Halkın dediği gibi, “bu dünya
Sultan Süleyman’a kalmamış, elbet Erdoğan’a da kalmaz”. Elbet bir
gün gidecektir.
Bir Çin atasözü, “bir nehrin kenarında uzun
zaman durursanız, bütün düşmanlarınızın cenazelerinin önünüzden birer birer
geçtiğini görürsünüz” der. Elbet bir gün Erdoğan’ın cenazesi de
yeterince uzun yaşayanların önünden geçecektir.
Son zamanlarda neredeyse bütün yazarların ve Facebook
yorumcularının, korkularını bastırmak için, karanlıkta ıslık çalarca
tekrarladıkları gibi sonunda “demokrasi kazanacaktır.”
Elbet Erdoğan gidecektir ve bu günler de geçecektir.
Ama yine halkın dediği gibi “elbet geçer
ama deler de geçer”.
*
O halde, karanlıkta ıslık çalmayı; tarihsel haklılıklardan
söz etmeyi bırakıp, sorunu politik bir sorun olarak ele alıp tartışmak, yol
yordam belirlemek gerekir.
Ve bunu halkın (dolayısıyla da düşmanın) gözü önünde
apaçık yapmak gerekir.
Öyle yapalım. Erdoğan’ın nasıl gideceğini, gitmeyeceğini ve gitmesi gerektiğini onun gözü önünde, apaçık tartışalım.
Öyle yapalım. Erdoğan’ın nasıl gideceğini, gitmeyeceğini ve gitmesi gerektiğini onun gözü önünde, apaçık tartışalım.
*
Erdoğan’ın seçimle gideceğini hala düşünenler
yanılıyorlar.
Şunu anlamıyorlar: Erdoğan’ın geri dönüşü yoktur. Ya
başkanlık denen despotluğunu oturtmak ve sürdürmek, her türlü yasal denetim ve
bağlayıcılıktan azade olmak durumundadır ya da mahkemeye çıkacaktır.
Bu durumda Erdoğan için tek yol kalır: egemenliğini ve
fiili darbe rejimini sürdürmek ve tahkim etmek için her şeyi yapmak.
(Bunun için kendi amacına hizmet edeceğini gördüğü
takdirde seçim de yapabilir ama pek ala seçim yapmayıp bugünkü rejimi fiilen de
sürdürebilir. Elinde Anayasa’nın ona sunduğu çok geniş olanaklar var. Olağanüstü
hal var; sıkıyönetim var. Bunlara dayanarak seçimleri erteleme var. MHP zaten
Sıkıyönetim’e destek vereceğini söyleyip açık çek vermiş durumda. Ama varsayalım
ki seçimler olacak ve bugünkü gibi bir seçim sonucu ortaya çıkacak.)
Erdoğan’ın bulunduğu güç ve mevkii terk etmesi,
kendisinin sonu anlamına geleceğinden, mümkün değil iken, hala seçimlere odaklı
politika yapmak; sanki seçimlerde Erdoğan ikinci bir yenilgi alsa, orayı terk
etmek zorunda kalacağı yanılsamasını yaymak iki bakımdan yanlış olmaktadır.
1) Sahte
hayaller yaymaktadır. Yeni hayal kırıklıklarının; dolayısıyla yeni
yılgınlıkların tohumlarını atmaktadır. Seçimlerden sonra Erdoğan bugün yaptıklarını
yapmaya devam edecektir.
2) Ama
daha önemlisi, seçimlere kadar olan dönemde, Erdoğan’a karşı olan geniş
kitlelerin, yani nüfusun yüzde 60 veya 70’inin, pasif bir biçimde beklemesine
yol açarak, çok değerli bir zamanın yitirilmesine; bu zamanı kullanarak Erdoğan’ın
adım adım lümpenler ve Ergenekon denen özel savaş aygıtı aracılığıyla bir terör
rejiminin temellerini atmasına; çoğunlukta yılgınlık yaratmasına imkân
tanımaktadır.
Bu nedenle diyoruz ki, Erdoğan’ın en büyük silahı,
muhalefetin kararsızlığı ve basiretsizliğidir.
Çünkü Erdoğan aslında çok kırılgan bir zeminde hareket
etmesine rağmen kararlıdır. Partisinde geniş bir muhalif kesim vardır ama onlar
korkak ve kararsızdır. Mecliste çoğunluk muhalefettedir. Ama onlar durumun
ciddiyetini anlamaktan uzaktır ve kararsızdır.
Bu kararsızlığın ve basiretsizliğin sonuçlarını görmemek
için kör olmak gerekir.
Örneğin Erdoğan bugün 8 Haziran’dan daha güçlü
durumdadır. 8 Haziran sonrasında günlerce ortalığa çıkamamıştı. Ama bugün hareket
alanı daha geniştir. Kitleleri yıldırdı ve umutsuzluğa sevk etmeyi başardı. Cenazesi
sürüklenen gencin videoları, Ahmet Hakan’ı dövenlerin ifadeleri psikolojik
yıldırma savaşının birer aracıdırlar aynı zamanda. Ve işlevlerini gayet iyi
görmektedirler. Yarattıkları tepki ve infialden daha fazla yılgınlık
yaratmaktadırlar. İnfial ve tepki örgütsüzdür sonuç vermez; yılgınlık ise
örgütsüzlüğü besler sonuç verir.
*
Doğru bir politikanın ne olduğu ancak hayallerin
aynasında anlaşılabilir. Doğru politikalar uygulansaydı şimdi nerede olunurdu
açısından bakmak gerekir olaylara. Var olan kazançlara göre değil; mümkün ve
olası kazançlara göre ölçülür ve ölçülmelidir başarı.
Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler sonunda Hitler’i
yenmiştir. Ama 20 milyon kayıpla ve dört yıl süren bir savaşla. Ama bırakalım
Hitler’in iktidara gelmesine yol açan saçma ve yanlış politikaları bir yana,
Stalin sadece 1940 sonrasında askeri bakımdan olsun birazcık doğru politikalar
izleseydi bile bu kayıpları büyük ölçüde azaltmak ve zafere daha erken ulaşmak mümkündü.
Sovyet generallerinin savaş dönemine ilişkin anıları bunların kanıtlarıyla
doludur.
O halde haklı olmak, hatta başarılar elde etmek bile
doğru bir politika izlendiği anlamına gelmez. Mümkün olana göre nerede
bulunulmaktadır ona bakmak gerekir.
Örneğin seçimden sonraki süreçte PKK da, HDP de, CHP
de yanlış politikalar izlediler. Buna rağmen şu veya bu ölçüde kazanımları
olabilir. CHP oyunu iki puan arttırmayı başarı görebilir. HDP muhtemelen
Kürtler içinde oyunu daha da arttıracaktır. PKK belki HPG hiç devreye girmeden şehirlerde
askeri bakımdan şu gibi başarılar elde ettik diye kendini avutacaktır. Bütün
bunlar gerçek de olabilir ama bu onların doğru politikalar izledikleri anlamına
gelmez. Mümkün olana göre nerededirler, ona bakmak gerekir.
*
Mümkün olan bir durumu hayal edelim.
Örneğin Erdoğan fiili darbe yaptığını söylediği andan
itibaren, HDP’nin Erdoğan’ı gayrı meşru ve darbeci olarak tanımladığını; onu
tanımadığını; halka bu darbe rejimine karşı direniş çağrısı yaptığını; diğer
muhalefet partilerini de Erdoğan’a karşı en geniş cepheyi kurmaya; meclisin
darbeye karşı yönetimi ele alması gerektiğini savunduğunu düşünelim.
Bu durumda, Erdoğan’ın hareket alanı muazzam ölçüde
daralırdı. Gücünüz az olabilir ama duruşunuz başkalarını da sizin duruşunuza
göre tavır almaya zorlar. O zaman başta CHP diğer muhalefet partileri daha
kararlı ve kesin tavırlar almak zorunda kalırdı. MHP aslında CHP seçmeninden
pek farklı olmayan batı illerindeki tabanını yitirmemek için, Erdoğan karşıtı
bir noktaya gelmek zorunda kalırdı.
Olaylar bu tavrın doğruluğunu kanıtlayacağı için hem
politik öngörüsü ve kararlığıyla siyasi gücünü ve etkisini arttırır; hem de CHP’yi,
MHP’yi ve hatta AK Parti içindeki Erdoğan muhaliflerini daha kesin tavırlar
almaya zorlayarak; Erdoğan’ın hareket alanını daraltırdı. Bu da Bugünkünden çok
farklı bir politik güçler dengesi içinde bulunulmasına yol açardı. O zaman bu
günkü gibi, aslında Meclisin denetimi dışında Erdoğan’a bağlı bir rejim fiilen
oturtulmuş olamazdı. Bu durumda Erdoğan savaşı tekrar başlatmaktan korkabilirdi.
Ama HDP birbiri peşi sıra hatalar yaptı. En kötüsü,
herkesin boykot ettiği bakanlar kuruluna iki bakan vererek; hala normal bir
seçim hükümetiymiş gibi ona meşruiyet sağladı ve sonra da saçma bir şekilde o
bakanlarını istifa ettirdi.
Bakanlar hiç olmazsa bir skandala yol açıp öyle istifa
etseydiler. Örneğin bakanların yurt dışına çıkışına engel koyulmuştu. Bakanlar
dışarı çıkmaya kalkabilirlerdi. Çıkarılmadıkları takdirde orada açlık grevine
girebilirlerdi. Bütün dünyaya bu Erdoğan rejimini rezil edebilirlerdi. Sonunda öyle
istifa edebilirlerdi. Bunların hiçbirini yapmadılar. Aslında “biz bu boku niye
yedik” hikâyesini politikanın zirvelerinde tekrarladılar. Bir yanlış diğer bir
yanlışla düzeltilmeye çalışıldı.
(İşin ilginci bu konuda demokrat ve liberal
kamuoyundan en küçük bir eleştiri de gelmedi. Belli ki herkes, Erdoğan’ı
güçlendirmekten korktuğu için hataları kedi pisliğini örterce örtmeye
çalışıyor. Gerçek demokratlar en geniş kitlelerin önünde kendi hatalarını
sergilemekten ve onlarla mücadele etmekten korkmazlar. Düşmanla mücadele
ederler, düşmanı eleştirmezler; onun silahlarını eleştiririler tabiri caiz ise;
ama eleştiri silahını ise, kendilerine ve dostlarına karşı kullanırlar. Ne yazık
ki, bu politik kültür de unutulmuş bulunuyor tüm demokratik ve sosyalist gelenekler
gibi.)
Şimdi, eğer olursa, seçimde HDP oyunu elbette
arttırabilir; hatta belki daha çok vekil de çıkarabilir; ama bu onun doğru bir
politika izlediği ve başarılı olduğu anlamına gelmez. Mümkün olana göre başarısız
kabul edilmelidir.
*
İşte Erdoğan özellikle HDP ve CHP’deki bu kararsızlıklardan
ve yanlışlardan güç alıyor. Karşı tarafı tereddütte bırakmanın yollarını iyi
biliyor. Ve kendi amacına hizmet ettiği sürece her şeyi yapmaya hazırdır. Dün “Barış
süreci” başlatır; bugün Ergenekon’un Mafya şefiyle ittifak kurar; resimlerini
yan yana astırır. Bunların hepsi taktik hamlelerdir. Temel bir stratejinin
araçlarıdır.
Bu nedenle buradan özellikle CHP ve HDP’ye bir yurttaş
olarak tekrar çağrı yapıyoruz.
Bugüne kadar izlediğiniz seçim odaklı çizgiyi terk
ediniz. Elbet seçimlere hazırlanınız ama mücadeleyi seçimlerden ibaret
görmeyiniz ve seçimlere kadar ertelemeyeniz. Hemen şimdi Erdoğan’a karşı
direnişin başına geçiniz. Seçimler demokrasinin yollarından sadece biridir. Halkı,
seçimleri beklemeden, hatta seçimlerin olabilmesi için Erdoğan’a karşı yasal
yollarla mücadeleye çağırınız. Aksi takdirde çok geç olacaktır.
*
Tekrar tekrar söylemekten bıkmayalım. Bu partilerin
önce şu tespiti yaması gerekiyor. Erdoğan bulunduğu mevkii ve fiili rejimi
seçimlerin sonucuna göre terk etmez, etmeyecektir. Çünkü bu onun sonu olur.
