3 Mayıs 2015 Pazar

BHH’nin “Laik ve Bilimsel Eğitim” Sloganı Niçin Yanlıştır; Karşı Devrimcidir ve Gericidir?

Bugün şöyle bir haber gördük:
Birleşik Haziran Hareketi (BHH) Narlıdere Meclisi, “Laik, bilimsel, parasız eğitim” başlığı ile Narlıdere Cemevi’nde panel/forum gerçekleştirdi. Moderatörlüğünü BHH’den Can Hasanoğlu’nun yaptığı panele HDP İzmir 1. Bölge Milletvekili Adayı Ertuğrul Kürkçü, CHP İzmir 1. Bölge Milletvekili Adayı Musa Çam ve Birleşik Haziran Hareketi Sözcüsü Onur Kılıç konuşmacı olarak katıldılar.”
Epeydir BHH’nin “alâmetifarikası” olan bu “Laik ve Bilimsel Eğitim” sloganı konusunda yazmayı düşünüyorduk. Bu toplantı vesilesiyle yazalım. Çünkü toplantıya sosyalist bildiğimiz arkadaşımız, aynı zamanda HDP vekili ve adayı Ertuğrul Kürkçü de katılmış.

Üvey Evlat “Anadil”i Bile Dışlayan Bir Evrim

Ama önce bu sloganın geçirdiği evrime ilişkin birkaç söz.
Şubat ayında İstanbul’da Alevi Örgütleri ve Eğitim Sen tarafından bir Miting düzenlenmişti. Bu mitingin adı, "Laik, Bilimsel, Anadilinde Eğitim ve Demokratik Yaşam için Dayanışma ve Birlik" idi.
Dikkat edilsin mitingin adında “Anadilde Eğitim” de var.
BHH bileşenlerinin mitinge ilişkin yazı ve haberleri tarandığında nedense bu “Anadilde Eğitim” kısmının hep unutkanlığa geldiği görülüyor. İki örnek:
Örneğin Birgün gazetesi: ‘Laik, Bilimsel Eğitim ve Demokratik Yaşam’ mitingi” diyor. “Anadil” unutulmuş.
Örneğin Genç Gazete:Laik ve bilimsel eğitim eylemi yarın Kadıköy’de” diyor. Garip bir tesadüf. “Anadil” yine unutkanlığa gelmiş.
Yani bir haberin verilişinde bile dikkat edilmesi gereken mitingin tertipleyenlerce tanımlanmış adını bile doğru dürüst yazmayarak anadil hep boğuntuya getirilmiş.
Bizler Freud’tan beri biliyoruz ki, unutkanlıklar, dil sürçmeleri, güdük fiiller, rüyalar vs. öyle rastlantısal olgular değildir; bilinçaltında derin kökleri olan korkuları vs. dışa vururlar.
Ayrıca Haberlerde de “Anadil”e neredeyse hiç vurgu yoktur. Adalet partisi kabinesinin resmindeki kadın milletvekili gibidir, bir kenara atılmıştır ve adeta üvey evlat muamelesi görmektedir.
İşte Kürkçü arkadaşımızın katıldığı BHH Narlıdere Meclisi’nin tertiplediği toplantıda da isimde “anadil”in yerini artık “parasız” almış.
Eh komünistiz ya, bizlerin mikro milliyetçilikle, etnik siyasetle ilişkimiz olmaz. Bizler sınıfçı ve de eşitlikçiyizdir. Bu nedenle de komünistliğe daha yaraşır, “anadil” yerine “parasız”ı oraya koymak. Yoksa sosyalistliğimiz nerede kalır.
Ancak Türkiye’de politika yapan herkes bilir ki, bu “anadil”in unutulması ve “parasız”lığın gelişi, basit bir unutkanlık ya da rastgele bir olay değildir. Bir politik tavırla ilgilidir.
*

Unutkanlığı Unutmak

Şimdi burada bir başka unutkanlıkla daha karşılaşıyoruz. Ertuğrul Kürkçü, tam da bu anadil meselesinden dolayı ortaya çıkmış büyük bir isyan hareketinin, sosyal ve politik hareketin milletvekili olarak davet edildiği bu toplantıda, “Anadil” konusunun olmamasını veya “unutulmuş” olmasını unutuyor.
Konuşmasında bu konuda bir tek söz olsun, soru olsun görmüyoruz.
Haberde şöyle yazıyor: Kürkçü, "Cahilleştirici eğitimin karşısında, özgürleştirici, akla seslenen eğitim zeminleri oluşturmak istiyoruz. Özgürlükçü ve laik bir eğitim talep etmeliyiz” diyerek, “yeni, demokratik, adil ve laikeğitim sistemini yaratmak için eğitim alanındaki herkesle birlikte mücadele etme çağrısında bulundu.”
Yani Kürkçü’nün konuşmasında, “özgürlükçü” ya da “demokratik” sözleri BHH’nin “Bilimsel”inin yerini almış. Ama içeriklerinin ne olduğu üzerine bir tek söz olmadığından, muz gibi ne niyetine yenirse o tadın alındığı kavramlar olarak.
Bir sosyalist olarak Kürkçü’nün bu “Anadil” yokluğu karşısında hiçbir ses çıkarmayıp; bu yokluğu unutması, eğer taktik ise (Diyelim ki oraya gelmiş BHH’lılarda bir HDP sempatisi yaratmak, netameli konulara girmemek ise) yanlıştır. Çünkü teoride, içerikte ve propaganda da taktik yapılmaz. Taktik somut eylemde ve işte yapılır.
Politik olarak da yanlıştır. En azından vekili olduğu partinin programında anadilde eğitim hakkı, örneğin bir CHP programından, adeta temel bir ayrım noktasıdır.
Bir temsilci, kendi partisinin programını en ayırıcı ve kritik noktada hem de tam o konuya ilişkin bir toplantıda dile getirmiyorsa, bu politik olarak da kendi programını terk etmek anlamına gelir.

Bilimsel Eğitim Ne Demektir?

Bilimsel Eğitim” kavramı, eğitimin bilimsel yöntemlerle yapılması anlamına gelir. Yani pedagojik bir anlama sahiptir. Eğitimin içeriğine ilişkin değildir, pek ala bilimsel eğitim veya pedagoji yöntemleriyle hiç de bilimsel olmayan bir içeriğin eğitim yapılabileceği gibi, bilimsel olmayan, yöntemlerle de pek ala bilimsel bir içerik öğretilebilir. Bu sadece eğitimin verimliliğini ve etkili olmasını belirler.
Kaldı ki, bütün pedagoji tarihi, “bilimsel eğitim” yöntemlerinin bir sonraki dönemde yanlış ve bilim dışı olarak tanımlanmasının tarihidir.
Çok basit bir örnek verelim. Kapitalizme geçiş dönemlerinde, özellikle de geç giren toplumlarda örneğin ilkokul çocuklarına bir örnek giydirilirdi; ama bugün rengârenk giydirmenin doğru olduğu söyleniyor.
Bütün bu doğruluk veya yanlışlıklar aslında kapitalizmin o önemde içinde bulunduğu aşamayla, kapitalizmin ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Bir Pinokyo ile Aslan Kral’ın çocuklara verdiği mesajlar da aynı biçimde birbirine yüz seksen derece zıt olabilir. Kapitalist modernleşmeye geç giren İtalya’nın Pinokyo’sunda eğlence ve hayatın zevkleri kötülenirken; Aslan Kral’da Hakuna Matata (Sorun Yok, “No Problem”) ile bir tür Epiküryen ahlak savunulabilir. Birinde modernizme geçişin, diğerinde post modernizmin damgası vardır.
Yani “bilimsel eğitim” kapitalizmin o günkü ihtiyaçlarına uygun bir yöntemle eğitim istemekten başka bir anlama gelmez. Ve bu anlamışla sloganın, içeriğe ilişkin hiçbir göndermesi de yoktur.
Bu bakımdan kelimenin gerçek anlamıyla bilimsel eğitim istemek, yani pedagojinin en son bilimsel sonuçlarına dayanan bir eğitim istemek; aslında bugünkü bilim dışı içeriğin eğitiminin bilimsel yöntemlerle yapılmasını istemekten başka bir anlama gelmez.
Elbette biz burada “bilimsel”den kastın, içerik olduğunu yöntem olmadığını; bu sloganda kelimelerin yanlış kullanıldığını anlıyoruz. Söyleyen arif değilse dinleyen arif olsun derler. Aşağıda öyle davranıp, o kastedilen anlamda da “Bilimsel Eğitim”i eleştireceğiz.
Ama önce soğanın dışındaki kabuklarını soyalım ki özüne gelelim.
*
BHH’nin sloganını önce bin Demokrat olarak ele alalım, sonra da bir Marksist olarak. Çünkü bu baylar kendilerine Sosyalist, komünist falan dediklerine göre Marksist oldukları gibi bir iddiaları da vardır veya öyle olması gerekir.
Marksizm’i bu gibi Marksizm namlı anti Marksistlerin tasallutundan kurtarmak ve onun özünü savunmak bizim işimiz. Bunlar yıllardır köpeksiz köyde değneksiz gezdiler. Ama artık rahat yok. Marksizm diyen ayağını denk alsın.
Nasıl çürümüş uygarlıkların din adamları Atilla’ya ve Hunlara; çürümüş uygarlığı yıkan barbarlara, “Allah’ın kırbacı” demişlerse,  biz de Marksizm’in kırbacıyız bu çürümüş sözde Marksistler karşısında.
Sırtlarında şaklamazsak olmaz.

İçerik Olarak “Bilimsel Eğitim”in Politik Anlamı

Marksizm her şeyden önce: “gerçeklik somuttur” der.
Yani somut sınıfların, toplumsal güçlerin mücadelesi içinde gerçekleşir tüm olaylar. Ve bu mücadele içindeki anlamları önem kazanır ve öyle değerlendirilmeleri gerekir demiş olur.
Türkiye’deki politik mücadeleler içinde, “Laik ve Bilimsel eğitim”in aslında CHP’nin ve Kemalistlerin sloganı olduğu bir sır değildir.
CHP’nin laik’ten anladığı da laiklik değildir. Zaten Diyanetin kaldırılmasının en esaslı muhalifi CHP’dir. İmam Hatipleri açanın kendisi olduğunu daha birkaç gün önce övünerek savunuyordu.
Öte yandan Türkiye’de devletin aslında laik olmadığı sadece din dersleri, Sünni İslam’ın belli bir yorumunun resmi din olması ile ilgili değildir. Devlet örneğin “Azınlıklar”ı da dinsel cemaatler olarak tanımlamıştır.
Yani her alanda ve her yarda ulusun ve devletin tanımında, Türklük ve İslam (özel bir Sünni yorumuyla) ikiz kardeş gibidirler.
Yani Türk Ulusu ve Türk Devleti, Türklük ve Sünni İslamla tanımlanmış; Ulusal olanın Sünni İslam’ın ve Türklüğün belli bir tanımıyla belirlendiği gerici ve karşı devrimci bir ulus ve devlettir.

Sünni İslam’ın İşlevi

Burjuvazi, egemen bir sınıf olarak, tüm demokratik özelliklerden yoksun olduğu için; (çünkü demokrasi ezilenlerin birleşme ve örgütlenmesinin koşullarını oluşturacağı için) aynı zamanda hem ezilen ulusun memnuniyetsizliğini absorbe edebileceği; hem de ezilen sınıfları devletin ve egemen sınıfların kontrolünde tutacağı için, ideolojisini demokratik olara veya İslam’ın demokratik bir yorumu üzerinden değil; karşı devrime uğramış bir Politik İslam biçiminde şekillendirmiştir.
Bu nedenle burjuvazi, Türklüğün yanı sıra İslam’ın da ulusun tanımlanmasında daha büyük bir ağırlığı olmasını savunur başından beri. Buna karşılık, devlet sınıflarında, klasik modernleşmeci ve pozitivist gelenekleriyle Türklük vurgusu ön plandadır. İslam sözde laiklik ardına gizlenmiş yarı resmi ama fiili bir işlev görür ulusun tanımlanmasında.
Bu iki güç arasındaki mücadeledir CHP ve DP, AP, Anavatan, AKP arasındaki kayıkçı dövüşü.  Böyle bir laiklik tanımıyla devlet sınıfları da gerçek bir laikliği gözlerden ve gönüllerden uzak tutarak, modern şehirli ve alevi kesimlerin memnuniyetsizliğini ve nüfusun büyük bölümünü meydana getiren, anti demokratik eğilimleri beslenmiş Müslümanların dayatmaları ve bunlardan korku karşısında bu kesimlerin desteğini garantiler.

Laik ve Bilimsel Eğitim”in Somut Anlamı

Şimdi bu iki egemen sınıf içindeki çatışma geleneği ve kayıkçı dövüşü içinde, “laik ve bilimsel eğitim”, tamı tamına CHP’nin programından başka bir şey değildir.
Hatta sondadan eklenen “Parasız Eğitim” de olağan herhangi bir sosyal demokrat partinin talebinden başak bir anlama gelmez ve CHP de Sosyal Demokrat olduğu iddiasındaki bir parti olduğundan bu şekliyle de aslında CHP’nin programından başka bir şey değildir Laik ve bilimsel eğitim.
Yani aslında “laik ve bilimsel eğitim” bu toplumda bilindiği ve kavrandığı biçimiyle ne laiktir ne de bilimseldir.
Kaldı ki laiklik sadece eğitim alanına ilişkin bir sorun da değildir. Eğitimi sadece laiklik alanına indirgemek; Türklüğün Dinle tanımlanmışlığı (Çünkü “azınlıklar” dinle tanımlanmıştır); Diyanetin varlığı; askerde İslam'a dayanan yemek dualarına kadar bir yığın İslam'la tanımlanmışlığı söz konusu bile etmeden laik eğitimi öne çıkarmak, politik olarak tamı tamına CHP’nin çizgisini savunmaktan başka bir şey değildir.
Kürt Hareketinin Varlığında Somut Anlamı
Bugün Aleviler ve laikler henüz bir sosyal hareket olarak örgütlenmiş değiller ama Erdoğan’ın saldırıları karşısında böyle bir eğilim gösteriyorlar ve Gezi’de görüldüğü gibi, patlarcasına korku ve tepkilerini de diye getiriyorlar. Yani Ulusun İslam'la tanımlanması karşısında, tıpkı ulusun Türklükle tanımlanması karşısında ezilen ve isyan eden Kürtler gibi bir direniş ve isyan potansiyeli görüyorlar.
Zaten bu iki potansiyel ortak bir demokratik programda birleştiği takdirde Türkiye’de bir demokratik devrim gibi bir şey gerçekleşir.
Ama günümüz Türkiye’sinde şöyle bir gerçek var.  Kürtler, ulusun Türklükle tanımlanması karşısında yani Türkçenin mecburi dil olarak öğretilmesi ve Türk tarihi öğretilmesi karşısında yıllardır süren bir ayaklanma yürütüyorlar ve bunu kabul etmeyeceklerini ifade ediyorlar. Bu mücadele içinde Orta Doğu’nun en büyük ve canlı hareketin oluşturmuşlar. Ve bu taleplerini açıkça ortaya koyuyorlar.
Öte yandan bu hareket sadece kendisi üzerindeki baskıya karşı bir hareket de değil; diğer dinlerin ve mezheplerin ve modern yaşam tarzındakilerin üzerindeki baskıya karşı da taleplere sahip çıkmış, tam ve gerçek bir laiklik programına sahip.
Ayrıca PKK bizzat yapısıyla ve eylemiyle bunu her yerde kanıtlıyor somut bir örnek olarak. Şengal’de Ezidileri kurtarıyor; Suriye’de Alevileri, aynı zamanda ateistleri, Hıristiyanları içeriyor.
Şimdi böyle bir somut, dinamik ve canlı bir hareket varken, Bu hareket anadilde eğitim hakkını savunuyorken, “sadece laik ve bilimsel eğitim”den söz etmek ama “anadilde eğitim” dememek ne anlama gelir.
Bu, bu hareketin karşısında tavır alıp, bu hareketin gerçekten laik programının şehirli laikler ve alevlere ulaşmasını engellemek; onları CHP’nin gettosunda; devlet sınıflarının rehini olarak tutmaktan başka bir anlama gelmez ve başka bir şeye hizmet etmez.
Yani biz boşuna “Haziran Hareketi Aleviler ve Şehirlerin laik ve modern kesimlerindeki HDP’ye yönelecek ilginin ve bir akışın önünü kesmek için kurulmuştur” demiyoruz. Bunun çok açık somut verileri ortada olduğu için söylüyoruz.
Politik olarak tam da durum budur.

Yerine Getirilmeyen Görevler ve Taktik Anlam

Ertuğrul Kürkçü’nün bir HDP vekili olarak oraya gelenlere anlatması gereken buydu. Zülfü yâre dokunmadan onların geri yanlarını okşayarak; bu can alıcı noktada susmak, aslında onlara teslim olmak; istemeden de olsa onların ideolojik ve politik egemenliğine hizmet etmek olur.
Bu işin somut politika ve güçler ilişkisi bakımından anlamıdır.
*
Ayıca yine bu bağlamda, “laik ve bilimsel eğitim” sloganının aslında bu seçimin özgül niteliğini gözden gizleyerek; bu referandumda HDP’ye verilecek oylar ile CHP’ye verilecek oyları eşitleyerek; aynı ayarda imiş gibi göstererek özünde Erdoğan’ın diktatörlük heveslerine ve şu an Erdoğan ile ittifak içinde olan Ergenekon’a hizmet ettiğini ve edeceğini söylemeli bunu onlara açıklamalıydı.
Ama Kürkçü’nün konuşmasında maalesef bunları göremiyoruz.
Somut politika ve taktik moment bakımından durum böyle bu “laik ve bilimsel” eğitim konusunda.
*

Anadil ve Türk Tarihini Problematize Etmemenin Anlamı

Laik ve bilimsel eğitimi öne sürüp de, Türkçeyi ve Türk Tarihi’ni sorun etmemek, hele bunu sorun eden bir canlı ve dinamik hareketin varlığında ne anlama gelir.
Bu resmen, Kürt hareketine karşı fiili bir düşmanlık anlamına gelir.
Çünkü politika son duruşmada gündemi belirleme mücadelesidir.
Kürtlerin gündemi olan dil ve Türk tarihi konusunu gündeme alma değil adını bile anmama, yani  “bilimsel ve laik eğitimi” öne çıkarmanın kendisi; aslında Kürtlerin mücadelesinin sorunlarını ikinci plana iterek, CHP’nin sorunlarını birinci plana getirmek, onu hizmet etmek; soldan destek olmak demektir.
Zaten tam da bu nedenle Ertuğrul’un davet edildiği toplantıya bir de CHP’li vekil davet edilmiştir.

Akıllı Bir Türk Milliyetçiliği Bile Değil

Ancak bu aynı zamanda CHP’nin ve bugünkü Türklükle tanımlanmış devletin zımnen desteklenmesi anlamına da gelmektedir.
Ulusçuluk ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini savunmaktır” diyoruz her zaman.
Ama ulusal olan nasıl tanımlanacaktır.
Ulusal olan örneğin tıpkı ABD'de olduğu gibi territoryal olarak tanımlanabilir ve orada şu veya bu dil, din, kültür vs. karşısında kör bir devlet olur. Ulusal olan, anayasada belirlenmiş hukuki haklarla tanımlanmış olur.
Bu az çok demokratik bir ulusçuluktur. Çünkü ulusun bireylerini en azından biçimsel olarak, eşit kabil eden dil, din vs. kötü bir ulus ve devlet vardır. Devlet dinler ve diller karşısında tarafsızdır.
Ama bir de bizim gerici ulusçuluk dediğimiz biçim vardır. Bunda, ulus bir dille, dinle, tarihle veya bunların bir kombinasyonuyla tanılanır. Örneğin Türk ulusu hem dille; hem de dinle tanımamış bir ulustur.
Burada o tanımlamanın dışında kalan diller ve dinler ezilirler. Türkiye’de örneğin Aleviler ve Kürtler vs. ezilirler.
Böyle bir ülkede sosyalistlerin görevi ve teme hedefi her şeyden önce ulusun bir dille, dinle tanımlanmasına; yani devletin diler, dinler ve tarihler karşısında tarafsız olmasını talep etmek olmalıdır.
Ancak bu koşulda bir demokratizmden, yani o devletin yurttaşlarının biçimsel de olsa bir eşitliğinden söz edilebilir.
Bu eşitlik olmadan, başka sosyal eşitlik taleplerini öne çıkarmak aslında var olan eşitsizliği gizlemekten başka bir anlama gelmez.
O halde, gerçek bir demokrat devletin sadece dinler karşısında tarafsızlığını değil; diller ve tarihler karşısında da tarafsızlığını aynı biçimde savunmak zorundadır.
Dil körü, ulusu bir dille değil de insanların ana dilinde eğitim hakkıyla tanımlamış bir ulusta, herkesin istediği dili ana dil olarak seçme ve ana dilinde eğitim hakkı olur.
Ama sadece bu kadar değil. Tarih kitabı olarak da yine bütün dillerden, kültürlerden, dinlerden, “uluslar”dan eşit sayıda katılımcının yazdığı bir tarih kitabı okutulmalıdır. Aynı şekilde edebiyat kitabı da Türk veya Kürt edebiyatı değil, tüm dünya dillerinden ve dinlerinden eşit sayıda temsilcilerin yazdığı bir edebiyat kitabını herkes kendi ana dilinde okur.
Demokraside tarih ve edebiyat gibi konularda bilimsellik değil; eşitlik ve demokrasidir esas sorun.
Yani bilimsel eğitim aslında bu eşitlik ve demokrasiden kaçışı gizleyen bir örtüdür.

Gerçek Demokraside Okullar Ayrılmaz Çünkü Herdkes Ana Dilinde Aynı İçeriği Okur

Gerçek bir demokratik cumhuriyette nasıl herkes aynı fiziği, kimyayı, biyolojiyi ama ana dilinde okursa aynı şekilde ana dilinde ama aynı tarihi; aynı edebiyatı okumalıdır.
Bunun da bir tek pratik çözümü vardır: Tarih kitabının da eğer gerekirse din ve ahlak kitabında olduğu gibi, bütün ulus, dil, dinlerden vs. eşit sayıda katılımcılar yazmalıdır.
Bütün sosyal alanlardaki derslerde diller, dinler, kültürler karşısında gerçek bir körlüğü ve tarafsızlığı sağlamanın biricik yolu budur.
Elbet bu demokratik cumhuriyette nasıl dinsel cemaatler kendi inançlarını öğretmek ve yaymak için her türlü faaliyet yapabilir ve örgütlenebilirlerse; aynı şekilde bu tarihleri ve edebiyatları şu veya bu yorumla öğretecek, yayacak veya araştıracak birlikleri istedikleri gibi kurabilirler; istedikleri gibi savunabilirler. Ama bunların devletle bir bağı olmaz; politik bir anlamı olmaz; bir spor kulübü taraftarlığından farkı olmaz.
Şimdi demokratik talepler böyle olması gerekirken, Türkiye’de devlet Türklükle, hem de ırkçı, Orta Asya’ya dayanan bir Türklükle tanılanmışken, laik ve bilimsel eğitim diyerek, Türkçenin mecburi olmasını; Türk tarihi ve edebiyatı okunmasının zorunlu olmasını problematize etmeden “laiklik ve bilimselliği” öne çıkarmak, aslında bu devletin en gerici yanlıyla ittifaka girmek demektir.
Bu nedenle, Birleşik Haziren Hareketi, Türk milliyetçisi bile değildir, ulusalcıdır.
Ulusalcılık ile Türk milliyetçiliği farklı çıkarları ifade ederler. Ulusalcılar aslında Türk milliyetçilerine de karşıdırlar.

Milliyetçilik ve Türk Milliyetçiliğini Milliyetçiler ve Sosyalistler Gibi Tanımlarsak

Enternasylonalistler de Milliyetçiler de milliyetçiliği bir milletin çıkarlarını savunmak; yani o milletin refahını ve iyiliğini öne almak olarak tanımlarlar. Bu tanım ulusun neyle tanımlandığını sorun etmez.
Dolayısıyla bu tanım çerçevesinde bir Türk milliyetçisi, Türk ulusunun refahını ve mutluluğunu savunandır.
Ama bu refah ve mutluluk nasıl savunulabilir. Başkalarını ezerek, baskı altına alarak mı? Gerçekten akıllı Türk milliyetçileri böyle olmadığını savunurlar.
Yani akıllı bir Türk milliyetçisi, Kürtlerin talepleri karşısında suskunluk veya düşmanlık göstermez. Bunların, kendisinin “çağdaş uygarlık düzeyinde” ve refah içinde yaşamasına hizmet edeceğini görür.
Türkiye’de akıllı Türk milliyetçileri kimlerdir?
Somut olarak Türkiye’nin liberalleri ve örneğin Kürtlerin mücadelesini destekleyen veya onunla bir arada olmaktan gocunmayan HDP içindeki Türk sosyalistleri gerçek akıllı Türk milliyetçileridir.
Onları kendi haklarındaki düşüncelerle değil, gerçek nesnel işlevleriyle tanımlarsak onların aslında ulusların kaderini tayın hakkını yani Kürtlerin ayrılmasını savunarak veya liberallerin çok kültürlülüğü veya Avrupa Birliği örneklerini savunarak yapmaya çalıştıkları şey Türk milletinin çıkarlarını daha akıllıca savunmaktan başka bir şey değildir.
Demokrat ise, ulusun Türklükle (veya Kürtlükle) tanımlanmasını problematize edip buna karşı mücadele edendir. Demokrat ulusun nasıl tanımlandığını sorun eder; Türk ulusun çıkarının nerede olduğunu.
Başka milletlerin ayrılma hakkını savunmak Türk milliyetçiliğiyle çelişmediği gibi, Türk milliyetçiliğini var sayar. “Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz” ilkesi, tipik bir milliyetçilik, hem de gerici bir milliyetçilik ilkesidir.
Demokratik bir ulusçuluğun veya milliyetçiliğin ilkesi, “ulusu bir dille, dinle tanımlayan ulusçulukları ve ulusları ezen bir ulus özgür olabilir”dir.
Bu nedenle bugün HDP bileşeni olan sosyalistler ve onun etrafındaki nebulayı oluşturan liberaller aslında gerçek Türk milliyetçileridir.

Ulusalcılar Nedir?

Ulusalcılar ise, “aptal” Türk milliyetçileri veya daha doğru ifadeyle, bu devletin en gerici kesimlerinin çıkarlarını inkârla, şiddetle, baskıyla sürdürmek isteyen politikayı izleyenler; ulusun Türklükle tanımlanmasını hiçbir şekilde tartışma konusu bile yapmak istemeyenlerdir.
Akıllı Türk milliyetçileri Türklüğü kültürle tanımlamayı savunabilir; başka dillerin de öğrenilmesi özgürlüğün savunur; inkârcı ve baskıcı Türk milliyetçiliğinin günahlarından ve hatalarından kendini arındırmaya çalışır. (Örneğin Ermenilerden özür dilemek) Bütün bunlar gerçek akıllı Türk milliyetçiliğidir.
İşte Birleşik Haziren Hareketi ise, bu anlamda akıllı bir Türk milliyetçisi bile değildir. Türkiye’deki en inkârcı, en gerici kesimlerin çizgisiyle paralellik içindeki bir çizgidir.
Bu nedenle çok tehlikelidir.
Kürt hareketine karşı duyduğu alerji ve düşmanlık ve üstten bakış; kişilerin kendi öznel niyetleri ne olursa olsun, onu en gerici kesimlerin, Ergenekonların ve bu seçimde de Erdoğan’ların yanına düşürmektedir.
*

“Bilimsel Eğitim”in Marksist Anlamı

Bilimsel Eğitim’e gelince,
Eğer ilim kavramını burjuvazinin anladığı anlamda, hele pozitivist anlamda anlamazsak, tüm eğitimler dinseldir. Çünkü dinlerin kişilerin özel sorunu olması; ya da böyle tanımlanması da bir dindir. Modern toplumun dinidir. Zaten bu ayrımın kendisi eski çağların dinini toplumsal örgütlenmeden dışlamanın bir aracıdır.
Din ve Bilim kavramlarının bilimsel, yani Marksist bir tanımını yaptığımızda, dinsel olmayan bir bilimin mümkün olmadığını; dolayasıya bilim kavramımızın da dinsel olduğunu; dinsel olmayan bir bilimsel eğitim olamayacağını görürüz.
Geleceğin, sosyalist bir toplumun eğitimi ne olacak?
Ama Marksist’in önereceği bir bilimsel eğitim, bilim kavramımızın bile dinsel olduğunu; ulusların tarihi olmadığını; anlatan bir eğitim olabilir.
Bilimsel eğitimin aslında bir dinsel eğitim olduğun. Ama bu noktada bilimsel ve dinsel ayrımının yok olduğunu; bunun da bilimsel olarak tanımlandığı bir din olduğunu; ya da dinsel olarak tanımlanmış bir bilim olduğunu söyleyen eğitimdir.
Ama bu kadarı Marksist teorinin derinliklerine ve uzak sınırlarına gitmek demektir.
Bunlardan bu Marksistlere söz etmek, fizik bilgisi henüz, kaldıraçlar ve Arşimet fiziği düzeyindeki birine Kuantum veya Genel Görelik teorilerinden bahsetmek gibi olur.
Marksist Din ve Bilim kavramların hiç girmeyelim en iyisi.
Bu arada şunu da son söz olarak not edelim. Bu Bilim ve Din kavramlarını ciddi olarak tartışan birisi de Abdullah Öcalan’dır. Bir problemi tartışmak ve soruyu sormak çözümün yarısıdır.
03 Mayıs 2015 Pazar
Demir Küçükaydın



Hiç yorum yok: