Bugün şöyle bir haber gördük:
“Birleşik Haziran
Hareketi (BHH) Narlıdere Meclisi, “Laik, bilimsel, parasız eğitim” başlığı ile
Narlıdere Cemevi’nde panel/forum gerçekleştirdi. Moderatörlüğünü BHH’den Can
Hasanoğlu’nun yaptığı panele HDP İzmir 1. Bölge Milletvekili Adayı Ertuğrul
Kürkçü, CHP İzmir 1. Bölge Milletvekili Adayı Musa Çam ve Birleşik Haziran
Hareketi Sözcüsü Onur Kılıç konuşmacı olarak katıldılar.”
Epeydir BHH’nin “alâmetifarikası”
olan bu “Laik ve Bilimsel Eğitim”
sloganı konusunda yazmayı düşünüyorduk. Bu toplantı vesilesiyle yazalım. Çünkü toplantıya
sosyalist bildiğimiz arkadaşımız, aynı zamanda HDP vekili ve adayı Ertuğrul
Kürkçü de katılmış.
Üvey Evlat “Anadil”i Bile Dışlayan Bir Evrim
Ama önce bu sloganın geçirdiği evrime ilişkin birkaç söz.
Şubat ayında İstanbul’da Alevi Örgütleri ve Eğitim Sen
tarafından bir Miting düzenlenmişti. Bu mitingin adı, "Laik, Bilimsel, Anadilinde
Eğitim ve Demokratik Yaşam için Dayanışma ve Birlik" idi.
Dikkat edilsin mitingin adında “Anadilde Eğitim” de var.
BHH bileşenlerinin mitinge ilişkin yazı ve haberleri
tarandığında nedense bu “Anadilde Eğitim”
kısmının hep unutkanlığa geldiği görülüyor. İki örnek:
Örneğin Birgün gazetesi:
“‘Laik, Bilimsel Eğitim ve Demokratik Yaşam’
mitingi” diyor. “Anadil”
unutulmuş.
Örneğin Genç Gazete:
“Laik
ve bilimsel eğitim eylemi yarın Kadıköy’de” diyor. Garip bir tesadüf. “Anadil” yine unutkanlığa gelmiş.
Yani bir haberin verilişinde bile dikkat edilmesi gereken
mitingin tertipleyenlerce tanımlanmış adını bile doğru dürüst yazmayarak anadil hep boğuntuya getirilmiş.
Bizler Freud’tan beri biliyoruz ki, unutkanlıklar, dil
sürçmeleri, güdük fiiller, rüyalar vs. öyle rastlantısal olgular değildir; bilinçaltında
derin kökleri olan korkuları vs. dışa vururlar.
Ayrıca Haberlerde de “Anadil”e
neredeyse hiç vurgu yoktur. Adalet partisi kabinesinin resmindeki kadın
milletvekili gibidir, bir kenara atılmıştır ve adeta üvey evlat muamelesi görmektedir.
İşte Kürkçü arkadaşımızın katıldığı BHH Narlıdere Meclisi’nin
tertiplediği toplantıda da isimde “anadil”in
yerini artık “parasız” almış.
Eh komünistiz ya, bizlerin mikro milliyetçilikle, etnik
siyasetle ilişkimiz olmaz. Bizler sınıfçı ve de eşitlikçiyizdir. Bu nedenle de komünistliğe
daha yaraşır, “anadil” yerine “parasız”ı oraya koymak. Yoksa sosyalistliğimiz
nerede kalır.
Ancak Türkiye’de politika yapan herkes bilir ki, bu “anadil”in
unutulması ve “parasız”lığın gelişi, basit bir unutkanlık ya da rastgele bir
olay değildir. Bir politik tavırla ilgilidir.
*
Unutkanlığı Unutmak
Şimdi burada bir başka unutkanlıkla daha karşılaşıyoruz.
Ertuğrul Kürkçü, tam da bu anadil meselesinden dolayı ortaya çıkmış büyük bir
isyan hareketinin, sosyal ve politik hareketin milletvekili olarak davet
edildiği bu toplantıda, “Anadil” konusunun olmamasını veya “unutulmuş” olmasını
unutuyor.
Konuşmasında bu konuda bir tek söz olsun, soru olsun
görmüyoruz.
Haberde şöyle yazıyor: Kürkçü, "Cahilleştirici eğitimin karşısında, özgürleştirici, akla seslenen
eğitim zeminleri oluşturmak istiyoruz. Özgürlükçü ve laik bir eğitim talep
etmeliyiz” diyerek, “yeni,
demokratik, adil ve laik” eğitim
sistemini yaratmak için eğitim alanındaki herkesle birlikte mücadele etme
çağrısında bulundu.”
Yani Kürkçü’nün konuşmasında, “özgürlükçü” ya da “demokratik”
sözleri BHH’nin “Bilimsel”inin yerini
almış. Ama içeriklerinin ne olduğu üzerine bir tek söz olmadığından, muz gibi
ne niyetine yenirse o tadın alındığı kavramlar olarak.
Bir sosyalist olarak Kürkçü’nün bu “Anadil” yokluğu
karşısında hiçbir ses çıkarmayıp; bu yokluğu unutması, eğer taktik ise (Diyelim
ki oraya gelmiş BHH’lılarda bir HDP sempatisi yaratmak, netameli konulara
girmemek ise) yanlıştır. Çünkü teoride, içerikte ve propaganda da taktik
yapılmaz. Taktik somut eylemde ve işte yapılır.
Politik olarak da yanlıştır. En azından vekili olduğu
partinin programında anadilde eğitim hakkı, örneğin bir CHP programından, adeta
temel bir ayrım noktasıdır.
Bir temsilci, kendi partisinin programını en ayırıcı ve
kritik noktada hem de tam o konuya ilişkin bir toplantıda dile getirmiyorsa, bu
politik olarak da kendi programını terk etmek anlamına gelir.
Bilimsel Eğitim Ne Demektir?
“Bilimsel Eğitim”
kavramı, eğitimin bilimsel yöntemlerle yapılması anlamına gelir. Yani pedagojik
bir anlama sahiptir. Eğitimin içeriğine ilişkin değildir, pek ala bilimsel
eğitim veya pedagoji yöntemleriyle hiç de bilimsel olmayan bir içeriğin eğitim
yapılabileceği gibi, bilimsel olmayan, yöntemlerle de pek ala bilimsel bir
içerik öğretilebilir. Bu sadece eğitimin verimliliğini ve etkili olmasını
belirler.
Kaldı ki, bütün pedagoji tarihi, “bilimsel eğitim”
yöntemlerinin bir sonraki dönemde yanlış ve bilim dışı olarak tanımlanmasının
tarihidir.
Çok basit bir örnek verelim. Kapitalizme geçiş dönemlerinde,
özellikle de geç giren toplumlarda örneğin ilkokul çocuklarına bir örnek
giydirilirdi; ama bugün rengârenk giydirmenin doğru olduğu söyleniyor.
Bütün bu doğruluk veya yanlışlıklar aslında kapitalizmin o
önemde içinde bulunduğu aşamayla, kapitalizmin ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Bir Pinokyo ile Aslan Kral’ın çocuklara
verdiği mesajlar da aynı biçimde birbirine yüz seksen derece zıt olabilir. Kapitalist
modernleşmeye geç giren İtalya’nın Pinokyo’sunda eğlence ve hayatın zevkleri
kötülenirken; Aslan Kral’da Hakuna Matata
(Sorun Yok, “No Problem”) ile bir tür Epiküryen ahlak savunulabilir. Birinde
modernizme geçişin, diğerinde post modernizmin damgası vardır.
Yani “bilimsel eğitim” kapitalizmin o günkü ihtiyaçlarına
uygun bir yöntemle eğitim istemekten başka bir anlama gelmez. Ve bu anlamışla
sloganın, içeriğe ilişkin hiçbir göndermesi de yoktur.
Bu bakımdan kelimenin gerçek anlamıyla bilimsel eğitim
istemek, yani pedagojinin en son bilimsel sonuçlarına dayanan bir eğitim
istemek; aslında bugünkü bilim dışı içeriğin eğitiminin bilimsel yöntemlerle
yapılmasını istemekten başka bir anlama gelmez.
Elbette biz burada “bilimsel”den kastın, içerik olduğunu
yöntem olmadığını; bu sloganda kelimelerin yanlış kullanıldığını anlıyoruz.
Söyleyen arif değilse dinleyen arif olsun derler. Aşağıda öyle davranıp, o
kastedilen anlamda da “Bilimsel Eğitim”i eleştireceğiz.
Ama önce soğanın dışındaki kabuklarını soyalım ki özüne
gelelim.
*
BHH’nin sloganını önce bin Demokrat olarak ele alalım, sonra
da bir Marksist olarak. Çünkü bu baylar kendilerine Sosyalist, komünist falan
dediklerine göre Marksist oldukları gibi bir iddiaları da vardır veya öyle
olması gerekir.
Marksizm’i bu gibi Marksizm namlı anti Marksistlerin
tasallutundan kurtarmak ve onun özünü savunmak bizim işimiz. Bunlar yıllardır
köpeksiz köyde değneksiz gezdiler. Ama artık rahat yok. Marksizm diyen ayağını
denk alsın.
Nasıl çürümüş uygarlıkların din adamları Atilla’ya ve
Hunlara; çürümüş uygarlığı yıkan barbarlara, “Allah’ın kırbacı”
demişlerse, biz de Marksizm’in
kırbacıyız bu çürümüş sözde Marksistler karşısında.
Sırtlarında şaklamazsak olmaz.
İçerik Olarak “Bilimsel Eğitim”in Politik Anlamı
Marksizm her şeyden önce: “gerçeklik somuttur” der.
Yani somut sınıfların, toplumsal güçlerin mücadelesi içinde
gerçekleşir tüm olaylar. Ve bu mücadele içindeki anlamları önem kazanır ve öyle
değerlendirilmeleri gerekir demiş olur.
Türkiye’deki politik mücadeleler içinde, “Laik ve Bilimsel eğitim”in aslında
CHP’nin ve Kemalistlerin sloganı olduğu bir sır değildir.
CHP’nin laik’ten anladığı da laiklik değildir. Zaten Diyanetin
kaldırılmasının en esaslı muhalifi CHP’dir. İmam Hatipleri açanın kendisi
olduğunu daha birkaç gün önce övünerek savunuyordu.
Öte yandan Türkiye’de devletin aslında laik olmadığı sadece
din dersleri, Sünni İslam’ın belli bir yorumunun resmi din olması ile ilgili
değildir. Devlet örneğin “Azınlıklar”ı da dinsel cemaatler olarak tanımlamıştır.
Yani her alanda ve her yarda ulusun ve devletin tanımında, Türklük
ve İslam (özel bir Sünni yorumuyla) ikiz kardeş gibidirler.
Yani Türk Ulusu ve Türk Devleti, Türklük ve Sünni İslamla
tanımlanmış; Ulusal olanın Sünni İslam’ın ve Türklüğün belli bir tanımıyla
belirlendiği gerici ve karşı devrimci bir ulus ve devlettir.
Sünni İslam’ın İşlevi
Burjuvazi, egemen bir sınıf olarak, tüm demokratik
özelliklerden yoksun olduğu için; (çünkü demokrasi ezilenlerin birleşme ve
örgütlenmesinin koşullarını oluşturacağı için) aynı zamanda hem ezilen ulusun
memnuniyetsizliğini absorbe edebileceği; hem de ezilen sınıfları devletin ve egemen
sınıfların kontrolünde tutacağı için, ideolojisini demokratik olara veya
İslam’ın demokratik bir yorumu üzerinden değil; karşı devrime uğramış bir
Politik İslam biçiminde şekillendirmiştir.
Bu nedenle burjuvazi, Türklüğün yanı sıra İslam’ın da ulusun
tanımlanmasında daha büyük bir ağırlığı olmasını savunur başından beri. Buna
karşılık, devlet sınıflarında, klasik modernleşmeci ve pozitivist
gelenekleriyle Türklük vurgusu ön plandadır. İslam sözde laiklik ardına
gizlenmiş yarı resmi ama fiili bir işlev görür ulusun tanımlanmasında.
Bu iki güç arasındaki mücadeledir CHP ve DP, AP, Anavatan,
AKP arasındaki kayıkçı dövüşü. Böyle bir
laiklik tanımıyla devlet sınıfları da gerçek bir laikliği gözlerden ve
gönüllerden uzak tutarak, modern şehirli ve alevi kesimlerin
memnuniyetsizliğini ve nüfusun büyük bölümünü meydana getiren, anti demokratik
eğilimleri beslenmiş Müslümanların dayatmaları ve bunlardan korku karşısında bu
kesimlerin desteğini garantiler.
Laik ve Bilimsel Eğitim”in Somut Anlamı
Şimdi bu iki egemen sınıf içindeki çatışma geleneği ve
kayıkçı dövüşü içinde, “laik ve bilimsel
eğitim”, tamı tamına CHP’nin programından başka bir şey değildir.
Hatta sondadan eklenen “Parasız
Eğitim” de olağan herhangi bir sosyal demokrat partinin talebinden başak
bir anlama gelmez ve CHP de Sosyal Demokrat olduğu iddiasındaki bir parti
olduğundan bu şekliyle de aslında CHP’nin programından başka bir şey değildir
Laik ve bilimsel eğitim.
Yani aslında “laik ve bilimsel eğitim” bu toplumda bilindiği ve kavrandığı biçimiyle ne laiktir ne de bilimseldir.
Yani aslında “laik ve bilimsel eğitim” bu toplumda bilindiği ve kavrandığı biçimiyle ne laiktir ne de bilimseldir.
Kaldı ki laiklik sadece eğitim alanına ilişkin bir sorun da
değildir. Eğitimi sadece laiklik alanına indirgemek; Türklüğün Dinle
tanımlanmışlığı (Çünkü “azınlıklar” dinle tanımlanmıştır); Diyanetin varlığı;
askerde İslam'a dayanan yemek dualarına kadar bir yığın İslam'la tanımlanmışlığı
söz konusu bile etmeden laik eğitimi öne çıkarmak, politik olarak tamı tamına
CHP’nin çizgisini savunmaktan başka bir şey değildir.
Kürt
Hareketinin Varlığında Somut Anlamı
Bugün Aleviler ve laikler henüz bir sosyal hareket olarak örgütlenmiş
değiller ama Erdoğan’ın saldırıları karşısında böyle bir eğilim gösteriyorlar
ve Gezi’de görüldüğü gibi, patlarcasına korku ve tepkilerini de diye
getiriyorlar. Yani Ulusun İslam'la tanımlanması karşısında, tıpkı ulusun
Türklükle tanımlanması karşısında ezilen ve isyan eden Kürtler gibi bir direniş
ve isyan potansiyeli görüyorlar.
Zaten bu iki potansiyel ortak bir demokratik programda
birleştiği takdirde Türkiye’de bir demokratik devrim gibi bir şey gerçekleşir.
Ama günümüz Türkiye’sinde şöyle bir gerçek var. Kürtler, ulusun Türklükle tanımlanması
karşısında yani Türkçenin mecburi dil olarak öğretilmesi ve Türk tarihi
öğretilmesi karşısında yıllardır süren bir ayaklanma yürütüyorlar ve bunu kabul
etmeyeceklerini ifade ediyorlar. Bu mücadele içinde Orta Doğu’nun en büyük ve
canlı hareketin oluşturmuşlar. Ve bu taleplerini açıkça ortaya koyuyorlar.
Öte yandan bu hareket sadece kendisi üzerindeki baskıya
karşı bir hareket de değil; diğer dinlerin ve mezheplerin ve modern yaşam tarzındakilerin
üzerindeki baskıya karşı da taleplere sahip çıkmış, tam ve gerçek bir laiklik
programına sahip.
Ayrıca PKK bizzat yapısıyla ve eylemiyle bunu her yerde
kanıtlıyor somut bir örnek olarak. Şengal’de Ezidileri kurtarıyor; Suriye’de
Alevileri, aynı zamanda ateistleri, Hıristiyanları içeriyor.
Şimdi böyle bir somut, dinamik ve canlı bir hareket varken,
Bu hareket anadilde eğitim hakkını savunuyorken, “sadece laik ve bilimsel
eğitim”den söz etmek ama “anadilde eğitim” dememek ne anlama gelir.
Bu, bu hareketin karşısında tavır alıp, bu hareketin
gerçekten laik programının şehirli laikler ve alevlere ulaşmasını engellemek;
onları CHP’nin gettosunda; devlet sınıflarının rehini olarak tutmaktan başka
bir anlama gelmez ve başka bir şeye hizmet etmez.
Yani biz boşuna “Haziran Hareketi Aleviler ve Şehirlerin laik
ve modern kesimlerindeki HDP’ye yönelecek ilginin ve bir akışın önünü kesmek
için kurulmuştur” demiyoruz. Bunun çok açık somut verileri ortada olduğu için
söylüyoruz.
Politik olarak tam da durum budur.
Yerine Getirilmeyen Görevler ve Taktik Anlam
Ertuğrul Kürkçü’nün bir HDP vekili olarak oraya gelenlere
anlatması gereken buydu. Zülfü yâre dokunmadan onların geri yanlarını
okşayarak; bu can alıcı noktada susmak, aslında onlara teslim olmak; istemeden
de olsa onların ideolojik ve politik egemenliğine hizmet etmek olur.
Bu işin somut politika ve güçler ilişkisi bakımından
anlamıdır.
*
Ayıca yine bu bağlamda, “laik
ve bilimsel eğitim” sloganının aslında bu
seçimin özgül niteliğini gözden gizleyerek; bu referandumda HDP’ye
verilecek oylar ile CHP’ye verilecek oyları eşitleyerek; aynı ayarda imiş gibi
göstererek özünde Erdoğan’ın diktatörlük heveslerine ve şu an Erdoğan ile
ittifak içinde olan Ergenekon’a hizmet ettiğini ve edeceğini söylemeli bunu
onlara açıklamalıydı.
Ama Kürkçü’nün konuşmasında maalesef bunları göremiyoruz.
Somut politika ve taktik moment bakımından durum böyle bu “laik
ve bilimsel” eğitim konusunda.
*
Anadil ve Türk Tarihini Problematize Etmemenin Anlamı
Laik ve bilimsel eğitimi öne sürüp de, Türkçeyi ve Türk Tarihi’ni
sorun etmemek, hele bunu sorun eden bir canlı ve dinamik hareketin varlığında
ne anlama gelir.
Bu resmen, Kürt hareketine karşı fiili bir düşmanlık anlamına gelir.
Çünkü politika son duruşmada gündemi belirleme mücadelesidir.
Kürtlerin gündemi olan dil ve Türk tarihi konusunu gündeme
alma değil adını bile anmama, yani “bilimsel ve laik eğitimi” öne çıkarmanın
kendisi; aslında Kürtlerin mücadelesinin sorunlarını ikinci plana iterek,
CHP’nin sorunlarını birinci plana getirmek, onu hizmet etmek; soldan destek
olmak demektir.
Zaten tam da bu nedenle Ertuğrul’un davet edildiği
toplantıya bir de CHP’li vekil davet edilmiştir.
Akıllı Bir Türk Milliyetçiliği Bile Değil
Ancak bu aynı zamanda CHP’nin ve bugünkü Türklükle
tanımlanmış devletin zımnen desteklenmesi anlamına da gelmektedir.
“Ulusçuluk ulusal
olanla politik olanın çakışması ilkesini savunmaktır” diyoruz her zaman.
Ama ulusal olan nasıl tanımlanacaktır.
Ulusal olan örneğin tıpkı ABD'de olduğu gibi territoryal olarak tanımlanabilir ve orada şu veya bu dil, din, kültür vs. karşısında kör bir devlet olur. Ulusal olan, anayasada belirlenmiş hukuki haklarla tanımlanmış olur.
Ulusal olan örneğin tıpkı ABD'de olduğu gibi territoryal olarak tanımlanabilir ve orada şu veya bu dil, din, kültür vs. karşısında kör bir devlet olur. Ulusal olan, anayasada belirlenmiş hukuki haklarla tanımlanmış olur.
Bu az çok demokratik bir ulusçuluktur. Çünkü ulusun bireylerini
en azından biçimsel olarak, eşit kabil eden dil, din vs. kötü bir ulus ve
devlet vardır. Devlet dinler ve diller karşısında tarafsızdır.
Ama bir de bizim gerici ulusçuluk dediğimiz biçim vardır. Bunda,
ulus bir dille, dinle, tarihle veya bunların bir kombinasyonuyla tanılanır.
Örneğin Türk ulusu hem dille; hem de dinle tanımamış bir ulustur.
Burada o tanımlamanın dışında kalan diller ve dinler
ezilirler. Türkiye’de örneğin Aleviler ve Kürtler vs. ezilirler.
Böyle bir ülkede sosyalistlerin görevi ve teme hedefi her
şeyden önce ulusun bir dille, dinle tanımlanmasına; yani devletin diler, dinler
ve tarihler karşısında tarafsız olmasını talep etmek olmalıdır.
Ancak bu koşulda bir demokratizmden, yani o devletin yurttaşlarının
biçimsel de olsa bir eşitliğinden söz edilebilir.
Bu eşitlik olmadan, başka sosyal eşitlik taleplerini öne
çıkarmak aslında var olan eşitsizliği gizlemekten başka bir anlama gelmez.
O halde, gerçek bir demokrat devletin sadece dinler
karşısında tarafsızlığını değil; diller ve tarihler karşısında da
tarafsızlığını aynı biçimde savunmak zorundadır.
Dil körü, ulusu bir dille değil de insanların ana dilinde eğitim hakkıyla tanımlamış
bir ulusta, herkesin istediği dili ana
dil olarak seçme ve ana dilinde eğitim hakkı olur.
Ama sadece bu kadar değil. Tarih kitabı olarak da yine bütün
dillerden, kültürlerden, dinlerden, “uluslar”dan eşit sayıda katılımcının
yazdığı bir tarih kitabı okutulmalıdır. Aynı şekilde edebiyat kitabı da Türk veya
Kürt edebiyatı değil, tüm dünya dillerinden ve dinlerinden eşit sayıda temsilcilerin
yazdığı bir edebiyat kitabını herkes kendi ana dilinde okur.
Demokraside tarih ve edebiyat gibi konularda bilimsellik değil;
eşitlik ve demokrasidir esas sorun.
Yani bilimsel eğitim aslında bu eşitlik ve demokrasiden kaçışı gizleyen bir örtüdür.
Yani bilimsel eğitim aslında bu eşitlik ve demokrasiden kaçışı gizleyen bir örtüdür.
Gerçek Demokraside Okullar Ayrılmaz Çünkü Herdkes Ana Dilinde
Aynı İçeriği Okur
Gerçek bir demokratik cumhuriyette nasıl herkes aynı fiziği,
kimyayı, biyolojiyi ama ana dilinde okursa aynı şekilde ana dilinde ama aynı
tarihi; aynı edebiyatı okumalıdır.
Bunun da bir tek pratik çözümü vardır: Tarih kitabının da eğer
gerekirse din ve ahlak kitabında olduğu gibi, bütün ulus, dil, dinlerden vs.
eşit sayıda katılımcılar yazmalıdır.
Bütün sosyal alanlardaki derslerde diller, dinler, kültürler
karşısında gerçek bir körlüğü ve tarafsızlığı sağlamanın biricik yolu budur.
Elbet bu demokratik cumhuriyette nasıl dinsel cemaatler
kendi inançlarını öğretmek ve yaymak için her türlü faaliyet yapabilir ve
örgütlenebilirlerse; aynı şekilde bu tarihleri ve edebiyatları şu veya bu
yorumla öğretecek, yayacak veya araştıracak birlikleri istedikleri gibi
kurabilirler; istedikleri gibi savunabilirler. Ama bunların devletle bir bağı
olmaz; politik bir anlamı olmaz; bir spor kulübü taraftarlığından farkı olmaz.
Şimdi demokratik talepler böyle olması gerekirken,
Türkiye’de devlet Türklükle, hem de ırkçı, Orta Asya’ya dayanan bir Türklükle tanılanmışken,
laik ve bilimsel eğitim diyerek, Türkçenin mecburi olmasını; Türk tarihi ve edebiyatı
okunmasının zorunlu olmasını problematize etmeden “laiklik ve bilimselliği” öne
çıkarmak, aslında bu devletin en gerici yanlıyla ittifaka girmek demektir.
Bu nedenle, Birleşik Haziren Hareketi, Türk milliyetçisi bile
değildir, ulusalcıdır.
Ulusalcılık ile Türk milliyetçiliği farklı çıkarları ifade ederler. Ulusalcılar aslında Türk milliyetçilerine de karşıdırlar.
Ulusalcılık ile Türk milliyetçiliği farklı çıkarları ifade ederler. Ulusalcılar aslında Türk milliyetçilerine de karşıdırlar.
Milliyetçilik ve Türk Milliyetçiliğini Milliyetçiler ve
Sosyalistler Gibi Tanımlarsak
Enternasylonalistler de Milliyetçiler de milliyetçiliği bir
milletin çıkarlarını savunmak; yani o milletin refahını ve iyiliğini öne almak
olarak tanımlarlar. Bu tanım ulusun neyle tanımlandığını sorun etmez.
Dolayısıyla bu tanım çerçevesinde bir Türk milliyetçisi, Türk ulusunun refahını ve mutluluğunu savunandır.
Dolayısıyla bu tanım çerçevesinde bir Türk milliyetçisi, Türk ulusunun refahını ve mutluluğunu savunandır.
Ama bu refah ve mutluluk nasıl savunulabilir. Başkalarını
ezerek, baskı altına alarak mı? Gerçekten akıllı Türk milliyetçileri böyle
olmadığını savunurlar.
Yani akıllı bir Türk milliyetçisi, Kürtlerin talepleri
karşısında suskunluk veya düşmanlık göstermez. Bunların, kendisinin “çağdaş
uygarlık düzeyinde” ve refah içinde yaşamasına hizmet edeceğini görür.
Türkiye’de akıllı Türk milliyetçileri kimlerdir?
Somut olarak Türkiye’nin liberalleri ve örneğin Kürtlerin
mücadelesini destekleyen veya onunla bir arada olmaktan gocunmayan HDP içindeki
Türk sosyalistleri gerçek akıllı Türk milliyetçileridir.
Onları kendi haklarındaki düşüncelerle değil, gerçek nesnel
işlevleriyle tanımlarsak onların aslında ulusların kaderini tayın hakkını yani
Kürtlerin ayrılmasını savunarak veya liberallerin çok kültürlülüğü veya Avrupa
Birliği örneklerini savunarak yapmaya çalıştıkları şey Türk milletinin
çıkarlarını daha akıllıca savunmaktan başka bir şey değildir.
Demokrat ise, ulusun Türklükle (veya Kürtlükle) tanımlanmasını
problematize edip buna karşı mücadele edendir. Demokrat ulusun nasıl
tanımlandığını sorun eder; Türk ulusun çıkarının nerede olduğunu.
Başka milletlerin ayrılma hakkını savunmak Türk
milliyetçiliğiyle çelişmediği gibi, Türk milliyetçiliğini var sayar. “Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz”
ilkesi, tipik bir milliyetçilik, hem de gerici bir milliyetçilik ilkesidir.
Demokratik bir ulusçuluğun veya milliyetçiliğin ilkesi, “ulusu bir dille, dinle tanımlayan
ulusçulukları ve ulusları ezen bir ulus özgür olabilir”dir.
Bu nedenle bugün HDP bileşeni olan sosyalistler ve onun
etrafındaki nebulayı oluşturan liberaller aslında gerçek Türk milliyetçileridir.
Ulusalcılar Nedir?
Ulusalcılar ise, “aptal” Türk milliyetçileri veya daha doğru
ifadeyle, bu devletin en gerici kesimlerinin çıkarlarını inkârla, şiddetle,
baskıyla sürdürmek isteyen politikayı izleyenler; ulusun Türklükle
tanımlanmasını hiçbir şekilde tartışma konusu bile yapmak istemeyenlerdir.
Akıllı Türk milliyetçileri Türklüğü kültürle tanımlamayı
savunabilir; başka dillerin de öğrenilmesi özgürlüğün savunur; inkârcı ve
baskıcı Türk milliyetçiliğinin günahlarından ve hatalarından kendini arındırmaya
çalışır. (Örneğin Ermenilerden özür dilemek) Bütün bunlar gerçek akıllı Türk milliyetçiliğidir.
İşte Birleşik Haziren Hareketi ise, bu anlamda akıllı bir
Türk milliyetçisi bile değildir. Türkiye’deki en inkârcı, en gerici kesimlerin
çizgisiyle paralellik içindeki bir çizgidir.
Bu nedenle çok tehlikelidir.
Kürt hareketine karşı duyduğu alerji ve düşmanlık ve üstten
bakış; kişilerin kendi öznel niyetleri ne olursa olsun, onu en gerici
kesimlerin, Ergenekonların ve bu seçimde de Erdoğan’ların yanına düşürmektedir.
*
“Bilimsel Eğitim”in Marksist Anlamı
Bilimsel Eğitim’e gelince,
Eğer ilim kavramını burjuvazinin anladığı anlamda, hele pozitivist
anlamda anlamazsak, tüm eğitimler dinseldir. Çünkü dinlerin kişilerin özel
sorunu olması; ya da böyle tanımlanması da bir dindir. Modern toplumun dinidir.
Zaten bu ayrımın kendisi eski çağların dinini toplumsal örgütlenmeden
dışlamanın bir aracıdır.
Din ve Bilim kavramlarının bilimsel, yani Marksist bir tanımını
yaptığımızda, dinsel olmayan bir bilimin mümkün olmadığını; dolayasıya bilim
kavramımızın da dinsel olduğunu; dinsel olmayan bir bilimsel eğitim
olamayacağını görürüz.
Geleceğin, sosyalist bir toplumun eğitimi ne olacak?
Ama Marksist’in önereceği bir bilimsel eğitim, bilim kavramımızın
bile dinsel olduğunu; ulusların tarihi olmadığını; anlatan bir eğitim olabilir.
Bilimsel eğitimin aslında bir dinsel eğitim olduğun. Ama bu
noktada bilimsel ve dinsel ayrımının yok olduğunu; bunun da bilimsel olarak
tanımlandığı bir din olduğunu; ya da dinsel olarak tanımlanmış bir bilim
olduğunu söyleyen eğitimdir.
Ama bu kadarı Marksist teorinin derinliklerine ve uzak sınırlarına gitmek demektir.
Ama bu kadarı Marksist teorinin derinliklerine ve uzak sınırlarına gitmek demektir.
Bunlardan bu Marksistlere söz etmek, fizik bilgisi henüz,
kaldıraçlar ve Arşimet fiziği düzeyindeki birine Kuantum veya Genel Görelik
teorilerinden bahsetmek gibi olur.
Marksist Din ve Bilim kavramların hiç girmeyelim en iyisi.
Bu arada şunu da son söz olarak not edelim. Bu Bilim ve Din
kavramlarını ciddi olarak tartışan birisi de Abdullah Öcalan’dır. Bir problemi
tartışmak ve soruyu sormak çözümün yarısıdır.
03 Mayıs 2015 Pazar
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder