12 Ocak 2023 Perşembe

Erdoğan’ı Yenmek İçin HDP'ye Somut Öneriler ve Muhammed, Marks ve Mao'dan Dersler

“…Bâzen siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki o sizin için bir hayırdır. Bâzen de bir şeyi sever, istersiniz, hâlbuki o sizin için bir şerdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216)

Hudeybiye Anlaşması vesilesiyle inen bir ayet.

Rakibin Direncini Minimuma İndirmek

Erdoğan nasıl yenilebilir?

Marks, Muhammed ve Mao’nun yaklaşımlarıyla

Bu yöntemi şöyle özetleyebiliriz:
Düşmanın, rakiplerin veya karşı tarafın korkularını ve direncini ciddiye almak, bu korkuları ve direnci minimuma indirmek için azamiyi yapmak”

Bu formülasyonu nereden çıkarıyoruz?

Marks’ın ve/veya Engels’in sözlerinden, Muhammet’e ayetlerin somut bağlamından ve davranışlardan.

Elbette örneğin Marks’ta burada formüle ettiğimiz gibi bir cümle yoktur. Ama somut davranışı ve davranışının anlamı böyle bir önermeyle tanımlanabilir: Kendimiz için azamiyi değil, tüm taraflar için en kabul edilebilir olanı, en az sancılara yol açabilecek olanı bulmak.

Bunun bugün yöntemi var: Oydaşıma dediğim sistem.

Ama bu yöntem henüz bilinmezken, tarihte iz bırakan önderler sezgileri ve öngörüleriyle tam da böyle davranarak iz bırakabilmişlerdir.

Geçmişten Bazı Örnekler

Biz bu yaklaşımı ilk defa burada savunmuyoruz. Son yirmi yılda defalarca ve çeşitli vesilelerle savunduk.

Örneğin 2014 seçimlerinde, CHP’nin MHP ile ittifak yapıp aday belirlediği seçimde, HDP’ye örneğin Bekaroğlu gibi, her kesimden oy alabilecek bir isimi olabildiğince geniş bir önericiler kesimi bularak aday göstermesini önerdik.

Ama o zamanlar kimse Erdoğan’ın nasıl bir tehlike olduğunu görmüyordu. Ayrıca HDP henüz kuruluş günlerindeydi, henüz böyle geniş perspektifli bakacak durumda değildi. Bu önerimizin belki HDP organlarında gündem olup tartışılma ihtimali de vardı. Ama Selahattin Demirtaş, organlara bile danışmadan bir emri vaki ile adaylığını ilan etti. Aldığı oy bir başarı olarak göründü. Halbuki bugüne kadar gelen gidişi belki o sırada durdurmak mümkün olabilirdi.

Daha böyle onlarca örnek var. Örneğin, Pasif, pankartsız, slogansız siyasi haklar alanına girmeden durma ve kitlesel bir hareket oluşturma, Örneğin Adalet yürüyüşüne hiçbir koşul öne sürmeden sıradan vatandaşlar olarak baştan katılarak, somut olarak yapılanlarla yürüyüş kolonunun içinde bir ağırlık edinme gibi niceleri var.

Bugünkü yaklaşımımız da o çizginin bugünün özgül koşullarında somut bir biçimidir.

Neyse, meraklısı Bloğumuzda bunları bulup okuyabilir. Ama yine de bir tanesini örnek vereyim. Bugün herkes Erdoğan ve şürekasına, örneğin TİP’liler ve Erkan Baş gibi keskin ve de devrimci ve de sosyalist arkadaşlar “hesap soracağız” falan diyorlar ya de evlere el koyacağız falan diyorlar ya, bunların politika olmadığını söylüyor ve tamamen farklı öneriler yapıyordum.

Örneğin, Erdoğan’ın korkularını, direncini ciddiye almak gerektiği ve ona iktidarı kaybetmesi durumunda intikamcı bir yol izlenmeyeceği şeklinde garantiler verilmesine yönelik öneriler yaptık. Bu öneriyi geçişi kolaylaştıracağı, direnci azaltabileceği düşüncesiyle yapmıştık.

Örneğin şu yazılara bakılabilir. Başlıkları bile yaklaşımı özetliyor.

(13. Mart 2017 tarihli yazım: “Erdoğan’a Açık ve Adil Bir Teklif”.)

(22. Kasım 2017 tarihli yazım: “CHP, HDP ve İyi Parti’ye Çağrı: Erdoğan’a Bir Şans Verin”).

(25. Kasım.2021 tarihli yazım: “Helalleşme Yetmez (Ama Tam Aksi Anlamda): İktidara Barışçıl bir İktidar Değişimine Razı Geldikleri Takdirde Hukuki Yollara Başvurulmayacağına Dair Bir Teklif de Yapılmalıdır”).

Bütün bu önerilerde bize aynı zamanda bizzat Marks, Muhammet ve Mao gibileri, Sun Tsu’lar, Kıvılcımlı’lar yol gösteriyordu.

Ama önce bu yaklaşımın teorik, politik ve ahlaki arka planını açıklayalım.

Çünkü bizim bilimimiz ahlaki, ahlakımız bilimseldir, politikamız bilimsel bilimimiz politiktir, ahlakımız politik politikamız ahlakidir.

Marksizm, Politika ve Humanizm

Bu teorik, ahlaki ve politik arka planı daha önce farklı bir bağlamda “Kenan Evren’in Ölümü ve Tepkiler Üzerine Düşünceler ve ondan da önce de 12 Eylülcülerin Yargılanması Karşısındaki Tavırlar Üzerinegibi yazılarda ele alıp açıklamıştık.

O yazılarda örneğin, TİP Milletvekili Barış Atay’ın:

Hepiniz ağlayarak hesap vereceksiniz, o gün geldiğinde, affedeni, acıyanı yargılamaktan vazgeçeni de unutmayacağız. Yok öyle torunlarla emeklilik, hepimiz kardeşiz, kavga istemiyoruz, falan. Her şey yeni başlıyor. Bu ülkeye, insanına yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz

gibi yaklaşımlarını (ve şimdi neredeyse her gün benzeri açıklamalar yapan Erkan Baş için de geçerlidir) eleştiriyorduk.

Ve bizlerin (sosyalistlerin, demokratların) intikamcı olmadığından, insanları değil sistemleri ve yapıları suçlu, daha doğrusu neden olarak gördüğümüzden, dolayısıyla insanların cezalandırılması değil, sistemin değiştirilmesi gibi bir sorunumuz olduğundan söz ediyor ve intikamcı bir biçimde Kenan Evren’in (veya Barış Atay örneğinde bugünkü iktidarın) cezalandırılması için kampanya yapanları eleştiriyor, bunun ardındaki yanlış metodolojiyi açığa çıkarmaya çalışıyor ve şunları yazıyorduk:

Eğer insanların düşüncelerini toplumsal varlıkları belirliyorsa, kendilerine karşı mücadele ettiğimiz burjuvalarla, diktatörlerle de insanlar olarak bir sorunumuz yoktur. Biz onlara karşı bu mücadelede karşımıza çıktıkları için mücadele ederiz.

Kişileri cezalandırma, onlardan intikam alma gibi bir sorunumuz olamaz. Biz kişileri öyle veya böyle davranmaya zorlayan toplumsal ilişkileri değiştirmeyi esas alırız.

Yani burjuvaları işçileri sömürdükleri için cezalandırmak gibi bir derdimiz olamaz bizim. Onları işçileri sömürdükleri için çalışma kamplarında yaşatmak veya yoksulluğa mahkûm etmek gibi bir sorunumuz olamaz bizim. Aksine, eşitlikçi bir düzenin, sadece ezilenlerin değil; ama aynı zamanda ezenlerin de kurtuluşuna hizmet edeceğinden hareket ederiz.

Tam da bu kabuller nedeniyle, ezilenler, egemen sınıfları, burjuvaları, insanları sömürdükleri için yargılama ve cezalandırma gibi yöntemlere başvurmayacaklardır ve vurmamalıdırlar. (Bunu şimdi yazmak ve hatırlatmak zorunda kalmak bile nasıl bir hafıza kaybıyla malul olunduğunun bir başka delili aslında) Sömürüyü ortadan kaldırmanın yolu, burjuvaları cezalandırmak değil; mülkiyet ilişkilerini, toplumsal ilişkileri değiştirmektir.

Aynı mantık, sadece mülkiyet ilişkileri için değil; aynı zamanda kendisi de bizzat o mülkiyet ilişkilerinin ürünü olan devlet ve rejimler için de geçerlidir. Sorun o devletlerin yapısında ve rejimlerin örgütlenişinedir. Onların değiştirilmesi gerekir. Her biri aslında korkak ve aciz; korkak ve aciz olduğu kadar ve bir bakıma tam da bu nedenle gaddar ve keyfi memurlara da eğer sistemi değiştirme mücadelesine karşı özel bir direniş içinde değillerse ve mücadelenin olağan karşılaşmaları ötesinde, cezalandırma gibi bir sorunu olamaz ezilenlerin.

Ama ortada bir direniş varsa düzenin ve devletin yapısının değiştirilmesine karşı, elbette bu mücadelenin bir parçası olarak; bütün savaşlarda olduğu gibi hukuki veya askeri araçların kullanılması; karşı tarafın direncinin kırılması gerekir. Ama bu başka bir sorundur; orada savaşın kendi kuralları ve mantığı vardır.

Ve hatta egemenlerin direncini eğer daha barışçı araçlarla kırmak veya onları tarafsızlaştırmak, yani onları satın almak mümkün ise, en büyük maddi fedakarlıkları bile yapabilmeyi göze almalıdır ezilenler.

Engels, bir yerde (tam hatırlayamıyorum şimdi neredeydi), eğer, der egemen sınıfların sert bir direnişini engelleyecekse ve onları tarafsızlaştıracaksa, onların ellerindeki toprakların ve üretim araçlarının gereğinde tazminatla toplumsallaştırılmalarının, direnişin ve onu kırma çabalarının yol açacağı insan, zaman vs. kayıplarını göz önüne alarak, en ucuz yol olacağından söz eder.”

Görüşümü özetle böyle ifade etmiştim.

Daha sonra aynı zamanda Hamburg’tan arkadaşım da olan bir okur, benim o an hatırlayamadığım alıntıyı bulmuş ve bana yollamış ve ben de onun notunu yazının altına şöyle bir dipnot olarak eklemiştim:
Sonra bunun Almanca bir alıntısını gönderen Alp Ünsal’a teşekkürler: “Eine Entschädigung sehen wir keineswegs unter allen Umständen als unzulässig an; Marx hat mir wie oft! als seine Ansicht ausgesprochen, wir kämen am billigsten weg, wenn wir die ganze Bande auskaufen könnten. (F. Engels, Bauernfrage, MEW 22, 503f.)” "Fransa ve Almanya'da Köylü Sorunu"nda Engels, Marx'ın bunu defalarca kendisine söylediğini belirtiyor. Ayrıca Engels'in "Komünizmin İlkeleri" ve "Konut Sorunu" yapıtlarında da bu yönde açıklamalar bulmak mümkün.

Yukarıda aktarılan Engels’in Almanca metni Türkçe’ye şöyle çevrilebilir:

Tazminatı hiçbir şekilde her koşulda kabul edilemez olarak görmüyoruz; Marx bana, kendi görüşü olarak, tüm çeteyi satın alabilseydik en ucuza kurtulacağımızı sık sık ifade etti.

 

Sun Tsu (Savaş Sanatı) – Marks (Politika Sanatı)

Aslında Marks’ın ifade ettiği yaklaşım, binlerce yıl önce yaşamış, Çin uygarlığı ve devletinin savaş deneylerini sistemleştirmiş Sun Tsu gibi büyük stratejlerin de yaklaşımıdır. Onlar savaşın büyük tahribatları yaşanmadan veya asgaride tutularak kazanılan zaferlerin en büyük zaferler olduğunu söylerler.

Örneğin şöyle der Sun Tsu:
“Akıllı lider düşman ordusunu savaşmadan, düşman kentlerini kuşatmadan ele geçirmesini bilir.”

Onlar bunu askerlik sanatında önerirlerken, Marks, siyaset sanatında önermiş olmaktadır.

Aktarılan örnekte, Marks’ın yaklaşımının dayandığı mantık önemlidir.

İşçilerin iktidarı ele geçirdiği, bir devrim yaptığı, burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin elindeki her şeye, zaferin ve egemenliğin gücüne dayanarak el koyulabilecek koşullarda bile, Marks, daha yumuşak, daha uzlaşmacı, daha çatışmaları ve karşı tarafın direncini azaltıcı bir yol seçmeyi öneriyor, bunu daha akıllıca ve doğru ve daha ucuza mal olacak yol olarak görüyor. Bir tür kazan kazan (win win) stratejisi öneriyor.

*

Savaş sanatında bile, karşı tarafı köşeye sıkıştırmamak, ona kaçacak bir yol bırakmak, kayıpları azaltır ve zaferi kolaylaştırır. Örneğin İskender böyle yapıyordu. Aksi durumda karşı taraf, sonunda yok olmaya mahkûm bile olsa, o sona kadar, tıpkı köşeye sıkışmış bir kedi gibi, can havliyle, çok büyük zararlar verebilir. Bunu bilen büyük komutanlar ve stratejiler, savaşmak istemeyenlerin, canını kurtarmak isteyenlerin kaçabilecekleri bir yol da bırakırlar. Böylece karşı tarafın direncini azaltıp, hatta paniğe ve bölünmeye yol açıp, moralleri çökertip, çok daha az zayiatla zafere ulaşabilirler.

İşte hem HDP, Altılı Masa’ya ve özellikle İyi Parti’ye karşı, hem de HDP ve Altılı Masa, genel olarak muhalefet diyelim buna, Erdoğan’a karşı, bu eski büyük komutan ve peygamberlerin, politikacıların yaklaşımını izlemeli. Karşı tarafın direncini kıracak veya azaltacak, onun korkularını yumuşatacak bir yol ve strateji izlemelidir.

Özellikle bugünkü kutuplaşmışlık bunu adeta zorunlu kılmaktadır.

*

Öncelikle Muhalefetin içinde HDP, tüm muhalefete ve “Altılı Masa”ya, ama özellikle de İyi Parti gibi kendisine karşı açık bir düşmanlıkla davrananlara karşı, bu düşmalarının direncini minimuma indirmek, onun içinde bölünmeler yaratmak için son derece zekice davranmalı, her şeyi yapmalıdır.

Ve HDP dahil bir bütün olarak Muhalefet ve “Altılı Masa” da, Erdoğan ve müttefiklerine karşı, iktidara karşı da böyle, karşı tarafın direncini kıracak bir strateji izlemelidir.

Bu ikisi yapılmadan, bu seçim kazanılamaz.

Ama bu ikisinin de yapılabilmesinde öncelik, HDP’nin bunu kavrayabilmesinde ve uygulayabilmesindedir. Yani muhalefetin kaderi, seçimlerin kaderi HDP’nin ellerindedir.

Muhammed ve “Hudeybiye Barışı” Örneği

Artık Marks’a değer veren yok.

Ama bu yaklaşımın aslında bütün büyük devrimcilerin, komutanların ve Peygamberlerin yöntemi olduğunu görmek önemli. Muhammed ve Mao’dan bilinen iki örneği hatırlatalım.

Muhammed’in “Hudeybiye Barışı” bilinir. Aslında koşullar Müslümanlar için çok elverişliydi, Mekkeliler demoralize ve güçsüzdü. Askeri olarak Mekke’yi feth edebilirlerdi. Kafirleri kılıçtan geçirebilirlerdi. Ve Müslümanlar bunu yapmak istiyorlardı. Mekkelilerin elçilerini esir etmesi karşısında bilenmişler, Muhammed’e onu ölümüne izleyecekleri yolunda bir daha biad etmişler (Yani oylama yapmışlar) ve bu da Mekkelileri iyice korkutmuştu.

Ama bu elverişli koşullara rağmen, Muhammed Mekkelilerle hiç de kendisine büyük avantajlar sağlamayan, hatta ilk bakışta ağır koşullar getiren bir anlaşma gibi görünen Hudeybiye Anlaşması’nı yaptı. Ağır şartlardan biri de o yıl hac ziyaretini yapmamalarıydı.

Bunun üzerine birkaç gün önce kendisine her koşulda onu izleyeceğine söz vermiş Müslümanlar, Muhammet’e direnmeye, “bizi sattın” demeye getiren davranışlar koymaya başladılar. Muhammet onlara, “anlaşma yaptık bu yıl umre yok haydi eve dönüyoruz” deyince, önce hiçbiri Muhammed’i dinlemedi.

Sonra hepsi gönülsüzce kabul ettiler.

Ama zaman Muhammet’in haklı olduğnu gösterdi.

Belki o sene Müslümanlar umre yapamayacaklar veya bâzı ağır şartlara bir müddet sabretmek durumunda kalacaklardı. Fakat bunun ardından sökün edip gelecek olan kazançlar çok daha büyük olacaktı. Çünkü bu antlaşma ile İslâm’ın varlığı resmen tanınmıştı. Bir sene sonra Kâbe ziyâret edilecekti. Arap kabîlelerinden isteyenler Müslümanların himâyesine geçebilecekti. Bu ise Kureyş’in nüfûzunu kaybetmesi ve İslâm dâvetinin rahatça yapılması demekti.

Bu yazının başına koyduğumuz epigraf işte o zor koşullarda inen ayettir.

Allah (Tarihin ve toplumun yasaları) Muhammet’e indirdiği ayet aracılığıyla, dar kafalı, kısa vadeli düşünen Müslüman sehabelere, “Kısa vadede başarısızlık gibi görünen size başarıyı getirir, başarı gibi görünen başarısızlığı getirir “demektedir.

Mao’dan Bir Örnek

Bir de Mao’dan örnek verelim.

1926-27 devriminde Çan Kay Şek’in başında olduğu Komüngtang (Çin CHP’si diyelim) ile Komünistler ittifak yapmışlardı. Ama Çan Kay Şek, başarı kazanılınca, komünistlere karşı bir katliam başlatmış ve onbinlerce komünisti katletmişti (örneğin Atatürk’ün Takriri Sükün kanunu).

Komünistler içinde bu katliamdan kurtulanlar da dağlara çekilmişler gerilla ile savunmaya geçmişlerdi. Andre Malraux’nun “İnsanlık Durumu”nda katliam sırasında insanların canlı canlı nasıl gemilerin külhanlarına atılıp yakıldıklarını anlatır. (Yahya Kaptanlar da Karadenizde boğdular)

Sonra ülkeyi Japonlar istila etti. Japon istilasına karşı Komünistler, kendilerini katleden Çan Kay Şek’e defalarca japonlara karşı birlikte savaşmayı önerdiler. (Örneğin bugün Çin’i işgal eden Japonların yerine Erdoğan, önceliği Komünistlerle savaşa veren Çan kay Şek yerine İyi Parti ve Akşener koyulabilir.)

Çan Kay Şek ise, japonlarla savaşacağına önce iç cepheyi temizlemek gerekir diye komünistlere karşı seferler düzenledi ve fiilen Japonların iş birlikçiliğini yaptı, tıpkı bugün Akşener’in Erdoğan’a yaptığı gibi.

Tabii Komünistlerin bu tavrı ve Çan Kay Şek’in bu işgalcilerle savaşmak istememesi, bazı komutanlarının tavır değiştirmesine ve Çan Kay Şek’i esir alıp Komünistlere haber vermelerine yol açtı.

Komünistler ve Mao işte tam burada Muhammed gibi davrandılar.

Kendilerinden on binlerce insanı katletmiş, japonlara karşı direnen komünistlere karşı savaşa devam etmiş bu haini cezalandıracak yerde, onu Japonlarla birlikte savaşmak için anlaşma yapmaya zorladılar, hatta ordunun komutanlığını da Çan Kay Şek’e verdiler.

Böyle esnek taktikler ve stratejiler ile komünistler Çin halkının güvenini ve sevgisini kazanıp sonunda Çan Kay Şek’i yenebildiler.

HDP Muhammed, Marks ve Mao Gibi Davranmalıdır

İşte birkaç gündür peşpeşe yazılarla anlatmaya çalıştığımız yaklaşım, bu örneklerin ruhuna uygundur.

Bugünün Türkiye’sinde HDP’nin Marks gibi, Muhammet gibi, Mao gibi bir politika izlemesi gerekiyor.

HDP’nin izlemesi gereken, “Bensiz Erdoğan’ı yenemeyeceğinizi görüyor musunuz? Şimdi elime düştünüz, pazarlıkta el yükselteyim, Kürt sorununu ve beni tanıyın” politikası değildir.

Gereğinde taviz veren, kötü koşullara razı gelen ama kendi çıkarını değil, mücadelenin (yani Erdoğan’ı yenmenin) çıkarını öne alan, kendisi karşı taraftan daha büyük fedakârlık yaparak, yanlışlar yapılmasını engelleyen, böylece en geniş ve en Kürt ve Demokrasi düşmanlarının bile kabul etmekten kaçamayacağı, en azından tarafsız veya hayırhah bir tavır alabileceği, bütün bunların olabildiğince sancısız ve acısız olmasını sağlayacak bir politikadır gereken.

Nasıl Muhammed Kureyş’in korkularını gidermek için çeşitli jestler yaparken, gereğinde hiç de hoş olmayan koşullarda anlaşma yaparken, gerileyerek, ama tam da o gerilemeden aldığı hızla ileri atılacak enerjiyi topladıysa; benzer şekilde nasıl Mao hazır eline geçmişken Çan Kay Şek’i esir almayıp veya on binlerce komünistin katili diye cezalandırmayıp, gereğinde yeter ki japonlarla savaş, sen baş komutan ol dediyse öyle bir politika izlemesi gerekiyor HDP’nin ve Kürt Özgürlük Hareketinin.

Öcalan ve HDP Politikalarının Farkı

Çok uzaklara gitmeye gerek de yok.

Abdullah Öcalan, İmralı’da mahkemelerde hot zot etmedi, barış elini uzattı hep yaptığı gibi. Ve bunu en kötü koşullarda, esir olduğu, kendisinin canını kurtarmak için bunu yaptığı şeklinde yorumlanacak koşullarda yaptı.

Herkes onun korktuğunu, Kürt Hareketinin bittiğini söyledi. Ama Öcalan, hapiste, Türk devletinin elinde esirken, o politikayla, HDP gibi Ortadoğu’daki en güçlü legal demokratik hareketi ve partiyi yarattı.

Bugün Türkiye’de bir parça demokratik hareket varsa ve Kürt Hareketi her şeye rağmen varlığını sürdürüyorsa o sayede var.

Benzeri bir politik hamleyi İyi Parti’ye milletvekillerini vererek Kılıçdaroğlu da yapmıştı.

Aslında biz Kılıçdaroğlu’nun bunu yapmasından önce HDP’ye bunu önermiştik. (Bakınız: 19 Nisan 2018 “Demokratlar İçin Seçim Stratejisi ve HDP’nin Acil Olarak Yapması Gerekenler” (“HDP’nin acil olarak yapması gerekenler şunlardır: Erdoğan’ın oyununu bozmak için Saadet Partisi ve İyi Parti’nin Meclis’te grup kurmalarını sağlamaya bunun için de onlara uğrayacakları haksızlığı engellemeye karşı dayanışma için milletvekili vermeye hazır oluğunu ilan etmek.”); ve sonraki yazımız: 23 Nisan 2018 “HDP’ye Öneriyoruz CHP Yapıyor – HDP Kendini Sandığa Gömmek İstemiyorsa Demirtaş’ı Aday Yapmalıdır”).

HDP’liler yazdıklarımızı okuyup bir parça ciddiye alıp öyle davransalardı, CHP’nin yapacağını önceden yapsalardı, bütün Türkiye politikasını alt üst ederlerdi.

Politik mücadele böyle olur. Kendi dar çıkarın için pazarlık yapmak ve el yükseltmeyi politika yapmak sananlar sendikacılardır, kendi zümre ya da sınıf veya “ulus” çıkarından ötesini göremeyenlerdir.

HDP’nin Görevi Pazarlık Değil, Muhalefetin Yenilgisini Engellemektir

HDP, Altılı Masa etrafındaki bezirgan partilerin veya medyayı doldurmuş halka güvenmeyen liberal gazetecilerin dediklerine değil, gerçek büyük politika örneklerine bakmalıdır.

Ve bunun için de HDP muhalefeti belli politikaları izlemeye mecbur bırakmalıdır.

Çünkü Erdoğan’ın yenilmesinden, sonuna kadarlı çıkarlı tek güç HDP’dir.

Diğerleri için, hele İyi Parti için, aynı zorunluluk ve aciliyet söz konusu değildir. Aksine o esas olarak iktidarın muhalefet içindeki uzantısıdır.

İşte bir bakıma tam da bu nedenle de HDP bu uzantıyı etkisizleştirme ve onun hareket alanını daratmanın yollarını bulmalıdır.

Örneğin, İyi Parti kaybedilmiş bir seçimden sonra bile Erdoğan’ın bir koalisyon ortağı veya Erdoğan’ın Bahçeli’ye karşı bir tehdit/alternatif olarak kullanarak, hareket alanını genişletecek, kendini Bahçeli’nin bir rehinesi olmaktan çıkarabilecek gizli veya açık bir iktidar ortağı bile olabilir.

Zaten tam da bu nedenle, HDP’nin Altılı Masa’dan dışlanmasını savunmakta ve muhalefeti yenilgiye mahkum etmektedir.

Aynı derecede olmamakla birlikte, CHP de bu seçimleri normal bir seçim gibi değerlendirmektedir. Bu seçimleri aynı zamanda kendisi için bir varlık ve yokluk sorunu olarak görmemektedir. Bu seçim olmazsa başka seçime havasındadır. Bütün yaptıkları ve yapmadıkları bunun göstergesidir.

Ama HDP (HDP derken Türkiye’deki bütün demokrat veya demokrasi özlemi içindeki insanları ve Kürtler, Aleviler, kadınlar, çevreciler vs gibi güçleri kast ediyoruz.) için böyle değildir. Erdoğan’ın bir zaferi, çok ciddi bir yenilgi, müthiş bir gerileme hatta yokoluş anlamına gelecektir.

Bu nedenle HDP, CHP’yi CHP’ye rağmen bir yenilgiden kurtarmayı da önüne bir görev olarak koymuk zorundadır.

Sadece bu kadar değil, CHP’nin yenilgisi ancak Altılı Masa’nın (yani  İyi Parti’nin de) yenilgisi engellenerek engellenebilir.

O halde HDP, Altılı Masa’yı da Altılı Masa’ya rağmen yenilgiden kurtarmak zorundadır.

HDP ancak bu şekilde, kendisinin tasfiyesini Erdoğan’ın yenilmesinden daha önemli görenleri yenilgiden kurtararak kendini de yenilgiden ve yokoluştan kurtarabilir.

Bu nesnel zorunluluklar zinciri nedeniyle HDP muhalefetin zaferinde hayati önemdedir.

Diğer hiçbir parti için, ki onlar da bir yenilgiden sonra muhtemelen yok olacaklarsa da, onların yenilgisinin demokrasi mücadelesi bakımından sonuçları, HDP’nin yenilgisinin sonuçları gibi olmaz.

HDP’nin yenilgisi, tüm demokrasi güçlerinin çekirdeğinin yenilgisi, uzun bir dağınıklık ve çöküş dönemine girilmesi anlamına gelecektir.

Diğer partilerin kaybedece fazla bir şey yoktur. Ama HDP her şeyi kaybedecektir.

Bir Yenilginin Sonuçlarının Farklı Ağırlıkları

Bir yenilginin sonuçlarının muhalefet içindeki güçler açısından farklı ağırlıklara sahip olduğu pek anlaşılmamaktadır.

Diğerleri son duruşmada bu sistemin savunucularıdırlar.

HDP’nin kendini ve Türkiye’deki demokratları veya demokrasi özlemi duyanları ve Kürt Özgürlük Hareketini ağır bir yenilgi ve çöküşten kurtarabilmesi için Altılı Masa ve Muhalefeti de bir yenilgiden kurtarması gerekmektedir. Yani hesaplarını kendisinin ne kazanacağına göre değil, tüm olarak muhalefetin ve altılı masanın nasıl kazanacağına göre yapmak zorundadır.

Daha açık formüle edelim. HDP kendini yenilgiden kurtarmak için, kendine düşman olanların bulunduğu muhalefeti de, yani bu kendine düşman olanları da, hatta alttan alta bir yenilgiyi kışkırtan İyi Parti gibilerini de, yenilgiden kurtarmak, daha doğru formüle edilirse, onların bu oyununu bozmak, zorunluluğuyla karşı karşıyadır.

Bu durum da HDP’ye ek bir görev daha yüklemektedir.

HDP, Altılı Masa ve Muhalefetin kendi iç çelişkilerinin, parti ve lider bencillik ve ihtiraslarının, dar görüşlülüklerinin kurbanı olmasını da engellemek gibi bir görevle de karşı karşıyadır.

Bu zorunluluğu görmek, her şeyden önce bugünün ve yaklaşan seçimin çok özgül niteliklerini ve güçler ilişkisini doğru kavramayı gerektirir.

Ama sadece bu da yetmez, doğru kavrayıp, zorunlu sonucu, yani koşulların üzerine yüklediği görevin, muhalefeti yenilgiden kurtarmak olduğu sonucunu çıkarmak da yetmez, bunu başarıyla uygulamak için, çok ciddi politik öngörü, girişimcilik, stratejik sağlamlık ve taktik esneklik ve yaratıcılık gerekir.

Maalesef bunlar yok HDP’de. Aksine bir bürokratik atalet ve kavrayışsızlık egemen. Bu nedenle bütün eleştiri ve önerilerimizin muhatabı ve hedefi HDP’dir.

Son olarak tekrar edelim.

HDP eline düşmüş Çan Kay Şek’ten (Altılı Masa’dan) kendisi için (Beni tanıyın, benimle görüşün şeklinde) taviz istemeyip, Japonları (Erdoğan’ı) yenmek için Çan Kay Şek’e başkomutanlık veren Mao gibi davranmalıdır.

İktidarı aldığında burjuvaların ve büyük toprak sahiplerinin büyük mülklerini ve şirketlerini zorla hiçbir tazminat bile demeden kamulaştırabilecekken, onlara direnmezlerse tazminat vermeyi kabul eden Marks gibi davranmalıdır.

Çok daha elverişli koşllarla bir anlaşma yapabilecekken, sınırlı bir başarıya imza atan Muhammet gibi davranmalıdır.

HDP Sadece İpi Bıraksa Bile Karşı Tarafı Kündeye Getirir

Ama başka bir imge belki daha iyi açıklayabilir durumu ve HDP’nin yapması gerekeni.

Şu an bir ipi çeken iki kutup var.

İyi Parti diyor ki, HDP dışlanmalıdır, Onu muhatap alan da Altılı Masa’da yer alamaz.

HDP diyor ki, benimle konuşmazsanız, ayrı aday gösteririm.

Bir ipi iki ucundan çeken iki güç.

Burada Aydınlar, liberaller falan Altılı Masa’yı aklı selime davet ederek akıllarınca HDP’ye destek veriyorlur. Sanki Altılı Masa’nın derdi demokrasiymiş, Erdoğan’ı devrirmeyi baş sorun gibi görüyorlarmış varsayımıyla hareket ediyorlar.

Biz ise diyoruz ki, onların demokrasi diye bir derdi yok. Hatta Erdoğan’ı yenmenin önemini bile görmezler. Onların düşmanının olduğu, kaypak ve tutarsız olduğu gerçeğinden hareket et ve davranışını buna göre belirle.

İpi çekeceğin bırak.

Yani, kendini tanımalarını, muhatap almalarını isteme onlardan. Kısa vadede yenilmiş gibi görüneceğin bir hamle yap.

Yani örneğin Ülkücü Kökenli, CHP’den Ankara Belediye Başkanı seçilmiş “Mansur Yavaş’ı Eğer Altılı Masa aday gösterirse, Erdoğan’ı yenmek esas sorun olduğundan biz destekleriz” de.

Hepsi bu bıraktığın iple yıkılacaklardır. Mecbur kalacaklardır senin adayını desteklemeye.

Yapılacak iş bu kadar basittir. Bütün Türkiye politikasını alt üst edersiniz. Tecritten kurtulur en geniş kitlelerin desteğini kazanırsınız.

O zaman Hudeybiye Anlaşması’nı yapmış olursunuz.

Tabanının baskısına dayanamayacak Akşener sizi Altılı Masa’ya davet etmek zorunda bile kalabilir.

Tüm muhalefete savaş morali verirsiniz.

Onları yenilgiden kurtarırsınız.

Onları kurtararak halkı ve kendinizi kurtarırsınız.

Herkesi ters köşe yaparsınız.

Küçük hesapların üstünde davranırsınız. Nesnel olarak bunu yapmaktan çıkarlı tek güç sizsiniz.

11 Ocak 2023 Çarşamba

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona

Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar

Kitaplarımızı İndirmek İçin:

https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg

https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA

 


Hiç yorum yok: