Bu sayının adı yok ve sayısı sıfır.
Sıfır!..
Sıfırın
keşfi, insanlık tarihinde ateşin
ya da tekerleğin keşfiyle
kıyaslanabilecek önemdedir. Sıfır
olmasaydı, bugünkü
uygarlık, bu hesaba kitaba dayanan
hesapsız uygarlık
da olmazdı. Bugünkü
hesaba kitaba dayanan hesapsız kitapsız
uygarlığı bilgisayarların,
gen teknolojisinin keşfi nasıl
kurtaramayacaksa, sıfırın
keşfi de onu keşfeden uygarlıkları,
Hint ve Maya uygarlıklarını
kurtaramadı.
Sıfırın
olmadığı bir dünyada eksiler; eksilerin
olmadığı bir dünyada artılar
da olamazdı. Ancak sıfırın
olanaklı kıldığı
yüksek soyutlama düzeyi sayesindedir ki, gerçek
sayılardan çok daha gerçek
olan, gerçek olmayan sayılar
alemi bulunabilmiştir.
Sıfır bir doğum ya da ölüm noktası olarak ele alınabilir. Gerçekte her doğum bir başka ölümdür de. Eski uygarlıklarda her sülale tarihin ve takvimin ilk yılını kendisiyle başlatırdı. O başlayan aynı zamanda bir başka uygarlığın sonu demekti.
Bir sıfır
için bunca çeşitleme
neden? Derginin bu ilk ve belki de son sayısı
sıfır numaralıdır
da ondan. Sıfır
diye numaralamamızın
nedeni, sıfır
numara bir numara yapmak değildir. Ya da tarihi ve
takvimi kendimizle başlatmak...
Ya da adet olmu_, her yayın bir ilk deneme sayısı
çıkarıyor. Ele güne
çıkmadan önce ötesini
berisini düzeltiyor, son makyajlarını
yapıyor. Sıfır
numara çıkarmak bir tünr
antreman yapmak belki de. Belki de reklam ya da pazar araştırması.
Bu adı belirsiz, ve de
"nesebi gayi sahih" derginin bu sıfırıncı
sayısı bunlardan hiç
birini amaçlamıyor.
İlerde çıkıp
çıkmayacağını
anlamak için numarası
sıfır.
Böyle bir derginin gerçek
sahipleri, Türkiye'li göçmen
azınlığın radikal, sosyalist gençleri
ve aydınları
olabilir. Bu nitelikte küçük çevreler
olsun yoksa ve onlar buna sahip çıkmazsa ve bu derginin önüne
koyduğu nesnel görevleri onlar üstlenmezse,
taşıma suyla değirmen dönmeyeceğinden,
varsın çıkmasın.
Bugün için bu sıfırıncı
sayının çıkışına esas omuz verenler daha ziyade mülteci aydınlar ve gençler. Katkımız, eskiden Türkiye'de su
tulumbalarında olduğu gibi, bir ilk su olmaktan öteye gidemez. (Eskiden
tulumbalar vardı ve bunlarla su çekebilmek için önce içine biraz su koymak
gerekirdi.)
Sıfır numara, nesnel
bir görevin yapılması gerektiğine dikkati çekmek, görevi gerçek sahiplerine
devretmek için bir girişim sadece.
Eğer bir radikal ve sosyalist
eğilimli, evrensel bakışlı,
gençler ve aydınlar yoksa; onlar bu
dergiye sahip çıkmazsa, ilerde vermeleri
gereken mücadeleler için
hazırlık yapmanın,
bir geleneğe bağlanmanın
önemini kavramazlarsa bu dergi çıkmayacaktır.
Bu sıfırıncı
sayısı aynı
zamanda son sayısı
olacaktır.
Bu nedenle de adını
ona sahip çıkacaklar belirlesin dedik.
Adının
ne olabileceği üzerine
de çeşitlemeler yapılabilir.
İsmiyle müsemma bir dergi, adını
içeriğinden almalıdır,
içeriğini adından
değil. Ama kimileri kendine öyle adlar seçer
ki, o adı boyunlarında
"ağır bir zincir gibi" taşırlar
ve ağırlığının
altında ezilirler.
Tebellerin soyadı çalışkan,
cimrilerin cömert olursa, yumuşakçaların
dikenli isimler alması normal karşılanabilir.
Nasıl bir isim olsa iyi
olur? Şöyle zamane işi mi? Genellikle sembolik bir anlam kazanan bir nesne
adından oluşan, nötr ama çağrışımlara yol açan Saçak, Kaktüs, Kirpi, Eşek gibi bir şey mi? Ya da sözcüsü
olmaya çalıştığı toplumsal gruba aidiyetini belirleyen Söz, Güç, Yol vs. gibi bir şey mi?
Aslında isimler üzerine
ciddi toplumsal araştırmalar yapmak gerekiyor. Onlar bir çağ ruhunu en iyi
yansıtan olgular arasında sayılabilirler. Bir toplumun, çağın ya da toplumsal
kesimin psikolojisi, eğilimleri skendini gören göz için en açık biçimde isimler
ve giyimlerde açığa vurur. Örneğin günümüz insanı omuzları ve göğüsleri
kabartılandıran kendine güven mesajı veren elbiseler giyiyor. Bu giyimde
normları protesto etmek, onları yıkmak gibi bir kaygı sezilmiyor. Halbuki
bundan yirmi yıl önceki kuşak, şu meşhur 68 kuşağının bütün ifade biçimlerine
bu kaygı damgasını vurmuştu.
Ama her zaman, bu modalara direnenler, toplumun ve tarihin
derinliklerindeki isyancı ve eleştirel
gelenekleri sürdürenler,
unutulmaktan kurtaranlar var olmuştur ve var olacaktır.
Bu isimlerde de ifadesini bulur. Sürünün
içinde daima birkaç siyah koyun bulunur.
Aslında birkaç isim üzerin
tartışıldı. Bir arkadaş, Yabancı
adını önerdi. Gerekçesi ilginçti. Diyordu ki, ezilen ırkların ya da ulusların
hareketlerinde, ezilenin kendini tanımlayış tarzının belli bir önemi ve anlamı
var. Örneğin Kanaken
başlangıçta beyaz adamın aşağılayıcı bir kullanımındayken. Kendilerine kanaken
denenler isyan ettiklerinde bu adı benimseyip, ona olumlu anlamlar yüklediler.
Benzer bir çizgiyi Amerika'daki siyah hareketinde de görüyoruz. "Siyah
Güzeldir" sloganı aynı zamanda siyahların hareketinin yükselişine de
tekabül etmiştir. Bize Almanlar madem ki "Ausländer" (Yabancı) diyor,
biz de bu ada sahip çıkalım, derginin adını "Yabancı" koyalım.
Ancak bunun eksiği
Türkiye'lilerin kendi dilinde bu sözcüğün Türkçe karşılığının Almancadaki
anlamlara sahip olmamasıdır. Eğer Alman da Yabancı da aynı dili konuşsaydı
böyle bir akıl yürütme uygun olabilirdi. Ama o zaman bile pek uygun olmazdı.
Çünkü "Ausländer" oldukça nötr bir ifadedir. Yabancıları aşağılamak
için bu resmi adtan ziyade "Türk", "Kanaken" gibi ifadeler
kullanılmaktadır.
Bir başka öneri bu
satırların yazarından geldi. Hem bir geleneği hem de bir ideali belirtmek için Sınırsız adını önerdim.
Birçok ülkede bu adın karşılığı olan göçmen yayınları var.
Ama aynı zamanda bu
isim, gerçekten sınırsız, insanların aslında tamamen kafada yaratılmış imge
olan "ırk" ve ulus adına bir takım maddi/manevi sınırların dışına
itilmediği ve itilemeyeceği bir dünya özleminin bir ifadesi de.
Ama sadece bu kadar da değil. Milliyetçiliğin
azdığı günümüzde
akıntıya karşı
olmanın, enternasyonalist geleneğe bağlılığı
ifadenin de sembolü.
Ama bütün
bunların yanı
sıra Sınırsız
adı, bugünün
Avrupa'sında başka
anlamlara da sahip.
Avrupa! Bu, sakinlerinin yaşlı
dediği genç kıta.
Topu topu 500 yıllık
modern burjuva uygarlığının
kültürel birikimi ve zenginliğiyle
bugün ikici ve üçüncü
dünyayı kapısında
kuyruğa dizdiren; birincinin diğer ikisine meydan okuyan
uygarlık ve insan hakları
havarisi dolandırıcı,
kadidi çıkmış
moruk.
Kendi içinde sınırlarını
kaldırırken, kendi içindeki
"üçüncü
dünya"ya, yani biz yabancılara ve kendi dişındaki
"ikinci" ve "üçüncü
dünya"ya karşı görünmez
duvarlar örüyor.
O sınırların
içine katılmaya haklı
olarak görülen
tek halk Doğu'daki Almanlar oldu. Onlar
da umudun ve ütopyaların
yitirildiği günümüz
dünyasında, sınırsız
bir dünya için sonu belirsiz bir savaşa
girmektense, içinde sınırsız,
dışa sınırlı
bir Avrupa'ya girmeyi daha uygun buldular. Her koyun (ulus) kendi bacağından
asılırdı
ve beş parmağın beşi
bir değildi. Gemisini kurtaran
kaptandı.
Kendini bir muza satan bir devrim, insanların
şu dünya nimetlerinden hayatlarında
biraz faydalanmaları anlayışla
karşılansa bile, bırakalım
diğer ezilenlerin, kendisini satın alanların
bile saygısını
kazanamadı.
Avrupa'nın yüzde
onu göçmendir. Ve bu insanlar er veya geç,
durumlarına tepki duyup
ayaklanacaklardır. O zaman Avrupa'nın
yerlileri, onları kendi sınırları
içine almaya razı gelebilir her şeyi
riske etmemek için.
İşte şimdiden
sınırsız
bir dünya özlemini ifade ederek,
Avrupanın sınırlarının
içine girmekten daha öte bir hedefimiz ve
idealimiz olduğunu ve olması
gerektiğini ifade etmiş
oluyoruz. Eğer bir gün
Avrupa'nın siyahları
da kendilerini bir muza satarlarsa, bu ad onlara hiç
olmazsa sattıklarını
ya da satıldıklarını
hatırlatır.
Demir Küçükaydın
14.4.1990
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder