13 Nisan 2017 Perşembe

Referandum’da Hileye Karşı Örgütlenmek: T3 (Tutanak Teyit Sistemi)

Türkiye gibi Şark despotluklarında halk örgütsüzdür. Bir tek örgütlü güç vardır: Devlet.
Şark devleti Burjuva toplumunun devleti ile karıştırılmamalıdır. Roma imparatorluğunun feth edemediği kuzey Avrupa ülkelerinde hiçbir zaman Şark’taki gibi merkezi bürokratik devletler olmamıştır. Avrupa Feodalizmi denen şey aslında bu merkezi firavun devletlerinin ortaya çıkamadığı, komünal ilişkilerin hala yaşadığı. İşte batı demokrasisi bu komünal ilişkilerden güç almış, İngiltere'deki kimi kabile şefleri içlerinden Tayyip Erdoğan, Muaviye veya Naram Sin (Nemrut) gibi Firavunlaşmak isteyenlere “Yavaş ol bakalım. Bizim iznimiz olmadan ne vergi koyabilirsin ne de harcama yapabilirsin” demişlerdir.
Onların harcama ve vergi alma yollarını kontrol altına alarak Firavunlaşmalarının Nemrutlaşmalarının, yani bir Şark Despotu olmalarının, yani devletin bir şark despotluğuna dönüşmesinin yolunu kesmişlerdir.

12 Nisan 2017 Çarşamba

“#HAYIR Hareketi” Üzerine

Bu referandumun sonucu ne olursa olsun, en önemli kazancı ortaya var olan örgütlerin ve yapıların dışında, tohum halinde de olsa, bir “#HAYIR Hareketi” çıkarmış olmasıdır.
Uzun vadede bu “#HAYIR Hareketi”nden tutarlı bir demokrasi hareketi gibi bir şeyler çıkabilir belki. Bu küçük ateş beslenmeyi ve büyütülmeyi bekliyor.
Elbet bu hareket de gökten zembille inmedi, ardında özellikle Gezi hareketinin birikimleri ve mirası var. Yine bununla ilişkili, 7 Haziran seçimleri öncesinde ortaya çıkan çeşitli girişim ve kişilerin çabalarının tortusu var.
Önümüzdeki dönemde Türkiye hatta Ortadoğu’da olayların nasıl gelişeceğini bu doğuş halindeki hareketin gösterdiği gelişim belirleyebilir.
Eğer bu hareket ortak bir dil ve tartışma oluşturabilir, örgütlenebilir, ortak bir program ve strateji tartışması başlatabilirse tüm hesapları ve dengeleri altüst edebilir.

10 Nisan 2017 Pazartesi

Erdoğan Referandumu Kaybetmişti – 7 Haziran Seçim Değil bir Referandumdu

Facebook zaman zaman aynı gün ama önceki yıllardan birinde ne yaptığını hatırlatıyor. Bugün de 2015 yılının 10 Nisan günü yazdığımız yazıyı hatırlattı.
Ne kadar çabuk unutmuşuz bunu. Hepimiz hala “7 Haziran seçimleri”nden söz ediyoruz.
Halbuki 7 Haziran Erdoğan’ın diktatörlük projesine karşı bir referandumdu.
Ve o bu referandumu kaybetmişti; biz kazanmıştık.
O halde bu referandumun sonucunu da 7 Haziran ile kıyaslama içinde tahmin etmek hiç de mantık dışı olmaz.
Bu referandumda Erdoğan’ın diktatörlük projesine daha büyük bir oranda #HAYIR çıkması sürpriz olmamalıdır.

Referandumdan Sonra – Termostat Mekanizması

Referandumda evet de çıksa, #HAYIR da çıksa, demokrasi mücadelesi çok zorlu bir döneme girecektir.
Ama her halükarda üç ay öncesinden daha kötü bir durumda olmayacağımızı varsayabiliriz.
Üç ay öncesini hatırlayalım.
Tüm demokratlar tam bir umutsuzluk ve yılgınlık içindeydi; tam bir çaresizlik egemendi.
Hepimiz hayatımızın hiçbir döneminde kendimizi bu kadar çaresiz hissetmediğimizi söylüyorduk.
Erdoğan’ı durdurmanın hiçbir olanağı görünmüyordu. CHP ve MHP Erdoğan’ın yanındaydı.
Bizler Kürt hareketiyle birlikte tecrit olmuş ve köşeye sıkışmış durumdaydık.
Sonra bu umutsuzluk içinde önce internette referandumun Erdoğan’ı durdurmak için aynı zamanda bir fırsat ve son bir olanak olduğu dile getirilmeye başlandı.

8 Nisan 2017 Cumartesi

İdlip’i Anlamak İçin Ghuta’ya Bakmak – 2013’te Ghuta’da Ne Oldu?

İki gündür yazdığımız yazılarda doğrudan Türk Devletini ve Erdoğan’ı İdlip’teki saldırının arkasında olmakla suçluyoruz.
Bu suçlamayı yaparken uzun süredir savunduğumuz ve dile getirdiğimiz başka bir politika yapma tarzını savunuyoruz aslında: önce “kendi” devletini ve “kendi” milletini suçlayacaksın; devletler söz konusu olduğunda suçsuzluğunu kanıtlamak onların görevidir.
Ama bu yazıda işin bu programatik, stratejik, mücadele biçimleriyle, politik mücadele verme tarzıyla ilgili yanını bir tarafa bırakalım.
Somut olarak böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu olgular düzeyinde görelim.
İdlip Saldırısı üzerine yazan herkes ağız birliği etmişçesine, Esat’ın 2013 yılında Ghuta’da kimyasal saldırısı yaptığını ve bugün de İdlip’te aynısını yaptığını söyleyerek söze giriyor.
Ve bu söze böyle girmeler öyle masum değil.