15 Mart 2015 Pazar

Paris Suikastı ve Cemil Bayık’ın Söyledikleri

Bugün, Cumhuriyet gazetesinde Ahmet Şık’ın Cemil Bayık ile uzun söyleşisine (Söyleşinin diğer bölümleri için: “Ya Apo Kandil’e, ya biz İmralı’ya”) dayanan bir haber var. Haberin Başlığı: “Hakan Fidan, 'Paris suikastını MİT'teki bir grup yaptı' dedi”. Cemil Bayık Paris cinayetine ilişkin olarak çok önemli bilgiler veriyor.
Aşağıya bu haberin tamamını olduğu gibi aktarıyoruz.
Hemen alta da cinayetin hemen ardından, hem Sakine Cansız’ın anısına yazdığımız, hem de elde hiç bilgi olmadan cinayetin ne anlama geldiğine ilişkin yazımızı koyuyoruz.
Görüleceği gibi, o zamanlar sırf akıl yürütmeyle yaptığımız çıkarsamalar, daha sonraki bulgularla ve Cemil Bayık’ın açıklamalarıyla esas olarak doğrulanmış bulunuyor.

Tekrar edelim. “Barış” politik bir süreçtir. Açık politik tavır ve politik ilişki gerektirir.
Ama Hükümet süreci hala gizli ilişkilerle ve istihbarat örgütlerine havale ederek götüremye çalışıyor. Bu onun aslında barış gibi bir sorunu olmadığını; kendini güçlü hissetttiği ilk anda da en acımasız ve kanlı saldırıları başlatacağını gösterir.
Savaş nasıl generallere bırakılamayacak kadar ciddi bir işse, barış da istihbarat örgütleriyle sürdürülemeyecek ciddi bir iştir.
“Barış Süreci”nin akibeti büyük ölçüde seçimlere bağlıdır. HDP’nin barajı aşması, Hükümetin kendini güçlü hissetmesinin ve süreci havaya uçurmasının yolunu tıkar.
Aksine, HDP’nin bir başarısızlığı, savaşın ve saldırıların başlaması anlamına gelir.
Bu nedenle HDP’ye verilecek her oy aynı zamanda barışı sürdürmeyi sağlayacak bir oydur. Belyki her oy bir can kurtaracaktır.
Dikkat edilsin, “çözüm”den henüz hiç söz etmiyoruz. “Barış”tan, silahların susmuş olmasından, ateşkes halinden söz ediyoruz.
Çözüm ise her şeyden önce Demokratikleşme demektir. Demokratikleşme ulusun tanımının değiştirilmesi ve bu merkezi, bürokratik, militer cihazın tasfiye edilip halkın üzerinde yükselmeyen ona hizmet eden bir cihazın kurulması demektir.
Geniş yığınların bugünkü güç ilişkilerini kökten değiştiren bir gücü ve eylemi olmadıkça Demokratikleşme ve de dolayısıyla “çözüm” olmaz.
15 Mart 2015 Pazar

Sakine Cansız’ın Ardından

Sakine Cansız’ı ilk kez nerede ne zaman gördüm ve tanıştım hatırlamıyorum. Ama adını duyar bilirdik.
Muhtemelen Öcalan’ın kaçırılışından sonra Hamburg’ta kurduğumuz “Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Türk Girişimi”nin hazırladığı toplantı ve tartışmalar esnasında olabilir. Kendiliğinden, işgüç içinde bir tanışma gerçekleşmiş olmalı.
Sonra 2005 yılında Hamburg’ta tertiplediğimiz, konuşmacılar arasında Ertuğrul Kürkçü, Haluk Gerger, Ragıp Zarakolu’nun da bulunduğu toplantıda Sakine Cansız da bir konuşmacıydı. Konu: “Büyük Ortadoğu Projesi ve Sosyalist Strateji” idi. Örgütünün görüşlerini formüle etmişti. Elbette Ortadoğu konu olunca Ortadoğu’nun en büyük, hem demokratik karakterli; hem de gerillaları ve milyonlarca taraftar ve destekleyicisi bulunan bir hareketinin önde gelen bir üyesinin ne diyeceği önemliydi.
Kim zaman sık sık karşılaşır, kimi zaman aylar ve yıllarca göremezdik. O Özgürlük Hareketi’nin esas kadrolarından biriydi. Özgürlük hareketinin bir kadrosu olmak Kıvılcımlı’nın “Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyarmalı” veya Lenin’in “Ne Yapmalı” kitabında belirttiği gibi, “demir çarık demir asa”, halk hizmetinde yaşamak; yaşamını mücadeleye vakfetmek demektir. Eğer çok büyük bir inanç ve teorik hazırlık yoksa, bu uzun ve zorlu yaşamda soluksuz kalmak kaçınılmazdır. Sakine bu maratonculardan biriydi. Eğer eski çağlarda yaşasaydı muhtemelen bir azize olurdu.
Bir yanıyla Avrupa metropollerinde göçmen olmuş Kürt özgürlük hareketini destekleyenlerin ve tabi kadınların örgütlenmesinde çalışır; bir yanıyla Kürdistan’ın dağlarında gerillalık yapar. Böylesine farklı dünyalarda, farklı işlerde bulunmak onlara ayrı bir geniş görüşlülük ve çok yönlülük de kazandırır.
Özgürlük Hareketi bilinçli olarak, kadrolarını yerler ve işlevler arasında dolaştırarak, onların siyasi ve kültürel gelişimlerini de sağlar. Böylece yerleşik bir hayatın konformizminden de uzak, dolayısıyla toplumsal konumlarıyla kaybedecek bir şeyi olmayan ve radikal bir konumda kalmalarını sağlarlar. İşin mahiyetinden doğan bütün bürokratikleşme eğilimlerinin, harekete tam egemen olamaması ve birlikte yaşanacak ve kendisine karşı sürekli mücadele edilecek bir hastalık olarak kalması biraz da bu işleyiş sayesindedir.
Basının psikolojik savaş amaçlı yanıltıcı propagandalarının aksine, özgürlük hareketinin militanları, gerek politik gerek insani nitelikler bakımından ortalamanın çok üzerindedirler. Adanmış bir yaşamları vardır. Bu yaşamın bir ucu Kürdistan’ın dağlarında, diğer ucu metropollerdeki yoksul Kürtlerin evlerinde, derneklerindedir.
Ayrıca unutmamalı Sakine gibiler, Kürdistan’daki kadın uyanışının öncü örnekleriydi. Nice genç kız, aile baskısına ve feodal geleneklere karşı çıkabilecek gücü Sakine gibilerin örneğinde bulmuş olmalıdır.
Sakine oturmuş güçlü bir örgütten olmanın verdiği güvenle, keskin ifadeleri törpüleyici, diplomatik ve uzlaşmaya dönük bir dille konuşurdu dışa karşı. Biz ise, yepyeni bir teori, program, strateji ve taktiği şekillendirdiğimiz için, netliğe önem veren, farklılıklara vurgu yapan; diplomatikten ziyade teorik bir dille konuşurduk. Bu nedenle dillerimiz farklıydı. Ama birbirimizin dilini ve sorunlarını anlardık ve bu gereğinde pratik işlerde birlikte iş yapmaktan da gocunmazdık.
En son Hamburg’da Altona tren istasyonunda karşılaşmıştık. Yine bir görev gereği bir yerden geliyor veya bir yere gidiyordu. Her zaman olduğu gibi “Hocam bir oturup konuşalım” demişti. Bu dileği karşılıklı olarak her karşılaşmamızda söyler ama o hızlı yaşam içinde, yollar tesadüfen kesişinceye kadar arayıp konuşamazdık. Avrupa kazan Sakine kepçeydi.
Demek ki en son Paris’te imiş. Dersim’de başlayan ve Paris’te bir dernek lokalinde bir suikastla biten acı, sevgi ve adanmışlıkla dolu bir hayat.
Sevgiyle çünkü bunca acı ve adanmışlık ancak sevginin gücüyle taşınabilir.
Bu sevgi, eski tasavvuf ehlinin dediği, insanı Fena-fillah ya da Nirvana’ya ulaştıran Toplum’a adanmış; bireyi aşmış bir sevgi olabilirdi.
*
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in Paris’in ortasında, bir dernek lokalinde güpegündüz böyle profesyonelce öldürülmeleri, Orta doğu’daki güçlerin mücadelesinde bir nitelik sıçramasının ifadesidir.
Özgürlük Hareketi’nin Avrupa’daki bütün faaliyeti, bütün dernekleri sürekli gözlem ve kontrol altındadır. Hükümetler mesajlarını bu dernekleri kapatarak veya yöneticileri vs. tutuklayarak verirler ve kontrol altında tutmaya çalışırlardı. Ne olursa olsun, savaşın en keskin olduğu, Ergenekon’un cirit attığı zamanlarda bile böyle bir girişim olmamıştı.
Bu nedenle bu sefer bir nitelik değişiminden söz etmek gerekiyor.
Sakine Cansız’ın Avrupa Sorumlularından ve kurucu ve Öcalan’a sadık kadrolardan olduğu için seçildiği bellidir. Cinayet yeri olarak Avrupa’da Fransa ve Paris’in ve de bir dernek lokalinin seçilmiş olmasının da bu mesaja dahil olduğu düşünülebilir.
Seçimlere bakılırsa, mesaj Özgürlük Hareketine ve Öcalan’adır.
Böylesine profesyonel ve dengelere oynayan bir cinayeti ancak devletler ve onların gizli terör örgütleri yapar ya da yaptırabilir. Ortadoğu’da mesajlar suikastlerle verilir.
Avrupa’da devletler yukarıda da değindiğimiz gibi daha “uygar” yöntemler izlerler -başları sıkışmadıkça tabii. Ama bu o devletlerin, diğer yöntemleri izleyenlere, bazen gözlerini kapayıp görmezden gelerek destek vermelerini engellemez.
Bir kere bu gibi cinayetleri ancak bir devletin istihbarat örgütleri işleyebileceğinden ve devletlerin istihbarat örgütleri sürekli olarak birbirlerinin ne yaptıklarını bildiğinden, Paris’teki cinayet, hele 24 saat kontrol altındaki bir dernekte, dünyanın en büyük gerilla örgütlerinden birinin sempatizanlarının derneğinde işleniyorsa Fransız istihbaratının bu konuda bilgisiz olması düşünülemez.
Ama bir devlet bunu bilmesine rağmen böyle bir cinayeti işletiyorsa veya buna göz yumuyorsa, bu çok büyük riskleri göze almak demektir. Kazanılacak ve kaybedilecek şeyler de bu riskler ölçüsünde büyük demektir.
Bugünün dünyasında en büyük çatışma Orta Doğu’dadır. Bir yanda ABD, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan vs.nin bulunduğu blok vardır. Diğer yanda Rusya, Çin, İran, Irak Şiileri, Suriye rejiminin bulunduğu blok. Bu blokların çatışması en büyük ve önemli güç yığışmalarına yol açmakta. Çatışan taraflar bakımından ortada bir hayat memat meselesi bulunmaktadır.
Avrupa görünüşte ABD’nin yanındadır ama el altından diğer bloğu destekler. Çünkü, ABD’ye karşı stratejik çıkar ortaklığı içindedir. Dolayısıyla bir göz yummaya her zaman yatkın bir durumdan söz edilebilir.
Elbette bu temel güçlerin her ülke içinde çıkarları kendileriyle örtüşen paralelleri de vardır. AKP Amerika’nın başında bulunduğu bloğun dengesi olunca, otomatik olarak, Ergenekon ve askeri bürokratik oligarşinin eski çizgisini savunmak isteyenler de Rusya ve İran’ın bulunduğu blokla çıkar ortaklığı içinde olur.
Tabii bu güçlerin her birinin kendi içinde de farklı stratejilere yönelik olarak çatışan güçler vardır ve iç mücadelelerde dıştaki güçlere karşı nesnel çıkar ortaklıkları gerçekleşir. Örneğin, Türkiye’de Askeri Bürokratik oligarşi içinde, aynı kalmak istiyorsak (yani askeri bürokratik oligarşi gücünü ve imtiyazlarını korumak istiyorsa) değişmeliyiz (Eski beton kafayı atıp, demokrasi şampiyonuymuş gibi yapıp muhalefeti örgütlemeliyiz – örneğin 27 Mayıs gibi) diyenler farklıdırlar. Bunlar aynı gücün egemenliğini sürdürmesi için farklı stratejilerdir ve aynı güç içinde olmalarına rağmen farklı bloklarla nesnel çıkar ortaklıkları içindedirler. Tabii bu tür bölünmeler her gücün kendi içinde de vardır.
Böyle bir tablo içinde bakıldığında, Sakine’nin Paris’te öldürülmesi en başta PKK’ya verilmiş bir mesajdır. Şimdi böyle bir mesaj, büyük olasılıkla, Türkiye’deki görüşmelerin başlamasıyla ilgilidir. Muhtemelen Türk Gladyosunun ve Avrupa birliğindeki, ABD ve Türkiye’ye karşı Rusya ve İran’ı destekleyen güçlerin örtülü bir onayı da olabilir. Muhtemelen böyle bir onay olmadan da böylesine bir nitelik değişikliği yaratan bir suikast yapılmaz ve yapılamaz.
Bu aralar Türkiye’de sanki kolay bir işmiş gibi herkes barış diyerek barış üzerinden bir savaş yürütüyor.
Barış demokratikleşme olmadan olmaz. Demokratikleşme ise politika ve politik hedefler sorunudur. İstihbarat teşkilatı yöneticileri aracılığı ile barış yapılamaz.
Özgürlük hareketi Orta Doğu’daki en demokratik güçtür. Bu gücü tasfiyeye yönelik olarak yapılacak her hamle anti demokratiktir ve barış düşmanıdır.
İstihbarat teşkilatı başkanı aracılığıyla görüşme yapmanın kendisi bile, barış adı altında bir savaş yapıldığını gösterir. Bu nedenle şimdilik bir yol kat ediliyor gibi görünse de bir çıkmazdan kurtulamaz. Bunların tek yararı, Özgürlük hareketi üzerindeki psikolojik savaş perdesini yırtmaya yaramaları olabilir. Bu anlamda bir politik çözüme istemeden de olsa hizmet ederler.
Eğer Türkiye, istihbarat teşkilatı başkanı ile Öcalan’la görüşmeler yaparsa, başka devletlerin de istihbarat teşkilatları, kendi sözlerini söylerler.
Bu anlamda, Sakine’nin Cansız’ın bedeni, hükümetin Demokratikleşme olmadan özgürlük hareketini tasfiye ve sözde barış politikasının ilk kurbanıdır denebilir.
Eğer Hükümet açıktan Özgürlük hareketini tasfiye edilecek değil, demokratikleşme için ittifak yapılacak bir güç olarak muhatap alsaydı. Özgürlük hareketini tasfiye edilecek değil, ittifak yapılacak bir güç olarak görseydi, diğer güçler de açık politik tavırlar almak zorunda kalırlardı. O zaman İstihbarat örgütlerine söyleyecek söz kalmaz, Sakine ve arkadaşları, şimdi canlı olarak aramızda olurdu.
Demir Küçükaydın
10 Ocak 2013 Perşembe
*

Hakan Fidan, 'Paris suikastını MİT'teki bir grup yaptı' dedi

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık “Hakan Fidan, Paris cinayetini MİT içinde cemaatçiler, ulusalcılar var onlar yaptı dedi. Ama o, MİT’in başındaki kişidir ve haberinin olmaması mümkün değil” dedi.
  
Ahmet Şık/Cumhuriyet
Yayınlanma tarihi: 14 Mart 2015 Cumartesi
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Paris’te karanlık bir suikast sonucu öldürülen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’e yönelik suikastı MİT’in gerçekleştirdiğini söyledi. Bayık, ardında uluslararası güçlerin bulunduğunu söylediği suikastın MİT’in içindeki birtakım kanatlar tarafından gerçekleştirildiğini belirterek, “MİT “Bizim tarafımızdan yapılmıştır bunu inkâr etmiyoruz” dedi. Hakan Fidan öyle söyledi. İçinde çeşitli kanatlar olsa da bize göre MİT bir bütün olarak cinayetten haberdardır” dedi. Kandil bölgesindeki bir köyün kırsalında gerçekleştirdiğimiz söyleşide Cemil Bayık, konuyla ilgili sorularımızı şöyle yanıtladı:
MİT içindeki bazı kanatlar Sakine Cansız’lara yönelik suikastın faili sizce kim? Kürt medyasında yazılanlar sürekli MİT’e işaret ediyor. Yani sizinle masaya oturan MİT Kürt hareketi için önemli isimlere yönelik katliam mı yaptı?
CEMİL BAYIK: Paris suikastı bir tek gücün yaptığı bir katliam değil. Uluslararası birçok gücün denklemin içinde olduğu bir saldırıdır. Böyle olmasa Avrupa’nın ortasında Paris gibi bir yerde böyle bir suikast yapılamazdı. Önder Apo’yu kim İmralı’ya getirdiyse onlar bu işin içindedir. Bu cinayetler önder Apo’nun geliştirdiği süreçle bağlantılıdır. Çözüm süreci başlamadan önü kesilmek istendi. Önder Apo’nun Nevruz’da açıklamalar yapacağına dair bilgileri vardı. Bunu engellemek için öncesinde katliamı gerçekleştirerek süreci engellemek istediler.
Peki, Türkiye içerisinden kimler dahildi bu denkleme?
- MİT, “Cinayet bizim tarafımızdan yapılmıştır, bunu inkâr etmiyoruz” dedi. MİT içinde bazı kanatların olduğu ve onları yaptığı söylendi. Bizimle görüşenler olayın kendileri dışında olduğunu söyledi. Hakan Fidan öyle söyledi. Ama bize göre MİT bir bütün olarak o cinayetlerden haberdardır.
Her şey karartıldı ama failler belli Hakan Fidan da dahil mi?
- O, MİT’in başındaki kişidir ve haberinin olmaması mümkün değil. Haberi yoksa nasıl MİT’in başında duruyor? Altında neler geliştiğini bilmezken nasıl orada o görevi yapabilir? Bu ciddi bir durumdur. Biz MİT’in bu olayda parmağı var dedik. Hakan Fidan bizim resmi kâğıtlarımız kullanılmış dedi. Kurum içerisinde kurum teknolojisiyle üretilmiş belgeler var dedi. MİT’in bunun dışında olduğunu inkâr etmedi ama dedi ki biz yapmadık. MİT’in içinde olan çeşitli kesimler yaptı. MİT içinde cemaatçiler, ulusalcılar var onlar yaptı dedi. O kesimleri kastetti. Ama bize göre hepsinin haberi var. Ömer Güney bir tetikçidir. Bu çok açık, o bir tetikçidir. Ve onun arkasında birçok güç var. O güçler bizim tarafımızdan az çok biliniyor ama onun gerçeğinin açığa çıkması mümkün değil. Her şey karartılmış durumda. Ama bizim açımızdan failler belli.
 Susturuculu silah kullanıldı
PKK’nin kurucularından ve Avrupa sorumlularından Cansız 9 Ocak 2013’te KNK (Kürdistan Ulusal Kongresi) Paris temsilcisi Fidan Doğan ve Leyla Söylemez ile birlikte Paris’teki Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda susturuculu silahla başından vurularak öldürülmüşlerdi. Saldırının ardından Paris polisi Ömer Güney isimli tetikçiyi tutuklamıştı. Suikasttan sonra Ömer Güney’in PKK’nin içine sızan milliyetçi görüşlere sahip bir MİT ajanı olduğu iddiaları ortaya atılmıştı. Bu iddiaları destekleyen ve Güney ile MİT’çiler arasında geçtiği öne sürülen bir ses kaydı da geçen yıl internet üzerinden sızdırılmıştı.
 Hem yalanlama hem soruşturma
AKP ve Gülen Cemaati arasındaki savaşın şiddetlendiği bir dönemde sızdırılan bu ses kaydından birkaç gün sonra da bu kez Paris suikastları için MİT tarafından tetikçi Güney’e 6 bin Avro verildiğini iddia eden bir belge sızdırılmıştı. MİT’ten yapılan açıklamalarda ise ses kayıtları ile belge ve dile getirilen iddialar yalanlanmıştı. Açıklamada, “çözüm sürecinde aktif rol üstlenen teşkilatın yıpratılmak istendiği” savunuldu. Açıklamada iddialar ile ilgili olarak kurum içerisinde de idari soruşturma başlatıldığı belirtilmişti.
 Önce kayıt sonra belge
Almanya merkezli bir blog sayfasında ve YouTube’da “Ben Paris’te üç kadını öldüren Ömer Güney’in yakınıyım. Ömer 17 Ocak’ta tutuklandı. Ömer, tutuklanmadan bilgi ve belgeleri ‘Başıma bir iş gelirse bunları açıklarsın’ diyerek verdi. Ömer öldürme talimatlarını MİT’ten almış. Esas hedefi Sakine Cansız’mış” şeklindeki giriş yazısıyla bir kayıt yayımlandı.
Kaydı yayımlayan kişi, “Eylemden önce defalarca Türkiye ’ye giderek MİT’çilerle bir araya gelip eylemi planlamışlar. Uçak biletlerini MİT’çiler almış. Öldürmek için kullandığı silahı ve diğer şeylerini almak için parayı Ömer’e MİT’çiler vermiş” iddiasında bulundu. Konuşmalarda suikast hedefleri arasında ilk sırada PKK’nin Avrupa’daki kasası diye bilinen Nedim Seven, ikinci sırada örgütün Paris komutanı Şiar ve sonra da Heval Soro adlı örgüt üyesi sayılıyordu. Konuşmalarda öldürülecek dördüncü hedef olarak da DEP eski milletvekili Remzi Kartal’ın adı zikrediliyordu.
 MİT 6 bin Avro ödeme yaptı
Bu kayıtlardan birkaç gün sonra 14 Ocak 2014’te bu kez de tetikçi Güney’e MİT tarafından 6 bin Avro para ödendiğine ilişkin bir belge sızdırılmıştı. 18 Kasım 2012 tarihli belgede “Sara Kod Sakine CANSIZ, KONGRA-GEL (PKK) KCK’nın FRANSA/Paris’teki faaliyetlerinin deşifre edilmesi, ayrıca üst düzey örgüt mensuplarının etkisiz hale getirilmesi” denilerek Cansız’a yönelik eylem planından bahsediliyordu.
 İmzaları var
Cansız’ın Paris’e gidişi ile ilgili “Lejyoner” kod adlı MİT ajanının verdiği bilgi notları paylaşılan belgenin altında MİT yöneticilerinin imzaları bulunuyordu. ‘Lejyoner’in, 2012 Ekim ayı içinde Cansız’a ilişkin bilgiler yer alan bir e-posta gönderdiği belirtilerek, “Kaynak, tarafımızla görüşmek üzere ülkemize son gelişinde, AVRUPA’daki örgüt hedeflerine yönelik saldırı/sabotaj/suikast tarzı operatif imkân/ kabiliyetleri çerçevesinde belirlenen kişilere yönelik hazırlık yapması, çalışma esnasında gerekli ekipmanı temin etmesi, tarafımızla gerçekleştirdiği her türlü haberleşmeye azami derecede özen göstermesi yönünde talimatlandırılmış, olası harcamaları için 6.000 Avro ödeme yapılmıştır” deniliyordu.
Süreç hedef alındı
Paris suikastının çözüm süreciyle bağlantılı olduğunu öne süren KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Çözüm süreci başlamadan önü kesilmek istendi. Önder Apo’nun Nevruz’da açıklamalar yapacağına dair bilgileri vardı. Bunu engellemek için öncesinde katliamı gerçekleştirerek süreci engellemek istediler” dedi.
 Kürtler için ekip kurdular
PKK’ye yakın ANF ajansında 19 Şubat 2015’te yayımlanan Ferda Çetin imzalı bir yazıda da milletvekili adayı olmak için istifa ettiği dönemde Hakan Fidan’ın yerine vekâleten MİT müsteşarlığına atanan İsmail Hakkı Musa’nın Kürt siyasetçilere yönelik suikast planlarını yöneten kişi olduğu iddia edilmişti. Yazıda Musa ile ilgili de şu iddialar dile getirildi:
“2011 baharında, Musa’nın ekibi önce hedef belirledi, ardından cinayeti işleyecek ‘profesyonel ekip’ bulundu. Balkan ülkelerinden birinin vatandaşı olan bir şahısla, Brüksel’de görüşmeler yapıldı. Prensipte anlaşıldı. Para miktarı ve teslimini konuşmak üzere suikastçı İstanbul’a gitti. Bir otelde MİT mensupları ile görüşme yapıldı. Remzi Kartal’ın öldürülmesi karşılığında 500 bin Avro’ya anlaşma yapıldı. Brüksel- Ankara hattında bu hareketliliğin yaşandığı tarihlerde, İskandinavya ülkelerinden birinin istihbaratı Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar’a ulaşarak bu bilgileri iletti. Kartal ve Aydar, bu bilgiyi anında Belçika makamları ile paylaştılar.”
 Cemaat izi
Yazıda İsmail Hakkı Musa’nın, Brüksel’de görevli iken Gülen Cemaati’nin MİT ve emniyet imamları ile yakın ilişkileri olduğu da öne sürüldü. Yurtdışındaki eylemleri ve suikast planlarının bu üçlü tarafından planlandığı öne sürülen yazıda Cemaatin emniyet imamı olduğu dile getirilen Kozanlı Ömer lakaplı Osman Hilmi Özdil ile MİT içinde ayrı bir örgütlenme yaptığı öne sürülen Murat Karabulut ile Musa’nın irtibatlı olduğu belirtilerek iddialar şöyle sıralandı:
 Kotarılan işlerin kefareti

“Sakine, Leyla ve Fidan cinayetinde de bu üçlünün rolü ve payı en üst düzeydedir. Hakan Fidan da bu ilişkileri çok iyi bilmektedir. Gülen-AKP çatışması dönülmez bir noktaya ulaştığında, önce bu iki kişi teşhir edildi, ardından aynı gün ve aynı uçakla Pensilvanya’ya doğru uçuruldular. Bu kadar ağır suçlamalar ve yoğun teşhir sonrasında, bu kadar kolay bir seyahatin, MİT’in ve Hakan Fidan’ın bilgisi dışında gerçekleşme olasılığının bulunmaması gerekirdi. Onlara bu rahat uçuş olanağı, bir zamanlar birlikte kotarılan kirli işlerin kefaretiydi.”

Hiç yorum yok: