17 Kasım 2017 Cuma

Bir Devrimin Eşiğinde (4) – Robotlar Niçin Artı Değer Üretemez?

Bu yazı serisine gelince gerek sosyalist veya Marksist olduğunu düşünenlerin, gerek böyle bir iddiası bile olmayanların, üretici güçlerdeki bu eşi benzeri olmayan eşiğinde bulunduğumuz devrimi, ekonomi politiğini ve sosyolojinin, yani kısa adıyla Marksizmin, kavramlarıyla ele almaktan ne kadar uzak olduğu, bu devrimi kimi “bilim kurgu” yazarlarının saçma denebilecek kavram ve bakış açısıyla anlamaya çalıştıklarını ve bu nedenle yazdıklarımızı anlayamadıklarını, çok farklı diller konuştuğumuzu görünce, geçen yazıda açtığımız bu parantezi biraz daha uzatıp, bazı somut örneklerle kavramsal netlikler sağlayarak konuyu açmayı deneyelim.
Geçen yazıda temel bir yanlış anlamayı engellemek için, aslında geleceğe ilişkin tahminler yapmadığımızı, gelişmeleri sadece bazı sabitler bağlamında ele alıp ortaya çıkacak aşılmaz sınır ve çelişkileri göstermeye çalıştığımızı yazdık.
Işık hızı veya büyüyen bir cismin yüzeyinin karesi hacminin küpü kadar artacağı gibi örnekleri verip, bunların yaratacağı aşılmaz sınırlardan söz ettik.
Toplumdan bir örnek olarak da robotların bütün kullanım değerlerini “ürettiği” bir toplumda artı değer üretiminin, dolayısıyla da kapitalizmin mümkün olmadığını, çıkarsamalarımızın örneğin böyle bir ekonomi politik ve sosyolojik bir sabite dayandığını söyledik.

15 Kasım 2017 Çarşamba

Bir devrimin Eşiğinde(3) - Bilim Kavramının Bilim dışılığı, Bilimdeki Sabitler ve Öngörüler Üzerine

Bir Devrimin Eşiğinde” yazı serisinin ilk iki yazısından sonra gelen yorumlara bakınca, yazdıklarımızın neredeyse hiç anlaşılmadığını; biraz fantezi, biraz bilim kurgu ya da son zamanların şişirilmiş “Sapiens” ve “Homo Deus – Yarının Kısa Tarihi” gibi popüler kitapların yazarı Yuval Noah Harari’nin yazdıkları gibi değerlendirildiğini gördük.
Bu durumda kısa bir parantez açıp, bazı kavramları açıp, biraz açıklama yapıp, uyarılarda bulunup, ondan sonra devam etmek gerekiyor.
Elbette böyle bir anlaşılmamayı beklemiyor da değildim, yazılarımı beğenen veya eleştirenlerin aslında yazıları anlamadan beğendiği ve eleştirdiğini sürekli gördüğüm için şaşırtmadı.

13 Kasım 2017 Pazartesi

Bir Devrimin Eşiğinde (2) – “Tipping Point”e 300 Hafta Kala

Bu yazı serisinin ilk başlığı “Bir Devrimin Arifesinde” idi. Ama biraz düşününce “arife” (önce) sözcüğünün durumun özgüllüğünü tam vurgulayamayacağı gördüm. Çünkü “arifeöncesi’dir. Yakın ama hala öncesi. Halbuki bu devrimin öncesi aşıldı. Ama öte yandan tam içinde de değiliz. Bu durumda en uygun kavram olarak “eşiği”nden başkası aklıma gelmedi. Yani ne öncesinde ne içindeyiz, tam eşiğinde, içine giriş veya geçiş sürecinde.
Bu nüans yaklaşan devrimi anlayabilmek açısından önemli. Çünkü üretici güçler (teknik) düzeyindeki devrimlerin gerçekleşmesi ve günlük hayatı, toplumsal ilişkileri değiştirmesi genellikle on yıllar alır. Toplumun sancılı veya sancısız bir biçimde bu yeni üretici güçler düzeyine ilişkin üstyapısının yerleşmesi ve bunun için güçlerin mücadelesi daha da uzun sürer.
Örneğin neolitik Devrim’in yayılması binlerce yıl almıştır. Hint-Avrupa dil ailesinin Hindistan’dan Atlas Okyanusu kıyılarına ve Kuzey Denizi kıyılarına yayılışı aslında aşağı yukarı neolitik devrimin yayılışında başka bir şey değildir. Bu yayılış binlerce yıl sürmüştür.

11 Kasım 2017 Cumartesi

Bir Devrimin Eşiğinde

Türkiye’yi esir almış Erdoğan-Ergenekon ittifakıyla uğraşmaktan, bütün dikkat ve enerjiyi onunla mücadelenin sorunlarına yöneltmekten, eşiğinde bulunduğumuz dünya ölçüsündeki devrimi yeterince erken göremedik ve bu konuda bir şeyler yazamadık.
Elbette çürüme ve terör tüm ülkeyi esir almadan ve tam bir faşizmle sonuçlanmadan, İslamcı-Türkçü ve faşizan Erdoğan-Ergenekon ittifakının, bir an önce yıkılması ve bu yıkılışın mümkünse, kitlelerin hareketiyle ve örgütlenmesiyle olması en acil görev olmaya devam ediyor.
Elbet bu mücadelenin, stratejiye, taktiğe, örgüt ve mücadele biçimlerine ilişkin sorunları, (muhalefetin hiç tartışmadığı ve tartışmaktan kaçındığı sorunlar) gündemimizin başında yer almaya; zaman ve enerjimizin çoğunu bir “kara delik” gibi yutmaya devam edecektir.

Atatürk

(Bugün Atatürk’ün ölüm yıldönümüymüş. Atatürk konusunda mahalle kavgasına benzeyen paylaşımları görünce farkına vardım. Bu vesileyle 2001 yılında yazdığım Atatürk yazısını paylaşmak iyi olabilir. Bugün yazsaydım muhtemelen başka bir üslup, vurgu ve örneklerle yazardım ama yazının temel fikri değişmezdi. Anlama etki etmeyen birkaç küçük üslup düzeyindeki düzeltmeyle tekrar yayınlıyorum. Kanımca bu kısa Atatürk analizi geçerliliğini korumaktadır. Bir bu analizin dayandığı kavramsal temele bakın bir de bugün Atatürk üzerine yazanların kavramsal temellerine. 10 Kasım 2017 Cuma)
Atatürk, her şeyden önce bir Bizans-Osmanlı Generalidir. Bizans-Osmanlı ise, Sümerlerden beri gelen uygarlıklar, imparatorluklar ve devletler zincirinin, o Doğulu, Devlet’i her şeyden üstün tutan, bu gün moda deyimiyle “sivil toplum” denen, devlete karşı her türlü halk örgütlülüğü ve inisiyatifinde kendi varlığına bir tehdit gören ve onu yok eden kahredici devletçiliğinin son halkasıdır.