Bu yıl, tam 41 yıl sonra ilk kez, Türkiye’de 1 Mayıs’a katıldım.
10 yıl hapis, 25 yıl sürgün, bir de 12 Mart dönemi. İşte 41
yıl geçmiş.
Bu 1 Mayıs’tan izlenimlerimi yazmak isterdim zamanım
olsaydı. Belki birgün zamanım olunca yazarım. Ama şimdi en azından birini
yazmak istiyorum ve yazabilirim.
Bu 1 Mayıs’ta Devrimci
Öğrenci Birliği adıyla bir grup gördüm. Hangi politik eğilimdir bilmiyorum.
Belli ki, Deniz’in lideri olduğu Devrimci
Öğrenci Birliği’nden ilham almışlar isimlerini alırken. Bu grubun
pankartında “Buzu Kırana Yolu Açana Selam
Olsun” diye yazıyordu Deniz Gezmiş’in resminin yanında.
Bununla, genel anlamda, Deniz’in buzu kırdığını, yolu
açtığını söylediklerini sanıyorum. Evet, gerçekten de öyledir. Deniz’in tam da
yapmak istediği ve yaptığı buydu.
Taşkışla’daki kafede son olduğunu bildiğimiz son buluşmamızda
“Bu memlekette isyan geleneği yok,
birilerinin bu geleneği başlatması gerekiyor. Ben bunu yapacağım” demişti.
Ve dediğini yaptı.
Genel anlamda doğru bu, Deniz’in “buzu kırıp yolu açan”lardan biri ve belki de en önemlisi ve bunu
bilerek yapanı olduğu.
Ama muhtemelen o pankartı taşıyan Devrimci Öğrenci Birliği’nin bilmediği, şu ana kadar bir yerde
rastlamadığıma göre, belki şimdi kimsenin de hatırlamadığı ve belki de
bilmediği daha somut bir anlamda o
pankart 1 Mayıs’a ilişkin bir gerçeği de dile getiriyordu.
Bu 6 Mayıs vesilesiyle 1 Mayıs kutlamalarında Deniz Gezmiş
ve Devrimci Öğrenci Birliği
tarafından buzun nasıl kırılıp yolun nasıl açıldığını kısaca hatırlatalım.
Aradan uzun zaman geçti, insan ayrıntılarda ve isimlerde
yanılabilir. Bu anlatacağım ilk 1 Mayıs kutlamasını yaşayanlardan, yanlış
hatırladıklarımı düzeltmelerini dilerim.
*
Biz ilk 1 Mayıs’ı sanırım 1969 yılında kutladık. 1968
olamazdı. Çünkü o zaman Üniversite işgallerinin arifesiydi ve böyle bir gelenek
yoktu.
O zamanlar birinci şube her 1 Mayıs’ta “Eski Tüfekler”i birkaç günlüğüne tutuklardı. 1 Mayıs, Siyasi Polis’in
bulunduğu Sansaryan Hanı’nın hücrelerinde “kutlanırdı” bir avuç Komünist
tarafından. 60 Sonrası kuşakların çoğu bunu bile bilmezdi.
1970 1 Mayıs’ında cezaevindeydim. Sonrası 12 Mart dönemi.
Demek ki 1969 1 Mayıs’ı olmalı.
Deniz Gezmiş’in önderi olduğu Devrimci Öğrenci Birliği’nin karargâh olarak kullandığı iki mekân
vardı.
Biri Beyoğlu’nda Tünel’de 27 Mayıs’tan sonra CHP ve 27
Mayısçıların bir takım ilgisiz dernek ve sendikaları bir araya getirerek
kurduğu TMGT (Türkiye Milli Gençlik
Teşkilatı) binası.
Bir de Cağaloğlu’nda Türk
Solu dergisinin üstünde, aynı zamanda Hikmet Kıvılcımlı’nın kitaplarının
deposu ve Halk Ozanları Derneği’nin
merkezi olarak da kullanılan ve Devrimci
Öğrenci Birliği’nin resmi adresi de olan, efsanevi işçi önderi İsmet
Demir’in Yapı İşçileri Sendikası
(YİS).
Öğrenci lideri Deniz Gezmiş de işçi lideri İsmet Demir de
Hikmet Kıvılcımlı’nın “Rahle-ie Tedris”inden geçmiş kişilerdi. Ve Deniz’in
önderi olduğu DÖB’e (Devrimci Öğrenci
Birliği) İsmet Demir’in önderi olduğu YİS’in (Yapı İşçileri Sendikası) yer vermesi hem bir rastlantı değildi,
hem de büyük sembolik bir önemi vardı.
Devrimci ve sosyalist genç aydınlar ve işçilerin buluşma ve
kontak noktasıydı bu bina bir bakıma. İkisi de Türkiye’nin en esaslı Marksisti olan
Kıvılcımlı’dan el almışlardı. İlk 1 Mayıs’ın burada başlaması da bu bakımdan
yine sembolik bir anlama sahiptir.
Bina tam Cağaloğlu yokuşu ile Nurosmaniye caddesinin
kesiştiği köşede bulunuyordu ve aslında son derece stratejik bir yeri vardı. Az
aşağısında sağcıların MTTB’si (Milli Türk
Talebe Birliği) ile az yukarısında yine sağcıların ve faşistlerin TMTF’si (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) vadı.
Yine yakın sayılabilecek Sultanahmet Cezaevi’ne yakın bir yerde de FKF’nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) İstanbul
sekreterliği bulunuyordu.
*
O 1 Mayıs günü, sanırım yine hafta sonu idi, her zaman
olduğu gibi, DÖB’ten bazı arkadaşlar buluşmuştuk. Oturuyor sohbet ediyorduk.
Deniz muhtemelen Kıvılcımlı’dan duyduğu eski tüfeklerin 1 Mayıs ve işkence
hikayelerini anlatıyordu. Sonra nasıl oldu hatırlamıyorum ama konu “Yüksek Öğretmenlilere” geldi.
Faşistler Yüksek Öğretmen okulunu işgal etmişlerdi ve
Devrimci Arkadaşlar okula giremiyorlardı. Faşistleri okuldan atmak için bir
teşebbüste bulunmuş ama yüksek ateş gücü karşısında başarısız kalmıştık. Bu
nedenle Yüksek Öğretmenli devrimci arkadaşlar okuldaki yurtlarda kalamıyorlar
ve Sultanahmet’teki FKF (Fikir kulüpleri Federasyonu) bürosunda yatıyorlardı.
Yüksek Öğretmen Okulu’nda okuyan sosyalist ve devrimci
arkadaşları -ki bunlar daha sonra başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere
TİKKO’nun çekirdeğini oluşturmuşlardır- kimin örgütleyeceği ya da kazanacağı o
zaman büyük önem taşıyordu.
Veysi Sarısözen’in başında bulunduğu FKF, TİP paralelindeydi
ve “Sosyalist Devrim” stratejisini
savunuyordu.
Deniz’in başında bulunduğu Mihri Belli’nin çıkardığı Türk Solu paralelindeki Devrimci Öğrenci Birliği ise “Demokratik Devrim” stratejisini
savunuyordu.
Bizler, yani Demokratik Devrim Stratejisi’ni savunanlar, her
yerde yükseliş ve saldırı halindeydik. FKF hızla geriliyordu.
Yüksek Öğretmenliler her ne kadar bize yakınlık ve eğilim
gösteriyorlarsa da FKF’de yatıp kalkmaları, onların “Oportunistlerle” (o
zamanlar FKF’lilere kısaca böyle derdik.) yakın ve sıkı ilişki içinde olmaları,
dolayısıyla onların etkisine daha açık bulunmaları anlamına geliyordu. Yüksek
Öğretmenlilerin “Sosyalist Devrimci” olmaları bizim için ciddi bir kayıp
anlamına gelirdi.
Yüksek Öğretmenlileri nasıl kafaya alacağımızı, onları
“oportünistleşmekten” nasıl koruyacağımızı konuşurken, 1 Mayıs kutlaması
yaparak onlarla olan yakınlığı ve arkadaşlığı güçlendirebileceğimizi düşündük.
Sonunda yurtlara, tanıdık öğrenci evlerine falan haber
salıp, toplayabildiğimiz kadar arkadaşı toplayıp, Belgrad Ormanları’na gitmeye
karar verdik. Böylece Yüksek Öğretmenlileri dört bir yandan kuşatmış olacaktık.
Ama Belgrad Ormanları’nı seçmemize bakıp bunu Bahar bayramı
gibi anlamamalı. Biz 1 Mayıs kutlamak
istiyorduk. Ama esas amacımız 1 Mayıs da kutlamak değildi. Daha doğrusu 1
Mayıs kutlaması bizim politik çalışmamızın basit bir aracı
idi.
En başta Deniz olmak üzere bizler, hem gelenek henüz ortada
olmadığından, hem de ritüellere, seremonilere ve “Pazar vaazlarına” hiçbir
değer vermediğimizden, bir şeyi sırf kutlamış olmak için kutlamazdık.
Bunlar bizim politik
faaliyetlerimiz birer aracı iseler; gerçek
hayatın ve mücadelenin içinde bir işlevleri varsa bizler tarafından
değerlendirilirlerdi.
Yaptığımız buydu.
*
Toplandık. Yanlış hatırlamıyorsam bir otobüse yakın
insandık. Celal Doğan, Metin Eşrefoğlu gibilerini hatırlıyorum. Belgrad
Ormanları’na gittik.
Şimdi birçok insanı hayal kırıklığına uğratabilir ama öyle
törensel ve “devrimci” bir 1 Mayıs değildi bu. Sevdiğimiz türküleri şarkıları
söyledik, ama bu zaten bir araya geldiğimizde hep yaptığımız bir şeydi. Topla
oynadık. İçimizde ayıcılık yapanlar, güreşenler oldu. Yüksek öğretmenlilerle
konuşmalar yapmaya, tartışmaya, yakınlıklar oluşturmaya çalıştık.
Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya’nın kafasını koltuğunun
altına alıp sıkarak, “dur lan seni kafaya alayım, Demokratik devrim
stratejisini benimse” diyor ve Kaypakkaya da utangaçça ve sessizce gülüyordu.
Bu ilk kutlamadan bunlar kalmış.
Bu kutlamanın ilk kutlama olduğunu, bir gün bunun hakkında
yazı yazmak gerekeceğini hayal bile edemezdik.
Bu 1 Mayıs “eylem”imiz amaçlarına ulaşmış olmalı ki, daha
sonra Yüksek Öğretmeli arkadaşlar Demokratik Devrim stratejisini benimsediler
ve yine o zamanki bizlerin jargonuyla “Oportunist” olmayıp “Devrimci” oldular.
*
İşte 41 yıl önceki benim ilk 1 Mayıs’ım böyleydi.
Deniz ve DÖB (devrimci Öğrenci Birliği), kelimenin gerçek
anlamında, ilk kez “buzu kırıp yolu açmaya” böyle başlamışlardı.
Hiç de kahramanca veya destansı değil.
Hayat öyledir zaten.
Her şey öylesine oluverir. Sonra gelenler onlara başka
anlamlar yükler kutsal bir haleyi başının üzerine konduruverirler.
Deniz’in en az bilinen özelliklerinden biri de, en kutsal bilinen
şeylerin üzerindeki kutsallık şalını kaldırmaktı. Bunu bilinçli olarak
yaptığını düşünüyorum.
Deniz yaşasaydı bu günkü göğe çıkmış Deniz ile en çok
kendisi alay ederdi.
Biz de bu kısa yazıyla, onun yaşasaydı yapacağını yapmış
olalım.
*
Yollar böyle açılır buzlar böyle kırılır.
Troçki, hem Marksist metodun harika bir uygulaması olan, hem
da bizzat devrime katılmış ve onun önderlerinden biri tarafından yazılmış;
benzeri olmayan, her sosyalist ve devrimcinin Tarihsel Maddeciliği
uygulamasından öğrenmek için okuması gereken Rus Devrim Tarihi adlı nefis kitabında, devrimin gelişimini
anlatırken metaforlardan yararlanır.
Tam hatırlamıyorum şimdi, kitap da elimin altında yok. Bir
atın terkisi ardına çekine çekine ortaya çıkan devrimin, bir zırhlı araç olup tüm
gücü ve haşmetiyle ortada dolaşmasından söz eder devrimin kat ettiği gelişmeyi
anlatırken.
41 Yıl önce bir otobüsü anca dolduran devrimci ve sosyalist
öğrencinin Belgrad Ormanları’nda türkü ve devrimci şarkılar söyleyerek; top
oynayıp, güreşerek Yüksek Öğretmenlileri kafaya almak için başladıkları 1 Mayıs
kutlaması, şimdi yüz binler olmuş Taksim’i ve yolları doldurmuş.
Bu günkü “muhteşem” kutlamanın bütün politik görünüşüne
rağmen o günün apolitik görünüşlü, cılız 1 Mayıs kutlamasından daha politik
olduğunu söyleyemem.
05 Mayıs 2010 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder