İnsanın hiç bir zaman bugünkü kadar çok zamanı olmadı ama hiç bir zaman da bugünkü kadar zaman sıkıntısı çekmedi. Geçen yüzyılda iş saatleri haftada 80 saati buluyordu; bugün birçok ülkede 48 saat yasalaşmış durumda, hatta birçok ileri ülkede 40 veya 35 saatlik iş haftaları giderek kural oluyor. Buna rağmen günümüzün insanının en büyük problemlerinden biri sürekli zaman kıtlığı çekmek; modern toplumda herkes zamanın çok süratli akıp gittiğinden şikayetçi.
Yeryüzündeki insan sayısından daha fazla üretilmiş tek sofistike tüketim aracı belki de saat. Modern şehirlerde hemen hiç bir büyük alan, istasyon, salon yoktur ki orada bir kocaman saat bulunmasın. Zamanı kontrol altına almak için yatırılmış bu muazzam emeğe rağmen insanın zamana köleliği giderek pekişiyor.
Bir toplumun refah düzeyinin ve günlük yaşamdaki ortalama
hızın artması insanların daha bol zamana sahip olmalarına değil; bir zaman
kıtlığı içinde yaşamalarına yol açıyor. Modern toplumun en büyük sorunlarından
biri zamansızlık. Son yılların en ilginç tarih ve sosyoloji araştırmalarının
özellikle zaman kavramı üzerinde yoğunlaşmaları; Dali'den M. Ende'ye kadar bir
çok sanatçının insanın zamanın kölesi oluşunu estetik imgelerle ele almaları bu
problemin yansımalarıdır.
Yeni bir yıla giriş, zaman üzerinde düşünmek için bir fırsat
olamaz mı?
*
Zaman fiziksel bir kavram olarak, Newton'un "dışındaki herhangi bir nesneyle
ilişkisi olmadan, doğası gereği eşit şekilli ve kendi kendine akan mutlak,
gerçek ve matematiksel" Zaman'ından Einstein'ın değişken ve
ancak uzay ve madde ile birlikte var olabilen relatif zamanına doğru
bir evrim geçirir. Fiziksel zamanın, sadece kavranışının değil ama bizzat
kendisinin de bir tarihi vardır ve bugünkü bilgi seviyesine göre zamanın
tarihinin popüler bir özeti Stephan Hawking'in "Zamanın Kısa Tarihi"nde bulunabilir.
İnsanın Zaman duygusu, köklerini her ne kadar Termodinamiğin
İkinci Yasası'ndan ("Entropi") alsa
da, insanın zaman kavrayışının ve bilincinin bir de sosyolojik boyutu
vardır ve sosyolojik bir olgu olarak zaman bilincinin ve kavramının tarihi
fiziksel zamanın tarihinden hiç de daha az heyecan verici değildir.
*
Doğuşu ve yaygınlaşması topu topu bir kaç yüz yıllık bir
geçmişi olan burjuva uygarlığının zaman kavrayışı doğrusal ("Linear") bir
niteliktedir. Herkes ilkokuldaki dershanelerin duvarlarındaki bir ucu uzak
bilinmeyen geçmişten gelen, diğer ucu bilinmeyen geleceğe giden bir doğrudan
oluşan doğa ya da toplum tarihi şemalarını hatırlayabilir. Bilim kurgu film ve
romanlarının en çok sevilen konularından biri olan zaman içinde ileri veya geri
gidişler yine zamanın doğrusal bir yapısı olduğu varsayımına dayanır.
Kapitalizm öncesi uygarlıklarda üretim her şeyden önce bir
tarım üretimiydi ve bu nedenle doğanın ritmine bağlıydı. Mısır'daki Nil
taşkınları; Güneş'in, Ay'ın hareketleri; Mevsimler; hatta insanların hayatları
sürekli tekrarlar değil miydi? Bu nedenle modern kapitalizmin doğuşuna kadar
insanlığın zaman kavrayışı aslında doğrusal değil, dairesel ya da helezonikti.
Modern kapitalizmin doğuşu ile birlikte, üretim doğanın
ritminden kurtuldukça ve artı değerin kaynağı işgücü oldukça ve emek süreci
ancak zamanla ölçülebilir bir süreç olarak ortaya çıktıkça; bu "görünmez, elle tutulmaz şey"i,
Zaman'ı, ölçmek ve birimlere ayırmak ihtiyacı doğdu. Doğal Zaman'dan
Mekanik Zaman'a geçildi. Dairesel zaman fikrinin yerini dairesel çarklarla
ölçülen ve birimlere ayrılan ama doğrusal zaman fikri aldı. Denebilir ki,
insanın hayatında dairelerin (tekerlek, çark vs.) önemi arttıkça zamanın
dairesel kavranışının yerini doğrusal kavranışı almıştır.
Kapitalizm öncesinde her uygarlığın kendine göre bir tarihi
ve zamanı vardı. Modern kapitalizmin dünya ticaretine egemen olmasıyla
birlikte Dünya Zamanı fikri (1884) doğdu ve kapitalizmin anavatanı
İngiltere'deki Greenwich rasathanesine
göre bütün dünya bir tek zaman birimine bağlandı (1911) ve zaman dünya
ölçüsünde standardize edildi.
*
Olabildiğince az zamanda uzun yol; olabildiğince az zamanda
daha çok enformasyon; daha çok üretim. İnsanoğlu hiç bu kadar hızlı değildi,
ama hiç bu kadar zamansızlık da çekmedi. Denizin ortasında susuzluktan
ölürcesine bir enformasyon denizi içinde enformasyonsuzluktan boğuluyoruz.
Kapitalizmin bayrağında tek slogan var: "Daha Hızlı!"
Kapitalizmle ilk karşılaşan insanlar modern burjuva
uygarlığının bu sürati ve dakikleşmesinin insan doğasına aykırı niteliğini
seziyorlardı. Henüz artizanlığın güçlü izlerini taşıyan Paris kömünarları belki
bu yüzden; burjuva devleti gibi saatleri de parçalamışlardı.
Ama sosyalist harekette bu güzel gelenekler unutuldu.
Sosyalistler burjuva zaman modeli ve idealinin en ateşli savunucuları oldular.
Süratte burjuvaziyle yarışa girdiler. İngiltere ya da Amerikan tekniğine; yani
o sürate, yani o zamansızlığa; zaman köleliğine ulaşmak tek hedef oldu.
Bizler artık insanlara daha büyük süratler ve daha çok
enformasyonlar; dolayısıyla daha az zaman değil; daha çok zaman; yani daha
yavaş, daha ritmi düşük bir hayat ve üretim; daha değerli ve özgürce seçilmiş
enformasyonlar vaadetmeliyiz.
Doğrusal, programlanmış, neredeyse sonsuz küçüklere bölünmüş
burjuva uygarlığının mekanik zamanına karşı; insan doğasına ve doğanın ritmine
daha uygun; değişen, büyük birimli ve yumuşak bir zamanı ezilenlerin
bayraklarına yazması gerekiyor.
Bu gibi sorunları gündemine almayan, tartışmayan ve
programına koymayan bir geri ülke devriminin; ne uluslararası kapitalizm
karşısında dayanabilme ne de ona karşı bir zafer kazanabilme; yani ne
insanlığın çoğunluğunu ne de zengin ve ileri ülkelerin ezilenlerini etkileme,
yanına alma şansı yoktur.
*
Kemalizm Batı uygarlığını Zaman kültürüyle de örnek almıştı.
Miladi takvimden, alafranga saate ve radyo saat ayarına kadar insanların günlük
hayatını belirleyen; kapitalist üretime uygun kültürel koşulları oluşturan
tedbirler alındı.
Biz sosyalistler Kemalizmi hiç bir zaman bu yönüyle
eleştirmedik. Hatta eleştirimiz onun bu kültürel koşulları yeterince
başaramaması yönünde yoğunlaştı.
Türk solu sadece burjuva zaman kültürünü idealize etmek ve
bayrağına yazmak hatasını işlemedi; küçük burjuva ve kapitalizm öncesi
ilişkiler ortamı nedeniyle, örgütlerin çalışmasının büyük bir bölümünü, normal
olarak kapitalizmin kendiliğinden gerçekleştirdiği, modern toplumun kültürünü
üye ve taraftarlarına benimsetmeye harcadı. Örneğin randevulara zamanında
gelmeyi, yani modern zaman kültürünü öğretmek örgütlerin daima önemli bir
sorunu olmuştu. Bırakalım sosyalist olmayı, burjuva anlamda bile politik
olmayan; özünde kültürel nitelikteki bu çalışmalar politik çalışmanın özü ve
kendisinin yerini bile aldı. Bu nedenle sosyalistlerin faaliyetlerinin çok büyük
bir bölümünü, Türkiye'nin geri kapitalizminin bir türlü yeterince beceremediği,
modern topluma uygun kültürel niteliklerle donatılmış insan yetiştirme
çalışması aldı. Bir bakıma Tarih sosyalistleri Türk kapitalizmini güçlendirmek
için kullandı. Bu anlamda Türk sosyalistleri sadece Burjuva Uygarlığını ve
Kemalizmi eleştirmemekle kalmadılar; nesnel olarak Kemalizmin hedeflerine
ulaşmasına hizmet eden, hem de Kemalizme rağmen hizmet eden, kültürel değişimin
araçları oldular.
*
Ezilenler elbette ezenlere karşı savaşlarında, savaşın
kendisinin dikte ettirdiği kurallara uymak zorundalar. Örneğin elbet dakik
olmak zorundalar. Ama bunun insanın doğasına aykırı olduğunu bir an bile
akıldan çıkarmadan.
Pratik çalışmada elbet: "Hayat geç kalanı cezalandırır" ya da "Geç gelmenin faziletlerinden
yararlanamayanlar, geç kalmanın reziletleri içinde bunalırlar" ilkeleri
geçerliliğini koruyacaktır. Ama tarihsel ve programatik düzeyde; burjuvazinin
bayrağında "daha hızlı" yazdığına
göre, bizim de bayrağımıza şunu yazmamız gerekiyor: "Hayat hızlı gideni cezalandıracaktır!"
Ve de
cezalandırıyor: Zamansızlıkla.
Demir Küçükaydın
5 Ocak 1993
Bu yazı Özgür Gündem
gazetesinde yayınlanmıştı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder