Günlerdir sorunun koronavirüs salgınını durdurmak
olmadığını, sorunun yayılışı yavaşlatmak olduğunu, sorunu “koronavirüsle
mücadele”, “salgını yenmek”, “salgını atlatmak” olmadığını,
sorunu böyle koymanın ve tanımlamanın hükümetin caniyane planına ortak olmak
anlamına geleceğini yazıyoruz.
Örneğin şöyle twitler atıyoruz:
“Bugün sosyalistlerin, demokratların, HDP'nin hükümetin
tedbirlerini eleştirirken emekçilerden, fakirlerden söz etmesi, gerçek sorunu
anlamadığını gösterir. Bugün sorun emekçilerin değil, çoğu hasta ve yaşlı
olanların YAŞAMA HAKKINI savunmaktır.”
“Yaşlı ve hasta nüfusun soykırımı matematik bir
kesinlikle ortada duruyorken, başka sorunlardan söz etmek ve bunları gündeme
almak kitle katliamına bilerek veya bilmeyerek onay vermektir.”
“Muhalefet hükümetle aynı paradigma içinde #Koronavirüs
salgınını ele alıp tartışmakta ve iktidarın cinayetine suç ortağı olmaktadır.
Sorun ekonomi değildir, yaşlı ve hasta nüfusun ölüme terk edilecek olmasıdır.
Yani bir Yaşlı ve hasta nüfusun soykırımıdır.”
Muhalefeti hükümeti esas eleştirmesi gereken noktadan
eleştirmediğini yazıyoruz. Ama muhalefette en küçük bir ayıkma bile
gerçekleşmedi.
Çünkü muhalefet Sosyalistinden Kemalistine, Müslümanından,
Ateistine veya Alevisine, Kürdünden Türküne kadar tümüyle eski paradigmaların
çerçevesinde düşünüyor ve eski ezberlerini tekrarlıyor.
Sorun niçin yavaşlatmaktır ve sorunu
yavaşlatmak olarak tanımlamamanın nasıl yaşlı ve hasta soykırımıyla
sonuçlanacağını ve buna onay vermek olduğunu bir kez daha açıklayalım.
a)
Hastalığa yakalananların çoğu bunu hafif
geçirmekle birlikte, enfekte olanların %2 ila 5’ini yoğun bakım ve suni solunum
cihazına iki veya üç hafta bağlamak gerekmektedir. Hastalığın henüz bir ilacı
ve aşısı şoktur. Hastalığı ağır geçirenler şimdilik neredeyse sadece yoğun
bakımda ve genellikle ancak suni solunum cihazına bağlanarak
kurtarılabilmektedir. Suni solunum cihazı, oksijen maskesiyle
karıştırılmamalıdır, yoğun bakım istasyonlarında bulunan, komplike, kullanımı
özel eğitim ve uzmanlık gerektiren bir cihazdır. Kullanımında en küçük bir hata
hastanın ölümüne yol açabilir.
b)
Bu salgın, her yaştakilerde de ağır sonuçlara
yol açabilmekle birlikte ağırlıkla 60 yaş üzerindekilerde, özellikle de şeker,
tansiyon, kalp, solunum yetmezliği gibi diğer bir hastalığı olanlarda ve sigara
içenlerde en ağır sonuçlara yol açmakta ve çok yüksek oranda ölüme neden
olmaktadır. Özetle, bu yoğun bakım gerektiren %2 -5 arasındakileri oluşturanların
ezici çoğunluğu yaşlı ve hastalardan oluşmaktadır ve oluşacaktır.
c)
Hastalık katlanarak (geometrik diziyle) yayılmaktadır.
Şimdiye kadarki verilere göre ortalama her 2,5 günde ikiye katlanmaktadır. Bu katlanarak
büyüme ilk başlarda etkisini göstermez ancak kısa bir süre sonra, (yuvarlak
hesap bir aydan sonra) giderek artın bir dikleşmeyle sürer, yani hızla on milyonları
bulur.
d)
Nüfusun takriben % 50 - 70’i yakalanana kadar bu
yükseliş sürer ve ondan sonra düşme eğilimine girer.
e)
Bu durumda kısa bir süre sonra enfekte olanların
sayısı milyonları bulacaktır ve yine bunlar içinde de yoğun bakım
gerektirecekler yüz binlerle sayılacaktır.
f)
Dünyanın hiçbir ülkesinde bu sayıda hastayı
yoğun bakıma alabilecek sayıda yatak, alet ve eleman bulunmamaktadır.
g)
Bu durumda doktorlar ve hükümetler yoğun bakım
kapasitesini çok aşmış on binlerce çoğu yaşlı ve hasta içinden çok küçük bir
kesimi seçme ve kimi yoğun bakıma alacaklarına karar vereceklerdir.
