31 Mart 2020 Salı
29 Mart 2020 Pazar
Yaklaşan Felaket ve Onu Önlemenin Yolları – Update
Aşağıdaki yazı 24 Mart’ta yazılmıştı. Amacı öncelikle hızla
yaklaşan felaketin çapına ve somut olarak da acil olarak yapılması gerekenlere
dikkati çekerek, solun politik inisiyatifi ele alıp, topluma yol gösterici
olmasına yardımcı olmaktı.
Ne yazık ki yazı çok az insan tarafından paylaşıldı ve hiç
duyulmadı, okunmadı.
Şimdi İnan Doğan
isimli bir PhD (doktor) benzeri bir hesabı yapmış. O bizden farklı olarak:
a) Arada geçen zamanda öğrenilmiş yeni verilere dayanıyor,
b) Biz bu kadar hasta
var o zaman şu kadar zaman önce başlamıştır gibi geriye doğru bir extropalasyon
yapmamıştık (kasıtlı yapmadık, abartıyorsun denmemesi için, yazıda da
belirtmiştik.)
c) Biz haftada bir ikiye katlanma ele almıştık. (Aslında iki
üç günde birdi ama yine abartıyorsun denmemesi için)
Sonuç korkunçtu. Ama bu korkunç noktaya yaz başında
varılıyordu. Çünkü geriden değil ileriden başlatmıştık ve haftada bir ikiye
katlıyorduk.
27 Mart 2020 Cuma
Koronavirüs - “Diamond Princess” Deneyinden Çıkan Bazı Sonuçlar
Toplumsal olaylarda laboratuvar koşulları oluşturmak ve buralarda
deneyler yapıp sonuçlar çıkarmak neredeyse olanaksızdır.
Bu nedenle doğa bilimcileri kendi kriterlerini toplum bilime
de uygulayarak onun bilim olmadığını söylerler. “Araçsal aklı” “nesnel aklın”
yerine koymaya yarayan, bu anlayışın yanlışlığı şimdi konumuz olmadığı için
geçelim, ama şimdi ortada ilginç bir toplumsal “deney” ve bazı olgular var.
maalesef bu deneyin toplumsal ilişkilere ilişkin boyutuyla ilgili hiçbir veri yok. Dünkü yazımızda benzer bir duruma ilişkin İzmit depremi sonrasının bir deneyinin sonuçlarını ele almıştık (“Korona Hapishanesi” Dersleri). Bugün daha ziyade hastalığın yayılma oranlarına ve hızına ilişkin bazı veriler sunan bir deneyi ele alalım ve bazı sonuçlar çıkarmayı deneyelim.
maalesef bu deneyin toplumsal ilişkilere ilişkin boyutuyla ilgili hiçbir veri yok. Dünkü yazımızda benzer bir duruma ilişkin İzmit depremi sonrasının bir deneyinin sonuçlarını ele almıştık (“Korona Hapishanesi” Dersleri). Bugün daha ziyade hastalığın yayılma oranlarına ve hızına ilişkin bazı veriler sunan bir deneyi ele alalım ve bazı sonuçlar çıkarmayı deneyelim.
Almanya’da çıkan ciddi “Spektrum
der Wissenschaft” dergisinin internet sayfasında yer alan bir yazıda
böyle bir “deney”e ilişkin veriler ve bazı sonuçlar var.
“Diamond Princess” turistik amaçlı lüks bir yolcu
gemisi.
Gemide 3711 (yani 4000’e yakın) yolcu ve mürettebat var.
26 Mart 2020 Perşembe
“Korona hapishanesi” Dersleri
Değerli arkadaşım Nabi Kımran’ın 17 Ağustos 1999 İzmit
depreminde bir hapishanede bir devrimci olarak yaşadıklarını anlattığı “Gazete
Duvar”da yayınlanmış
bu yazı, “somut şartların somut tahlili” ile, böyle kırılma noktalarında “normal”
zamanlardaki paradigmaların ve önceliklerin ne kadar kökten ve hızlı
değişeceğini somut olarak gösteriyor.
Bir depremde bir hapishanenin yıkıntıları arasında, çaresiz
insanların hayatını korumak söz konusu olduğunda, devrimcilerin can düşmanlarıyla
birle iş birliği yapmaktan, en azından bir ateşkes yapmaktan, kendilerinin
yeminli düşmanı faşistleri ve Mafia çetelerinin bile canını kurtarmaktan, kendi
haklarından feragat etmekten çekinmediğinin somut örnekleriyle dolu. Tam da
bunun için can düşmanlarının bile saygısını kazanıyorlar.
25 Mart 2020 Çarşamba
Tomas Pueyo'nun Yazısı Koronavirüs: Çekiç ve Dans

24 Mart 2020 Salı
Yaklaşan Felaket ve Onu Önlemenin Yolları
Projeksiyonlara baktığımda hemen herkesin top çevirdiğini,
temel sorunu ortaya cesaretle koyarak somut olarak bir çıkış önerisi
getirmekten kaçtığını görüyorum.
Elde yeterli veri olmaması, bu sonuçlarla yüzleşmenin,
kendini ve tüm toplumu kandırmanın, bir gerekçesine dönüşmüş bulunuyor.
Yok Fransa’da hasta ve ölüm oranı şu kadarmış, yok Çin’de bu
kadarmış ve durdurulmuş vs. vs. herkes ayrıntılara yoğunlaşarak gelen felaket
hakkında somut bir resim oluşturmaktan ve olacakların adın koymaktan ve bütün
bildiklerimizi temelden değiştirmemizi gerektirecek tedbirleri ifade etmekten
kaçıyor.
Halbuki bu çok zor bir iş değil. Ayrıntılarda söyle ve böyle sapmalar olabilir. Ama genel gidişi ve neyle yüzleşileceğini anlamak için bunlar yeter.
22 Mart 2020 Pazar
Başta Sayın Devlet Başkanımız Erdoğan ve Hükümet Olmak Üzere Ezeli ve Ebedi Türk Devleti Koronavirüs Salgınından Gerçek Bir Zaferle Çıkacaktır
Terör örgütleriyle bağlantılı birkaç eski 68’li dışında hiç
kimse ezeli ve ebedi Türk devletinin ve onun başındaki sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ın bu Koronavirüs karşısında hangi politikayı uyguladığını görmüyor ve
anlamıyor. Bu nedenle de kendi içinde zerrece tutarlılık olmayan eleştiriler
yapıyorlar.
Aslında böyle yapmaları iyidir. Böylece milletimiz onların
çapsızlığını görmektedir.
Onların bu çapsızlığının katkısıyla da kısmet olursa sayın
Erdoğan’ı Cumhuriyet’in yüzüncü yıl dönümünde devletimizin başında görmeye
devam edeceğiz.
Hatta Atatürk gibi ölünceye kadar devletin başında kalacak
ve öldükten sonra da içinde bulunduğumuz rejimin kurucusu olarak ebediyen
anılacak ve tarih kitaplarına altın harflerle yazılacaktır.
Öncelikle bu koronavirüs salgını karşısında sayın Erdoğan’ın
devletimizin ne yaptığını ve yapmak istediğini anlamak gerekir.
21 Mart 2020 Cumartesi
Triyaj Nedir? Niçin Yaşlıların ve Hastaların Soykırımı Sonucunu Verecektir?
Triyaj Fransızca seçmek, ayırmak anlamına
gelmektedir?
Türkçe Wikipedi’de “Triyaj, savaş alanlarında ve acil
servislerde tıbbi müdahale önceliklerini belirleme sistemi. Bu öncelikler;
hastanın yaşama şansı, durumunun aciliyeti gibi unsurlara dayanarak belirlenir.”
diye açıklanmış.
Peki kim seçilecek? Hangi ölçülere göre seçilecek? Ne için
seçilecek?
Yaklaşan ve giderek engellenemez hale gelen yaşlı ve
hastaların soykırımını görmek ve asgari ölçüde de olsa engellemek bu
soruların cevabında gizlidir.
*
Triyaj kavramı bugünkü kullanımıyla modern devletler ve
savaşlarla ortaya çıkıp gelişmiştir.
Triyaj ciddi bir sorun olarak Fransız devriminden sonraki
savaşlarda eşit yurttaşların genel silah altına alınmasıyla ortaya çıktı. Hiyerarşik
bir toplumda triyajı elbette toplumsal hiyerarşi belirler ve örneğin soyluların
önceliği olurdu.
Muhalefet İflas Etmiş ve Hükümetin Yaşlı ve Hastaların Soykırımı Planına Onay Vermiştir
Günlerdir sorunun koronavirüs salgınını durdurmak
olmadığını, sorunun yayılışı yavaşlatmak olduğunu, sorunu “koronavirüsle
mücadele”, “salgını yenmek”, “salgını atlatmak” olmadığını,
sorunu böyle koymanın ve tanımlamanın hükümetin caniyane planına ortak olmak
anlamına geleceğini yazıyoruz.
Örneğin şöyle twitler atıyoruz:
“Bugün sosyalistlerin, demokratların, HDP'nin hükümetin
tedbirlerini eleştirirken emekçilerden, fakirlerden söz etmesi, gerçek sorunu
anlamadığını gösterir. Bugün sorun emekçilerin değil, çoğu hasta ve yaşlı
olanların YAŞAMA HAKKINI savunmaktır.”
“Yaşlı ve hasta nüfusun soykırımı matematik bir
kesinlikle ortada duruyorken, başka sorunlardan söz etmek ve bunları gündeme
almak kitle katliamına bilerek veya bilmeyerek onay vermektir.”
“Muhalefet hükümetle aynı paradigma içinde #Koronavirüs
salgınını ele alıp tartışmakta ve iktidarın cinayetine suç ortağı olmaktadır.
Sorun ekonomi değildir, yaşlı ve hasta nüfusun ölüme terk edilecek olmasıdır.
Yani bir Yaşlı ve hasta nüfusun soykırımıdır.”
Muhalefeti hükümeti esas eleştirmesi gereken noktadan
eleştirmediğini yazıyoruz. Ama muhalefette en küçük bir ayıkma bile
gerçekleşmedi.
19 Mart 2020 Perşembe
Muhalefet iktidarın cinayet kararına ortak oluyor
Gözlerimizin önünde Erdoğan ve hükümeti birçok, özellikle de
yaşlı ve hasta yurttaşın ölümüne karar vermiş bulunuyor.
Neden ve nasıl bunu kısaca açıklayalım.
Bu hastalık geometrik diziyle yayılmaktadır. Yani en azından
2, 4, 6, 8, 16, 32 şeklinde. Dünyadaki çeşitli örneklerin ortalamasına göre 2,5
günde ikiye katlanmaktadır. Bu yayılma nüfusun yüzde yetmişine bulaşıncaya
kadar böyle yayılmasını engellemek mümkün değildir.
Bu şu demektir, bir süre sonra binler ve milyonlarca insan
eş zamanlı olarak enfekte olacak demektir.
Bu durumda, enfekte olanların yüzde biri hastalığı ağır
geçirse ve tıbbi bakıma gerek olsa, örneğin on milyonluk bir şehirde bir milyon
insan eş zamanlı hasta olduğunda, on bin hasta bir günde hastanelere gelecek
demektir.
Yeryüzünde hiçbir ülkenin olanakları bunu karşılayacak
imkanlara sahip değildir.
Bu durumda binlerce, on binlerce özellikle de yaşlı ve hasta
insan acılar içinde boğularak ölmek üzere ölüme terk edilecek demektir.
Peki bu durumda ne yapmak gerekir?
Kader bu muş diye razı gelmek mi yoksa hastalığın yayılma
hızını yavaşlatıp, bakım gerektiren hastaları bakım kapasitesinin altında
tutmak için her şeyi yapmak mı?
18 Mart 2020 Çarşamba
Erdoğan'ın konuşması binlerce insanın ölüme terk edileceğinin sinikçe ilanıdır
Erdoğan’ın konuşması onun derdinin insanlar ve onların yaşaması
değil, milletin ve devletin yaşaması, kar ekonomisinin devamı olduğunun açık
ilanıdır.
Bizzat kendi sözleriyle bunu nasıl ifade ve itiraf ettiğini
görelim.
Erdoğan sorunun adını yanlış koyarak, yanlış tanımlayarak
halkı yanıltmakta ve yanlış bir hedef tanımı yapmaktadır.
Erdoğan sorunu "hastalığın kontrol altında tutulması"
ve "hastalığın salgın haline dönüşmesini engelleme" olarak tanımlamaktadır.
Dünkü yazımızda, sorunun tanımını, hastalığın yayılmasını yavaşlatma
olarak yapmamanın iktidarın oyununa gelmek olacağını muhalefete hatırlatıyorduk.
Tam da dediğimiz gibi oldu.
Muhalefet önce şu gerçeği halka açıklamalıydı: bu
"hastalığın kontrol altında tutulması" mümkün değildir, "salgın
haline dönüşmesi" engellenemez. Ortalama olarak nüfusun yüzde yetmişi
enfekte olana kadar hızla, geometrik diziyle, toplumu gibi değil, çarpma gibi
artarak hızla yayılır.
İnsan hayatına değer veren bir ülkede yapılması gereken ve
yapılması mümkün olan, bu yayılma hızını yavaşlatıp, yoğun bakım gerekecek
hastaları kapasitenin altında tutabilmektir.
Sorunu bunun haricinde, “hastalığı kontrol altına almak”,
“salgın haline dönüşmesini engellemek” olarak koymak, ölen ölür kalan
sağlar bizimdir demektir.
17 Mart 2020 Salı
Sorun YAYILMAYI ENGELLEMEK değil, YAYILMA HIZINI YAVAŞLATMAKTIR - Türk Devletinin Oyununa Gelmeyin
Lütfen #coronavirüs YAYILMASINDAN ve bunu engellemekten söz
edip Türk devletinin oyununa alet olmayın.
Devlet sanki sorun buymuş gibi koyup oyunun sonunda haklı
çıkmayı ve gücünü ve egemenliğini pekiştirmeyi hesaplamaktadır.
Hastalığın yayılması engellenemez. Herkese bulaşacak. Ve normal
koşullarda bu yayılma hızı 6 ay içinde nüfusun yüzde yetmişidir.
Peki bu engellenemeyecekse neden Avrupa ülkelerinde bunca
sert tedbirlerin alınıyor?
Sorun YAYILMA HIZINI YAVAŞLATMAK!
Niçin yavaşlatmaya çalışıyorlar?
Çünkü normal hızdaki bir yayılmada, eldeki yoğun bakım ve
suni solunum birimleri yetmez?
Çünkü hastalık zatürreye sebep oluyor ve hastalar solunum
yetmezliğinden vs. boğularak ölüyorlar.
Suni solunum cihazları ile en azından müdahale edilip kritik
dönemin aşılması sağlanabiliyor. Küçümsenmeyecek bir oran kurtarılabiliyor
Matematik olarak neden yetmeyeceği şöyle ifade edilebilir.
Hastalığın yayılışı aritmetik diziyle, örneğin 10,
20, 30, 40 diye değil, geometrik diziyle, yani 2, 4, 8, 16, 32, 64
şeklinde. Ya da toplama gibi değil, çarpma gibi.
Ya da meşhur satranç hikayesinde, satranç tahtasının her karesine
öncesinin iki katı pirinç koymak gibi. O zaman 64 kare sonunda bütün yeryüzündeki
pirinçler bile yetmez.
Yaklaşan Felaket ve İflasını Gizleyen Devlet
Bir çöküş geliyor ve bu çürümüş devlet hala gizlilik ve
sindirme peşinde.
Vergileri sayesinde var olduğu yurttaşların kanını emdiği, terörüyle
yıldırdığı, şehit diye kendi emperyal ve faşist emelleri için öldürdüğü yetmiyormuş
gibi şimdi, onları toplu ölümlere hazırlıyor.
Bu sözlerim bir abartma değildir. Aşağıya Almanya’daki bir
hesaba ilişkin haberden en kritik yerin resmini aktarıyorum. Varın Türkiye’yi
siz hesaplayın.
Almanya’da takriben 5000 yoğun bakım yatağı var.
Eğer hastalığın şimdiye kadarki büyüme hızı (%32) sürerse Mart
ayı sonuna varmadan, kapasite aşılmış olacak. Yani insanların bir bölümü ölüme
terk edilecek. (Haberde yok ama bir tanıdığım bazı mahfellerde böyle bir
durumda 80 yaşın üzerindekilere yoğun bakım yapılmama (yani kaderiyle baş başa
bırakma) olasılığının görüşüldüğünü söyledi. Bir süre sonra bu sınır 70’e de
iner çizgiye bakılırsa.)
Eğer şimdi alınan tedbirler hastalığın büyüme hızını %20’ye
düşürürse Nisan ayında kapasite
aşılacak.
Yüzde ona düştüğü takdirde Mayıs’ta aşılacak.
Tabii bu extrapolasyon Hastaların %2,5 oranının yoğum bakım
gerektireceği varsayımına dayanıyor. Bu oran Çin’de %5 idi. İtalya’da %8
Şimdi düşünün Türkiye’yi kaç yoğun bakım yatağı var?
13 Mart 2020 Cuma
Koronavirüs Pandemisi Üzerine Hatırlatmalar
28 Ocak'ta, Koronavirüs'
salgınının henüz ne Türkiye'nin ne de dünyanın gündemine gelmediği bir tarihte,
(ama elbet bir gün geleceği beklentisiyle) bu gibi sorunlara bir Marksist’in,
bir sosyalistin, bir demokratın nasıl bakması gerektiğine dair bir metodolojik
hazırlık ve uyarı yapmak babından 2006 yılında, yani 14 yıl önce, Kuş Gribi
vesilesiyle yazdığımız yazıyı bu sefer "Koronavirüs Salgını Vesilesiyle Globalleşme, Kapitalizm ve
Ulusal Devletler" başlığıyla yayınlamıştık. Yayınlarken de şu
kısa notu koymuştuk:
"Aşağıdaki
yazıyı, yıllar önce “Kuş Gribi” (Tavuk Vebası) salgını vesilesiyle
yazmıştık. Şimdi yine benzeri “Koronavirüs” salgını var.
2006 yılında yazılmış
olmasına rağmen yazı aktüalitesini koruyor. Sadece “Kuş Gribi” (Tavuk Vebası)”
başlığını değiştirdik ve onun yerine başlığa “Koronavirüs Salgını Vesilesiyle”
yazdık.
Bir de üslup ve ayrıntı
düzeyinde bazı düzeltmeler yaptık.
Yazı “Geleceği Geçmişten Geçmişi
Gelecekten Kurtarmak –Denemeler” başlığı ile yayınlanan kitabımızda
yer alıyordu.
28 Ocak 2020 Salı"
Öngörü bir süre sonra
gerçekleşti ve Koronavirüs salgını başladı, konu yavaş yavaş herkesin gündemine
geldi.
9 Mart 2020 Pazartesi
Biz Marksistlerin Nesnel Tarihsel İşlevi Ne Oldu?
“Nasıl ki, bir kimse
hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle
bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi
göz önünde tutularak, bir hükme varılamaz, tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi
hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri
arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir.”
Karl Marks, Ekonomi
Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz
Biz Marksistler yeryüzünden kapitalizmi, kapitalizmle
birlikte eşitsizlikleri, baskıyı, sömürüyü ve zulmü ortadan kaldırmak için
mücadele ettik (ve ediyoruz).
Son iki yüz yılda biz Marksistler kadar baskılara,
işkencelere, tutuklamalara, hapislere, cinayetlere, katliamlara, sürgünlere
uğramış ve en büyük fedakarlıkları yapmış, en diğerkam davranışları göstermiş
hiçbir siyasi, dini ya da fikri akım yoktur.
Bu muazzam harekete katılmış, en korkunç acılara katlanmış,
en büyük fedakarlıkları yapmış milyonlarca Marksist ve sosyalistin iyi
niyetinden ve içtenliğinden elbette şüphe edilemez.
Ama yazının başındaki epigrafta yine Marks’ın ifade ettiği
gibi, “nasıl bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanarak bir
hüküm verilemezse” biz Marksistler hakkında da kendimiz hakkındaki öznel
yargılarımız ne olursa olsun, bu yargılarımıza bakarak hüküm verilemez.
Bizlerin niyetleri ve kendi hakkımızdaki görüşlerimiz ile
nesnel tarihsel gidişteki somut işlevimiz aynı olmayabilir.
Bir Marksist olarak ilk görevlerimizden biri de kendimiz
hakkında kedi öznel yargılarımızdan öte nesnel işlevimizi görebilmek ve ortaya
koyabilmektir.
6 Mart 2020 Cuma
Moskova Bildirisi – Erdoğan Durumunu Pekiştirdi ve Yeniden Mevzilenmek İçin Zaman Kazandı
Türkiye’deki sol ve liberal muhalefet kendini kandırmakta
çok mahirdir. Moskova zirvesi sonrasında da genel hava Putin’in zafer kazandığı
Erdoğan’ın hezimete uğradığı şeklinde. Bunun kanıtı olarak da örneğin Büyük Katharina’nin
resminin önünde (Türkler Büyük Katharina ile Büyük Petro’nun ikinci eşi olan
Katharina’yı da karıştırıyorlar.) Türk heyetinin önüne ellerini kavuşturmuş
olarak beklemesi, Putin’in onları el işaretiyle çağırması gibi sembolik
olgulara vurgular yapılıyor.
Ama aslında durum hiç de öyle değil. Aslında önceki
mutabakatlara göre Türkiye konumunu güçlendirmiş ve kağıda geçirmiş bulunuyor.
Önceki mutabakatlara göre Türkiye’nin kontrolünde olan
bölgede her iki tarafın da “Terörist” olarak tanımladıklarının
silahsızlandırılmış olması, M4 ve M5 karayollarının açılmış olması gerekiyordu.
Türkiye ise aksine bu maddeleri kullanarak “Terörist” dediklerini
silahlandırdı, Askerlerini fiilen “Terörist” dedikleriyle bile aynı safa soktu.
M5’i Suriye büyük savaşlar ve kayıplarla alabildi. M4 ise hala “muhaliflerin”
kontrolündeydi.
4 Mart 2020 Çarşamba
İdlib, Mülteciler ve Kürt Özgürlük Hareketinin Sessizliği
Abdullah Öcalan, en azından iddia ve hedef olarak Ortadoğu
çapında bir demokratik cumhuriyet veya cumhuriyetler birliği gibi bir projeye
sahipti.
Önerisi somut biçimiyle ne ölçüde bir demokratik Cumhuriyet
ortaya çıkarabilir ya da önerdiği strateji buna ulaşmayı sağlar mı?
Bu ayrı bir konudur ama en azından Ortadoğu çapında bir
vizyon sahibi olmanın kendisi başlı başına önemlidir. Kendini geniş bir
coğrafyadan sorumlu görmek, onun derdiyle dertlenmek demektir bir Ortadoğu Demokratik
Cumhuriyeti’nden veya Cumhuriyetler Birliğinden söz etmek.
Hatta daha dün görüştüklerine, bugün Avukatlarının
yayınladığı açıklamaya göre, “Türkiye ve Ortadoğu'daki siyasi krize çözüm”den
söz etmiş.
Yani Öcalan, sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu’yu da göz
önüne aldığını ifade etmiş oluyor. Yani aynı zamanda sorunu Ortadoğu çapında
ele almak gerektiğini dolaylı olarak ifade etmiş oluyor.
2 Mart 2020 Pazartesi
Bölünmelerle Bölünmek
7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında HDP’ye karşı devlet
terörünün başlamasından beri demokrasi güçlerinin tekrar toparlanması için somut bir eylem önerimiz vardı. Kısaca
şöyle özetlenebilir: her şehrin, her semtin merkezi meydan veya yerlerinde,
hiçbir slogan atmadan, bağırmadan, pankart, bayrak, rozet taşımadan günün belli
saatlerinde kitlesel olarak sessizce bulunmak.
Bugün en geniş kesimleri birleştirebilecek ve onlara tekrar moral
ve güç kazandırarak, kendilerini ve siyasi sistemi değiştirmelerini sağlayabilecek
mümkün ve gerekli biçim bu olabilir dedik.
Bu öneriyi ve yakın versiyonlarını yıllardır çeşitli
vesilelerle tekrarladığımız için yavaş yavaş duyulmaya, tanınmaya, onay görmeye
başladı. Kim bilir belki bir gün hiç ummadık yerde ve biçimde gerçekleşebilir
ve bütün dengeleri alt üst edip bu çürümeyi tersine çevirebilir, köklü
demokratik dönüşümlerin yolunu açabilir.
1 Mart 2020 Pazar
Savaşı ancak bir sivil kitle hareketi engelleyebilir
Bugünkü görünüme göre, uçurumun kenarındaki dans beş gün
daha, Erdoğan-Putin görüşmesine kadar, uzayacak gibi görünüyor.
Ancak ne olursa olsun sonunda bir savaş kaçınılmaz gibi
Savaşı iki şey engelleyebilir. ABD ve Avrupa’nın Erdoğan’a
Suriye’den çık demesi veya Erdoğan’ın, Rusya’nın önerdiği, M4 ve M5’i Suriye’ye
bırakarak, İdlip’te Türk hududu yakınında beş on kilometre derinliğinde bir
yerde mültecileri bloke etmek türü bir uzlaşmayı kabul etmesi.
Erdoğan’ın bunu kabul etmesi olanaksız. Bunu kabul ettiğinde
geri adım atmış olur ve sonu gelir.
Suriye ordusu da geri çekilmez. Rusya bunu Suriye’den
isterse, kendi sonunu getirmiş olur.
Bu uzlaşmaz durumdan tek çıkış savaş olur. Ve savaş kısa
vadede Erdoğan’ın da ABD ve Avrupa’nın da çıkarınadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)