Erkeklerin kadınlara karşı yürüttüğü savaşın en somut ve can
yakıcı biçimleri “Kadın cinayetleri” biçiminde görülüyor.
Peki, bu savaşa karşı, yine erkeklerin egemen olduğu
devletin, partilerin, örgütlerin somut olarak önerdiği neler?
Ya daha fazla eğitim gibi çıkmaz ayın son çarşambasına
yönelik; ya “kadınları koruyan” yeni yasalar çıkarılması gibi hukuki ya da
erkeklerin kendi erkeklikleriyle mücadele etmesi gibi, kapitalistlere işçilerin
haklarını gözet demekten farksız ahlaki ve nasihatçi öneriler.
Bütün bunlar, bu sistemin devamını sağlayan; gerçek
nedenlere girmeyen; acil ve pratik
çözümler sunmayan önerilerdir.
Eğitim mi? Eğitecekleri kim eğitecek? Bugünkü eğitim sisteminin
kendisi ve eğitecek olanların kendisi erkeklerdir. (Kadın bile olsalar bu erkek
egemenliğini içselleştirmiş, onun ideolojisini savunduğunun farkında olmayan
kadınlardır.)
Yasaları değiştirmek mi?
O yasaları değiştirecek olanların bizzat o erkek egemen
sistemin savunucuları olduğu gerçeğini bir yana bıraksak bile, yasalar
nedenlere yönelmezler; sonuçlarla mücadele ederler. Daha sert cezalar, kadın
konuma evleri vs. bütün bunlar sonuçlarla mücadele araçlarıdır. Hiçbir gerçek
ve elle tutulun sonuç sağlamazlar.
Erkeklerin kendi erkeklikleriyle hesaplaşması gibi çocukça,
beyaz adama ırkçı olmamasını; kapitaliste işçileri çok sömürmemesini nasihat etmekten
farksız rahip ideolojisi mi? Rahipler ve cellatlar tarihte ve bugün her zaman
aynı madalyonun iki yüzüdürler. Hiç bir nasihat, hiçbir ahlaki vaaz en küçük
bir iyileşmeye yol açmamıştır tarih boyunca.
Egemenler (Kapitalistler, Beyaz Adam, Türkler, Erkekler vs.
fark etmez) ancak ezilenlerin güçlü direniş ve kavgalarıyla, eskisi gibi devam
etmeleri durumunda, astarının yüzünden pahalı olacağını görünce tavizler
verirler.
Bunun en son ve somut örneği Türkiye’de Kürtlerin
mücadelesinde görüldü. Kürtler yıllarca
bütün o yolları denemeye çalıştılar. Hiçbir sonuç alamadılar; Türklere ve Türk
devletine bu gidişin astarının yüzünden pahalı olacağını gösterince, şimdi bir
zamanlar konuşulması ve hayal edilmesi bile düşünülemeyecek şeyleri bu
direnişin önünü ve hızını kesmek için bizzat bu devlet yapmaya başladı.
O halde, “kadın cinayetleri”ne son vermek için, bütün yukarıdakileri
bir kenara atmak gerekiyor öncelikle.
*
Kadınların üzerindeki baskı ve sömürüyü ortadan kaldırmak
elbet, çok uzun vadeli ve çok temelden değişiklikleri gerektiren uzun bir
mücadeledir ve mücadele olacaktır.
Ancak bunun yanı sıra, kısa vadede acil olarak yapılabilecek
ve kesin sonuç alıcı son derece pratik işler de vardır. Üstelik bunlar, hiçbir
bürokrasi gerektirmediği gibi, bizzat bürokrasiye karşı da bir mücadele
aracıdırlar.
Bunu somutça söyle ifade edebiliriz:
Derhal bir tek kanun maddesiyle kadınların hiçbir makama haber
vermeden ve izin almadan, çakı, bıçak, tabanca, göz yaşartıcı gaz gibi
silahları taşıma hakkı; buna karşılık, erkeklerin meyve bıçağı bile
taşımalarının kesinlikle yasaklanması.
Böylece her kadın daha güvenli ve rahat hareket edebilecek;
her erkek de kadınlar karşısında daha saygılı, ölçülü ve saldırganlıktan uzak
durma zorunluluğunu hissedecektir. Saldırı olduğunda kadınlar ellerindeki
silahlarla erkekleri etkisiz hale getirebileceklerdir.
Düşünün şimdi, Özgecan’ın çantasında silah taşıyor olma
ihtimalini bilseydi, o erkek minibüs şoförü yaptıklarına cesaret edebilir
miydi? Özgecan saldırganın şüpheli davranışları karşısında, silahını çıkarıp
kendisini savunamaz mıydı?
O halde, tüm partiler, örgütler, Özgecan için ağıt düzenler,
Kadınların silahlanması ve erkeklerin silahlardan arındırılmasını
istemiyorlarsa, havanda su dövüyorlar demektir. Bütün döktükleri gözyaşları
timsah gözyaşlarıdır. Hele “ırz düşmanları”nı linç etmeye kalkanlar ve Hindistan’da
olduğu gibi linç edenler, hepsi kendileri potansiyel birer “ırz düşmanı”dır.
*
Kadınlar silahlandığı takdirde, sadece kendilerini değil,
demokrasiyi de savunur ve güçlendirirler.
Neden ve nasıl?
Bugünkü Türkiye’deki özellikle Türk erkeklerin neredeyse
hepsi bir ruh hastasıdır. Çürümüş bir insan posasıdır. Kürdistan ve Kürtler ise
nispeten farklıdır. Daha doğrusu, Kürdistan’da ve Kürtler arasında Türk
devletinin işbirlikçisi olmayan kesimler farklıdır. Türk çürümüşlüğünün Kürdistan’da
da korkunç etkileri vardır özellikle, Özgürlük Hareketinin etkisi dışında kalan
alanlarda ve toplum kesimlerinde.
Kürdistan’da haklı bir savaş yürütüldüğü; toplumun en alt ve
ezilen kesimleri bu savaşın başını çektiği için; insanlarda tıpkı büyük
dinlerin ortaya çıkışlarında; devrimlerde olduğu gibi, bir kendini aşma; örnek
insan olma eğilimi baskın olur. İslam’ın her zaman örnek olarak öne çıkardığı “sahabeler”
böyle bir devrim döneminin dönüştürdüğü insanlardır. Fransız Devrimi’ndeki “baştan
çıkarılamaz” Robespiyer’ler veya Sosyalist hareketin unutulmuş geleneğinde “ilk
saatin işçileri” diye adlandırdığı “sosyalist sahabeler” İslam’ın sahabelerinin;
Hıristiyanlığın havarilerinin, modern toplumsal mücadeleler ve dönüşümlerdeki
karşılıklarıdır.
Öte yandan devrimler kadınları öne çıkarırlar ve kadınların
öne çıkması da ayrıca erkekler üzerinde bir eğitici etki yapar.
Örneğin bugün bütün dünyanın hayran olduğu ve IŞİD’e karşı
elinde Klaşnikov adlı AK-47’siyle duran kadın gerillalar bu Kürdistan’daki
devrimci yükselişin ürünü oldukları gibi; o yükseliş de kendilerinin ürünüdür.
O Kürt mücadelesinin esas motoru kadınlardır.
Bir Kürt mitingine ya da Kürdistan’da bir mitinge gidin bir
de Türk mitingine gidin. Kürt mitinglerinin en az yarısını o Türklerin “feodal”
diyerek hor gördüğü Kürtlerin kadınları oluşturur. Türklerin mitinglerinde ise,
bozkurt işareti yapan faşist Türk ve erkeklerinden başka bir şey bulamazsınız.
Türk erkekleri, binlerce yıllık ezilenlerin yazılı olmayan
bilgeliğini ve ahlaki değerlerini bile yitirmiş bulunuyorlar. Neden ve nasıl?
Sadece şu son doksanlı yılları; 2002 seçimlerine kadar geçen
dönemi göz önüne alalım.
Kürdistan’daki savaşı finanse etmek için yüksek enflasyon
uygulanarak, nüfus iliklerine kadar sömürüldü.
Yine bu savaşı finanse etmek için devletin bizzat kendisi,
mafyayla iş birliği içinde uyuşturucu kaçakçılığı yaptı. Bu nedenle Türk
diplomatik pasaportları bile Avrupa ülkelerinde kuşkulu oldu.
Sadece bu ikisi bile bir toplumu iliklerine kadar çürütmeye
yeter.
Ama üstüne üstlük, en iğrenç yöntemlerle binlerce faili
meçhule, insanların evlerinden ve köylerinden atılmasına yol açan bir savaş yürütüldü.
En minimum sayıları alsak bile, sadece 1992 ile 2002 arasını alsak bile,
Kürdistan’daki savaştan her yıl 200.000 askerin geçtiğini var saysak bile. On
yılda en az iki milyon Türk erkeği, Kürdistan’daki savaşta, işkence etmeyi,
kulak, bunu kesmeyi; insanları gözünü kırpmadan öldürmeyi; onlara en
aşağılayıcı muamele yapmayı öğrendi. Yani aslında on yılda Kürdistan’daki savaşta
insanlıktan çıkarılmış en az 2.000.000 insan bugün tüm Türkiye’de her an
aramızda yaşıyor ve zehirini her an, her dakika her yerde tüm topluma akıtmaya
devam ediyor.
İşin kötüsü bu 2.000.000 erkek, bu devletin arpalıklarıyla, bir
minibüs hattında bir şoförlük, muhtemelen yine bir özel savaşçı tarafından kurulmuş
bir “koruma” şirketinde “güvenlekçi”lik, bir sitede güvenlik kapıcılığı veya
polis olarak veya en kötü halde bir belediyede bir arpalık; bir park yeri
değnekçisi olarak bir takım ilişkilerle toplumun en kritik noktalarında ve de
silahlı olarak bulunmaya devam ediyor.
Ayrıca bunların Türkiye’deki Özel savaş dairesi veya
Seferberlik Tetkik Kurulu veya namı diğer Kontr Gerilla veya Ergenekon gibi
isimlerle anılan “Derin Devlet” tarafından birer vurucu güç olarak örgütlendiği
ve sürekli el altında tutulduğu da Türkiye’de yaşayan herkesin bildiği ama
bilmezden geldiği ve yokmuş gibi davrandığı açık sırlardandır.
Daha birkaç gün önceki gazetelerde bile şu haberler
okunuyordu:
“Buna göre Seferberlik
Bölge Başkanlığı’ndan alınan belgeler “Vali ve Belediye Başkanları, siyah
personel, yeşil personel, turuncu personel, beyaz personel, yardımcı kuvvet
olarak gösterilen çizelge, koruculardan faydalanma, halk, oy tabanındaki
hareketlilik, partiler sistemi, tarikatlar, azınlıklar, yeni kurulması gereken
gerilla birlikleri, grup ve bireysel gayri nizami harple ilgili yönergeler,
rektörler” gibi başlıklarla tasniflendi.”
Sadece bu kısa alıntıdaki başlıklar bile, nasıl gizli ve her
türlü denetim dışı, gereğinde harekete geçirilmek üzere bu yukarıda söz
edilenlerden; siyasi olarak da büyük ölçüde ırkçı Türklerden derlenmiş bir
ordunun alesta beklediğini gösterir.
Tam da bu nedenle, aksi kanıtlanmadığı sürece her türlü cinayetin
faili Türk devletidir. En son Kobani olayları da bunu bir kere daha kanıtladı.
HDP’nin Karadeniz veya Ege’ye her gidişinde yapılan saldırılar bu yukarıda
değinilenler olmadan anlaşılamaz.
*
Yani Türk Devleti’nin tepeden tırnağa örgütlü ve silahlı, demokrasi
düşmanı gizli bir ordusu vardır ve bu ordu esas olarak ırkçı Türk milliyetçisi,
mafyayla ilişkili, Kürdistan’da insan kanının ve etinin tadını almış Türk
Erkeklere dayanmaktadır.
Bu gerçek göz ardı edilerek, sanki yokmuş gibi tartışılarak
kadın cinayetleri anlaşılamaz.
Örneğin Türkiye’de “Cinnet” diye ne idüğü belirsiz bir “şey”
ya da bir “mikrop” var. Bu “Cinnet” nedense hep Polislere ve Askerlere bulaşır.
Hep onlar “Cinnet geçirir” ve karılarını, çocuklarını bazen da nöbetteki Kürt veya
Ermeni arkadaşlarını ve kendilerini öldürürler.
Neden?
Çünkü bu “Cinnet” sözünün ardında gizlenen gerçek yukarıdaki
gerçektir.
*
O halde Kürtlere karşı yürütülen savaş ile Türkiye’nin
tümünde Kadınlara karşı yürütülen savaş arasında derin bir bağ bulunmaktadır.
Son zamanlarda özellikle kadın cinayitlerinin artması da
yine bununla ilgilidir.
Kürdistan’da mücadeleyle epey yol kat edildi; Türk
erkekleri, şimdi orada eskisi gibi köpeksiz köyde değneksiz gezemiyorlar. O
zaman biriken pisliklerini toplumun en zayıf kesimi olan kadınlara, Çingenelere,
Batı’da yaşayan Kürtlere vs. yöneltiyorlar. (Yakında da Suriyeli biçare
mültecilere yöneltecekler.)
Buna ek olarak, kapitalist
ilişkilerin yayılması ister istemez kadının sokağa çıkmasını getirdi. Çalışan
işçi kadınların başörtüsü ve türban takması ve bunun böylece çok yaygınlaşması aslında
erkeklerin bu saldırganlığına karşı aynı zamanda kadınların pasif bir savunma
silahıdır; erkekleri kendi oyununa getirme girişimidir. Türbanı takan emekçi
kadın veya öğrenci genç kız başı açık olarak yapamayacağı her şeyi yapabilir
olmaktadır.
Ama bu aynı zamanda eski, köle ruhlu kadının giderek daha
kişilikli ve direngen olmasına yol açmaktadır. Bu da çürümüş Türk ve Kürt erkeklerini
iyice çıldırtmaktadır.
Öte yandan Kürt hareketinin kadınlara ilişkin örneği de bu
kadınları derinden etkilemektedir.
*
Aslında son yirmi yılda Türkiye’de üç büyük kadın hareketi
ortaya çıkmıştır.
Biri Kürt kadınlarının hareketi. Bu kadın gerillalar imgesinde
ifadesini bulmaktadır.
Bir de şehirlerde sokağa çıkan modern hayata giren işçi ve
öğrenci kadınların hareketi vardır. Bu da şehirlerin sokaklarını dolduran
türbanlı genç kız ve kadınlarda ifadesini bulmaktadır. Bu hareket AKP’yi
desteklemiştir.
Aslında bir üçüncü Kadın hareketi daha vardır ama devletin
Tıpkı Alevileri ve laikleri Kürt hareketine karşı kışkırtarak egemenliğini
sürdürmesi gibi, başı açık kadınların AKP’ye direnişleri olan bir kadın
hareketi daha vardır. Bu kadınlar Türbanlı kadınlarla ittifak yapacak yerde
onları kendine düşman gibi görerek aslında saçma bir bölünmeyi ebedileştirmektedirler.
Ama batının tipik, saçını sarıya boyamış kadınları da aslında kadınların var
olan özgürlüklerinin kaybedilmesi korkusuna dayanmaktadır ama devlet ve ırkçılar,
yani yukarıda sözü edilen güçler, bunların bu korkusunu, tıpkı Alevilerin
korkularını Kürtlere yöneltmeleri gibi (Uğur Mumcu cinayetleri, Sivas
katliamları Alevi ve Laiklerin Devlet tarafından yedeğe alınmasının araçlarıydı)
bu kadınların korkularını, AKP’ye ve Kürtlere yöneltmektedir.
Tıpkı Alevileri kazanmak için olduğu gibi bu kadınları da
kazanmak için Kürt Özgürlük hareketinin bıkmaksızın çaba göstermesi
gerekmektedir.
*
İşte bu bağlamda HDP acil olarak böyle bir yasa teklifi
yapmalıdır: kadınların silah taşıma hakkı ve erkeklerin silah taşımasının
yasaklanması.
Bunu sadece toplumun gündemine getirip tartıştırmak bile
önemlidir. Elbet bu hükümet bunu engellemeye çalışacaktır. Ama “deliye taşı
andırmak” gerekmektedir. Kadınların aklına silahlanmayı ve erkekleri
silahsızlandırmayı düşürmek gerekmektedir. Bugün uygulama olanağı bulunmasa
bile uygun zamanda bu fikirler yeşerme olanağı bulabilir.
Kaldı ki kadınlar böylece fiilen kendileri silahlanmaya
başlayabilirler. Milyonlarca kadın siyahlı dolaşmaya başladığında var olan
erkek yasaları tüm geçerliliğini yitirir.
*
Öte yandan işçi hareketinin ve sosyalist hareketin bugün
unutulmuş bulunan“Geçişsel Talepler” diye ifade ettiği bir deneyi vardır. Toplumun
önündeki acil sorunlar için öylesine somut talepler önerilir ki, onlar hem o
soruna acil bir cevap olurlar; hem de halkın kendini örgütlemesi ve ilerde
gereğinde bir ikili iktidar organlı oluşturabilmesi için mekanizmaları
yaratırlar.
Örneğin İşverenler iflas ediyorum kar edemiyorum diyerek
işçileri isten mi atıyor. Firmaların tüm hesaplarının açıklanması ve firmanın
denetiminin işçilere verilmesi. Mülkiyeti kapitalistte dursun.
Türk devletinin en büyük korkusu budur. Örneğin İzmit Depremi’nde
halkın kendi örgütlülüğü ve dayanışması başlayınca devletin bütün dikkati bu
organizmaları parçalayarak tüm yardım ve dayanışma çalışmalarını kendi
denetimine almaya yöneldi ve bunu başardı.
Kadınların silahlanması ve erkeklerin silahsızlandırılması
böyle bir geçişsel talep özelliği taşımaktadır.
Sistem içinde uygulanabilir; ezilenleri örgütler ama aynı
zamanda o sistemin sınırlarını gösterip varlığını tehlikeye atar.
Kürt hareketi ve Öcalan, İşçi ve Sosyalist hareketin bu deneyini bilmez ama kendisi bunu yeniden keşfetmiştir.
Kürt hareketi ve Öcalan, İşçi ve Sosyalist hareketin bu deneyini bilmez ama kendisi bunu yeniden keşfetmiştir.
Öcalan’ın “her şeyi devletten beklemeyin, kendiniz yapın,
örgütleyin” demesi genellikle bu anlamdadır.
Kürt hareketi bu sayede geniş kitlelerin bir “alternatif
devlet” gibi örgütlenebildiği organlar oluşturabilmektedir.
Kadınlar da her şeyi devletten beklememeli.
O yasa çıkarmıyorsa kendileri fiilen uygulayabilirler.
*
Kadınların silahlanması ve Erkeklerin silahsızlandırılmasının
hem demokrasiyi genişletmek hem de acil olarak Erdoğan’ın diktatörlük
heveslerini engellemek ve var olanı savunmak için de çok büyük bir önemi
bulunmaktadır.
Türkiye’deki dişinden tırnağına örgütlü, (“Kontr Gerilla”
veya “Seferberlik Tetkik Kurulu” veya “Özel Savaş Dairesi” veya “Ergenekon”
veya “Derin Devlet” denen) güç esas olarak erkeklere dayanan; erkekler arasında
örgütlü bir güçtür. Toplumun yarısı olan kadınlar şükür ki bu güç tarafından örgütlenmemiştir
ve kullanılamamaktadır.
Eğer kadınların silah taşıma hakkı olur ve erkeklerinki
yasak olursa, bu güç birden bire felç olur.
HDP diyelim ki Trabzon’da toplantı yapmaya gittiğinde
kadınlar bu örgütlenmenin dışında olduğundan ve silah taşıma hakları olduğundan
anti demokratik saldırılar durur, devlet en güçlü ve tehlikeli aracını
kullanamaz olur.
*
Öte yandan acil olarak da şu seçim döneminde gereklidir.
Erdoğan’ın kaderi gücünü korumasına ve arttırmasına
bağlıdır. En küçük bir zaafı kaçınılmaz olarak hızlı bir düşüş getirecektir.
Bu nedenle HDP’nin oyunun yüzde onu aştığı veya aşacağı
ortaya çıktıkça, bu gidişi durdurmak için muhtemelen en kanlı ve korkunç provokasyonla
başvurarak Batı’da, kadınlarda ve Alevilerde oluşan ilgiyi ve yönelişi durdurup
HDP’yi yine Kürt ve Kürdistan gettosuna tıkmayı ve böylece yüzde onun altında
tutmayı deneyecektir.
Bunun için her şey de hazırdır. Dün tutukladığı Ergenekon,
bugün artık serbesttir. Hatta Vatan Partisi gibi partilerde örgütlenmiş ve
Erdoğan’a desteğini ilan etmiş bulunuyor.
Yani ikisinin de çıkarı ortaktır artık. İlişkiler de eskisi
gibi değildir.
Bir provokasyon için tüm örgütsel ve çıkarsal koşullar
bulunmaktadır.
Muhtemelen Nisan ayı bu provokasyonların zirve yaptığı
günler olacaktır.
Çünkü 24 Nisan, Ermeni katliamının yüzüncü yıl dönümüdür.
Devletin bütün baskıcı ve inkarcı güçlerini toparlayıp, seferber edip bir
saldırı başlatacağı zamandır.
Bu aynı zamanda seçimlerin arifesine de denk gelmektedir.
Bütün bu olasılıklar nedeniyle kadınların silahlanması ve erkeklerin
bir tırnak çakısı taşımalarının bile yasaklanması, az çok barışçıl bir seçim
atmosferi için de zorunlu bir ön koşul olarak ortaya çıkmaktadır.
Kadınların, Demokrasinin, Kürtlerin, Alevilerin, Laik yaşam tarzındakilerin kaderi ortak.
Kaderi ortak olanların ortak bir davranışı gerekiyor. Kadınlar silahlanırsa, bundan Kürtler de, yaşam tarzı farklı olanlar da, Aleviler de ve son duruşmada Demokrasi de kazançlı çıkacaktır.
Kadınların, Demokrasinin, Kürtlerin, Alevilerin, Laik yaşam tarzındakilerin kaderi ortak.
Kaderi ortak olanların ortak bir davranışı gerekiyor. Kadınlar silahlanırsa, bundan Kürtler de, yaşam tarzı farklı olanlar da, Aleviler de ve son duruşmada Demokrasi de kazançlı çıkacaktır.
Demir Küçükaydın
13 Mart 2015 Cuma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder