5 Aralık 2013 Perşembe

Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm

Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yönünde yerleşmiş ve yaygın bir yargı vardır. Bu yargıyı savunan ve yerleştirenler, İslam ve Aydınlanma’nın içini boşaltanlar; onları karşı devrimlerle olmamışa çevirenler ve bu karşı devrimci mirası şimdi sürdüren “Aydınlanmacılar” ve “Müslümanlar”dır.
Birbirlerine zıt olduklarını söyleyenlerin, zıt olduklarında böyle anlaşabilmeleri bile zıtlıktan çok daha büyük bir ortaklık içinde bulunduklarının da bir kanıtıdır.
Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yargısını paylaşmaları, onların bu iddialarının bizzat bu iddialarının kendisiyle kendileri tarafından çürütülmesinden başka bir anlama da gelmez.
Şunu iyi ayırmak gerekmektedir: Aydınlanma ve İslam’ın zıt olduğu yargısındaki bu ortaklık, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam’ın sürdürücüsü ve devamcısı olduklarını iddia edenlerin bir ortaklığıdır.
Unutulan ve unutturulmaya çalışılan gerçek şudur: Aydınlanma da, İslam da, daha doğdukları noktada, ilk adımlarında başarısızlığa uğramış ve egemen sınıflar tarafından ele geçirilip yenilmiş birer projedirler.

1 Aralık 2013 Pazar

Gezi’yi Beklerken

 İndirmek Icin Tıklayın
(Yıllardır Gezi’yi bekliyorduk, nereden nasıl geleceğini bilmeden. Örneğin Gezi olayları esnasında tekrar yayınladığımız “Kendiliğindenliğe Övgü”, yıllar önce yapılmış bir Gezi çağrısıydı.
Dokuz yıl önce yazılmış aşağıdaki yazıda da yine benzer bir çağrı var, örneğin şu satırlarda: “Bu gidişi ancak, Türkiye’de ortaya çıkabilecek Kürt Özgürlük hareketinden çok daha tutarlı aynı zamanda şehirli ve modern bir politik kültüre de yaslanan, devrimci demokratik bir çizgiyi savunabilecek bağımsız bir hareket durdurabilir”.
Ama sadece nereden nasıl çıkacağını bilmediğimiz Gezi’yi beklemiyer, gelirse de, böyle bir Hareketin, Kürt Hareketiyle ilişkilerinin nasıl olabileceği üzerine ön görülerde bulunuyorduk.
Hem Gezi geldi; hem de öngörülen denklemler geçerliliklerini koruyor.
Hem Gezi’nin geleceği ve Kürt Hareketi ve Gezi ilişkileri, hem de Gezi’yi hiçbir şekilde yansıtmayan, bürokratik örgütlerle Kürt Hareketinin, yani HDP’nin geleceği üzerine yazacağımız yeni yazılara bir hazırlık, bir hatırlama, bir hafıza tazelemesi, bir “fikri takip” olarak bu tür yazılardan biri; hem de Kürt Hareketinin Türk sol örgütleriyle ilişkilerinin tarihi üzerine bir hatırlama. Ayrıca bilmeyenler için aşağıdaki yazının, Osman Öcalan’ların koptukları dönemde ve kopuşları bağlamında yazılmış olduğunu belirtelim. Bu günkü paralelliklere kısa notlar halinde değindik.  01.12.2013)

29 Kasım 2013 Cuma

Bir Teorisyen Olarak Öcalan ve Komünden Uygarlığa Geçiş Olarak Kürt Hareketi

(Aşağıdaki yazıyı “Öcalan’ın savunması Üzerine Notlar” başlığı altında 2002 yılında yazmıştık. Yazıda görüleceği gibi Öcalan’ın çok önemli ve ciddi bir teorisyen olduğunu söylüyor ve bunun nasıl mümkün olabildiğini de açıklamaya  çalışıyorduk..
Yazıda aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketini, komünden uygarlığa geçiş olarak başka bir ışık altında ele almaya çalışmıyor, bu somut konudan hareketle Öcalan’ın teorisyen niteliklerini ve teorisinin içeriğini açıklamaya da çalışıyorduk.
O zamanlar Öcalan’ın teorisyen, hele önemli bir teorisyen olduğunu söylemek hem Türkler, hem de sosyalistler arasında lanetlenmek demekti. Öyle de oldu.
Ama bu yazı aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin de sansürüne uğradı. Yazıyı yazdığımızda o zamanlar Avrupa’da çıkan Özgür Politika’ya da yollamıştık yayınlamaları ve en azından bu vesileyle Öcalan’ın savunması üzerinden bir tartışma başlatmaları ve aynı zamanda hareketin teorik gelişimini böyle bir tartışma içinde sağlayabilmeleri için.

28 Kasım 2013 Perşembe

Liberaller ve PKK

(Ortada ne Gezi, ne Barzani’nin Diyarbakır çıkarması yokken beş yıl önce (Ekim 2008) yapılmış bir analiz. Günlük politikanın hay huyu arasında kaybolmak istemeyenler için bir yazı. 28.11.2013)
Liberallerin ve onların sosyalistler içindeki uzantılarının hiç sormadığı ve sorulmasından hoşlanmadığı soru şudur:
Barzani ile Öcalan arasındaki fark nedir?
Kişiler ve semboller düzeyinde sorulmuş bu soru, politik ve örgütsel olarak şöyle de sorulabilir:
PKK ile diğer Kürt ve/veya Kürdistan partileri, özellikle KDP ve KYB (ve onların Türkiye'de ve diğer parçalardaki uzantıları) arasındaki fark nedir?

27 Kasım 2013 Çarşamba

35 Yıl Önce Bugün PKK’nın Kuruluşu Vesilesiyle İki Yazı

PKK'nın 35 yıl önce kurulduğu Fis köyündeki ev.
27 Kasım 1978’de, 35 yıl önce Fis köyünde yapılan kongre ile PKK kuruldu.
Son yıllarda “Çözüm Süreci”nin başlamasıyla ve hareketin gücününde etkisiyle PKK’ya karşı ön yargılar yavaş da olsa yıkılıyor ya da eskiden onunla aynı karede görünmekten çekinenler, artık aynı karede yer almaya çaba gösteriyorlar veya almaktan çekinmiyorlar.
Ancak bütün bu gelişmelere rağlmen, PKK’nın ne olduğu konusunda hala pek doğru dürüst bir analiz, bir değerlendirme bulunduğu söylenemez.
Aşağıda biri 1992’de, Vedat Aydın’ların öldürüldüğü, Özel Savaş’ın başladığı zamanlarda, yani yirmi yıl önce yazılmış: diğeri 2006 yılında yazılmış, PKK ve Öcalan’ı inceleyen iki yazıyı paylaşarak bu önemli olayı anmış ve değerlendirmiş olalım.
Yazıları okuyanlar, analizlerin doğrulandığını ve güncelliğini koruduğunu görürler.
27 Kasım 2013 Çarşamba – Demir Küçükaydın

25 Kasım 2013 Pazartesi

Marksizm Aynasında Gezi - Gezi Aynasında Marksizm

Bu Sempozyumun[1] konusu, resmen ifade edildiği biçimiyle, Gezi değil, Marksizm’dir. Yani, yine Marksizm’in kurucularının tanımlamasıyla, konusu Toplum ve onun Tarihi olan Bilimdir. O bilimin konusu olan Olaylar (burada Gezi) değildir.
Konu bilim olunca, kavramların tartışılması önem kazanır. En azından olgulara ilişkin olarak aynı şeylerin bilindiği varsayılır. Bu bilinenlerin nasıl kategorize edileceği, sınıflanacağı, iç bağlantıları ve nedenleridir konu.
Toplantının başlığının formülasyonuna göre, bilimin (Marksizm’in) kavramlarının Gezi örneğinden hareketle bir kontrolünün, bir sağlamasının yapılması beklenmektedir.
Ancak gerek konuşmacıların listesinden, gerek deneylerden tahmin edebiliyoruz ki, burada Marksizm değil, yani onun kavramları; bu kavramların Gezi olayını anlamaya uygun olup olmadığı; değiştirilmeye ve geliştirilmeye ihtiyaç duyup duymadığı değil; Gezi olayları tartışılacaktır. Gelenler de muhtemelen bu beklentiyle geleceklerdir.[2]
Bunu bizzat konuşmacıların listesinden bile çıkarmak mümkün. Konuşmacılar arasındaki özellikle akademik kökenli olan arkadaşların veya o kimliğiyle tanınanların neredeyse tamamı kendini Marksist olarak tanımlamayan arkadaşlar. Marksist olmayan bir insanın Marksizm’in kavramlarını dakikleştirmek ve sağlamak gibi bir derdi de olmaması gerekir.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Göçmenler ve Ulusçuluk

Belki çok paradoksal gelebilir ama ulus ve ulusçuluk ile göçmenler arasında başından beri doğrudan bir ilişki olagelmiştir. Ulusları ve ulusçuluğu göçmenlerin keşfettiği söylenebilir.
Tarihteki ilk ulus ilkesine dayanan modern devlet olan Amerika Birleşik Devletleri'ni kuranlar, İngiltere'den bu ülkeye gelmiş göçmenlerdi.
Aynı eğilim, Güney Amerika'daki İspanyollar'da da görülür. Onlar da yine içinden geldikleri İspanyol egemenliğine karşı çıkarak ilk erken ulus devletleri kurmuşlardır Latin Amerika'da.
Daha sonra Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada da aynı yola girerler.
Uluslar bu ilk ve özgün biçimlerinde, uluslar olduğu için ulusçular değil ama ulusçular olduğu için uluslar olduğunu çok açık olarak gösterirler.
Bu ilk ve orijinal ulusların ortaya çıkışında ne “kan”, ne “dil”, ne “din”, ne de “kültür” bağlarının hiç bir önemi yoktur. Eğer bir önemi olsa, bu uluslar isimlerini, daha dün içinden çıktıkları aynı dilden, aynı soydan, aynı dinden, aynı kültürden insanların yaşadığı ana vatanlarına isyan ederek, bir "Ekvator" "Amerika Birleşik Devletleri" "Yeni Zelanda" ya da "Kanada" gibi ne bir kültürü, ne bir halkı, ne bir dili çağrıştıran, tamamen tesadüfi coğrafi adlandırmalardan almazlardı.