h)
Kapasitenin kat be kat üstünde olacak yaşlı ve
hastalar ise fiilen ölüme terk edileceklerdir. Bu fiilen yaşlı ve hasta
olanların bir tür soykırımı anlamına gelecektir.
i)
İşte az çok demokratik ülkelerdeki hükümetler bu
duruma düşmemek için, yoğun bakım kapasitesinin aşılmaması için, her ne
pahasına olursa olsun yayılmayı yavaşlatmayı önlerine görev olarak
koyuyorlar ve tüm diğer ekonomik, politik, kültürel hatta hukuki ve en temel
insan haklarını bile sınırlamaya giden tedbirleri almak zorunda kalıyorlar. Htta
iktidarlar bugüne kadar yaptıklarının ve savunduklarının tersini yapmak,
örneğin özel hastaneleri kamulaştırmak zorunda kalıyorlar.
j)
Örneğin Fransa sokağa çıkma yasağı ilan etti,
burada tek amaç yayılmada yavaşlama sağlayarak yoğun bakımda yaşam ve ölüm
üzerine karar verme durumunda kalmamak ve birine yaşama hakkı tanırken
diğerinin yaşama hakkını almamaktı.
k)
Örneğin Almanya’da 30.000 yoğun bakım yatağı
var. Haydi 30.000 suni solunum cihazı var diyelim. Alman hükümeti acilen 10.000
daha sipariş etti. Toplam 40.000 (Türkiye’de 25.00 imiş). Almanya erkenden
tedbirleri almaya başlamasına, bunları uygulayan disiplinli bir toplum olmasına
rağmen hastalığın yayılmasını gereken ölçüde düşüremedi. Hastalık ancak 1,2
kişiye yayılma oranının altına düşürüldüğü takdirde, (yani her bulaşan en fazla
1,2 kişiden fazlasına bulaştırmadığı takdirde) eldeki kapasite yetebilecektir.
Bu nedenle şimdi tüm ülkede sokağa çıkma yasağı ve çok daha sert tedbirler
alınması düşünülmektedir.
l)
Türkiye’ye bakalım. Türkiye’de 25.000 yoğun
bakım yatağı olduğu söylenmekte, bunun Avrupa’da çok yüksek bir rakam olduğuyla
bakan övünmekte. Ancak bu rakam gelen tsunami ya da çığ karşısında hiçbir şeydir.
Yüz binlerce yaşlı ve hasta insan koronavirüse yakalandığında neredeyse tamamı
bir yoğun bakım ünitesi ve suni solunum cihazı olmadığı için, acılar içinde, nefes
alamayarak ve boğularak ölecektir.
m)
Ne Erdoğan, ne sağlık bakanı, yoğun bakım
sayısını arttırmak için ne yaptıklarına, kaç alet ve yatak sipariş ettiklerine,
kaç elemanı acil olarak eğittiklerine dair hiçbir şey söylemedi. Çünkü onlar hastalığı
yavaşlatma ve yaşlı ve hastaların fiili bir soykırıma uğramasını engelleme gibi
bir amaca sahip olmadılar. Bunun için ne yaptıklarına dair bir kelime bile
etmemeleri anlamlıdır. Çıkıp yurttaşlara “elimizdeki yatak şu kadar ortalama
bir kişi için şu kadar gün yoğun bakım gerekiyor. Hastalığın yayılma hızı şudur.
Bu durumda, şu kadar zaman sonra, on veya yüz binlerce çoğu yaşlı ve hasta insanı
acılar içinde boğularak ölmeye terk etmek zorunda kalmamak için sokağa
çıkmayın, temasları sınırlayın ki hızı yavaşlatalım” bile demediler. Yayılma
hızını yavaşlatma gibi bir kavram bile kullanmadılar. Bunun için en sokağa çıkma yasağı gibi en sert tedbirlere
başvurmak gerektiğini bile söylemediler.
n)
İktidar ve devlet, fiilen yaşlı ve hasta nüfusun
büyük bir bölümünün bir soykırıma uğrayacağını bile bile, hiçbir şey yapmamış
ve bunu engellemeyi baş hedef olarak önüne koymamış ve bunu engellemek için yayılmanın
yavaşlamasının ve eldeki yoğun bakım kapasitesinin arttırılmasının biricik şart
olduğuna dair hiçbir şey söylememiştir.
Özetle ve sonuç olarak Hükümet yaşlı nüfusun, koronavirüs salgını
aracılığıyla soykırımına karar vermiştir.
Kendi açısından bu kararıyla tutarlı olarak davranmakta,
sayıları az göstermekte, salgın geçtikten sonra gelecek güzel günlerden ve
ekonomik başarılardan söz etmektedir. “Bazı şeyler söylenmez yapılır”
derler. Adını koymadan yaşlı ve hastaların fiili bir soykırımına karar verilmiş
bulunuyor. “Türk milletinin bu zorluğu da aşacağından” söz etmek bunun
bir itirafından başka bir şey değildir.
Hükümetin ve devletin böyle yapması bizi şaşırtmamıştır ama
muhalefetin durumu daha da kötüdür.
Muhalefetten hiç kimse şu ana kadar çıkıp, izlenen
politikanın fiilen yaşlı ve hasta nüfusun bir salgın aracılığıyla soykırıma
uğratılması olduğuna dair bir tek söz etmemiştir.
Burjuvaziyi ve devlet sınıflarının görüşlerini yansıtanlar koronavirüs salgınıyla ilgili olarak alınan tedbirlerin ekonomiyi canlandırmaktan uzak olduğu, sosyalistler, solcular da işçileri ve yoksulları hiç düşünmediği, zenginlere teşvik verdiği gibi açılardan eleştirmişlerdir. Yani en can alıcı ve önemli konuda susmuşlardır ve susmaktadırlar.
Burjuvaziyi ve devlet sınıflarının görüşlerini yansıtanlar koronavirüs salgınıyla ilgili olarak alınan tedbirlerin ekonomiyi canlandırmaktan uzak olduğu, sosyalistler, solcular da işçileri ve yoksulları hiç düşünmediği, zenginlere teşvik verdiği gibi açılardan eleştirmişlerdir. Yani en can alıcı ve önemli konuda susmuşlardır ve susmaktadırlar.
Böyle olacağı koronaviras salgınını adlandırmalarından belliydi.
Çünkü onlar da hükümetin ağzıyla konuşup, “koronavirüs salgınına karşı mücadeleden”,
bu “zor günleri dayanışmayla aşmaktan” falan söz ediyorlardı.
Sorunun yayılmayı yavaşlatma olduğu, yavaşlatmanın somut
olarak nasıl sağlanabileceği, cihaz, eleman ve yatak sayısının acilen artması
için neler yapılabileceği ve hükümetin bu konulara hiç girmemesi gibi konulara
girmediler bile.
Bir örnek verelim. Hem de en komünistinden Erkan Baş, ne demiş
meclis konuşmasında? “Patrona kredi, teşvik, destek, emekçiye sabır, dua,
kolonya” demiş.
Göz göre göre yaklaşan yaşlı ve hasta soykırımından söz eden
bir tek kelime yok.
Esas ve acil sorunun yayılmayı yavaşlatma olduğundan, bu
olmazsa on binler hatta yüz binlerce yaşlı ve hastanın göz göre göre fiilen
soykırıma uğrayacağından bir tek söz yok.
Kendisi bizzat soykırım geçirmiş bir halkın kılıç artığı
olan HDP’li Garo Paylan, Erdoğan’ın açıkladığı tedbirleri “Patrona kredi,
teşvik, destek, emekçiye sabır, dua, kolonya” diye eleştiriyor.
Nerede yayılmanın yavaşlamasının neden bir hedef olarak
seçilmediğine, eğer seçildiyse neden gerekenlerin yapılmadığına, bunun yaşlı
nüfusun soykırımı anlamına geldiğine dair bir tek söz yok.
CHP’ye girmeyelim bile. Çünkü Kılıçdaroğlu konuşmasında Erdoğan’la
aynı temden çaldı: “Bu sorunu aşacağız, merak etmeyin yanınızdayız”
mesajı verdi.
Yani sorunun tanımlanışı bile sorunlu ve esas sorunu
gizliyor: “sorunu aşmak”. Yayılmayı yavaşlatıp binlerce hasta ve yaşlının
boğularak ölmesini engellemeyi sorun etme yok. Bunun için somut olarak öneriler
ve eleştiriler yok.
*
Tekrar ediyoruz,
Sorun “salgını aşmak” değildir. Sorunu böyle adlandırmak
bile bir yaşlı ve hastalar katliamını gizlemeye hizmet eder.
Çünkü zaten ezici çoğunluğu gençler olmak üzere nüfusun
yüzde 95 veya 98’i, bu hastalığı ya hafif geçirecek ya da enfekte olduğunun farkına
bile varmayacaktır. Va kendiliğinden “sorun aşılacaktır”.
Ama sorun tabiri caiz ise “aşmamak”, “aşmayı” geciktirmek,
yayılmayı zamana yaymaktır.
Koronavirüs henüz Türk Devletini ve İktidarı bitiremedi ama şimdiden
bütün muhalefeti bitirdi.
Komünistinden liberaline, demokratından ulusalcısına tüm
muhalefeti iktidarla aynı yere attı.
Bu şark despotluğundan, bu devletten, bu diktatörlükten
kurtulmak için belki de önce bu muhalefetten kurtulmak gerekiyordu.
Bu devlet, bu iktidar sadece kendisi çürümüş değil, tüm
muhalefeti de çürütmüş.
Çürümüşlerin atılacağı yer çöp tenekesidir. Tarihin çöp
tenekesi.
Demir Küçükaydın
21 Mart 2020 Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder