26 Eylül 2024 Perşembe

Fragmanlar (3) “Yeniden İnşa”nın Sorunları Üzerine

Önceki bölümde “Marksizm” ve “Yeniden İnşa”yı, niçin ve ne anlamda kullandığımız üzerine yazdık, ama daha ziyade politik, ideolojik, taktiksel, psikolojik kullanımlar, anlamlar ve vurgular üzerinde durduk.

Ama bunlar işin biçimsel yönüydü, henüz yapılmak istenen işin özüyle, metodolojisiyle ilgisi yoktu.

Olabilecek kimi yanlış anlamalara karşı bir ön alma idiler.

Şimdi ise işin daha temel ve metodolojik yanlarına girmeye çalışalım

*

Yapmaya çalıştığımızı açıklayabilmek için önce şöyle herkese ters ve mantıksız gelecek bir önerme ile başlayalım: “Marksizm birbirinden bağımsızca iki defa keşfedilmiştir, biri İbni Haldun tarafından Marks’tan önce ve bağımsızca, ikinci kez de Marks tarafından İbni Haldun’dan sonra ve ondan bağımsızca.

Bu önerme ilk bakışta saçma gibi görünebilir.

En azından şu itirazlar yapılabilir:

Örneğin söze “Alah”la başlayan ve inanmış bir Müslüman ile Materyalist bir Marks’ı nası aynı kefeye koyabilirsin? Marksizmi nasıl böyle birinin keşfettiğini söyleyebilirsin?”

Veya “İbni Haldun, Marks’tan yüzyıllar önce yaşamıştır, nasıl Marksist olur ki, bu bir saçmalıktır.”

Veya “Marksizim bir sınıf mücadelesi öğretisidir, İbni Haldun’da ne sınıf kavramı ne de sınıflar mücadelesi vardır.”

Ama önerme daha önce açıkladığımız bizim tanım ve kullanımlarımızla hiç de saçma değildir.

Eğer Marksizm kavramını Toplumbilim anlamında kullandığımız hatırlanırsa, keza Marksizmin ayırıcı özelliğinin sınıf ve sınıf mücadelesi kavramları olmadığı unutulmazsa, bu saçma gibi görünebilecek önermenin mantıki bir iç tutarlılığı olduğu görülür.

Çünkü bu önerme aslında, “Toplumbilim birbirinden bağımsızca iki defa keşfedilmiştir (veya kurulmuştur), biri Marks’tan çok önce ve Marks’tan bağımsızca İbni Haldun tarafından, diğeri de İbni Haldun’dançok  sonra ve ondan bağımsızca Karl Marks tarafından” anlamına gelmektedir.

Bizim çabamız onu (adeta onlardan bağımsızca) bir üçüncü defa “keşfetmeye” veya “kurmaya”) yönelik olacaktır.

*

Yukarıdaki önermenin dayandığı gizli bir varsayım vardır.

Varsayım, “nasıl tüm evrende aynı fiziksel yasalar, tüm canlılar aleminde aynı biyolojik yasalar geçerli ise, tüm toplumlarda da aynı toplumsal (Sosyolojik veya Marksist)  yasalar geçerlidir” varsayımıdır.

Evrenin her yerinde ve her zaman aynı yasalar geçerli olduğundan doğa temel parçacıkları, atomları, yıldızları, gezegenleri vs. milyarlarca defa keşfetmiştir.

Buna bağlı olarak dünyada birçok fizikçi de benzer veya aynı yasaları birbirinden bağımsızca aynı zamanda veya farklı zaman ve mekanlarda birbirini bilmeden bulmuştur.

Zaten fizikçiler, sadece Dünya’da değil, eğer evrende başka yerlerde yaşam ve zeki varlıklar varsa, oralarda da aynı fiziksel yasalar geçerli olacağından, onların da aynı yasaları bulması gerektiği gibi bir varsayımdan hareketle Voyager ile uzaya bu evrensel sabitler ve bağıntıların ifadesi olan şekiller yollamışlardır.

Benzeri durum aynen canlılar aleminde, biyoloji alanında da geçerlidir.

Gerçi yaşam yeryüzünde bir kez (Cansız varlığın ve evrenin de Bigbang’ta bir kez ortaya çıkması gibi) ortaya çıkmıştır. O yaşamın ortaya çıktığı koşullarda, yaşam birçok kez ortaya çıkmışsa bile, sadece bunlardan biri varlığını sürdürebilmiş olmalıdır Çünkü Dünyadaki her canlı başka bir canlıdan çıkmıştır. Dolayısıyla bugün dünyada yaşayan canlıların zinciri, geriye doğru, hipotetik LUCA’ya  (Son Evrensel Ortak Ata) kadar izlenebilir.)

Ama yaşam bir kere ortaya çıktıktan sonra farklı canlılar birbirinden bağımsızca hem fizik aleminde hem de canlılar aleminde aynı yasalar geçerli olduğundan, aynı yasalara uygun olarak benzer organlar geliştirmişlerdir.

Örneğin, canlılar defalarca (balıklarda, sürüngenlerde, kuşlarda, memelilerde) yüzgeçleri, kanatları keşfetmiştir. Örneğin. Zekayı, gözleri vs. defalarca ve birbirinden bağımsızca keşfetmişlerdir.

Ve bunları, tıpkı farklı matematik ve astronomilerin (örneğin altılı veya onlu sisteme, romen veya arap rakamlarına dayanan matematik ve astronomilerin farklı araçlarla aynı sonuçlara ulaşması gibi) aynı sonuçlara ulaşması gibi, farklı anatomiler temelinde benzer sonuçlara ulaşmışlardır. Buna konvergenz denilmektedir.

Aynı genel eğilim Topum’da da görülmektedir

Toplumsal varlık da bir kez ortaya çıkmıştır.

(Toplumsal varlığın bir kez ortaya çıkışı ve diğer varlık biçimleriyle (Cansız ve Canlı) farkı ve tanımlanması, Marksizmin Yeniden İnşası’nın temel sorunlarından biridir.  Çünkü bu Marksizm Toplumbilim olduğundan, onun konusunun (Toplum) ne zaman ve nasıl ortaya çıktığının ve ayırıcı özelliklerinin tanımlanmasıdır. Bu tanımlama olmadan herşey havada kalır. Burada, sadeca bir tek kez ortaya çıkışla ilgili olarak kısaca şunu belirtelim.

Yeryüzündeki tüm insanlar sadece Homo Sapiens denen insan türündendirler ve diğer insan türleri yoktur. Ama sadece bu kadar değil, Homo Sapiens muhtemelen 200.000 veya Fas’taki (Jebel Irhoud’taki) son bulgulara göre, 300.000 yıldan beri vardır.

Ama bugün yeryüzünde yaşayan tüm insanlar, 50.000 ila 100.000 yıl arasında birkaç yüz kişiyi geçmeyen, küçük bir bir Homo Spiens popülasyonundan gelmektedirler.

Yani Homo Sapiens’in ortaya çıkışı ile (200.000 veya 300.000 yıl), 50.000 veya 100.000 yıl yıl önce bugün tüm insanların geldiği toplumsal varoluşa geçebilmiş küçük popülasyın arasında, 100.000 veya 200.000 yıllık dönemde var olup, dünyaya yayılmış bulunan Homo Sapiens popülasyonlarından hiç kimse bugün yaşamamaktadır. Tıpkı diğer insan popülasyonları (Neandertaller vs.) gibi bunlar da (yani 200.000 yıl boyunca dünyaya yayılmış olan Homo Sapiens popülasyonları da) yok olmuştur. Yani Toplumsal varlık ile Homo Sapiens (veya “Zeka”) arasında doğrudan bir zorunluluk ilişkisi yoktur. Bu durumda şu sonuç kendiliğinden ortaya çıkar. Bizimle tüm fizik ve biyolojik özelliklere sahip Homo Sapiens’ler en azından 200.000 yıl boyunca bir toplumsal varoluşu keşfedememiş veya ona geçememişlerdir. Geçebilen küçük popülasyon dışındaki bütün diğer popülasyonlar da son 30.000 – 40.000 yıl civarına kadar, geçemeden kalmış ve yok olmuşlardır. Ya da Toplumsal varlığa geçen küçük popülasyın, yeryüzüne yayılırken var olanları yok etmiştir.

Bu durumu, canlılardaki son ortak ataya (LUCA) benzetirsek, bugün yeryüzündeki tüm toplumlar toplumsal varlığa geçen aynı küçük ortak popülasyondan (SOTA (Son Ortak Toplumsal Ata veya İlk Toplumsal Varlık) denebilir buna belki) gelmektedirler.

Ve daha sonra bu SOTA’dan türeyen ve yeryüzüne yayılan tüm toplumlar, yeryüzünün çok farklı koşullarında, jeolojik ve iklimsel değişmeler sonucu, birbirinden kopmuş olmalarına rağmen, benzer toplumsal yapıları ve ilişkileri keşfetmişlerdir.

Örneğin Bitki ve hayvanların ehlileştirilmesini (Neolitik Devrim) birbirinden bağımsızca, farklı coğrafi koşullarda ve farklı bitki ve hayvanlarla keşfetmişlerdir ((7–10 kez Asya’da, 1 kez Avustralya’da, 1–5 kez’da Afrika’da, 2–3 kez Kuzey Amerika’da, 3–5 kez Güney Amerika’da)

Keza çok farklı coğrafi koşullarda, nişastalı bir bitki temelinde tarımla geçinen ve oldukça yüksek bir artı ürün elde eden toplumlar kurmuşlardır. (Orta Amerika’da Mısır, Güney Amerika’da Patates,  Batı Asya’da Buğday, Doğu Asya’da Pirinç)

Keza bu toplumlar, birbirinden bağımsızca, yıldızlar, güneş, ayın hareketleriyle dünyadaki mevsimler ve bunların öngörülerek hesaplanmasına ilişkin olarak, farklı matematiklere, sayı sistemlerine vs. dayansa da, öngörüyü sağlayacak takvimler yapabilmişlerdir.

Bu örnek, aynı zamanda farklı toplumlarda da aynı yasaların geçerli olduğunu, örneğin büyük bir artı ürün vermeyi sağlayacak bir nişastalı bitkinin tüm uygarlıkların temeli olduğunu gösterir.

Örneğin, Neolitik Devrim yapmalarına rağmen böyle bir bitkinin olmadığı yerlerde (Papua Yeni Ginesi ve Avustralya) uygarlığa geçilememesi böyle açıklanabilir.

Keza uygarlıkla birlikte yazı, para, devlet, şehirler vs. birbirinden bağımsızca ve defalarca keşfedilmiştir farklı toplumlarca.

Ama sadece varlığın farklı biçimlerinin aynı yasalara tabi olması ve benzer süreçleri defalarca yeniden keşfetmesi değildir sorun, bu doğanın ve toplumun evrimi veya hareketinin ve yapısının bilgisi de benzer şekilde birbirinden bağımsızca birçok kez keşfedilmiştir.

Örneğin Darwin ve Wallace, birbirinden bağımsızca canlıların evrimine ilişkin yasaları bulmuşlardır.

O halde toplumsal varlığın bilimi ve benzer yasaların formüle edilmesi de birbirinden bağımsızca ve birden fazla olabilir. (Zaten birbirinden bağımsızca ve birbirini bilmeden olmasa birden fazla olamaz.) Öyle de olmuştur.

İbni Haldun, klasik kapitalizm öncesi uygarlıklar döneminin sonuna doğru bu klasik uygarlıklar tarihindeki olguları ve birikimi kullanarak toplumun, özellikle ele aldığı ve daha iyi bildiği, klasik uygarlıkların, yapısını ve hareketini belirleyen kimi temel yasaları bulmuştur.

Marks da kapitalizmin doğuş ve yükseliş çağında, önceki keşfi bilmeden ve ondan bağımsızca, toplumsal gidişe ve onun yapısına ilişkin benzer genel yasaları formüle etmiştir.

Elbette bunu farklı kavramlarla ifade etmişlerdir ama açıkladıkları bağıntılar, formüller benzerdir.

Tabii bu keşfin, tıpkı farklı toplumların farklı koşullarda benzer buluşlar yapması gibi, dayandığı olgular yığınına bağlı olarak farklılıkları da vardır.

Örneğin İbni Haldun, klasik uygarlıkların ve İslam uygarlığının birikimine, bu olgular yığınına dayanarak, yani henüz kapitalizm, Fransız Devrimi ve İngiliz sanayi devrimi ortada yokken, modern sınıflar ve sınıf mücadeleleri ortaya çıkmamışken, uygarlık öncesi toplumlar hakkında pek bir şey neredeyse bilinmezken, bu genel yasaları formüle temeye çalışmış ve insanların geçim araçlarının ve yollarının onların toplumsal yapılarını ve ilişkilerini belirlediği gibi bir sonuca ulaşmıştır.

Sadece burada da kalmamış, farklı geçim araçları ve yöntemleri, dolayısıyla ilişkileri ve yapıları olan toplumların, karşılıklı ilişkilerini ve bunun tarihsel gidişi nasıl belirlediğine ilişkin bağıntılar keşfetmiştir. (Hikmet Kıvılcımlı daha sonra, İbni Haldun’un bu keşfini gelişirerek Marksist bir kavramsal temele oturma çabasında olmuş ve bunun için Üretici Güçler kavramını değiştirerek, kanımızca başarısız, bir çözüm aramıştır.)

Marks ise, Fransız Politik ve İngiliz Sanayi Devrimlerinin veya Burjuva uygarlığının ürünü bir insan olarak, Yunan-Roma öncesi uygarlıkları, onların bir anlamda bir rönesansı olan İslam Uygarlığını ve İbni Haldun gibileri hiç bilmeden, İbni Haldun’un aksine, bir Tarih değil, Avrupa’daki bir Felsefe geleneğinin kavramlarından yola çıkarak benzer keşifleri yapmış ve örneğin, üretici güçlerin düzeyi, üretim ilişkileri gibi kavamlarla toplumların yapısı ve ilişkilerine ilişkin aynı genel bağıntıyı ifade etmiştir.

Biri geçim araçları ve yolları gibi kavramları kullanırken, diğeri üretici güçler ve ilişkileri gibi kavramları kullanmaktadır. Ama açıkladıkları bağıntı aynı bağıntıdır.

O halde, şu sonuç çıkarılabilir: Tıpkı cansız varlık ve canlı varlık gibi toplumsal varlık da aynı genel yasalara tabidir. Farklı toplumların birbirinden bağımsız ve habersizce benzer yapı ve ilişkileri keşfetmesi gibi, toplumsal varlığı (tarihi) ele alan bilim veya bilgi de farklı koşullarda ve farklı olgu yığınlarına dayanarak aynı genel yasa veya bağıntıları birbirinden bağımsızca bulmuştur.

Keza bu buluşun kendisi de bir toplumsal olgu olduğundan, toplum farklı zaman ve koşullarda iki kez kendisinin yapısını ve değişimini belirleyen yasaları da bulmuştur da denilebilir.

*

Ne var ki, bu yasaların tekrar bulunması artık söz konusu olamaz.

Bir kere bulunmuşlardır ve artık tüm toplumlarda bunların varlığının bilgisi vardır.

Ama bugün şu yapılabilir ve yapılmalıdır. Yeni olgular ve veriler ışığında Marks ve İbni Haldun’un kavramlarının yeni ve daha zengin olgular yığınıyla kontrolü, gözden geçirilmesi, gerekiyorsa yeniden tanımlanması, gerekli paradigma değişiklikerinin, dakikleştirmelerin yapılması.

En kaba ve genel biçimiyle ne İbni Haldun’un ne de Marks’ın bilmediği ve bilemeyeceği olgular yığını şöyle sıralanabilir.

Marks buharlı makinaların yayıldığı dönemin insanıydı. (Elektrik ve elektromanyetik dalgalara bile pek yetişemedi.) Bugün elektronik çağının (ya da Quantum fiziğine dayanan bir üretim (Sanırım bügün anayi süretiminin yüzde 25’i Quantum fiziğine dayanan ürünlerdir), iletişim ve ulaşım kapitalizmine geldik.

O zamanlar dünya Avrupa ile sınırlıydı, bugün tüm gezegen bir global köy gibi.

Zaman aşırı hızlandı.

Dünya bir yana Ay’a, gezegenlere gidilebiliyor, hatta evrenin ilk oluştuğu zamanlar bile gözlenebiliyor.

Dünyada ilk kez şehirlerin nüfusu köylerde yaşayanları aştı.

İbni Haldur, uluslar ve ulusçuluk diye bir şeyi bilmiyordu. Marks onun doğuşunda, uluslar ve ulusçuluk atlas okyanusunun kenirındaki bazı ülkelere yayılırken yaşamıştı. Bugün yeryüzünde uluslara ait olmayan bir karış toprak bile yok. Tüm dünya ulusçulardan oluşuyor.

Bunlar çoğaltılabilir.

Yani yepyeni bir tarih ve olgular yığını var incelenmeyi ve sonuçlar çıkarılmayı  bekleyen.

Öte yandan, Üniversiteler, bu modern gidişi ve olgular yığınını ele alan muazzam bir veri yığınını ve bunları açıklamaya veya çeşitli bağıntıları keşfetmeye yönelik çabaları, malzemeleri yığıyor.

Keza toplumsal yapıya ve ilişkilere ilişkin olgular yığını da toplumsal yaşamın hem çok geniş ve farklı ve önceden var olmayan (örneğin Spor ve Turizm) alanlarına ilişkin.

Marks örneğin Kapital’i yazarken İngiltere’de fabrika müfettişlerinin raporlarına dayanıyordu.  Bugün ise toplumsal yaşamın her alanına ilişkin sadece veriler, anketler, araştırmalar yok onlar üzerine yığınla tezler de var.

Keza bu muazzam veri yığınına ulaşma olanakları da eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde artmış durumda. (Databanklar, Filitrelemeler, Yapay Zeka’lar, Arama Motorları, Fiziksel veya Sanal kitaplıklar vs.)

Ama sadece bu kadar da değil, Marks’ların, İbni Haldun’ların eserlerini yazarken dayandıkları dönemlere ve olgulara ilişkin malzemeler alanında da çok daha fazla bilgi ve bunlara ulaşma olanağı var.

Keza onların varlığını bile bilmediği dönemlere ve tarihlere ilişkin, Paleoantropolojinin, Arkeolojinin, Antropolojinin tarihi ve toplumları zaman ve mekan içinde yayması var.

Öte yandan, İbni Haldun, Amerika kıtasındaki uygarlıklardan bihaberdi. Çin ve Hint uygarlıkları hakkında onların varlıkları ötesinde pek birşey bilmiyordu. Esas olarak Önasya ve Akdeniz Uygarlıklarının tarihinden sonuçları çıkarmıştı. Diyebiliriz ki, Önasya merkezli idi malzemeleri de bakışı da.

Marks’ta ise gerek Yunan ve Roma öncesi gerek sonrası uygarlıklar (Örneğin İslam Uygarlığı) adeta yoktu. Son duruşmada, Avrupa tarihine bakarak esas sonuçları çıkarmıştı. İbni Haldun’un Önasya ve Akdeniz merkezli olması gibi, Avrupa merkezliydi Marks’ın bakışı da.

Böyle sınırlı bir dönemin ve coğrafyanın verilerine dayanarak bağıntıları bulmuşlar ve formüle etmişlerdi.

Özetle bugün, toplumsal varoluş ve onun tarihi ve farklı biçilerine ilişkin bilgiler, olgular yığını, her ikisiyle her alanda karşılaştırılamayacak kadar zengin, derin ve geniştir.

Bu çok daha zengin, geniş ve derin olgular yığınına ve malzemeye dayanarak toplumun yapısı ve hareketinin yasalarını, hem kontrol etmek hem de mümkünse, daha dakik veya yepyeni paradigmalara bağlı olarak yeniden formüle etmek hem mümkündür hem de gereklidir.

İşte “Marksizmin Yeniden İnşası” derken, tıpkı Marks, İbni Haldun bu yasaları keşfetmemiş gibi, bunları bilmiyormuşuz gibi, tarihe ve toplumsal yaşama bakıp, toplumsal varlığın değişimini ve yapısını anlamayı sağlayacak birtakım yasalara ulaşma çabasını kast ediyoruz.

*

Elbette bu tam anlamıyla mümkün değildir.

İstediğimiz kadar onların birikimi sanki yokmuşçasına olgulardan yola çıkmaya çalışalım, onların dayandığı varsayımları sorgulamaya çalışalım bu başarılamaz elbette.

Onlar vardılar ve onların varlığını biliyoruz.

Tıpkı, yeryüzünde yaşam, serbest oksijen yokken, oksijende yaşayan canlılar için yaşamı olanaksız kılan şartlarda doğması ve bugün yeryüzünü oksijen kaplamışken, artık hayatın tekrar doğma olanağının olmaması gibi, önceki Toplum bilimlerinin (Marksizmin) varlığını bilmeme gibi bir durum yok.

Ama bu bizim önümüze şöyle bir bakışa ağırlık vermeyi gerektiriyor.

Kontrol ve yeniden formülasyon çabalarında, bu büyük kurucuların ne kadar doğru yaptıklarını kanıtlamaya çalışmaktan ziyade, onları ve özellikle Marks’ı, eleştirmeye, yanlışlarını bulmaya yönelik bir tutum izlemek kanımızca hem mümkün hem de gereklidir.

Burada savunmaya yönelik değil de yanlışları, belirsizlikleri, eksiklikleri, bağıntıları yeniden bulmaya yönelik bir tutum çabasının altını çizmek gerekiyor.

Marksistler burjuvazinin saldırıları karşısında genellikle Marksizmin hala geçerli ve doğru olduğuna yönelik bir savunma refleksi içinde olmuşlardır.

Biz bu tür çabayı, yapılacak işin içeriğine değil, taktik, politika alanına taşıyarak, yapılacak işin kendisinden ayırmaya çalıştık. (İkinci yazı esas olarak böyleydi. Bu anlamda savunmacı bir yanı vardı.)

Ama içerikte, Marksizme karşı, onun düşmanlarından ve eleştirmenlerinden daha acımasız olmalı, doğruluk ve hassaslık için, bağıntılar için daha yüksek standartlar koymalıyız.

Ancak böyle bir tutum içinde, yapılacak işe gerçekten “Marksizmin Yeniden İnşası” denebilir ve bu inşa aynı zamanda bir yıkma ve geliştirme olabilir.

*

Yapmaya çalıştığımızı Mandel’in amaçladığı ve yaptığıyla bir kıyas içinde açıklamayı deneyelim.

Bilindiği gibi Mandel, Marksist Ekonomi El Kitabı diye bir kitap yazmıştı. 68 kuşağının Marksist Ekonomi Politiği öğrenmesinde temel bir işlevi olmuş bu kitapta yapmaya çalıştığını şöyle ifade ediyordu:

“Marksizm’den yana olduklarını söyleyenler, Marksist ekonomi teorisine karşı gösterilen ilginin azalmasından kısmen sorumludurlar. Çünkü onlar, Marx’ın öğrettiklerini KapitaVm çağdaş gerçeklerle ilgisini gitgide yitiren özetlerinde elli yıldan beri durmadan tekrarlamakla yetiniyorlar. (...)”

“Marksist ekollerde Marksist ekonomik düşüncenin gelişiminin durmasının tali bir sebebi de Marksist yöntemin kendisinin yanlış anlaşılmasıdır.”

Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın önsözündeki ünlü pasajda Marx, ekonomi politik alanında bilimsel bir açıklamanın izlemesi gereken yöntemi belirtir: somuta varabilmek için soyuttan hareket etmek (13). Elkitabı yazarlarının çoğu, Marx’in geçen yüzyıldaki ispatlamalarını, kısaltılmış ve genellikle yetersiz bir şekilde, her seferinde yeniden ileri sürmek için bu pasajdan ve Kapital'in üç cildinden esinlenmişlerdir. Oysa yorumlama yöntemi ile bilginin doğuşunu birbirine karıştırmamak gerektir. Marx, somutun ilkin, kendisini meydana getiren soyut ilişkilere aynştırılmaksızın anlaşılmayacağı üzerinde ne kadar ısrar ediyorsa, bu ilişkilerin sadece dâhiyane bir sezginin ya da üstün bir soyutlama yeteneğinin sonucu olamayacağı üzerinde de o kadar ısrar etmektedir. Bu soyut ilişkiler, her bilimin ham maddesi olan ampirik veriler incelenerek ortaya konulmalıdır. Marx’in böyle düşündüğünü anlamak için, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın önsözünde yöntem hakkında söylediklerini, Kapital'in 2. baskısına yazdığı Önsöz’deki şu pasajla karşılaştırmak yeter: “Bununla beraber yorumlama yöntemi ile bilimsel araştırma yöntemi kesinlikle birbirine karıştırılmamalıdır. Bilimsel araştırma konuyu ayrıntılarıyla ele almalı, farklı gelişme formlarını tahlil etmeli ve bunlar arasındaki içbağlantıyı bulmalıdır. Ancak bu çalışmayı yaptıktan sonradır ki, gerçek gelişme tam anlamıyla açıklanabilir. Bu başarılırsa, incelenen konunun hayatiyeti tastamam yansıtılırsa, a priori bir yapılanma karşısında bulunulduğu izlenimi yaratılabilir” (belirtmeler bizden) (14). Demek ki, geçen yüzyılda yazılmış Kapital'm bölümlerini 20. yüzyılın ortasında oldukça doğru bir şekilde özetlemekle yetinen bir açıklama, her şeyden önce bizzat Marksist yöntem açısından kesinlikle yetersizdir. Bununla beraber, Marksizm’in “geçen yüzyılın bilimsel verilerine dayandığı için aşıldığını” söyleyen eleştirmelerin kesin iddiaları da bir o kadar yersizdir. Gerçekte bilimsel bakımdan doğru olan tutum, Marx’in ekonomik tezlerinin tümünün geçerli olup olmadığını incelemek için bugünkü bilimin ampirik verilerinden hareket etmeye çalışmaktır. Bu eserde izlemeye çalıştığımız yöntem budur. Hemen belirtelim ki Marx’tan, Engels’ten pasajlar arayan okur bu kitabı hayal kırıklığına uğrayarak kapatacaktır. Marksist ekonomi el-kitapları yazarlarının tam aksine, kutsal metinleri aktarmaktan ya da bunların yorumunu yapmaktan -bazı istisnalar dışında- kaçındık. Buna karşılık, insan topluluklarının geçmişte, şimdiki zamanda ve gelecekteki ekonomik faaliyetleriyle ilgili fenomenler hakkında hüküm veren belli başlı çağdaş iktisatçıların, iktisat tarihçilerinin, etnologların, antropologların, sosyologların ve psikologların eserlerinden yer yer pasajlar aktardık. Bizim ispatlamaya çalıştığımız şey, çağdaş bilimlerin ampirik verilerinden hareket ederek Karl Marx’in tüm ekonomik sisteminin yeniden yaratılabileceğidir. Başka bir deyişle: Marksist ekonomi doktrini, beşeri bilimlerin tam bir sentezini - her şeyden önce ekonomi tarihinin ve ekonomi teorisinin sentezini- verebilir ve ancak bu doktrin mikro-ekonomik tahlil ile makro-ekonomik tahlili uyumlu bir bütün haline getirebilir: işte bizim ispatlamaya çalıştığımız şey budur.!”

Bu uzun alıntıda Mandel’in yapmaya çalıştığı ve izleyeceği yöntem aslında bizim burada Toplumbilim (Sosyoloji) alanında yapmaya çalıştığımızı da açıklamaktadır.

Ama bir fark var. Kanımızca bu da belirtilmesi gereken bir fark. Bunu koyu harflerle kabartıladırmaya çalıştık. Tekrar edelim:

“Bizim ispatlamaya çalıştığımız şey, çağdaş bilimlerin ampirik verilerinden hareket ederek Karl Marx’in tüm ekonomik sisteminin yeniden yaratılabileceğidir.”

Biz ise, bunu ispatlamaya çalışmayacağız, aksine Marksizme, Burjuva Sosyolojilerine (Weber, Durkheim vs.), Antropolojiye, Sosyal Bilim’e de eşit mesafede ve aynı eleştirellikle yaklaşarak, “Toplumun Bilimi bugünkü verilerle yeniden nasıl, hangi kategorilere dayanarak kurulabilir sorusuna” cevap aramaya çalışacağız.

Bunu ne kadar yapabiliriz bilmiyoruz?

Burada elbette şöyle bir soru sorulabilir: O halde nereden biliyorsun, bu çalışma sonunda ortaya çıkacak kategorilerin Marksizmin Yeniden İnşası anlamına geleceğini.

Bunu elbette bilmiyoruz.

Ama ortaya çıkan sonuç ne olursa olsun. O kategoriler toplumsal varoluşu daha doğru ve derin anlamayı sağlıyorsa, bu biçimsel olarak Marksizmin klasik kategorilerini yıksa bile yine de Marksizm olacaktır, yani Toplumbilim.

Çünkü ancak ezilenler, ezilenlerin tarihsel ve genel çıkarını savunanlar, gerçeğin özüne varmaktan çıkarlıdırlar. (Biz böyle bir konumdan olguları ele almaya çalışacağız.)

Tam da böyle olduğu için: “Gerçek Devrimcidir”.

Ve garçağa hiç bir zaman ulaşılamaz, sadece biraz daha yaklaşılabilir ve yaklaşıldıkça da, gerçek o kadar uzaklaşır.

Sorun böyle kavranırsa Yukardaki önermelerin bir iç tutarlılığı olduğu daha iyi anlaşılabilir

*

Burada, bu fragmanlarda, izlediğimiz yönteme ve bu bağlamda araştırma ve açıklama yöntemlerinin farkına ilişkin de birkaç söz edelim.

Mandel bu kitabında, açıklama yöntemini değil, araştırma yöntemini izler, yani tarihsel süreci, iktisadi kategorilerin ortaya çıkışını, işler. Günümüzün terimleriyle ifade edersek, bottom up veya Tümevarım yolunu izler.

Ama örneğin  Marks, Kapital’de Top Down (Yukardan aşağı) ya da en genel kategorilerden daha ikincil yasa ve kavramlara ve olgulara doğru) Tümdengelim, yöntemini izler, hatta bunu “İnsanın anatomisi maymunun anatomisinin anahtarıdır” şeklinde de ifade eder.)

Bu nedenle Mandel’in kitabı Marksist Ekonomiyi öğrenmek için çok değerli olmaya devam etmektdir. Yani araştırma yöntemi aynı zamanda didaktik bir yöntemdir de. Bu yöntem, araştırmacının izlediği yolun, minyatür ve sapmalardan arındırılmış, sadeleştirilmiş hali olmalıdır.

Bu nedenle, Kapital’in yöntemini izleyen ve onları vulgar bir şekilde tekrarlayan Ekonomi Politik eğitim ya da başlangıç kitaplarını okumak yerine suyu kaynağından içmek, Marks’ın kapitalini okumak çok daha verimlidir.

Ama Marks’ın Kapital’inden önce, tıpkı Marks gibi araştırmanın izlediği yolu sadeleştirilmiş olarak kat etmek hem konuyu daha iyi anlamayı hem de büyük bir güç ve zaman kazancı sağlar. Mandel’in kitabındaki yöntemi buydu.

Biz de burada Marks’ın Kapital’de izlediği açıklama yöntemini izleyemeyeceğiz.

Bunu yapacak zamanımız ve enerjimiz olmadığından araştırmalar için başkalarının devam edeceği bir başlangıç yapmaya çalıştığımızdan, didaktik kaygılarla değil, bir iz bırakma kaygısıyla, araştırma yöntemini izleyerek, yetişiterbildiğimiz kadarıyla, ulaştığımız sonuçları açıklamaya çalışacağız.

26 Eylül 2024 Perşembe

demiraltona@gmail.com

https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Hiç yorum yok: