14 Nisan 1990 Cumartesi

Adını Sen Koy

 

Bu sayının adı yok ve sayısı sıfır.

Sıfır!.. Sıfırın keşfi, insanlık tarihinde ateşin ya da tekerleğin keşfiyle kıyaslanabilecek önemdedir. Sıfır olmasaydı, bugünkü uygarlık, bu hesaba kitaba dayanan hesapsız uygarlık da olmazdı. Bugünkü hesaba kitaba dayanan hesapsız kitapsız uygarlığı bilgisayarların, gen teknolojisinin keşfi nasıl kurtaramayacaksa, sıfırın keşfi de onu keşfeden uygarlıkları, Hint ve Maya uygarlıklarını kurtaramadı.

Sıfırın olmadığı bir dünyada eksiler; eksilerin olmadığı bir dünyada artılar da olamazdı. Ancak sıfırın olanaklı kıldığı yüksek soyutlama düzeyi sayesindedir ki, gerçek sayılardan çok daha gerçek olan, gerçek olmayan sayılar alemi bulunabilmiştir.

Sıfır bir doğum ya da ölüm noktası olarak ele alınabilir. Gerçekte her doğum bir başka ölümdür de. Eski uygarlıklarda her sülale tarihin ve takvimin ilk yılını kendisiyle başlatırdı. O başlayan aynı zamanda bir başka uygarlığın sonu demekti.

Bir sıfır için bunca çeşitleme neden? Derginin bu ilk ve belki de son sayısı sıfır numaralıdır da ondan. Sıfır diye numaralamamızın nedeni, sıfır numara bir numara yapmak değildir. Ya da tarihi ve takvimi kendimizle başlatmak...

Ya da adet olmu_, her yayın bir ilk deneme sayısı çıkarıyor. Ele güne çıkmadan önce ötesini berisini düzeltiyor, son makyajlarını yapıyor. Sıfır numara çıkarmak bir tünr antreman yapmak belki de. Belki de reklam ya da pazar araştırması.

Bu adı belirsiz, ve de "nesebi gayi sahih" derginin bu sıfırıncı sayısı bunlardan hiç birini amaçlamıyor. İlerde çıkıp çıkmayacağını anlamak için numarası sıfır.

Böyle bir derginin gerçek sahipleri, Türkiye'li göçmen azınlığın radikal, sosyalist gençleri ve aydınları olabilir. Bu nitelikte küçük çevreler olsun yoksa ve onlar buna sahip çıkmazsa ve bu derginin önüne koyduğu nesnel görevleri onlar üstlenmezse, taşıma suyla değirmen dönmeyeceğinden, varsın çıkmasın.

Bugün için bu sıfırıncı sayının çıkışına esas omuz verenler daha ziyade mülteci aydınlar ve gençler. Katkımız, eskiden Türkiye'de su tulumbalarında olduğu gibi, bir ilk su olmaktan öteye gidemez. (Eskiden tulumbalar vardı ve bunlarla su çekebilmek için önce içine biraz su koymak gerekirdi.)

Sıfır numara, nesnel bir görevin yapılması gerektiğine dikkati çekmek, görevi gerçek sahiplerine devretmek için bir girişim sadece.

Eğer bir radikal ve sosyalist eğilimli, evrensel bakışlı, gençler ve aydınlar yoksa; onlar bu dergiye sahip çıkmazsa, ilerde vermeleri gereken mücadeleler için hazırlık yapmanın, bir geleneğe bağlanmanın önemini kavramazlarsa bu dergi çıkmayacaktır. Bu sıfırıncı sayısı aynı zamanda son sayısı olacaktır.

Bu nedenle de adını ona sahip çıkacaklar belirlesin dedik.

Adının ne olabileceği üzerine de çeşitlemeler yapılabilir. İsmiyle müsemma bir dergi, adını içeriğinden almalıdır, içeriğini adından değil. Ama kimileri kendine öyle adlar seçer ki, o adı boyunlarında "ağır bir zincir gibi" taşırlar ve ağırlığının altında ezilirler.

Tebellerin soyadı çalışkan, cimrilerin cömert olursa, yumuşakçaların dikenli isimler alması normal karşılanabilir.

Nasıl bir isim olsa iyi olur? Şöyle zamane işi mi? Genellikle sembolik bir anlam kazanan bir nesne adından oluşan, nötr ama çağrışımlara yol açan Saçak, Kaktüs, Kirpi, Eşek gibi bir şey mi? Ya da sözcüsü olmaya çalıştığı toplumsal gruba aidiyetini belirleyen Söz, Güç, Yol vs. gibi bir şey mi?

Aslında isimler üzerine ciddi toplumsal araştırmalar yapmak gerekiyor. Onlar bir çağ ruhunu en iyi yansıtan olgular arasında sayılabilirler. Bir toplumun, çağın ya da toplumsal kesimin psikolojisi, eğilimleri skendini gören göz için en açık biçimde isimler ve giyimlerde açığa vurur. Örneğin günümüz insanı omuzları ve göğüsleri kabartılandıran kendine güven mesajı veren elbiseler giyiyor. Bu giyimde normları protesto etmek, onları yıkmak gibi bir kaygı sezilmiyor. Halbuki bundan yirmi yıl önceki kuşak, şu meşhur 68 kuşağının bütün ifade biçimlerine bu kaygı damgasını vurmuştu.

Ama her zaman, bu modalara direnenler, toplumun ve tarihin derinliklerindeki isyancı ve eleştirel gelenekleri sürdürenler, unutulmaktan kurtaranlar var olmuştur ve var olacaktır. Bu isimlerde de ifadesini bulur. Sürünün içinde daima birkaç siyah koyun bulunur.

Aslında birkaç isim üzerin tartışıldı. Bir arkadaş, Yabancı adını önerdi. Gerekçesi ilginçti. Diyordu ki, ezilen ırkların ya da ulusların hareketlerinde, ezilenin kendini tanımlayış tarzının belli bir önemi ve anlamı var. Örneğin Kanaken başlangıçta beyaz adamın aşağılayıcı bir kullanımındayken. Kendilerine kanaken denenler isyan ettiklerinde bu adı benimseyip, ona olumlu anlamlar yüklediler. Benzer bir çizgiyi Amerika'daki siyah hareketinde de görüyoruz. "Siyah Güzeldir" sloganı aynı zamanda siyahların hareketinin yükselişine de tekabül etmiştir. Bize Almanlar madem ki "Ausländer" (Yabancı) diyor, biz de bu ada sahip çıkalım, derginin adını "Yabancı" koyalım.

Ancak bunun eksiği Türkiye'lilerin kendi dilinde bu sözcüğün Türkçe karşılığının Almancadaki anlamlara sahip olmamasıdır. Eğer Alman da Yabancı da aynı dili konuşsaydı böyle bir akıl yürütme uygun olabilirdi. Ama o zaman bile pek uygun olmazdı. Çünkü "Ausländer" oldukça nötr bir ifadedir. Yabancıları aşağılamak için bu resmi adtan ziyade "Türk", "Kanaken" gibi ifadeler kullanılmaktadır.

Bir başka öneri bu satırların yazarından geldi. Hem bir geleneği hem de bir ideali belirtmek için Sınırsız adını önerdim. Birçok ülkede bu adın karşılığı olan göçmen yayınları var.

Ama aynı zamanda bu isim, gerçekten sınırsız, insanların aslında tamamen kafada yaratılmış imge olan "ırk" ve ulus adına bir takım maddi/manevi sınırların dışına itilmediği ve itilemeyeceği bir dünya özleminin bir ifadesi de.

Ama sadece bu kadar da değil. Milliyetçiliğin azdığı günümüzde akıntıya karşı olmanın, enternasyonalist geleneğe bağlılığı ifadenin de sembolü.

Ama bütün bunların yanı sıra Sınırsız adı, bugünün Avrupa'sında başka anlamlara da sahip.

Avrupa! Bu, sakinlerinin yaşlı dediği genç kıta. Topu topu 500 yıllık modern burjuva uygarlığının kültürel birikimi ve zenginliğiyle bugün ikici ve üçüncü dünyayı kapısında kuyruğa dizdiren; birincinin diğer ikisine meydan okuyan uygarlık ve insan hakları havarisi dolandırıcı, kadidi çıkmış moruk.

Kendi içinde sınırlarını kaldırırken, kendi içindeki "üçüncü dünya"ya, yani biz yabancılara ve kendi dişındaki "ikinci" ve "üçüncü dünya"ya karşı görünmez duvarlar örüyor. O sınırların içine katılmaya haklı olarak görülen tek halk Doğu'daki Almanlar oldu. Onlar da umudun ve ütopyaların yitirildiği günümüz dünyasında, sınırsız bir dünya için sonu belirsiz bir savaşa girmektense, içinde sınırsız, dışa sınırlı bir Avrupa'ya girmeyi daha uygun buldular. Her koyun (ulus) kendi bacağından asılırdı ve beş parmağın beşi bir değildi. Gemisini kurtaran kaptandı.

Kendini bir muza satan bir devrim, insanların şu dünya nimetlerinden hayatlarında biraz faydalanmaları anlayışla karşılansa bile, bırakalım diğer ezilenlerin, kendisini satın alanların bile saygısını kazanamadı.

Avrupa'nın yüzde onu göçmendir. Ve bu insanlar er veya geç, durumlarına tepki duyup ayaklanacaklardır. O zaman Avrupa'nın yerlileri, onları kendi sınırları içine almaya razı gelebilir her şeyi riske etmemek için.

İşte şimdiden sınırsız bir dünya özlemini ifade ederek, Avrupanın sınırlarının içine girmekten daha öte bir hedefimiz ve idealimiz olduğunu ve olması gerektiğini ifade etmiş oluyoruz. Eğer bir gün Avrupa'nın siyahları da kendilerini bir muza satarlarsa, bu ad onlara hiç olmazsa sattıklarını ya da satıldıklarını hatırlatır.

Demir Küçükaydın

14.4.1990

Hiç yorum yok: