10 Haziran 2017 Cumartesi

Dört Yıl Önce Dün Gezi’ye Önerilen Program

Dört yıl önce, 9 Haziran 2013’te Gezi’nin onuncu gününde, Gezi Hareketine aşağıdaki yazıda bir program öneriyor ve onu bir program tartışmasına çekmeye çalışıyorduk.
Gezi’nin o zamanlar böyle konulara kulakları tıkalıydı, kendisiyle sarhoş olmuştu.
Ne Taksim Dayanışması’nın, ne orada etkili olmaya çalışan sosyalist ve sol hareketlerin böyle bir perspektifi yoktu.
Gezicilerin alıcıları henüz bizim yayınlarımıza rezonans gösterecek frekansta değildi.  Bu nedenle bu yazılanlar uzayın sağır boşluklarında kaybolup gittiler.
Gezi şimdi, HAYIR hareketinin ortaya çıkardığı, küçük ama önemli HAYIR meclislerinde tam da bu sorunları yavaş yavaş gündemine almaya başlıyor.
Bu momentte o zamanlar yankısız kalmış, olmamışa dönmüş bir yazıyı tekrar yayınlayarak. hem HAYIR meclislerinde ufaktan başlama eğilimi gösteren tartışmaya; hem de Gezi’nin bir bilançosunun çıkarılmasına, yani eksiklerinin daha iyi görülmesine ve giderilmesine bir katkıda bulunmayı deneyelim.

31 Mayıs 2017 Çarşamba

“Boynuna O Kırmızı Fuları Bağlama Çocuk (…) Vurulursun” Gezi’den ve Rojava’ya

Gezi kuşağının en iyileri Rojava’ya gidiyorlar ve orada ölüyorlar.
Nejat’ta’tan, Kader’e; Ulaş’tan, “kırmızı fularlı” Deniz’e.
Çoğunun adını bile hatırlayamıyoruz.
Çoğu çocuğum ya da torunum olacak yaşlarda.
Bazılarını görmüşlüğüm ve tanımışlığım da var.
Marks bir yerde hiçbir herhangi bir dönemin onun kendisi hakkındaki yargılarıyla yargılanamayacağını söyler.
Gezi’nin en iyilerinin Rojava’daki ölümlerinin sembolik anlamı üzerine düşünelim “kırmızı fularlı kız”ı hiç olmazsa böyle uğurlayalım.
*
Gezi kuşağı bir teorik mirastan yoksundu.
Çocukluğunu Doğu Avrupa’nın çoküşünde, Türkiye’de özel savaş rejiminde yaşamıştı.
Bir teorik miras bir yana, teorinin bile kategorik olarak hor görüldüğü; komplo teorileine dayanan enayiler teorisyenliğinin teori sanıldığı; dine ve dile dayanan milliyetçiliklerin Orta Asya’dan Balkanlar’a; Baltık’tan Afrika’ya tüm dünyayı kapladığı bir dönemde dünyayı algılamaya başlamışlardı. Bu bakımdan çok şanssızdılar.

30 Mayıs 2017 Salı

Gezi’nin Yeni Bir Yıl Dönümünde Bir Kez Daha “La İlahe İllallah”

La İlahe İllallah” başlıklı yazımızı 2004 yılında yazmıştık.
Sonra bu yazıyı “Marksizmin Marksist Eleştirisi” başlıklı kitabımızın son yazısı olarak 2007 yılında tekrar yayınlamıştık.
Bu yazıyla yaptığımız ya da yapmaya çalıştığımız, teorik düzeyde gerçek bir devrim anlamına gelen, 2004 yılında ilk kez formüle etttiğimiz Marksist Ulus ve Din Teorilerinin programatik sonucunu, kolay anlaşılır bir şekilde ama İslam’ın vokabüleriyle (ya da “söylemiyle” diyelim) açıklamaktan başka bir şey değildi.
Tabii bunu yaparken aynı zamanda dinlerin ve özellikle de İslam’ın Marksist bir açıklamasını, diğer bir ifadeyle, beş bin yıllık uygarlıklar tarihinin kısa bir özetini ve açıklamasını da sunmuş oluyorduk.
Bu yazı bir bakıma, Marksizmin arada kat ettiği teorik ve kavramsal birikime dayanarak, Komünist Manifesto’nun yeniden yazılmasından başka bir anlama gelmiyordu.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm

Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yönünde yerleşmiş ve yaygın bir yargı vardır.
Bu yargıyı savunan ve yerleştirenler: İslam ve Aydınlanma’nın içini boşaltanlar; onları karşı devrimlerle olmamışa çevirenler ve bu karşı devrimci mirası şimdi sürdüren “Aydınlanmacılar” ve “Müslümanlar”dır.
Birbirlerine zıt olduklarını söyleyenlerin, zıt olduklarında böyle anlaşabilmeleri bile, zıtlıktan çok daha büyük, bir ortaklık içinde bulunduklarının da bir kanıtıdır.
“Aydınlanmacı” ve “İslamcı”ların, Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yargısında anlaşmaları olgusunun kendisi, bizzat bu iddialarının, kendileri tarafından çürütülmesinden başka bir anlama da gelmez.
Şunu iyi ayırmak gerekmektedir: Aydınlanma ve İslam’ın zıt olduğu yargısındaki bu ortaklık, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam’ın sürdürücüsü ve devamcısı olduklarını iddia edenlerin bir ortaklığıdır.

24 Mayıs 2017 Çarşamba

HDP’ye Açık Mektup – Erdoğan Gitmeden Barıştan Söz Etmek Erdoğan’a Hizmet Etmektir

Politik mücadelede, yakalanacak ana halkayı, vuruş yönünü, yani bir anlamda stratejiyi, doğru belirlemenin hayati önemi vardır.
Bugün Türkiye’de yakalanacak ana halka, Erdoğan’ın gasp ettiği Devlet başkanlığından uzaklaştırılmasıdır.
Bunu ana hedef olarak belirlemeyen her politika Erdoğan’ın gaspını ve suçlarını meşrulaştırır; demokrasi güçlerini dağıtır; Erdoğan’ın nasıl bir tehlike olduğunu gizlemiş olur, güçleri yanlış noktalara yığar.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, Erdoğan’ın diktatörlük amaçlarına ve bir tür faşist rejime gideceğine dikkati çekerek bıkmaksızın baş tehlikenin Erdoğan olduğunu, onu yenilgiye uğratmanın en acil ve temel sorun olduğunu yazdık[1].