2 Mayıs 2001 Çarşamba
1 Mayıs Düşünceleri
2 Nisan 1999 Cuma
Bir sabah uyandınız... ( Abdullah Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Hamburg TÜRK Girişimi Bildirisi)
Bir sabah uyandınız...
ve Almanya’da şunları görüyorsunuz:
-
Evde, işyerinde,
sokakta Türkçe konuşmak yasaktır.
-
Türkçe gazetelerin
hepsi kapatılmıştır. Yasal olanaklardan yararlanarak çıkmakta ısrar edenler de
gizli servisler tarafından faili meçhul bir şekilde havaya uçurulmuş ve bu
gazetelerde çalışanların çoğu yine faili meçhul cinayetlere kurban gitmişler.
-
Bunların faili meçhul
olmadığı yolundaki kanıtlar ve iddialar hiçbir Alman yayın organında yer
bulamamaktadır.
-
”Almanya
Almanlarındır” bu nedenle herkes ”Ben Almanım”diyecektir.
-
Türkçe yayın yapan
televizyon ve radyoları dinlemek yasaktır. Türk televizyonları kablolu
yayınlardan çıkarılmıştır ve satelit yayınları da diğer ülkelere baskı
yapılarak durdurulmuştur.
-
Hiç kimse Türkçe
müzik kaseti yapamaz, satamaz, alamaz ve dinleyemez.
-
Yeni doğan çocuklara
Türk isimleri koymak yasak olup, eskiden varolanlar da en kısa zamanda
değiştirilecektir.
-
Aynısı lokanta,imbis,
berber, manav, bakkal, işyeri isimleri için de geçerlidir.
-
Hic kimse Türk ismi
taşıyan bir futbol takımı kuramaz. Böylesi takımları destekleyemez. Herkes
Alman milli takımını desteklemeye mecburdur.
-
Türk bayrağı ya da
sembolleri taşımak Almanya’yı bölme suçu olarak görülmekte ve ağır hapisle
cezalandırılmaktadır. Ay yıldızlı sembollerden küpe ve madalyonlar taşıyan on
binlerce Türk genci hapisaneleri doldurmuş bulunmaktadır.
-
Parlamentodaki Türk
asıllı milletvekilleri biz Türk asıllıyız dedikleri için apar topar
parlamentonun kapısından alınıp ceza evlerine atılmıştır.
-
Her türlü göçmen
örgütlenmesi yasaklanmış olup, gelenek görenek bahanesiyle Türk düğünü
yapılamaz. Hele Türk düğünlerinde Türk bayrağını andıran kırmızı ve beyaz
renkler kullanmak tehlikelidir.
-
Almanya milli marşını
duyan herkes derhal hazırola geçecek ve ”Ne Mutlu Almanım Diyene!” sözlerini
tekrarlayacaktır.
-
Almanya’nın birleşme
günü olan 3 Ekim’ de herkes evine, işyerine Alman bayrağı asacaktır. Bayrak
asmayanlar polisce saptanıp derhal tutuklanacaktır.
-
Türkler oturdukları
yerlerden hiç tanımadıkları yerlere zorla taşındırılmaktadırlar.
-
Kim bu mevcut duruma
karşı çıkarsa o bölücü, vatan haini ve teröristtir. Kim ki bu durumu
değiştirmek amacıyla legal veya illegal örgütlenirse derhal yakalanıp
cezalandırılır. Mevcut düzene itaat etmemekte inat edenler kesinlikle ölü
olarak ele geçirilir.
Bunlar size biryeri, birşeyi hatırlattı mı?
·
Böyle bir rejimin adı
ne olurdu?
·
Böyle bir ülkede yaşayabilir
miydiniz?
·
Böyle bir ülkede
yaşamak zorunda kalsaydınız ne yapardınız?
·
Böylesine sürekli
aşağılanarak köle gibi yaşamaktansa diğer insanlarla aynı haklara sahip olmak
icin mücadeleye girmez miydiniz?
·
Size nerdeyse yaşama
hakkı tanımayan bu sisteme karşı kendinizi, insanca yaşamayı savunmak için
isyan etmez miydiniz?
Herkesin bildiği ama biz Türklerin çoğumuzun gözlerini
kapadığı gibi yukarıda anlatılan durum tıpı tıpına Türkiye`deki Kürtlerin
durumundan başka birşey değildir. Kürtlerde son derece haklı ve yerinde olarak
bu duruma karşı direnmektedirler. Onların istediği Türklerle eşit haklara sahip
olmaktır. Varlıklarının inkar edilmemesidir. Ne var ki bu en masum istekleri
bastırılmıştır. Bu şiddet karşısında da Kürtler meşru savunma olarak silaha
sarılmış ve gerilla savaşıyla direnmeye başlamışlardır. Bu direnişi ezmek için
Türkiye`yi yönetenler her türlü yasayı ayaklar altına alarak yasa ve kontrol
dışı Özel savaş uygulmalarına geçmişlerdir. Bununla birlikte Savaş politikanın
şiddet araçlarıyla devamı olmaktan çıkmış, kendi başına bir amaç haline
gelmiştir.
Hepimiz katil olmadan...
15
yılını doldurmuş gerisinde binlerce ölü, binlerce sakat insan, binlerce köy
boşaltmaları, sayısız insanın sürgünü, binlerce insanın işkence görmesine yol
açmış bu savaşın hepimiz bir şekliyle tarafıyız. Bir tarafta akan bu kan
üzerinden politika yapan, para kazanan ve çıkarları olan özel savaş aygıtları
diğer tarafta barış isteyenler, bu kanın durmasını isteyenler var. Artık ortası
yok bunun...
Son
olarak PKK Genel Başkanı
Abdullah Öcalan‘ın uluslararası bir komployla Türkiye‘ye teslim edilmesiyle
artık bizler bu savaşın hem kurbanları hem de suçlularıyız. Her birşey
yapmadığımız da ve başımızı öbür tarafa çevirip, gözlerimizi kapatmaya ve
kulaklarımızı tıkamaya kalktığımızda bu savaş biraz daha büyüyecek gelip bizi
bulacaktır, bu sebeble; bu savaşın kurbanlarıyız.
Yine
her tepkisiz kalışımızda aynı zamanda bu savaşın devamını sağladığımız için bu
savaşın suçluları ve eli kanlı katilleriyiz.
Kürtler
bu komplodan sonra yaşama ve onur savaşı vermeye başlamışlardır. Çünkü T.C.
Abdullah Öcalan‘ın şahsında aslında ayağa kalkan, yaşama haklarını savunan
Kürtlerin gözlerini bağlamıştır, onların ellerini kelepçelemiş ve Türk bayrağı
altına koymuştur.
Türkiye‘de
şimdi kanlı savaş senaryoları yapılıyor,
toplum sağduyusunu yitiriyor, halklar arasında onarılmayacak yaralar açılıyor.
T.C. insanlık suçu işliyor; T.C. şovenizmi körüklüyor. Bu vahşetiyle Kürt ve Türk halklarının
arasını açıyor ve barış umutlarının altını dinamitliyor. Eğer şimdi bir şey
yapmazsak hepimiz Kürtlerin, aslında kendimizin katili olacağız. Böyle biryerde
ya şimdi birşeyler yapacağız ya da ellerimiz kendi çocuklarımızın kanında yaşamayı tercih edeceğiz.
Kürtlerin
özgürlük mücadelesine verilen cevaplar bugün Türkiye‘nin buraya gelmesinden
sorumludur. Bu savaştan, Kürtleri inkara giden politikalar, bir halkla alay
eden şovenizm, savaştan çıkarları olan çeteler, onların yarattıkları özel savaş
aygıtları sorumludur. Devletin uzun yıllardır uyguladığı terörü görmeyen
“bizler” sorumluyuz. Kürtlerin eşitçe bir yaşam taleblerini terörize eden,
yaşamı savundukları için Kürtlere vatan
hainleri, bölücü diyen anlayış sorumlu bu bütün olup bitenlerden. Mavi çarşıdan,
bombalardan....
O
yüzden asıl vatan hainleri onlar, onlar bu vatana ihanet ediyorlar..
Neden
Abdullah Öcalan’ın yaşamını savunmak?
Propagandaların
aksine, özel savaşı yürütenlerin de pek ala bildiği gibi Öcalan Kürt ulusunun
en geniş tabakaları tarafından özellikle kaçırıldığı, elleri ve gözleri bağlı
olarak aşağılandığı günden beri Kürt ulusunun önderi olarak görülmektedir. Her
Kürt hangi politik yada dini inançta
olursa olsun, Öcalan’a yapılan aşağılanmaları kendisine yapılmış olarak gördü
ve görüyor. Öcalan sadece Türkiye’deki değil tüm dünyadaki Kürtlerin önderidir
bugün.
Kürtlerin
insanca yaşama taleblerine ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesine
vereceğimiz yanıttır Öcalan’ın hayatını savunmak.
Öcalan’ın
hayatını savunmak demek Türk ve Kürtlerin kardeşce bir arada yaşadığı,
çetelerin tahakümünden kurtulmuş, demokratik ve daha müreffeh bir ülke talep
etmektir. Çünkü Öcalan’ın asılması uzun yıllar sürecek bir düşmanlık ve iç
savaş demektir.
Öcalan
barışçı bir çözüm için son şanstır. Öcalan en çok da barış taleblerinden,
ateşkesten bahsettiği zaman hedef olmustur. Onun barış çabalarının
değerlendirilmesini sağlar Öcalan’ın yaşamını savunmak.
Eğer
Abdullah Öcalan asılırsa bu tek başına barış olanağının yitirilmesi değil, aynı
zamanda Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlik umutlarının da bitirilmesidir.
Her Kürt onun asılmasıyla kendi varlığının inkar edildiğini düşünecektir.
Öcalan’ın
asılmasını isteyenler ülkeyi kan gölüne çevirmek böylece özel savaşı sürdürüp
ülkeyi harabeye çevirmeyi istemektedirler.
Kendi
çıkarlarının bir parça bilincinde olan her Türk Öcalan’ın hayatını
savunmalıdır. Bu aslında kendi hayatının savunmasıdır. Öcalan barış için tek ve
son çözümdür.
Tüm Türkleri Öcalan’ın hayatını savunmak
için Türk girişimleri kurmaya ve varolan girişimler içinde çalışmaya, bu
çalışmaları koordine etmek için bizlerle ilişki kurmaya çağırıyoruz.
Abdullah Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Hamburg TÜRK Girişimi
6 Aralık 1998 Pazar
Bir Feministle Feminizm Üzerine Bir Tartışmadan
Troy'un
senini kısmaya çalıştığımı nereden çıkarıyorsunuz? O yazılarını yazıyor. Buna
engel olan falan yok bildiğim kadarıyla.
İkinci yanlışınız, kadınların ezilen bir cins olarak mücadelelerini desteklemediğim ya da ona ilgisiz olduğum konusundaki kanınız. Bu doğru değil. Bu konuda pek yazmamamın nedeni, erkek olarak, yani ezen cinsten bir insan olarak bu konuda yazmamın riskli olmasıdır. Yani, kadın haklarını savunur gibi yaparken pek ala çok ince bir şekilde, örneğin Troy/El Liberte gibi, erkeklerin imtiyazlarını savunuyor olabilirim. Kaldı ki, böyle olmasa bile, kadınların bir özne olarak kendi konumlarını ve haklarını savunmasının onların mücadelelerini daha geliştirici olacağına inanırım. Erkek olarak kadın haklarını önde savunmaya kalkmak, erkeğin üstün konumunu yeniden üretiyor. Yok etmek istediğini fiiliyatta yeniden yaratmış oluyor. Ben daha ziyade, kadınların mücadelelerine ezenler arasından bir sempati göstermek, kendi cinsine ihanet eden hain bir erkek olarak onları desteklemenin daha verimli olacağına inanıyorum.
10 Haziran 1993 Perşembe
Göçmen Azınlıkların Hedefi Ne Olmalı?
Solingen'deki kundaklama olayından sonra gösterilen tepkilerin tozu dumanı arasında bu tepkilerin anlamı; çözüm önerileri üzerine az kafa yoruldu.
Ama asıl önemlisi Avrupa'daki göçmen azınlıkların
"çözüm önerileri"nin ne olacağı. Bu ise her eyden önce göçmen
azınlıklar içinde hedefler yani program konusunda bir tartışma gerektirir.
Avrupa'nın çeşitli ülkeleri; ABD vs. Almanya'daki bu ırkçı
vahşeti öne çıkarır ve lanetlerken aslında tek kaygısı Alman kapitkalizmini bu
bahaneyle biraz köşeye sıkıştırmak ve başka alanlarda bazı tavizler
koparmaktır.
Türkiye'nin de olaya bakışı farklı değildir. O da bu
olayıdan yararlananrak Almanya'dan bazı tavizler peşinde. Yani Türkiye'lileri
dış politikasının basit bir aracı olarak görüyor.
5 Ocak 1993 Salı
Hayat Hızlı Gideni Cezalandıracaktır (5 Ocak 1993 - Özgür Gündem)
İnsanın hiç bir zaman bugünkü kadar çok zamanı olmadı ama hiç bir zaman da bugünkü kadar zaman sıkıntısı çekmedi. Geçen yüzyılda iş saatleri haftada 80 saati buluyordu; bugün birçok ülkede 48 saat yasalaşmış durumda, hatta birçok ileri ülkede 40 veya 35 saatlik iş haftaları giderek kural oluyor. Buna rağmen günümüzün insanının en büyük problemlerinden biri sürekli zaman kıtlığı çekmek; modern toplumda herkes zamanın çok süratli akıp gittiğinden şikayetçi.
Yeryüzündeki insan sayısından daha fazla üretilmiş tek sofistike tüketim aracı belki de saat. Modern şehirlerde hemen hiç bir büyük alan, istasyon, salon yoktur ki orada bir kocaman saat bulunmasın. Zamanı kontrol altına almak için yatırılmış bu muazzam emeğe rağmen insanın zamana köleliği giderek pekişiyor.
14 Nisan 1990 Cumartesi
Adını Sen Koy
Bu sayının adı yok ve sayısı sıfır.
Sıfır!..
Sıfırın
keşfi, insanlık tarihinde ateşin
ya da tekerleğin keşfiyle
kıyaslanabilecek önemdedir. Sıfır
olmasaydı, bugünkü
uygarlık, bu hesaba kitaba dayanan
hesapsız uygarlık
da olmazdı. Bugünkü
hesaba kitaba dayanan hesapsız kitapsız
uygarlığı bilgisayarların,
gen teknolojisinin keşfi nasıl
kurtaramayacaksa, sıfırın
keşfi de onu keşfeden uygarlıkları,
Hint ve Maya uygarlıklarını
kurtaramadı.
Sıfırın
olmadığı bir dünyada eksiler; eksilerin
olmadığı bir dünyada artılar
da olamazdı. Ancak sıfırın
olanaklı kıldığı
yüksek soyutlama düzeyi sayesindedir ki, gerçek
sayılardan çok daha gerçek
olan, gerçek olmayan sayılar
alemi bulunabilmiştir.
Sıfır bir doğum ya da ölüm noktası olarak ele alınabilir. Gerçekte her doğum bir başka ölümdür de. Eski uygarlıklarda her sülale tarihin ve takvimin ilk yılını kendisiyle başlatırdı. O başlayan aynı zamanda bir başka uygarlığın sonu demekti.