20 Mart 2015 Cuma

Öcalan’ın Yarınki Mesajı Üzerine Öngörüler

Yarın, 21 Mart 2015 Cumartesi günü, Diyarbakır’da, Newroz’da Öcalan’ın mesajı okunacak.
Öcalan’ın mesajları çok önemlidir.
Çünkü bunlar sadece Ortadoğu’nun en canlı ve dinamik hareket ve örgütünün liderinin örgütüne ve hareketine yönelik mesajları değildir; aynı zamanda hem genel olarak Türkiye’deki halklara; hem de Ortadoğu’daki halklara; hem de hükümet ve devletlere yönelik mesajlarıdır.
Bunlar bürokratik ve usulden mesajlar değildir; verili durumda taktik bir hamle oldukları kadar ve esas olarak gelecekteki hedefler ve stratejilerin genel bir kanavasını çizerler.
Öcalan’ın okunacak mesajı hakkında hiç bir şey bilmiyoruz
Ancak kanımızca şimdiye kadarki gözlemlerden bazı çıkarsamalar yapmak yine de mümkündür.
Böylece neyi ne kadar tanıdığımızın bir sağlamasını da yapabiliriz.

19 Mart 2015 Perşembe

Tanıl Bora’nın İsmet Demir Üzerine Yazısı ve Düşündürdükleri

Birkaç gün önce, İsmet Demir’in ölüm yıldönümüydü. Aslında anmaları pek sevmem ve özel bir durum yoksa da gitmemeye çalışırım. Anmak gerekiyorsa bunu kendi meşrebimce yapmaya; anmayı bir teorik veya politik çalışmanın bir vesilesi olarak değerlendirmeye çalışırım. Ama anmanın kendisini bir politik eylem olarak gören anmalardan uzak durmaya çalışırım, her zaman bunu başaramasam da.
Yine öyle, İsmet Demir’in ölümünü vesile bilerek İsmet Demir üzerine bir yazı yazıp, yazı içinde, epeydir üzerine düşündüğüm bir konuda yazmayı; işçi sınıfının en alt kesimlerinin mücadelelerinin görünmez ve bilinmeyen sürekliliğe de dikkati çekmeyi düşünüyordum.
Bu bağlamda, neredeyse yarım yüzyıl boyunca, 1960’lara kadar TKP’nin tabanını oluşturan Çingene veya Roman işçiler ve yine bu bağlamda Hikmet Kıvılcımlı; sonra 1950-60’ların Şantiyecileri (ki çoğu Alevi ve Kürt’tü) ve bu bağlamda İsmet Demir ve nihayet bugünün Geri Dönüşüm İşçileri ve bu bağlamda da Mendillioğlu’na doğru; belki kendilerinin bile bilmediği ve farkına varmadığı görünmez bir çizginin; bir “ruh yakınlığı”nın varlığına dikkati çekmek istiyordum.

18 Mart 2015 Çarşamba

Erdoğan Doğru Söylüyor: “Kürt Sorunu” Yok! Ama Türk Sorunu Var

Yukarıdaki başlığa bakarak kelimelerle oynadığımız sanılmasın. Gerçekten de sorun “Kürt Sorunu” değildir. Sorunun böyle tanımlanması ne demokratiktir ne de bilimseldir. Sorunun bilimsel olarak doğru tanımlanması, onu Türk Sorunu olarak tanımlamaktan ve buna uygun somut bir programdan geçer.
Sorunların nasıl tanımlandıkları ve adlandırıldıkları ile nedenleri ve çözümleri arasında her zaman derin ve zorunlu bir ilişki vardır.
Örneğin sorunu “Doğu”, “Güneydoğu” veya “terör” olarak tanımlama veya adlandırma sadece basit bir adlandırma sorunu değil, aynı zamanda nedenlere ilişkin bir tanımlama ve sonunun çözümüne ilişkin bir program anlamına gelir. Örnekteki adlandırmaların temel yanılgısı, politik bir sorunu ekonomik, idari, hukuki veya asayiş sorunu olarak kategorize etmesindedir. Ama politik bir sorunu politika dışı bir sorunmuş gibi tanımlamanın ve adlandırmanın kendisi bizzat bir politik tavra, çizgiye ve programa karşılık düşer.

17 Mart 2015 Salı

Marksizm’e Karşı Marks; İslam’a Karşı Kuran

Ordular savaşı ile sınıf savaşının çok temel iki farkı vardır.
Birincisi, ordular savaşında başlangıçta iki ordu da eşit konumdadırlar, biri yenik olarak savaşa başlamaz; yenen ve yenilen savaşın sonunda ortaya çıkar. Sınıf savaşında ise, ezilenler, alt sınıflar daha baştan yeniktirler.
Bu nedenle sınıflar savaşında hep baştan yenik olanların binlerce yıllık tecrübesinden süzülmüş mücadele biçimleri kullanır ezilenler: altta güreşmek ve karşı tarafın gücünü kendisine karşı kullanmak.
Uzak Asya “sporları” diye bilinenler aslında büyük ölçüde bir sınıf mücadelesinin partileri, tarikatlarıdırlar. Bunların kökeninde de karşı tarafın gücünü ona karşı bir silaha dönüştürmek; üzerine yığılan karın ağırlığı altında bükülmek ama kırılmamak vardır. Aynı özellikleri böylesine fiziksel biçimlerde değil ama daha ince biçimlerde bütün sınıflı toplumların ezilenlere yol göstermiş partilerinde (tarikatlarında) görmek mümkündür.

16 Mart 2015 Pazartesi

“Birleşik” Haziran Hareketi’nin “Birleşik”i Ne Anlama Gelir?

Birileri “ahlak”tan söz etmeye başladığında bu söz edişin kendisinde “ahlaksız” olan bir durum vardır.
Neden?
Çünkü tarihin gösterdiği bir tek gerçek vardır: ahlaki nasihatler hiç bir zaman nedenleri ortadan kaldırmaz; aksine, bu nasihatler, nedenler ortadan kaldırılmadan sorunların hallolacağı gibi bir yanılsama yarattıkları için, sorunların devamına yol açarlar. Yani son duruşmada aldatıcıdırlar, gerçeğin özünü gizlerler. Gerçek ise devrimcidir: Onu gizlemek ise karşı devrimcidir dolayısıyla ezen sınıflara hizmet eder. Ezen sınıflara hizmet etmek ise ezilenler açısından en büyük ahlaksızlıktır.
Benzeri durum birçok alanda görülebilir: En bilineni ya da bilinmeyeni ama en yaygını da “birlik” veya “birlikçilik”tir.
Her kim ki birlik veya birlikçilik şampiyonluğu yapar, onlar aslında en büyük bölücülerdir. Onlar sadece neyle bölündüklerini gizlerler bu birlik şampiyonluklarıyla.
“Birleşik Haziran Hareketi” de kendini “Birleşik” olmakla tanımlıyor. Niye “bölünük” değil de “birleşik”?