18 Mart 2015 Çarşamba

Erdoğan Doğru Söylüyor: “Kürt Sorunu” Yok! Ama Türk Sorunu Var

Yukarıdaki başlığa bakarak kelimelerle oynadığımız sanılmasın. Gerçekten de sorun “Kürt Sorunu” değildir. Sorunun böyle tanımlanması ne demokratiktir ne de bilimseldir. Sorunun bilimsel olarak doğru tanımlanması, onu Türk Sorunu olarak tanımlamaktan ve buna uygun somut bir programdan geçer.
Sorunların nasıl tanımlandıkları ve adlandırıldıkları ile nedenleri ve çözümleri arasında her zaman derin ve zorunlu bir ilişki vardır.
Örneğin sorunu “Doğu”, “Güneydoğu” veya “terör” olarak tanımlama veya adlandırma sadece basit bir adlandırma sorunu değil, aynı zamanda nedenlere ilişkin bir tanımlama ve sonunun çözümüne ilişkin bir program anlamına gelir. Örnekteki adlandırmaların temel yanılgısı, politik bir sorunu ekonomik, idari, hukuki veya asayiş sorunu olarak kategorize etmesindedir. Ama politik bir sorunu politika dışı bir sorunmuş gibi tanımlamanın ve adlandırmanın kendisi bizzat bir politik tavra, çizgiye ve programa karşılık düşer.

17 Mart 2015 Salı

Marksizm’e Karşı Marks; İslam’a Karşı Kuran

Ordular savaşı ile sınıf savaşının çok temel iki farkı vardır.
Birincisi, ordular savaşında başlangıçta iki ordu da eşit konumdadırlar, biri yenik olarak savaşa başlamaz; yenen ve yenilen savaşın sonunda ortaya çıkar. Sınıf savaşında ise, ezilenler, alt sınıflar daha baştan yeniktirler.
Bu nedenle sınıflar savaşında hep baştan yenik olanların binlerce yıllık tecrübesinden süzülmüş mücadele biçimleri kullanır ezilenler: altta güreşmek ve karşı tarafın gücünü kendisine karşı kullanmak.
Uzak Asya “sporları” diye bilinenler aslında büyük ölçüde bir sınıf mücadelesinin partileri, tarikatlarıdırlar. Bunların kökeninde de karşı tarafın gücünü ona karşı bir silaha dönüştürmek; üzerine yığılan karın ağırlığı altında bükülmek ama kırılmamak vardır. Aynı özellikleri böylesine fiziksel biçimlerde değil ama daha ince biçimlerde bütün sınıflı toplumların ezilenlere yol göstermiş partilerinde (tarikatlarında) görmek mümkündür.

16 Mart 2015 Pazartesi

“Birleşik” Haziran Hareketi’nin “Birleşik”i Ne Anlama Gelir?

Birileri “ahlak”tan söz etmeye başladığında bu söz edişin kendisinde “ahlaksız” olan bir durum vardır.
Neden?
Çünkü tarihin gösterdiği bir tek gerçek vardır: ahlaki nasihatler hiç bir zaman nedenleri ortadan kaldırmaz; aksine, bu nasihatler, nedenler ortadan kaldırılmadan sorunların hallolacağı gibi bir yanılsama yarattıkları için, sorunların devamına yol açarlar. Yani son duruşmada aldatıcıdırlar, gerçeğin özünü gizlerler. Gerçek ise devrimcidir: Onu gizlemek ise karşı devrimcidir dolayısıyla ezen sınıflara hizmet eder. Ezen sınıflara hizmet etmek ise ezilenler açısından en büyük ahlaksızlıktır.
Benzeri durum birçok alanda görülebilir: En bilineni ya da bilinmeyeni ama en yaygını da “birlik” veya “birlikçilik”tir.
Her kim ki birlik veya birlikçilik şampiyonluğu yapar, onlar aslında en büyük bölücülerdir. Onlar sadece neyle bölündüklerini gizlerler bu birlik şampiyonluklarıyla.
“Birleşik Haziran Hareketi” de kendini “Birleşik” olmakla tanımlıyor. Niye “bölünük” değil de “birleşik”?

15 Mart 2015 Pazar

Paris Suikastı ve Cemil Bayık’ın Söyledikleri

Bugün, Cumhuriyet gazetesinde Ahmet Şık’ın Cemil Bayık ile uzun söyleşisine (Söyleşinin diğer bölümleri için: “Ya Apo Kandil’e, ya biz İmralı’ya”) dayanan bir haber var. Haberin Başlığı: “Hakan Fidan, 'Paris suikastını MİT'teki bir grup yaptı' dedi”. Cemil Bayık Paris cinayetine ilişkin olarak çok önemli bilgiler veriyor.
Aşağıya bu haberin tamamını olduğu gibi aktarıyoruz.
Hemen alta da cinayetin hemen ardından, hem Sakine Cansız’ın anısına yazdığımız, hem de elde hiç bilgi olmadan cinayetin ne anlama geldiğine ilişkin yazımızı koyuyoruz.
Görüleceği gibi, o zamanlar sırf akıl yürütmeyle yaptığımız çıkarsamalar, daha sonraki bulgularla ve Cemil Bayık’ın açıklamalarıyla esas olarak doğrulanmış bulunuyor.

13 Mart 2015 Cuma

Kadınların Katline Karşı Acil ve Pratik bir Teklif: Kadınlara Silah taşıma Hakkı; Erkeklerde Tırnak Çakısının Bile Suç Olması

Erkeklerin kadınlara karşı yürüttüğü savaşın en somut ve can yakıcı biçimleri “Kadın cinayetleri” biçiminde görülüyor.
Peki, bu savaşa karşı, yine erkeklerin egemen olduğu devletin, partilerin, örgütlerin somut olarak önerdiği neler?
Ya daha fazla eğitim gibi çıkmaz ayın son çarşambasına yönelik; ya “kadınları koruyan” yeni yasalar çıkarılması gibi hukuki ya da erkeklerin kendi erkeklikleriyle mücadele etmesi gibi, kapitalistlere işçilerin haklarını gözet demekten farksız ahlaki ve nasihatçi öneriler.
Bütün bunlar, bu sistemin devamını sağlayan; gerçek nedenlere girmeyen; acil ve pratik çözümler sunmayan önerilerdir.
Eğitim mi? Eğitecekleri kim eğitecek? Bugünkü eğitim sisteminin kendisi ve eğitecek olanların kendisi erkeklerdir. (Kadın bile olsalar bu erkek egemenliğini içselleştirmiş, onun ideolojisini savunduğunun farkında olmayan kadınlardır.)