Ordular savaşı ile sınıf savaşının çok temel iki farkı
vardır.
Birincisi, ordular savaşında başlangıçta iki ordu da eşit
konumdadırlar, biri yenik olarak savaşa başlamaz; yenen ve yenilen savaşın
sonunda ortaya çıkar. Sınıf savaşında ise, ezilenler, alt sınıflar daha baştan
yeniktirler.
Bu nedenle sınıflar savaşında hep baştan yenik olanların
binlerce yıllık tecrübesinden süzülmüş mücadele biçimleri kullanır ezilenler: altta
güreşmek ve karşı tarafın gücünü kendisine karşı kullanmak.
Uzak Asya “sporları” diye bilinenler aslında büyük ölçüde
bir sınıf mücadelesinin partileri, tarikatlarıdırlar. Bunların kökeninde de
karşı tarafın gücünü ona karşı bir silaha dönüştürmek; üzerine yığılan karın
ağırlığı altında bükülmek ama kırılmamak vardır. Aynı özellikleri böylesine
fiziksel biçimlerde değil ama daha ince biçimlerde bütün sınıflı toplumların
ezilenlere yol göstermiş partilerinde (tarikatlarında) görmek mümkündür.
Bu altta güreşip egemenlerin gücünü ve silahlarını kendilerine
karşı kullanmanın en somut ve aktüel örneği, kadınların türban takmasıdır. Kadınların,
ücretliler olarak modern şehir hayatına girmek için, doğrudan teke tek savaşları,
tek tek bireyler olarak mücadeleleri ve iyice ezilmeleri sonucunu doğururdu. Ama
kadınlar türban takarak, erkekleri kendi oyunlarına getirip ve sokağı feth
ediyorlar; erkeklerin ve bu düzenin kendisini köleliğe mahkûm etmeye yönelik “namus”unu
(türbanı) ona karşı bir silaha dönüştürüyor. Böylece milyonları kapsayan bir
sosyal hareket yarattılar. AKP de bir anlamda modern ücretli kadınların bu
sosyal hareketinin ifadesi olarak böylesine iktidara gelebildi. Benzeri bir
hareket Kürdistan’da da gerçekleşti ve PKK da özünde o hareketin üzerinde
yükseldi. Şehirlerde türbanın kadının sokağa çıkmasında gördüğü işlevi, dağlara
çıkmakta PKK’nın mutlak cinsel ilişki yasağı gördü ve bu bugünkü müthiş kadın
uyanışının temelini oluşturdu. Birbiriyle ilgisiz görünen Klaşnikov ve türban,
aslında aynı işlevi gören, kadının, biri dağa; diğeri şehrin sokaklarına
çıkmasını sağlayan iki farklı silahtırlar.
Sınıflar savaşıyla ordular savaşının ikincisi temel farkı
şudur: ordular savaşında saflar bellidir ve birbirinden kesinlikle ayrılmıştır.
Cephe hatları, hudutlar, bayraklar, kıyafetler, parolalar farklıdır. Kim
düşman, kim dost her şey bellidir.
Ama sınıflar savaşında ezenler küçük bir azınlık ve
ezilenler çok büyük bir çoğunluk olduklarından, cephelerin gizlenmesi; kimin ne
olduğunun bilinmemesi, bu savaşta egemen sınıfların en büyük silahıdır. Ezenler
ezilenlerin bayraklarıyla ezilenlerin üzerinde egemenliklerini sürdürürler. Bu
nedenle sosyalist harekette ideolojik ve teorik mücadelenin önemi çok büyüktür.
Görünümlere takılmamak, o görünümün ardındaki özü bulup çıkarabilmek için;
temeldeki yapı ve anatomi farklarını anlayıp egemen sınıflar tarafından
kandırılmamak; yunusları balık, yılan balıklarını yılan sanmamak için; onların
iktidarının bir aracı olarak kullanılmamak için ezilenler sürekli olarak teorik
ve metodolojik olarak kendilerini geliştirmek, her yeni savaş hilesini açığa
vurmak zorundadırlar.
Egemenlerin ezilenlerin bayraklarıyla ezilenler üzerinde egemenlik
kurmalarının en çarpıcı ve klasikleşmiş örneği Muaviye’nin Sıffıyn Savaşı’nda yenileceğini
anlayınca, askerlerinin mızraklarına Kuran yapraklarını taktırması ve Ali’nin
askerlerinin biz Kuran’a kılıç çekemeyiz demesidir. Böylece İslam’ın içindeki
karşı devrim; klasik uygarlıkların binlerce yıllık devletçiliğini egemen olduğu
yerleri feth etmiş; bürokrasi, din adamları, özel silahlı adamlar tanımayan
İslam Devrimi’nin klasik uygarlıkların devleti ve devletçiliği tarafından fethi
tamamlanmış olur. Benzerini Fransız Devrimi’nde Napolyon yapar. Eşitlik,
özgürlük ve Kardeşliği sembolize eden üç renkli bayrağı kullanarak darbe yapar,
imparator olur ve fetih seferlerine başlar. Stalin de Lenin bayrağıyla Leninizm’e,
yani devrime karşı bir karşı devrim yürütür. Ve bunların her biri etkili de
olmuştur.
Tam da bu nedenle, tarihte bütün devrimler karşı devrime
uğramış biçimler içinde yayılırlar. İslam devrimi Emeviye İslam’ı olarak Mağripten
Maşrığa kadar yayıldı. Fransız Devrimi, Moskova önlerine kadar Napolyon’un
karşı devrimci imparatorluğu içinde yayıldı. Ekim Devrimi de Leninizm’i bayrak
eden Stalin’lerin karşı devrime uğrattıkları biçimlerde Berlin kapılarından
Pekin’e kadar yayıldı.
Bu nedenle, bu devrimleri, karşı devrime uğramış biçimlerden
arındırma ve özünü tekrar ortaya çıkarmanın; bu yönde çabalar göstermenin
bizzat kendisi devrimci bir görevdir ve bu da sınıf mücadelesinden başka bir
şey değildir.
Bütün bunlardan niçin söz dilip bu hatırlatmalar yapılıyor?
Şu an gözlerimizin önünde aynı oyunun değişik bir versiyonu
sahneleniyor; buna karşı uyarmak için.
*
“İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü” demişler.
Eğer çok aşikâr bir istismar durumu yoksa ve kimliği gizli değilse, tanımasam
da her arkadaşlık teklifini onaylıyor; her sayfa beğenme davetinde beğeniyor;
her etkinlik davetine, ilgimi çekmese ve gidecek olmasam bile, en azından moral
olur; belki başkalarının gitmesine yol açar diye, “gideceğim” ya da “belki”
diye tıklamaya çalışıyorum Facebook’ta.
Dün akşam da bir etkinlik daveti geldi. “Bugün Marx Sempozyumu” diye. Tabii
otomatik olarak alışkanlıkla onayladım. Madem birileri Marks için, hele
günümüzle bağlantısı anlamında bir şeyler yapmak istiyor, desteklemek
gerekirdi.
Ancak daha sonra, şu Marks Sempozyumu etkinliğine, ne
zamanmış, neredeymiş, uygun bir zaman olursa gitmeğe değer miymiş diye tekrar baktım.
Biraz dikkatlice inceleyince, Muaviye’nin İslam’a Kuran’ı Kerim ile karşı
devrimci saldırısının; modern ve aynı zamanda alaturka bir versiyonuyla karşı
karşıya olunduğu görülüyordu: Marksizm’e karşı Marks çıkarılıyordu; “Marksizm’in
ve Sosyalizmin Sorunları”na karşı “Günümüzde
Marks”.
*
Bilenler bilir, bilmeyenler için bir kez daha hatırlatalım.
Türkiye’de örnek bir mücadele yürütmüş, onlarca kitap
yayınlamış ve bu kitaplarda orijinal katkılar yapmış Hikmet Kıvılcımlı’yı konu
alan bir Sempozyum örgütlemiştik 2001 yılında. Mihri Belli, Rasih Nuri İleri,
Nail Satlıgan, Şirin Cemgil, Servet Ziya Çoraklı gibi artık aramızda olmayan;
aramızda olanlardan Vedat Türkali, Sevim belli, Mete Tuncay gibi isimlerin de
katıldığı bu Sempozyum, katılımcıların hepsince çok başarılı bulunmuş ve
Türkiye’de de daha iyi hazırlık ve daha geniş katılımla benzerlerinin yapılması
umudu dile getirilmişti.
Ancak aradaki yıllarda benzeri bir çalışmanın yapıldığı
görülmedi. Her işte olduğu gibi, bu gibi işlerde birin motor olması ve bütün
hamallığı yüklenmesi gerekir. Yoksa hiçbir iş yürümez.
Yıllar sonra Türkiye’ye döndükten sonra, artık bizim için
neredeyse yabancı bir ülke gibi olmuş bu ülkeye biraz olsun alışınca, 2001
yılındaki dileği gerçekleştirmek için bir denemede bulunmanın yanlış
olmayacağını düşündük. Sorun bir yer bulmaktı. Yer bulunca gerisi kolaydı.
Paramız olmadığına göre bedava bir yer bulmak gerekiyordu. Mimar Sinan
Üniversitesi’nin Oditoryumu olabilirdi örneğin. Müracaat edildi ve iki
günlüğüne yer ayarlandı.
Gerisi bir e-mail grubu kurmak; sempozyumun konusu, zamanı
ve konusunun duyurusunu yapmak; insanları bu sempozyuma bildiri sunmaya davet
etmek; bütün bunarı da herkesin gözü önünde tamamen saydam olarak, kimsenin en
küçük bir manüplasyon olacağı kuşkusuna meyden vermeden yapmaktı.
Hiçbir tabu yoktu. Tamamen bilimsel bir Sempozyum düzenleniyordu.
İnsanlar her şeyin açık olduğunu görünce ilgi gösterdiler,
sahiplendiler. Otuza yakın bildiri yollandı. Bildiriler kitap olarak basıldı ve
Sempozyum sabahı gelenlere sunuldu. İki gün boyunca, neredeyse tüm salonun dolu
olduğu; kimsenin kuliste vakit geçirmediği; herkesin sunumları ve tartışmaları
büyük bir dikkatle izleyip tartıştığı ve yine herkesin çok başarılı bulduğu bir
Sempozyum yapıldı.
Bu deneyden cesaret ve el alarak, bu sefer Marksizm’in ve Sosyalizmin
Sorunları’nı tartışacak iki günlük bir sempozyum düzenleme denenebilir diye düşündük.
Bir gün Marksizm’in Sorunları’nın neler olduğu; ikinci gün Sosyalizmin Sorunları’nın
neler olduğu tartışılabilir; böylece, eğer ilgi olursa, sorun olarak
görülenlere göre de bundan sonraki yıllarda yapılacak sempozyumların konuları
da aşağı yukarı belirlenmiş olur diye düşündük.
İki farklı başlığın nedeni, Sosyalizmin eşitlikçi ve
dayanışmacı bir toplum idealini ve buna yönelik hareketleri tanımlaması;
çerçevesinin daha geniş olmasıydı. Bir insan pek ala Marksist olmadan da (örneğin
İslam’ı referans alarak) sosyalist olabilirdi.
Yine aynı yöntemle işe başladık. Mimar Sinan Üniversitesi’ne
Oditoryum için müracaat ettik ve iki günlüğüne bize verileceği sözü aldık.
Bunun üzerine bir e-mail grubu kurup, yine zamanı, yeri, konuyu ve biçimsel
koşulları; (bildirilerin en az sayfa ya da vuruş adedi; belli bir tarihe kadar
yollanmış olması gibi) duyurduk.
Elbette bu durumda, aynı zamanda bu konuya ilgi duyabileceğini
düşündüğümüz, ama pek ala böyle bir organizasyonun varlığından haberdar olamayacak.
(çünkü İnternet’ten başka bir aracımız yoktu fiilen ve birçok kimse de teknik
veya internet özürlü olabiliyordu; olmasa bile ulaşılamayabiliyordu) insanlara
özellikle duyurma ve böyle bir Sempozyuma bildiri sunmaya davet de yolladık[1].
Bunlardan biri de Abdullah Öcalan’dı.
Öcalan’ın kitaplarını biraz okuyan, onun sadece bir politik hareketin
önderi olmadığını, aynı zamanda teorik sorunlara da kafa yorduğunu; özellikle
sosyalizmin sorunlarının olduğu kadar bilim, tarih ve sosyolojinin sorunlarının
onun ilgi merkezinde olduğunu; önemli ve tartışılması gereken tezler ortaya
koyduğunu bilir.
“Bilime bilim dışı kaygılarla
yaklaşan alçaktır” diyor Marks. Bu nedenle, Öcalan’ın hukuki veya politik
kimliğinden azade olarak, o da bu konulara ilgi duyduğu veya duyabileceği için;
kendisi şahsen katılamayacak olmasına rağmen, yazılı bir bildiri sunmak
isteyebileceği için kendisine bir mektupla sempozyuma ilişkin duyuru ve daveti
de yolladık. Ancak tek yolladığımız Öcalan değildi, yukarıda listesi de olan birçok
kişiden sadece biriydi.
Buraya kadar bir sorun yok. Birçok kişiden katılacağına,
bildiri sunacağına dair, bildirisinin korusunun ne olacağına dair cevaplar
gelmeye başladı[2]. Bu
gelen cevapları sık sık listeler halinde aktüalize edip; kimlerin hangi
konularda ne gibi bildiri sunacağının en son durumunu; son müracaat tarihine
kadar sürekli aktüalize ediyorduk. Her şey çok geniş katılımlı ve muhtemelen
başarılı geçecek bir sempozyuma doğru gidiş olduğunu gösteriyordu.
Ancak bu arada Oda TV denen, ulusalcı sayfada, provakatif
bir şekilde, “Abdullah
Öcalan Hangi Devlet Üniversitesinde Düzenlenen Sempozyuma Davet Edildi”
başlıklı bir haber[3]
çıktı.
Haber provakatifti, çünkü bizlerin tertiplediği sempozyumun
üniversite ile ilgisi yoktu; biz üniversiteden sadece yeri almıştık. Öte yandan
Öcalan Üniversite’ye değil, Sempozyum’a bildiri sunmaya çağrılmıştı. Çünkü Sempozyum’a
sadece sözlü değil, yazılı bildiriler de sunulabilecek bunların hepsi dijital
ve imkân olursa kitap olarak yayınlanacaktı. Öcalan’ın oraya gelemeyeceği çok
açık olmasına rağmen, sanki üniversite tarafından gelmek üzere davet edilmiş
gibi haberin sunulması açık ki bir yerleri kaşımak ve uyandırmak anlamını taşıyordu.
Ortada bir iyi niyet olsa, bizlere olayın mahiyeti sorulabilirdi. Açık ki, Oda
TV “kendisine yakışanı” yapmıştı. Bizim için şaşıracak bir yan yoktu.
Ancak, daha bu haber internette duyulur duyulmaz, sanki
bununla ilgisizmiş gibi, Üniversite idaresinden bize bu yerin verilemeyeceği
bildirildi.
Elbette yer vermekten vazgeçilmesi ile Oda TV’nin yayını
arasındaki ilişki çok açıktı. Zaten bir süre sonra, gayrı resmi olarak, dolaylı
kanallardan esas nedenin bu olduğu ifade edildi.
Üniversite yönetimi pek ala, “bu Sempozyum bizimle
ilgisizdir; biz sadece yer sunduk” diyebilirdi ve Sempozyum’un yapılmasını
engellemeyebilirdi. Kaldı ki, ayrıca bir insanın hukuki olarak mahkûm edilmiş
olması veya bir siyasi hareketin önde geleni olması onun bilimsel veya politik
olarak görüşlerini özgürce ifade etmesinin engellenmesi için bir bahane olamaz
deyip hem demokrasi hem de bilim özgürlüğü bakımından örnek bir tavır sergileyebilir;
dik bir duruş gösterebilirdi.
Bütün bunları yapmamış, korkakça davranmış ve bunu da işin
kötüsü kendi solcu eğilimleri ve kimliği ile haklı göstermeye çalışmıştı. Bu
bize biraz Malatya E-Tipi cezaevinde, bir zamanlar sola bulaşmış bir müdürün,
diğer müdürlerden daha kötü davranıp işkence yapmasını, kendisinin solcu olması
nedeniyle anlayışla karşılamamızı istemesine benziyordu. Elbette herkesin cesur
ve kahraman olması istenemez ve beklenemezdi. Bu ülkede bunlar normaldi. Biz
insanlardan cesaret beklemiyorduk; en korkağın bile hiçbir korku duymadan tavır
alacağı bir sistem için mücadele ediyorduk. Bunları zaten bir zamanlar
yazdığımız Beşikçi Eleştirisi’nde ayrıntılı olarak açıklamıştık.
Bu gibi nedenlerle biz de bu demokrasi ve bilim özgürlüğünü
bile savunmaktan uzak davranışların üzerine fazla gitmedik. Kimsenin ekmeği ve
kariyeriyle oynar durumda olmayalım diye düşündük.
Aslında yapılan demokrasi açısında da, bilim açısından da
savunulamaz bir durumdu ama biz başka bir yer arayalım belki orada yağırız diye
düşündük. Ama bütün yer arama girişimlerimiz başarısız oldu. Bütün kapılar
kapalıydı.
Böylece Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunları üzerine
yapılacak, belki Marksizm ve Sosyalizm tartışmalarına bir itilim verecek; belki
genç kulaklarda Marksizm’e ve Sosyalizme ilgiyi yeniden canlandıracak bu
girişim, Oda TV’nin provokasyon amaçlı haberi ve bunun karşısında Mimar Sinan,
haklarını bile savunmadan korkakça sinmesinin bir sonucu olarak yapılamadı.
*
Şimdi ne görüyoruz?
Bize Marksizm ve Sosyalizm sorunları için hiçbir akli ve
resmi bir gerekçe göstermeden verdiği sözü geri alarak bir salonu bile esirgeyen
Mimar Sinan Üniversitesi, şimdi aynı yerde bu sefer üç günlük bir “Bugün Marx Sempozyumu”
düzenleyerek, Marksistliği ve solculuğu kimseye bırakmayacağını, hatta Marksizm’i
güncelleştireceğini cümle âleme ilan ediyor.
Abdullah Öcalan’dan bildiri istendi diye bizlere yer
vermekten vaz geçenler, sözlerinden dönenler; şimdi Marks üzerine hem de
bugünkü Marks üzerine sempozyum düzenliyorlar.
Yer vermekten bile kaçındıkları bizim düzenlediğimiz
Sempozyum, ne konuları ne konuşmacıları kendisi belirlemiyordu. Tamamen
insanların girişim ve inisiyatiflerine bırakıyordu. Kimin bildiri sunacağı,
kimin hangi konuda konuşacağı vs. her şey açıktı en küçük bir bürokratik
müdahale yoktu.
Ama bu yapılan tamamen yukarıdan örgütlenen, konuların ve konuşmacıların
yukarıdan belirlendiği bir Sempozyum. Bu bile araya istenmeyen unsurların
girmesini önlemeye yönelik, tam Türk devletine layık bir organizasyon.
Bu devlet öyledir. Hem yasaklar hem de Marksistliği bile kimsilere bırakmaz.
Bu devlet öyledir. Hem yasaklar hem de Marksistliği bile kimsilere bırakmaz.
Zaten özel savaş yıllarında Türkiye’de bir tür tatlı su Marksizm’i;
“Majestelerinin Marksizm’i”; Devletlû bir Marksizm türedi. Zülfüyare dokunmayan
ve de Radikalliği de kimselere bırakmayan bir Marksizm. Kürt sorunu ve PKK konusunda
susan ve fiilen devletin yanında yer alan bir Marksizm. Şimdi bu Marksizm “hamamın
namusunu” korumak üzere, “Günümüzde Marks”ı tartışacak.
Demokrasi ve bilim özgürlüğünü savunmak için en küçük bir
riski bile göze almayanlar, şimdi Marks’ı tartışmak üzere bir sempozyum düzenliyorlar.
Ve işin doğrusu, bunu akıllıca yapıyorlar. Gerekli siperleri
şimdiden kazmışlar.
Tamam, onlar düzenlerler, nasıl kariyer ve mesleklerini
korumak için gerektiği gibi davranmadılarsa yine o kariyer ve mesleklerini
korumak için böyle Marksizm Sempozyumları düzenlerler. Biçimsel olarak
haklarıdır. Bir şey denemez.
Biz zaten insanların mideleri ile Marksizm arasında bir
ilişki olduğunda onların Marksist olamayacağı varsayımından yola çıktığımız için
buna fazla önem de vermeyiz.
Şunu her zaman düstur edinmişizdir, Bilim, sanat, politika
ve hukuki tavırlar hiçbir zaman maddi ve manevi çıkarlarla bağlantı içinde
olmamalıdır. Yani örneğin “Marksist akademisyen” olunmaz. Bir Marksist
akademisyen olarak geçimini sağlayabilir. Ama Marksist bir akademisyen
olunamaz. Bir Marksist’in Akademisyen olması ancak şizofrenik bir ilişki
olabilir. İlişki, tıpkı bir işçinin işgücünü sattığı saatlerde kapitalisti
zengin etmesi ama işten çıktığı andan itibaren ona karşı savaşması gibi
olmalıdır. Yani Marksist olduğun söyleyen bir akademisyen işten çıktığı an ben
işte alçakça işler yapıyorum. Ama şimdi yaptığımın alçaklığını söyleyerek
onunla mücadele ediyorum diyebilen olabilir.
Böylesi olmadığından, onları zaten Marksist olarak ciddiye
almama lüksümüz vardır. Onların Marksizm üzerine konuştuklarında “cezai
ehliyeti” yoktur.
Ama önceki yapılamamış Sempozyumu ve hazırlıkların görmüş
olanların en azından bu sempozyumun ona karşı yapıldığını; o sempozyumun
yapılmasını engellemenin utancını kedi pisliği örterce gizleme çabasından başka
bir şey olmadığını görmelerini ve en azından o tarihte başka işim var falan
gibi bir gerekçeyle katılmamalarını beklerdik.
*
Ala daha da acısı şu.
Diğerleri hepsi akademisyen. Onlar için bir Devrimci ve
Marksist’te aradığımız kriterleri aramayız.
Ama ta 1968’den, ta Dev-Genç’ten beri uzun yıllardır uzun
yıllardır tanıdığımız; bu mücadele içinde yer almış arkadaşların, böylesine bir
teorik ve politik aymazlık içinde bu sempozyumun konuşmacıları arasında yer
almaları gerçekten çok acıdır.
Pir Sultan'ın dediği gibi, “ille de dostun gülü yareler beni”.
*
Olabilir, insanız, hata yapmış, yeterince uyanıklık
göstermemiş olabiliriz. Yeterince hassas olmamış veya bağlantıları görememiş
olabiliriz.
Ama bu yazıyla bildiriyor ve duyuruyoruz ki, bu sempozyum, tıpkı Muaviye’nin İslam’a karşı Kuran’ı; Stalin’in Lenin’e karşı Leninizm’i; İznik Konsülünün devrimci İncilleri yakıp İncillere karşı İncili çıkarması gibi, Marksizm’e karşı Marks’ı çıkarmaktadır.
Ama bu yazıyla bildiriyor ve duyuruyoruz ki, bu sempozyum, tıpkı Muaviye’nin İslam’a karşı Kuran’ı; Stalin’in Lenin’e karşı Leninizm’i; İznik Konsülünün devrimci İncilleri yakıp İncillere karşı İncili çıkarması gibi, Marksizm’e karşı Marks’ı çıkarmaktadır.
Ali’nin ordusunun askerleri gibi, bu çok açık kandırmaca
karşısına, biz Kuran’a kılıç çekmeyiz deyip kılıçlarınızı kınına sokmayınız ve
bu oyuna alet olmayınız. Bu Marksizm bayraklı Marksizm’e saldırıya karşı mesafe
koyunuz; katılmayı reddediniz.
*
Aşağıda bu sempozyumun Konu ve konuşmacılarını ve bir de
bizlerin hazırladığı sempozyumun konu ve konuşmacılarının listesini sunuyoruz.
Yapılamayan Sempozyuma katılacaklar ve konular:
İsim
|
Konu
|
Ayhan
Bilgen
|
“Elitizim ya da topluma rağmen toplumculuk”
|
Bülent
Parmaksız
|
Konuyu
Bildiremedi
|
Cemal
Dindar
|
Marksizm
ve Ruhsallık Bilgisi
|
Demir
Küçükaydın
|
Eşitlikçi
ve Dayanışmacı Bir Topluma Ulaşmak İçin Mücadelenin Sorunları
|
Demir
Küçükaydın
|
Marksizm'in
Tıkanışına Yol Açan Temel Teorik ve Kavramsal Sorunlar
|
Erhan
Bilgin
|
Burjuva
sol iktisatçıların marksizmi
|
Eser
Sandıkçı
|
Görmezden
Gelinen Bir Alan: İşçi Sınıfının Ruh Hali
|
Evren
Asena
|
“Sosyalist
Harekette Savunma Mekanizmaları”
|
Eylem
Akçay
|
Mücadele
Alanı Olarak Üniversite/Öğrenci Hareketi
|
Gencer
Çakır (Katılmayı Gözden geçirecek)
|
Çifte
Kriz: Kapitalizmin Krizi ve İşçi Sınıfının Krizi
|
Hakan
Öztürk
|
Dünyayı
Yorumlamak Kolay mı?
|
İhsan
Eliaçık
|
Eşitlikçi
söylemin Müslümanlar arasında karşılaştığı Zorluklar
|
Kıvanç
Ersoy
|
Tarihsel
Maddeciliğin Bir Uygulaması ve Eleştirisi: Sosyalist Harekette Konaklar ve
Analizin Programatik Sonuçları
|
Mehmet
Atak
|
“toplumsal
mühendislik projeleri, post modernist dönüşümve günümüzde girdiğimiz
post-modern ertesi süreç”
|
Mehmet
Hışır
|
Sosyalizmin
Kentlerde ve Kırsallarda Kendini Anlatmakta Yaşadığı Sorunlar
|
Nazım Can
|
“Marks’ın,
Marksistliğinin Eleştirisi ve Sosyalist Toplum Program Taslağı”
|
Oktay
Etiman
|
Katılmak
İstiyor
|
Pakrat
Estukyan
|
Sosyalizm
ve Nasyonal Sosyalizm
|
Seran
Demiral
|
“Sınıf
Analizine Yaklaşımlar”
|
Serhat
Ovayolu
|
Sosyalizm
ve Seçim
|
Sezai
Sarıoglu
|
“Biz” ve
“Ben” Bahsinde Sosyalizm Deneyimleri
|
Şemsi
Dertli
|
“Sosyalizmin
ilk sorunu İNSANDIR .insana dair bir konu ile KADIN ve Çocuğu üzerine
düşünceler”
|
Taylan
Doğan (Tosun)
|
Katılımcı
Ekonomi
|
Umut
Kocagöz
|
|
Yücel
Filizler
|
“Marksist
Teorideki Donma ve Bozunuma Karşı Bir çıkış”
|
Zafer
Ülger
|
Sosyalizm
ve ekoloji mücadelelerinin ortaklaştığı bir alan : Müşterekler (ortak alanlar)
|
Zafer
Yörük
|
Post
Marksizm ya da Radikal Demokrasi
|
Can Atalay
|
Katılmak
istiyordu ama başvuru olmadı
|
Ahmet
Tonak (Çekildi-İzleyecek))
|
Belirsiz –
Kapitalist Kriz ve Karlılık Eğilimleri
|
Riitta
Cankoçak (Çekildi)
|
İskandinav
Sosyalizminin Yeniden Yükselişi
|
Taner
Timur (Çekildi)
|
Marks ve
Engels’in Üniversite ve Üniversiter Bilime Karşı Tutumu
|
BUGÜN MARX SEMPOZYUMU
[6-8 NİSAN 2015]
Pazartesi (6 Nisan)
10.30 Açılış Konuşması
Ali Akay
11.00-13.00 Birinci Oturum: “Politik Ekonomi Bugün İçin Ne
Söyler?”
Oturum Başkanı: Ali Akay
Haldun Gülalp: “Küreselleşmenin Aşamaları ve Kapitalizmin
Sınırları”
Ahmet Tonak: “Kapitalizmi Aşarken: “Manifesto'dan Gotha
Programı'nın
Eleştirisi'ne”
Ahmet Alpay Dikmen: “Marksist Anlamda Kamu Hizmetini Nasıl
Anlamalı?
Devletin Kamu Hizmetini Örgütlemesi ile Özel Sektörün
Örgütlemesi
Arasındaki Konjonktürel Fark Hangi Dinamiklere Bağlı Olarak
Ortaya
Çıkmaktadır?”
14.00-16.00 İkinci Oturum: “Tanınma, Kamusallık, Marx ve
Öncelleri”
Oturum Başkanı: Çağlayan Kovanlıkaya
Ferdan Ergut: “Tanınma Mücadelesi Üzerinden Sınıfa Bakmak:
Tanınma
Siyasetleri ve Emekçilerin Ahlâk Ekonomisi”
Levent Kavas: “Düpedüz Marx: Unrecht schlechtin”
Güçlü Ateşoğlu: “Marx'ın Erken Dönem Felsefesi Ne Kadar
Marx'ın Felsefesi?”
16.15-18.15 Üçüncü Oturum: “Frankfurt Okulu ve Yansımaları”
Oturum Başkanı: Özge Ejder
Kurtul Gülenç: “Eleştirel Teoride Teknoloji Soruşturması ve
Özgürleşim
Problemi”
Besim Dellaloğlu: “Siyasal İktisadın Eleştirisinden Siyasal
Kültürün
Eleştirisine”
Ömer Turan: “Marx'tan Habermas'a, Demokrasi ile Kapitalizm
Karşıtlığı
Üzerine”
Salı (7 Nisan)
10.30-12.30 Dördüncü Oturum: “Yeni Toplumsal Hareketler”
Oturum Başkanı: Refik Güremen
Begüm Özden Fırat: “İlk Birikim, Müşterekler, Toplumsal
Hareketler”
Bengi Akbulut: “Evin İçinden Dışına: Emeği
Müşterekleştirmek”
Özge Yalta: “Neoliberal Çağda Marx ve Foucault’nun ‘Zımnî
İttifakı’nın
Sunduğu Açılımlar: 2000li Yıllarda İstanbul’un Kentsel
Dönüşüm
Süreçlerinin Yönetim Analitiği”
13.30-15.30 Beşinci Oturum: “Türkiye'de Marx ve Klasik
Marksizm”
Oturum Başkanı: Gençay Gürsoy
Oktay Etiman: “Marx, Devlet, İhtilâl”
Aydın Çubukçu: “Tarih ve Sınıf Bilinci”
Taner Timur: “Tarihî Maddecilik ve İkinci Doğa”
16.00-18.00 Altıncı Oturum: “Çağdaşımız Marx ve Devrimci
Pratik”
Oturum Başkanı: Şükrü Arslan
Şükrü Argın: “Marx Hâlâ Çağdaşımız, Peki Ama Artık
Yoldaşımız Olabilir mi?”
Çetin Veysal: “Komünizan Örgüt ve Örgütlenme Sorununa Güncel
Yaklaşımların Dayanakları Sorunu ya da: 'Yeniden' Ne Yapmalı?”
Bülent Somay: “Gündelik Pratik ve Devrimci Pratik”
Çarşamba (8 Nisan)
10.30-12.30 Yedinci Oturum: “Özgürleşme ve Eleştiri
Pratikleri, Din,
Toplumsallık”
Oturum Başkanı: Sibel Yardımcı
Egemen Yılgür: “İbn-i Haldun, Marx ve Kıvılcımlı Sınıf
Öncesi
Tabakalaşma Biçimlerini Neden Görmediler?”
Sinan Özbek: “'Din Halkın Afyonudur' Sözü ile Marx Aslında
Ne Söylüyor?”
Bülent Gözkân: “Eleştiri ve Özgürleşme: Kant ve Marx”
13.30-15.30 Sekizinci Oturum: “Emek, Bilgi, İdeoloji”
Oturum Başkanı: Güçlü Ateşoğlu
Barış Mücen: “Emeğin Hakikati”
Metin Özuğurlu ve Nail Dertli: “Emeğin ve Bilginin Meta
Formu Üzerine
Notlar”
Barış Parkan: “İdeoloji Eleştirisinde Özgürlük ile Haz
İlişkisi”
16.00-18.00 Dokuzuncu Oturum: “Klasik ve Modern:
Süreklilikler,
Kesişmeler, Kırılmalar”
Oturum Başkanı: Bülent Gözkân
Sungur Savran: “Marx Unplugged”
Erdoğan Yıldırım: “Althusser’in Geç Dönemi, Materyalizm ve
Özne Sorunu”
Enis Memişoğlu: “Marx'a Veda: Vaadin Zamanı (ya da) Marx'ın
Vadesi:
Vaade Veda”
[1] Davet
edilenlerin bir listesi şöyledir. Abdullah Öcalan, Ali Rıza Güngen, Alper Taş, Atilla Aytekin, Aydın Çubukçu, Ayşe Günaysu, Babür Pınar, Barış Çoban, Benan Eres, Beycan Mura, Bülent Küçük, Can Irmak Özinanır, Cenk Saracoğlu, Demet Dinler, Ecehan Balta, Emine Ayna, Emrah Göker, Ercan Kesal, Erdal Dağtaş, Ergun Aydınoğlu, Ertuğrul Kürkçü, Ferda Koç, Ferhat Kentel, Fikret Başkaya, Filiz Karakuş, Foti Benlisoy, Galip Yalman, Garbis Altınoğlu, Gülcan Işık, Gülnur savran, Gülseren Adaklı, Gün Zileli, Güsüm Kav, Handan Çağlayan, Harun Turgan, Helin Burkay, Hidayet Şevkatli Tuksal, Hüda Kaya, İsmail Hardal, İsmet Akça, Kemal Kök, Kenan Kalyon, M. Şehmus Güzel, Mahir Sayın, Mehmet Güneş, Mehmet Sinan Birdal, Meltem Kayıran, Metin Çulhaoğlu, Metin Kayaoğlu, Muhammet Cihad Ebrari, Murat Paker, Muzaffer Oruçoğlu, Necmi Erdoğan, Nükhet Sirman, Orhan Koçak, Özgür Müftüoğlu, Pelin Akçagün, Rıdvan Turan, Sait Çetinoğlu, Sarkis Hatspanian, Seda Altuğ, Serdal Bahçe, Sırrı Öztürk, Sırrı Süreyya Önder, Sinem Atvur, Sungur Savran, Şenol Karakaş, Tamer Doğan, Tanıl Bora, Teslim Töre, Ufuk Uras, Umut Soytaş , Ümit Akçay, Y. Doğan Çetinkaya, Yalçın Yusufoğlu, Yeşim Ergün
[2] Bu
bildiri sunacakların listesi ve konuları da bu metnin sonunda yer alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder