1 Mayıs 2015 Cuma

Yol Nasıl Açılmıştı? Deniz Gezmiş ve Kaypakkaya ile İlk 1 Mayıs

Bu yıl, tam 41 yıl sonra ilk kez, Türkiye’de 1 Mayıs’a katıldım.
10 yıl hapis, 25 yıl sürgün, bir de 12 Mart dönemi. İşte 41 yıl geçmiş.
Bu 1 Mayıs’tan izlenimlerimi yazmak isterdim zamanım olsaydı. Belki birgün zamanım olunca yazarım. Ama şimdi en azından birini yazmak istiyorum ve yazabilirim.
Bu 1 Mayıs’ta Devrimci Öğrenci Birliği adıyla bir grup gördüm. Hangi politik eğilimdir bilmiyorum. Belli ki, Deniz’in lideri olduğu Devrimci Öğrenci Birliği’nden ilham almışlar isimlerini alırken. Bu grubun pankartında “Buzu Kırana Yolu Açana Selam Olsun” diye yazıyordu Deniz Gezmiş’in resminin yanında.
Bununla, genel anlamda, Deniz’in buzu kırdığını, yolu açtığını söylediklerini sanıyorum. Evet, gerçekten de öyledir. Deniz’in tam da yapmak istediği ve yaptığı buydu.
Taşkışla’daki kafede son olduğunu bildiğimiz son buluşmamızda “Bu memlekette isyan geleneği yok, birilerinin bu geleneği başlatması gerekiyor. Ben bunu yapacağım” demişti.
Ve dediğini yaptı.

Genel anlamda doğru bu, Deniz’in “buzu kırıp yolu açan”lardan biri ve belki de en önemlisi ve bunu bilerek yapanı olduğu.
Ama muhtemelen o pankartı taşıyan Devrimci Öğrenci Birliği’nin bilmediği, şu ana kadar bir yerde rastlamadığıma göre, belki şimdi kimsenin de hatırlamadığı ve belki de bilmediği daha somut bir anlamda o pankart 1 Mayıs’a ilişkin bir gerçeği de dile getiriyordu.
Bu 6 Mayıs vesilesiyle 1 Mayıs kutlamalarında Deniz Gezmiş ve Devrimci Öğrenci Birliği tarafından buzun nasıl kırılıp yolun nasıl açıldığını kısaca hatırlatalım.
Aradan uzun zaman geçti, insan ayrıntılarda ve isimlerde yanılabilir. Bu anlatacağım ilk 1 Mayıs kutlamasını yaşayanlardan, yanlış hatırladıklarımı düzeltmelerini dilerim.
*
Biz ilk 1 Mayıs’ı sanırım 1969 yılında kutladık. 1968 olamazdı. Çünkü o zaman Üniversite işgallerinin arifesiydi ve böyle bir gelenek yoktu.
O zamanlar birinci şube her 1 Mayıs’ta “Eski Tüfekler”i birkaç günlüğüne tutuklardı. 1 Mayıs, Siyasi Polis’in bulunduğu Sansaryan Hanı’nın hücrelerinde “kutlanırdı” bir avuç Komünist tarafından. 60 Sonrası kuşakların çoğu bunu bile bilmezdi.
1970 1 Mayıs’ında cezaevindeydim. Sonrası 12 Mart dönemi. Demek ki 1969 1 Mayıs’ı olmalı.
Deniz Gezmiş’in önderi olduğu Devrimci Öğrenci Birliği’nin karargâh olarak kullandığı iki mekân vardı.
Biri Beyoğlu’nda Tünel’de 27 Mayıs’tan sonra CHP ve 27 Mayısçıların bir takım ilgisiz dernek ve sendikaları bir araya getirerek kurduğu TMGT (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı) binası.
Bir de Cağaloğlu’nda Türk Solu dergisinin üstünde, aynı zamanda Hikmet Kıvılcımlı’nın kitaplarının deposu ve Halk Ozanları Derneği’nin merkezi olarak da kullanılan ve Devrimci Öğrenci Birliği’nin resmi adresi de olan, efsanevi işçi önderi İsmet Demir’in Yapı İşçileri Sendikası (YİS).
Öğrenci lideri Deniz Gezmiş de işçi lideri İsmet Demir de Hikmet Kıvılcımlı’nın “Rahle-ie Tedris”inden geçmiş kişilerdi. Ve Deniz’in önderi olduğu DÖB’e (Devrimci Öğrenci Birliği) İsmet Demir’in önderi olduğu YİS’in (Yapı İşçileri Sendikası) yer vermesi hem bir rastlantı değildi, hem de büyük sembolik bir önemi vardı.
Devrimci ve sosyalist genç aydınlar ve işçilerin buluşma ve kontak noktasıydı bu bina bir bakıma. İkisi de Türkiye’nin en esaslı Marksisti olan Kıvılcımlı’dan el almışlardı. İlk 1 Mayıs’ın burada başlaması da bu bakımdan yine sembolik bir anlama sahiptir.
Bina tam Cağaloğlu yokuşu ile Nurosmaniye caddesinin kesiştiği köşede bulunuyordu ve aslında son derece stratejik bir yeri vardı. Az aşağısında sağcıların MTTB’si (Milli Türk Talebe Birliği) ile az yukarısında yine sağcıların ve faşistlerin TMTF’si (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) vadı. Yine yakın sayılabilecek Sultanahmet Cezaevi’ne yakın bir yerde de FKF’nin (Fikir Kulüpleri Federasyonu) İstanbul sekreterliği bulunuyordu.
*
O 1 Mayıs günü, sanırım yine hafta sonu idi, her zaman olduğu gibi, DÖB’ten bazı arkadaşlar buluşmuştuk. Oturuyor sohbet ediyorduk. Deniz muhtemelen Kıvılcımlı’dan duyduğu eski tüfeklerin 1 Mayıs ve işkence hikayelerini anlatıyordu. Sonra nasıl oldu hatırlamıyorum ama konu “Yüksek Öğretmenlilere” geldi.
Faşistler Yüksek Öğretmen okulunu işgal etmişlerdi ve Devrimci Arkadaşlar okula giremiyorlardı. Faşistleri okuldan atmak için bir teşebbüste bulunmuş ama yüksek ateş gücü karşısında başarısız kalmıştık. Bu nedenle Yüksek Öğretmenli devrimci arkadaşlar okuldaki yurtlarda kalamıyorlar ve Sultanahmet’teki FKF (Fikir kulüpleri Federasyonu) bürosunda yatıyorlardı.
Yüksek Öğretmen Okulu’nda okuyan sosyalist ve devrimci arkadaşları -ki bunlar daha sonra başta İbrahim Kaypakkaya olmak üzere TİKKO’nun çekirdeğini oluşturmuşlardır- kimin örgütleyeceği ya da kazanacağı o zaman büyük önem taşıyordu.
Veysi Sarısözen’in başında bulunduğu FKF, TİP paralelindeydi ve “Sosyalist Devrim” stratejisini savunuyordu.
Deniz’in başında bulunduğu Mihri Belli’nin çıkardığı Türk Solu paralelindeki Devrimci Öğrenci Birliği ise “Demokratik Devrim” stratejisini savunuyordu.
Bizler, yani Demokratik Devrim Stratejisi’ni savunanlar, her yerde yükseliş ve saldırı halindeydik. FKF hızla geriliyordu.
Yüksek Öğretmenliler her ne kadar bize yakınlık ve eğilim gösteriyorlarsa da FKF’de yatıp kalkmaları, onların “Oportunistlerle” (o zamanlar FKF’lilere kısaca böyle derdik.) yakın ve sıkı ilişki içinde olmaları, dolayısıyla onların etkisine daha açık bulunmaları anlamına geliyordu. Yüksek Öğretmenlilerin “Sosyalist Devrimci” olmaları bizim için ciddi bir kayıp anlamına gelirdi.
Yüksek Öğretmenlileri nasıl kafaya alacağımızı, onları “oportünistleşmekten” nasıl koruyacağımızı konuşurken, 1 Mayıs kutlaması yaparak onlarla olan yakınlığı ve arkadaşlığı güçlendirebileceğimizi düşündük.
Sonunda yurtlara, tanıdık öğrenci evlerine falan haber salıp, toplayabildiğimiz kadar arkadaşı toplayıp, Belgrad Ormanları’na gitmeye karar verdik. Böylece Yüksek Öğretmenlileri dört bir yandan kuşatmış olacaktık.
Ama Belgrad Ormanları’nı seçmemize bakıp bunu Bahar bayramı gibi anlamamalı. Biz  1 Mayıs kutlamak istiyorduk. Ama esas amacımız 1 Mayıs da kutlamak değildi. Daha doğrusu 1 Mayıs kutlaması bizim politik çalışmamızın basit bir aracı idi.
En başta Deniz olmak üzere bizler, hem gelenek henüz ortada olmadığından, hem de ritüellere, seremonilere ve “Pazar vaazlarına” hiçbir değer vermediğimizden, bir şeyi sırf kutlamış olmak için kutlamazdık.
Bunlar bizim politik faaliyetlerimiz birer aracı iseler; gerçek hayatın ve mücadelenin içinde bir işlevleri varsa bizler tarafından değerlendirilirlerdi.
Yaptığımız buydu.
*
Toplandık. Yanlış hatırlamıyorsam bir otobüse yakın insandık. Celal Doğan, Metin Eşrefoğlu gibilerini hatırlıyorum. Belgrad Ormanları’na gittik.
Şimdi birçok insanı hayal kırıklığına uğratabilir ama öyle törensel ve “devrimci” bir 1 Mayıs değildi bu. Sevdiğimiz türküleri şarkıları söyledik, ama bu zaten bir araya geldiğimizde hep yaptığımız bir şeydi. Topla oynadık. İçimizde ayıcılık yapanlar, güreşenler oldu. Yüksek öğretmenlilerle konuşmalar yapmaya, tartışmaya, yakınlıklar oluşturmaya çalıştık.
Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya’nın kafasını koltuğunun altına alıp sıkarak, “dur lan seni kafaya alayım, Demokratik devrim stratejisini benimse” diyor ve Kaypakkaya da utangaçça ve sessizce gülüyordu.
Bu ilk kutlamadan bunlar kalmış.
Bu kutlamanın ilk kutlama olduğunu, bir gün bunun hakkında yazı yazmak gerekeceğini hayal bile edemezdik.
Bu 1 Mayıs “eylem”imiz amaçlarına ulaşmış olmalı ki, daha sonra Yüksek Öğretmeli arkadaşlar Demokratik Devrim stratejisini benimsediler ve yine o zamanki bizlerin jargonuyla “Oportunist” olmayıp “Devrimci” oldular.
*
İşte 41 yıl önceki benim ilk 1 Mayıs’ım böyleydi.
Deniz ve DÖB (devrimci Öğrenci Birliği), kelimenin gerçek anlamında, ilk kez “buzu kırıp yolu açmaya” böyle başlamışlardı.
Hiç de kahramanca veya destansı değil.
Hayat öyledir zaten.
Her şey öylesine oluverir. Sonra gelenler onlara başka anlamlar yükler kutsal bir haleyi başının üzerine konduruverirler.
Deniz’in en az bilinen özelliklerinden biri de, en kutsal bilinen şeylerin üzerindeki kutsallık şalını kaldırmaktı. Bunu bilinçli olarak yaptığını düşünüyorum.
Deniz yaşasaydı bu günkü göğe çıkmış Deniz ile en çok kendisi alay ederdi.
Biz de bu kısa yazıyla, onun yaşasaydı yapacağını yapmış olalım.
*
Yollar böyle açılır buzlar böyle kırılır.
Troçki, hem Marksist metodun harika bir uygulaması olan, hem da bizzat devrime katılmış ve onun önderlerinden biri tarafından yazılmış; benzeri olmayan, her sosyalist ve devrimcinin Tarihsel Maddeciliği uygulamasından öğrenmek için okuması gereken Rus Devrim Tarihi adlı nefis kitabında, devrimin gelişimini anlatırken metaforlardan yararlanır.
Tam hatırlamıyorum şimdi, kitap da elimin altında yok. Bir atın terkisi ardına çekine çekine ortaya çıkan devrimin, bir zırhlı araç olup tüm gücü ve haşmetiyle ortada dolaşmasından söz eder devrimin kat ettiği gelişmeyi anlatırken.
41 Yıl önce bir otobüsü anca dolduran devrimci ve sosyalist öğrencinin Belgrad Ormanları’nda türkü ve devrimci şarkılar söyleyerek; top oynayıp, güreşerek Yüksek Öğretmenlileri kafaya almak için başladıkları 1 Mayıs kutlaması, şimdi yüz binler olmuş Taksim’i ve yolları doldurmuş.
Bu günkü “muhteşem” kutlamanın bütün politik görünüşüne rağmen o günün apolitik görünüşlü, cılız 1 Mayıs kutlamasından daha politik olduğunu söyleyemem.
05 Mayıs 2010 Çarşamba
Demir Küçükaydın


Hiç yorum yok: