” demişti.
Ve dediğini yaptı.

30 Nisan 2015 Perşembe

Askere Gidenler, Askerler ve Subaylar Neden HDP’ye Oy Vermelidirler?

Çok basit: HDP yüzde onu aşamadığı takdirde, Erdoğan’ın “Barış Süreci”ne ihtiyacı kalmayacak; istediği anayasa değişikliği ve başkanlık sistemini gerçekleştirecek; onu kullanılmış bir mendil gibi fırlatıp atacaktır da ondan.
Nereden mi biliyoruz?
Bunu söyleyen bizzat Erdoğan’dır.
Örneğin Kuveyt seyahatinden dönerken şunları söylemiştir:
“Kürt sorunu, bizzat 'Kürt sorunu vardır' diyenlerden kaynaklanıyor. Ülkemizde artık bir Kürt sorunu yoktur."
Bu sözler 1980’lerin Kürt sorununu inkâr düzeyine geri dönmekten başka bir anlama gelmez.
O zaman sorun, “Kürt sorunu vardır” diyenlerdir ve “Kürt sorunu vardır” diyenlerin tasfiyesi ve yok edilmesi gerekir. Bu da bizzat bu sorun vardır diyen ve kendisinin bu sorunun ürünü olduğunu söyleyen PKK’ya savaşın yeniden başlatılması demektir.

29 Nisan 2015 Çarşamba

Mayıs Düşünceleri

Kendilerine sol diyenlere egemen olan bir stil vardır: hep kendi gücünü ve yeteneklerini övmek; hataları, zayıflıkları ve zorlukları görmezden gelmek.
Ne var ki, bir harekete bu stil, bu meşrep egemen olduğu zaman o hareketin hiç bir başarı şansı yoktur. Gerçekten yaptığı işi ciddiye alanlar ise, tam aksine, hep yetersizliklerini, zaaflarını, yanlışlarını vurgularlar.
Bu farkın farkına ilk kez Türkiye'de işçi hareketinin yetiştirdiği tek gerçek işçi önderi olan, Zapata’ların, Panço Villa'ların hamurundan yoğrulmuş İsmet Demir'de varmıştım.
Altmışlı yıllarda, TİP'liler, sosyalistler işçilerle ilişki kurduklarında, onların ne kadar iyi, ne kadar cesur ve güçlü olduklarını onlara anlatmaya kalkarlardı. Bizim İsmet Demir ise, tam tersini yapardı, işçilere beş para etmediklerini, bir işe yaramadıklarını söylerdi. Ve işçiler de bizim İsmet Demir'e güvenirlerdi, o diğerlerine değil. Çünkü onlar İsmet Demir'in kendi içlerinden biri olarak onlara doğruyu söylediğini biliyorlardı.
Burjuva sosyalizmi ile işçi sosyalizmi arasında böyle bir fark vardır. Burjuva sosyalizmi, ezilenleri, işçiyi, halkı idealize eder, kutsar. Ve bunlar hep onun dışından bir övgü ve kutsamadır. Bu stilin müzikteki en uç örneği Ruhi Su'dur. (Şiirde Nazım, Resimde Abidin Dino da örnek verilebilir.) Bu nedenle Ruhi Su Burjuva sosyalizminin türkücüsüdür, emekçilerin, halkın ezilenlerin değil, onun dışından ona ilanı aşk edenlerin. Ama tutkularının kör ettiği bu aşıklar, aşık olduklarının gözlerinin

28 Nisan 2015 Salı

Kıbrıs Türkiye’nin Kardeşi ya da Yavrusu Değil Kapatmasıdır

Bir sorunu doğru çözmek için önce onu doğru kavram ve imgelerle tanımlamak gerekir. Örneğin, Türk Sorunu’na “Kürt Sorunu” ya da “Terör Sorunu” dediğiniz ve öyle tanımladığınız sürece onu çözme şansınız yoktur.
Son günlerde, Kıbrıs’ın yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın “artık yavru değil, kardeş olmak istiyoruz” anlamındaki sözlerine karşılık, Erdoğan’ın “yavrusun sen yavru kal” “nankörlük yapma” anlamındaki sözleri, Kıbrıs “Türk Kesimi”nin ne olduğunun nasıl tanımlanacağı konusunu gündeme taşımış bulunuyor.
Kanımızca kardeşlik ya da yavruluk Kıbrıs’ın gerçek durumunu tanımlamaktan ve anlamaktan uzak imgelerdir ve sorunun çözümünü ve bu alanda gerekli cesur adımların atılmasını da bizzat Kıbrıslılar açısından bile engellerler.

26 Nisan 2015 Pazar

Provokasyona Karşı Provokasyon

Provokasyon, karşı tarafı sizin istediğiniz ama karşı tarafın istemediği bir davranışa zorlamak için yapılan davranış veya sözdür.
Provokasyon kavramının bir olumlu anlamı ve kullanımı; bir de olumsuz anlamı ve kullanımı vardır.

Olumlu ve Devrimci Anlamı ve Biçimiyle Provokasyon

Egemen ve yaygın bir yargıyı; gizli bir varsayımı tartışmaya açmak; gündeme getirmek hedeflenirse; insanları düşünmeye sevk etmek; tartışmaya çekmek istenirse genellikle abartılı; ucu sivriltilmiş; alışılmış kuralları veya normları çiğneyen düşünce ve davranışlara provokasyon denir.
Bu olumlu anlamışla provokasyon genellikle teorik ve entelektüel bağlamda kullanılır ve yapılır. Genellikle devrimciler tarafından yapılır ve kullanılır.

25 Nisan 2015 Cumartesi

Acı acı ağlıyorum (Rakel Dink)

(Bazan söylenecek her söz anlamsızlaşır. Rakel Dink'in Cumhuriyet'te yayınlanan bu yazısından sonra birşey yazmak anlamsızlaşıyor. Bu çığlığı yaymak gerekiyor. Kim bilir belki birileri duyar. D. K.)
Bu yazıyı okuduğunuz gün 24 Nisan. Ağır ve çok acılı bir yas günü. Bugün sizler için kendi hikâyemi Tanrı’nın yardımıyla kısaca yazmaya çalışacağım.
1959’da şimdi Şırnak’a bağlı olan Ermeni Varto Aşireti’nde doğdum. Adı şimdi Yolağzı Köyü olarak değişmiştir. Varto, babamın dedesinin adı, Vartan’dan gelir. Büyük dede Vartan zamanında Van’dan gelmiş oraya. Cudi Dağı’nın güney eteğinde bulunur. Irak ve Suriye sınırına yakın. Cudi Dağı bizim oradan bakarken çok heybetlidir. Bize komşu Hasana köyünden ise kanatlarını üzerine germiş gibi görünür. Şimdi ise ne Hasana Köyü ne de Ermeni Varto Aşireti var. 1915’te yok etme fermanı gelir. Bizde Kürtçe “Fermana Me Xatibi”