Yani Seçimler Erdoğan’dan kurtulmak için bir araç değildir. Erdoğan elindeki
yetki ve güçlere dayanarak tıpkı 7 Haziran’dan sonra olduğu gibi, seçimlerde
kaybetse bile olmamışa çevirecektir sonuçları.
Peki, o halde nasıl kurtulmak mümkündür Erdoğan’dan?
Bunun uluslar arası güç dengelerine bakarak, Erdoğan’ın
tecrit edilmişliği ve Suriye ve Ortadoğu politikaların iflasıyla ve bunların
yansımasıyla olacağını bekleyenler çok. Örneğin Çandar, hep Erdoğan’ın dış
dünyada ne kadar tecrit olduğuna ilişkin bir sürü yazı yazıyor; en etkili yazarlar
ve yayınlardan aktarımlar yapıyor.
Birçokları, Amerika Erdoğan’ı defterden sildi mi diye
soruyor.
Bir kısmı, Rusya’nın Suriye’ye el atmasını, fiili sonuçlarıyla
Türkiye’yi Erdoğan’dan kurtaracak bir imkân olarak görüyor.
Bunların hepsi ne yapacağını bilmemenin; demokratik
bir kitle hareketinden korkunun; Erdoğan’a karşı kararsızlığın ifadeleridir.
Devletler bugünkü dünyada sürekli rekabet halindedir.
Bugünkü koşullar bir anda değişebilir ve bugün çok zayıf durumdaki Erdoğan birden
bir değer kazanabilir. İflas etmiş Erdoğan politikaları birden yeni alıcılar
bulabilir. Türkiye’nin “stratejik mevkii”, Arapların petrolü gibi onun boynundaki
en ağır prangadır.
Bugün Erdoğan’a kızan devletler, yarın çıkarları gereği
onunla iş birliği yapabilirler.
İşte şimdi taze bir örnek görüyoruz. Almanya, genç işgücüne
ihtiyacı olan 1 milyon kişiyi aldıktan sonra kapıları kapatmaya hazırlanıyor. Bunun
için de bir plan yapıyorlar. Zor durumda olduğunu bildikleri Erdoğan’a sana 1
milyar Euro verelim, sen gelecek iki milyon mülteciyi buraya yollama orada tut
diyorlar. Bunu gören Erdoğan’da hemen Avrupa’ya gülücükler dağıtıyor; Avrupa birliği
hedefinden söz ediyor ve fiyatını yükseltiyor; Suriye’de istediğim bölgeyi kurmamı
destekleyin diyor.
Yarın öbür gün şu da olabilir. Avrupa’nın Erdoğan ile
böyle pis bir uzlaşmaya girmesini eleştiren ABD, yarın Rusya’ya karşı Erdoğan’a
daha anlayışla davranabilir. Böylece dış politikada bittiği düşünülen Erdoğan
bir reenkarnasyon (basübadelmevt, ölümden sonraki diriliş) yaşayabilir.
Yani uluslar arası güçler umut bağlanacak, dayanılacak
bir araç değildir Erdoğan’a karşı mücadelede.
*
Peki, seçimlerle gitmez; dünya dengeleri olmaz?
Erdoğan nasıl gider?
Burada geliyoruz esas büyük tehlikeye.
Böyle giderse, bir süre sonra iyice umutsuzlaşan yüzde
altmış veya yetmiş, Askeri Bürokratik Oligarşi’den kendisini Erdoğan’dan kurtarmasını
isteyecektir. (Hatta onların bugünkü hareketsizliğinde, biraz da “değerimizi
anlayın” tarzında bir cezalandırmanın izleri bile görülebilir.) Ve bunu tıpkı
Tahrir’de Mübarek’i başından atan; ama daha sonra Mursi diktatöründen
kurtarması için Sisi’nin darbesini davet eden Mısır liberalleri durumunda
kalacaktır.
Bunun ipuçları şimdiden görüyoruz. En liberal yazarlardan
biri olan Hasan Cemal’in şu satırlarını okuyalım[1]:
Şu uzun alıntı liberal Aydınlardaki bir kırılmanın da
yansıması olarak görülebilir:
“Türkiye eğer önünü açmak
istiyorsa, ‘Tayyip Erdoğan yükü’nü bir an önce sırtından atmak zorunda...
Bu gerçeğin farkında olanlar her
geçen gün ufak ufak çoğalıyor.
Hem AKP’nin içinde, hem
asker-sivil devlet bürokrasisinde...
Saray’ın kimyasını bozabilecek gelişmeler
Bu bakımdan ilginç bir örnek,
Yüksek Seçim Kurulu’nun 1 Kasım’da sandık taşıma girişimlerine dönük ret
kararıydı.
Erdoğan karara tepki gösterdi.
Ama öte yandan AKP’nin ‘kurucu
babaları’ndan Mehmet Ali Şahin de Erdoğan’ın karşısındaydı. Kritik toplantı
öncesi, AKP Genel Başkan Yardımcısı olarak, YSK'nın böyle yetkisi bulunmadığını
açıkladı.
Ret kararı, 6’ya 4 oyla ucu ucuna
çıktı.
Ve Erdoğan’ın canı sıkıldı tabii.
Saray’ın vücut kimyasını
bozabilecek bir başka gelişmenin sinyalleri de ‘askeri bürokrasi’den geldi.
Deniz Zeyrek’in Hürriyet’in dünkü
birinci sayfasından verilen haberi şöyleydi.
‘Askerden siyasi iradeye iki çekince’
Türkiye, PKK ve IŞİD terörü ile
mücadele stratejisini netleştirirken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasi
iradeye iki önemli çekincesini ilettiği öğrenildi.
PKK’nın şehir merkezlerindeki
uzantılarıyla mücadele için kente girmek istemeyen Silahlı Kuvvetler, IŞİD ile
mücadele konusunda da uluslararası meşruiyeti olmadığı sürece Suriye’ye girmek
istemediğini kayda geçirdi.
Hürriyet’e bilgi veren kaynaklar,
güvenlik zirvelerinde PKK ile mücadele kapsamında bazı kentlerde ortaya çıkan
fiili durumun son bulması konusunda askerlerin şehir merkezlerinde
operasyonlara katılmak istemediğini ifade ettiler.
Silvan, Cizre, Nusaybin gibi ilçe
merkezlerinde PKK’nın şehir uzantılarıyla mücadele konusunda askerden destek
alınması masaya yatırıldı.
Asker, şehir merkezlerine
tanklarla girilmesinin, asker ile vatandaşın karşı karşıya gelmesinin doğru
sonuçlar doğurmayacağına dikkat çekerek, bu mücadelenin polis ve jandarma
tarafından yürütülmesinde ısrar etti.
Askeri kaynaklardan edinilen
bilgiye göre, çatışmaların başladığı 23 Temmuz’dan bu yana sadece Cizre’de 6
adet tank şehir merkezine girdi.
Geçen hafta gerçekleşen bu olayın
operasyon amaçlı olmadığı, tankların iş makinelerinin yerine engel ve
bariyerleri kaldırmak için kent merkezine gönderildiği öğrenildi.
Askerin Suriye tavrı ise “BM
Güvenlik Konseyi ya da NATO Konseyi kararı olmadan Suriye topraklarına ayak
basmama” şeklinde belirlendi.
Hürriyet’e bilgi veren kaynaklar,
Cerablus-Mare hattının IŞİD’den temizlemesinden sonra, bölgede güvenli bölge
oluşturulması ihtiyacı doğabileceğine dikkat çekerken, Genelkurmay’ın
uluslararası camia bu yönde bir karar almadıkça insani amaçla da olsa Suriye’ye
girme niyeti olmadığına dikkat çektiler.
TSK’nın BM ya da NATO kararı
olmaksızın, Suriye’ye ancak Türkiye’yi doğrudan hedef alan bir saldırı ve BM
anlaşmasındaki meşru müdafaa koşulları olursa girebileceği ifade edildi.
Kaynaklar, bunun da kapsamlı harekât değil, saldırı noktasını hedef alacak
şekilde olacağını bildirdiler.
Üç nokta
1 Kasım’da AKP bir çıt daha aşağı
inerse Erdoğan’ın ‘final’i hızlanacak. Koca Saray’da fena hâlde yalnızlaşacak
Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz
Zeyrek’in haberi iki açıdan enteresan.
Birincisi:
Genelkurmay’ın ‘siyasal
otorite’ye Suriye konusundaki itirazı…
İkincisi, belki daha önemlisi:
Askerin bu itirazını Hürriyet
aracılığıyla kayda geçirmesi…
Bir başka deyişle:
Genelkurmay’dan üst düzeyde bir
komutanın, yazılacağını bilerek gazeteciyle background olarak konuşmuş olması…
Haberde yer almayan bir üçüncü
nokta daha var:
Operasyonlar konusunda
Genelkurmay’ın bundan böyle taleplerini yazılı yapması, siyasal otoriteden de
olumlu ya da olumsuz yanıtları yine yazılı olarak istemesi…
Erdoğan’ın finali
Bunların altını neden mi
çiziyorum?
Yazın bir kenara:
Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran’da uç
veren inişi hızlanıyor.
Bir başka deyişle:
Erdoğan’ın finali izlenmekte!
AKP de, sivil-asker bürokrasi de
bu ‘realite’nin farkında.
1 Kasım’da AKP 7 Haziran’a göre
bir çıt daha aşağı inerse, Erdoğan’ın bu ‘final’i hiç kuşkunuz olmasın
hızlanacak.
Koca Saray’da fena hâlde
yalnızlaşmaya başlayacak!”
Bu yazı ilginçtir ve bir kırılma noktasını
yansıtmaktadır. Liberal aydınlar, Asker sivil bürokrasideki kıpırdanmalardan
medet umuyorlar. Ama hala seçimlerden umutlu oldukları için bu henüz tümüyle
net olarak ifadesini bulmuyor.
Peki ya seçimde bir tırnak aşağı inmezse; ya seçilerde
Erdoğan AK Parti çoğunluğunu sağlayıp, tek parti iktidarı kurar ve bugünkü
rejimi sürdürüp pekiştirmeye devam ederse ne olacak?
Hasan Cemal ve diğer liberal aydınların bu olasılığı düşünmedikleri, düşünmek istemedikleri görülüyor. Halkın sağduyusuna güvenmek gibi sözler gelecektir bu durumda. Ama bunlar somut politik cevaplar değildir.
Hasan Cemal ve diğer liberal aydınların bu olasılığı düşünmedikleri, düşünmek istemedikleri görülüyor. Halkın sağduyusuna güvenmek gibi sözler gelecektir bu durumda. Ama bunlar somut politik cevaplar değildir.
Bunun cevabını biz söyleyelim.
O zaman umutsuzluk içinde asker ve sivil bürokrasiyi
bir kurtarıcı olarak çağıracaklardır ülkeyi Erdoğan’dan kurtarması için.
Ondan sonra Türkiye’yi bir diktatörden kurtarmış (ve
de Kürtlerle savaşarak bölünmekten ise, Kürtlerle barışarak büyümek diye
strateji değiştiren ve Öcalan’la bir barış ve ittifak yapan ordu ve bürokrasiye
böyle bir itibarın ardından bir yarım yüzyıl daha kimse dokunamaz ve bu
Sümerlerden kalma devlet, tüm gücüyle orada durmaya devam eder. (Tabii bu sefer
Kürt ve Türk devleti olarak. Gerekli reformları da yapıp kendi esnekliğini
arttırmış olarak.)
*
O halde sadece Erdoğan’dan kurtulmak için değil; Asker
ve sivil diktatörler ve bunların her birinin sırayla diğerinden kurtarması
tahterevallisinden veya fasit dairesinden kurtulmak için de Erdoğan’ın
kitlelerin demokratik ve sivil direnişiyle oradan uzaklaştırılması; istifasının
sağlanması gerekiyor.
O zaman kaçar mı, doğru dürüst mahkemeye mi çıkar
kendi tercihi olarak kalır.
*
Erdoğan’ı uzaklaştırmanın ve bir başka antidemokratik
rejime düşmemenin tek yolu var: en geniş kitlelerin, demokratik ve yasal olarak
Erdoğan’a karşı onun ayrılması yönündeki istemlerini dile getirmesi. Bu talep
milyonlarca insan tarafından açıkça dile getirildiğinde Erdoğan’ın uzaklaşması
sağlanmakla kalmaz, ilk kez demokratik bir kitle hareketiyle bir diktatörlüğe
son verileceği için bu makûs talihi değiştirme olanağı ortaya çıkar. Belki o
zaman, 250 yıl kadar sonra Aydınlanma’nın ve Demokrasi’nin Ortadoğu’ya da
gelmesi sağlanabilir.
Bunun nasıl olabileceği apaçık ortada.
Erdoğan’ın istifasını talep eden; en temel yurttaşlık
haklarına dayanan, Başka hiç bir slogan atmayan, hiçbir bayrak, hiçbir pankart
taşımayan; sadece Erdoğan’ın istifasını hedef alan bir kitlesel hareket.
Bunu sessizce ve en temel yurttaşlık ve insan hakları
düzeyinde, gösteri yürüyüşleri kanununun alanına girmeden; bu hakkı bile kullanmadan
(çünkü kullanmak saldırı olanağı veriyor) dile getiren milyonlarca insanın katıldığı
bir direniş.
Hukuken gösteriye bile girmeyen ama sosyolojik ve
politik olarak gerçek bir kitle ve halk hareketi.
Herkes göğsüne #İstifa yazarak, günün belli bir saatinde, örneğin iş
çıkışı, her şehrin, her semtin gözle görülür bir yerinde yürüyerek, oturarak,
durarak, hiç sesini çıkarmadan, hiçbir pankart ve bayrak asmadan en temel insan
ve yurttaşlık haklarını kullanamaz mı?
Bu mümkün ve gerekli tek biçimdir.
Bütün aydınları, yazarları, demokratları, liberalleri
bunun üzerine düşünmeye çağırıyoruz.
Soruyoruz?
Erdoğan sizce nasıl gidebilir?
Erdoğan sizce nasıl gidebilir?
Eğer darbeyle gitmesini istemiyorsanız, kitlelerin
geniş katılımlı demokratik eyleminden ve direnişinden başka bir yol var mı?
Eğer yoksa en geniş katılımı sağlayacak, en esaslı noktaya yoğunlaşacak başka bir öneriniz var mı?
Eğer yoksa en geniş katılımı sağlayacak, en esaslı noktaya yoğunlaşacak başka bir öneriniz var mı?
Varsa onu tartışalım. Hem tüm yurttaşların önünde ve
tüm yurttaşlar olarak. Çünkü ancak yurttaşların bilinçli bir sahiplenmesi ve
katımıyla öyle bir hareket gerçekleşebilir.
Evet, amaç bir an önce Erdoğan kâbusundan
kurtulmaktır.
Buna nasıl ulaşılabilir?
Tüm yurttaşlar olarak bunu tartışalım. Hem de Erdoğan’ın
gözü önünde.
Siz ne öneriyorsunuz? Susmayın, görmezden gelmeyin. Eleştirin; yazın, tartışın.
Siz ne öneriyorsunuz? Susmayın, görmezden gelmeyin. Eleştirin; yazın, tartışın.
Yoksa yarın çok geç olacak. Önerme, eleştirme ve tartışma
olanağı bile bulunmayacak.
Eğer bütün bunları yapamıyorsa bu ülkenin yurttaşları
o zaman söyleyecek tek söz kalır.
Her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır.
Herkes layığını bulur.
Her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından yönetilmeye layıktır.
Herkes layığını bulur.
Demir Küçükaydın
07 Ekim 2015 Çarşamba
[1]
Hasan Cemal daha önce cuntacıydı. Sonra tutarlı bir liberal oldu. Liberallik ve
Cuntacılık aynı madalyonun iki yüzüdür. İkisi de devletin yapısını parçalamayı;
kökten değiştirmeyi gündeme almaz; izlenen politikaları alır. İkisi de halktan
korkar. Kitlelerin sokağa çıkmasından korkarlar; kitlelere güvenmezler. Birinden
diğerine geçiş bu nedenle çok kolay olur. Önceleri cuntacıların liberallere dönüştüğünü
görmüştük, önümüzdeki dönemde, liberallerin tekrar ordudan ve bürokrasiden
medet uman cuntacılara dönüştüğünü görürsek kimse şaşırmasın. Metodolojik
özdeşlik her zaman böyle birbirine zıt görünen aynı madalyonun farklı yüzlerini
yaratır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder