10 Ekim 2015 Cumartesi

Ankara Katliamından Sonra Tekrar Hatırlatmalar – Erdoğan Herşeyi Yapacaktır

Aylardır defalarca yazdık ve yazıyoruz. Erdoğan için geri dönüş yoktur, en kanlı güçlerle ittifak içindedir ve her şeyi yapacaktır. Seçimler olacakmışçasına seçimlere odaklı politika yanlıştır. Hemen şu an Erdoğan’a karşı kitle direnişleri örgütlenmelidir.
Maalesef bunlar uzayın sağır boşluklarında kaybolup gidiyor.
Aşağıda son iki ayda yazılanlardan birkaç örnek:
*
“Erdoğan’ın darbesini, imparatorluk tacıyla (sultan kavuğuyla) donatmasının önündeki en büyük engel HDP olmaya devam ediyor. Erdoğan, sultasını kurabilmek için ne yapıp edip HDP’nin seçimlere katılmasını engellemek veya bunu engelleyemiyorsa, seçmeni HDP’ye oy veremez durumda bırakmak zorundadır.
Bu durumda Erdoğan’ın darbesine ve dikta rejimine karşı savaşın esas alanı HDP olacaktır.”
20-08-2015 – HDP’yi Savunmak

Che’nin Che Olmadan Önceki Yolculukları (“Motorsiklet Günlüğü”nün Düşündürdükleri)

... rastlamayacaksın yabanıl Poseidon'a
taşımıyorsan onu eğer kendi ruhunda
ruhun dikmiyorsa eğer onu karşına.
... Hep aklında olsun İtaki.
Oraya varmaktır hedefin senin.
... yaşlı biri olarak yanaş adaya,
yolda kazandıklarınla zengin biri olarak
zenginlikler bekleme İtaki'den.
Bu güzel yolculuğu İtaki verdi sana.
Yola çıkmazdın o olmasaydı eğer.
... Yoksul görünüyorsa da sana, aldatmadı seni İtaki.
Böylesine bilgeleşmişken, bunca kazanımla,
anlamış olmalısın artık, ne demektir İtakiler.
(Kavafis - H. Milas, Ö. İnce)

İlk bakışta her yolculuğa bir hedefe varmak için çıkılır; yol ve yolculuk o hedefe varmak için bir araçtır. Ama derinden ve sonuçlara bakılınca, hedefin kendisi yola çıkmak için bir araçtır. Yolun kendisinde yolcu ve amaçlar da değişir. Yol bu oluş, bu gidiş, bu değişimin metaforu olarak görüldüğünde, yolun ve yolculuğun kendisidir gerçek amaç.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Bilim, Sanat, Politika ve Milliyetçilik

Bu yılki Nobel kimya ödülünü, İsveç’ten Thomas Lindhal, Amerika’dan Paul Modrich ve yine Amerika’dan (Mardin doğumlu ve çifte vatandaş) Aziz Sancar kazanmışlar.
Türkiye’de muhalif ve demokrat olduğu düşünülenlerin bile nasıl gerici birer miliyetçi olduğu, Sancar’ın Türk mü, Kürt mü, Arap mı olduğu tartışmalarına yansımış.
Milliyetçiler insanların tıpkı gölgeleri gibi olmaszsa olmaz milliyetleri olacağını varsayarlar ve gerici milliyetçiler de bu milliyetin dille ya da soyla veya ırkla, dinle belirlendiğini varsayarlar.
Ama bu gerici milliyetçilik sadece Türkiye’de yok. Bütün dünyada bu milliyetçiler aynıdır. Sadece kiminde daha rafine ve ince, kiminde daha kabadır.
Aşağıda Almanya’da bu işin daha rafine ve ince biçimde yapıldığına dair eski bir yazımız yer alıyor.
Bu vesileyle Albert Einstein’i de anmadan geçmeyelim. Yüz yıl önce, 1915’te, bu yazıda söz konusu da olan Albert Einstein Genel Relativite Teorisi’ni son şekliyle formüle etmişti. 25 Kasım 1915’te yayınlanan bu teori, üç buçuk sayfa kadardı.

Erdoğan Nasıl Gitmez, Nasıl Gider, Nasıl Gitmeli?

Halkın dediği gibi, “bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış, elbet Erdoğan’a da kalmaz”. Elbet bir gün gidecektir.
Bir Çin atasözü, “bir nehrin kenarında uzun zaman durursanız, bütün düşmanlarınızın cenazelerinin önünüzden birer birer geçtiğini görürsünüz” der. Elbet bir gün Erdoğan’ın cenazesi de yeterince uzun yaşayanların önünden geçecektir.
Son zamanlarda neredeyse bütün yazarların ve Facebook yorumcularının, korkularını bastırmak için, karanlıkta ıslık çalarca tekrarladıkları gibi sonunda “demokrasi kazanacaktır.”
Elbet Erdoğan gidecektir ve bu günler de geçecektir.
Ama yine halkın dediği gibi “elbet geçer ama deler de geçer”.

26 Eylül 2015 Cumartesi

Milliyetçiliğin Milliyetçi ve Sosyolojik Tanımları

Sınıf mücadelesinde en büyük ve başarılı hile, kendi normatif tanımınızın sanki sosyolojik bir tanımmış gibi kabul edilmesidir. Bu durumda size karşı çıkanlar bile sizin tanımınızı kabul ederek size karşı çıktıklarından aslında size hizmet ederler.
Ne demek istiyoruz?
Bunu biraz açalım çünkü bunu anlamadan hiçbir şeyi anlamak mümkün değildir.
Örneğin, bugün her yerde din bir “inanç” olarak tanımlanır. Herkes bunu kabullenmiştir. Kimse artık bu kabul ve tanımın yanlışlığından şüphe etmeyi aklına bile getirmez. Kimse “İnanç nedir? Bu kullanımda inanç nasıl tanımlanmaktadır. Sosyolojik olarak inanç diye bir kategori var mıdır?” gibi sorular sormaz.
İşte klasik kavramlarla ifade edilirse “ideolojik egemenlik” ya da sosyolojik kavramlarla bir dinin yerleşmesi tamı tamına budur.