“…Bâzen siz bir şeyden
hoşlanmazsınız, hâlbuki o sizin için bir hayırdır. Bâzen de bir şeyi sever,
istersiniz, hâlbuki o sizin için bir şerdir. Allâh bilir, siz bilmezsiniz.”
(el-Bakara, 216)
Hudeybiye Anlaşması vesilesiyle
inen bir ayet.
Rakibin Direncini Minimuma İndirmek
Erdoğan nasıl yenilebilir?
Marks, Muhammed ve Mao’nun yaklaşımlarıyla
Bu yöntemi şöyle özetleyebiliriz:
“Düşmanın,
rakiplerin veya karşı tarafın korkularını ve direncini ciddiye almak, bu
korkuları ve direnci minimuma indirmek için azamiyi yapmak”
Bu formülasyonu nereden çıkarıyoruz?
Marks’ın ve/veya Engels’in sözlerinden, Muhammet’e ayetlerin
somut bağlamından ve davranışlardan.
Elbette örneğin Marks’ta burada formüle ettiğimiz gibi bir cümle
yoktur. Ama somut davranışı ve davranışının anlamı böyle bir önermeyle
tanımlanabilir: Kendimiz için azamiyi
değil, tüm taraflar için en kabul edilebilir olanı, en az sancılara yol
açabilecek olanı bulmak.
Bunun bugün yöntemi var: Oydaşıma
dediğim sistem.
Ama bu yöntem henüz bilinmezken, tarihte iz bırakan önderler
sezgileri ve öngörüleriyle tam da böyle davranarak iz bırakabilmişlerdir.
Geçmişten Bazı Örnekler
Biz bu yaklaşımı ilk defa burada savunmuyoruz. Son yirmi yılda
defalarca ve çeşitli vesilelerle savunduk.
Örneğin 2014 seçimlerinde, CHP’nin MHP ile ittifak yapıp
aday belirlediği seçimde, HDP’ye örneğin Bekaroğlu gibi, her kesimden oy
alabilecek bir isimi olabildiğince geniş bir önericiler kesimi bularak aday
göstermesini önerdik.
Ama o zamanlar kimse Erdoğan’ın nasıl bir tehlike olduğunu
görmüyordu. Ayrıca HDP henüz kuruluş günlerindeydi, henüz böyle geniş
perspektifli bakacak durumda değildi. Bu önerimizin belki HDP organlarında
gündem olup tartışılma ihtimali de vardı. Ama Selahattin Demirtaş, organlara
bile danışmadan bir emri vaki ile adaylığını ilan etti. Aldığı oy bir başarı olarak
göründü. Halbuki bugüne kadar gelen gidişi belki o sırada durdurmak mümkün
olabilirdi.
Daha böyle onlarca örnek var. Örneğin, Pasif, pankartsız, slogansız siyasi haklar alanına girmeden durma ve kitlesel
bir hareket oluşturma, Örneğin Adalet
yürüyüşüne hiçbir koşul öne sürmeden sıradan vatandaşlar olarak baştan
katılarak, somut olarak yapılanlarla yürüyüş kolonunun içinde bir ağırlık
edinme gibi niceleri var.
Bugünkü yaklaşımımız da o çizginin bugünün özgül
koşullarında somut bir biçimidir.
Neyse, meraklısı Bloğumuzda
bunları bulup okuyabilir. Ama yine de bir tanesini örnek vereyim. Bugün herkes
Erdoğan ve şürekasına, örneğin TİP’liler ve Erkan Baş gibi keskin ve de
devrimci ve de sosyalist arkadaşlar “hesap
soracağız” falan diyorlar ya de evlere el koyacağız falan diyorlar ya,
bunların politika olmadığını söylüyor ve tamamen farklı öneriler yapıyordum.
Örneğin, Erdoğan’ın korkularını, direncini ciddiye almak
gerektiği ve ona iktidarı kaybetmesi durumunda intikamcı bir yol izlenmeyeceği
şeklinde garantiler verilmesine yönelik öneriler yaptık. Bu öneriyi geçişi
kolaylaştıracağı, direnci azaltabileceği düşüncesiyle yapmıştık.
Örneğin şu yazılara bakılabilir. Başlıkları bile yaklaşımı
özetliyor.
(13. Mart 2017 tarihli yazım: “Erdoğan’a Açık ve Adil Bir Teklif”.)
(22. Kasım 2017 tarihli yazım: “CHP, HDP ve İyi Parti’ye Çağrı:
Erdoğan’a Bir Şans Verin”).
(25. Kasım.2021 tarihli yazım: “Helalleşme Yetmez (Ama Tam Aksi
Anlamda): İktidara Barışçıl bir İktidar Değişimine Razı Geldikleri Takdirde
Hukuki Yollara Başvurulmayacağına Dair Bir Teklif de Yapılmalıdır”).
Bütün bu önerilerde bize aynı zamanda bizzat Marks, Muhammet
ve Mao gibileri, Sun Tsu’lar, Kıvılcımlı’lar yol gösteriyordu.
Ama önce bu yaklaşımın teorik,
politik ve ahlaki arka planını açıklayalım.
Çünkü bizim bilimimiz ahlaki, ahlakımız
bilimseldir, politikamız bilimsel bilimimiz politiktir, ahlakımız politik
politikamız ahlakidir.
Marksizm, Politika ve Humanizm
Bu teorik, ahlaki ve politik arka planı daha önce farklı bir
bağlamda “Kenan Evren’in Ölümü ve Tepkiler
Üzerine Düşünceler”
ve ondan da önce de “12 Eylülcülerin Yargılanması
Karşısındaki Tavırlar Üzerine”
gibi yazılarda ele alıp açıklamıştık.
O yazılarda örneğin, TİP Milletvekili Barış Atay’ın:
“Hepiniz ağlayarak
hesap vereceksiniz, o gün geldiğinde, affedeni, acıyanı yargılamaktan vazgeçeni
de unutmayacağız. Yok öyle torunlarla emeklilik, hepimiz kardeşiz, kavga istemiyoruz,
falan. Her şey yeni başlıyor. Bu ülkeye, insanına yaptıklarınızın hesabını
vereceksiniz”
gibi yaklaşımlarını (ve şimdi neredeyse her gün benzeri
açıklamalar yapan Erkan Baş için de geçerlidir) eleştiriyorduk.
Ve bizlerin (sosyalistlerin, demokratların) intikamcı
olmadığından, insanları değil sistemleri
ve yapıları suçlu, daha doğrusu neden
olarak gördüğümüzden, dolayısıyla insanların
cezalandırılması değil, sistemin değiştirilmesi gibi bir sorunumuz
olduğundan söz ediyor ve intikamcı bir biçimde Kenan Evren’in (veya Barış Atay
örneğinde bugünkü iktidarın) cezalandırılması için kampanya yapanları
eleştiriyor, bunun ardındaki yanlış metodolojiyi açığa çıkarmaya çalışıyor ve
şunları yazıyorduk:
“Eğer insanların düşüncelerini
toplumsal varlıkları belirliyorsa, kendilerine karşı mücadele ettiğimiz
burjuvalarla, diktatörlerle de insanlar olarak bir sorunumuz yoktur. Biz onlara
karşı bu mücadelede karşımıza çıktıkları için mücadele ederiz.
Kişileri
cezalandırma, onlardan intikam alma gibi bir sorunumuz olamaz. Biz kişileri
öyle veya böyle davranmaya zorlayan toplumsal ilişkileri değiştirmeyi esas
alırız.
Yani
burjuvaları işçileri sömürdükleri için cezalandırmak gibi bir derdimiz olamaz
bizim. Onları işçileri sömürdükleri için çalışma kamplarında yaşatmak veya
yoksulluğa mahkûm etmek gibi bir sorunumuz olamaz bizim. Aksine, eşitlikçi bir
düzenin, sadece ezilenlerin değil; ama aynı zamanda ezenlerin de kurtuluşuna
hizmet edeceğinden hareket ederiz.
Tam
da bu kabuller nedeniyle, ezilenler, egemen sınıfları, burjuvaları, insanları
sömürdükleri için yargılama ve cezalandırma gibi yöntemlere başvurmayacaklardır
ve vurmamalıdırlar. (Bunu şimdi yazmak ve hatırlatmak zorunda kalmak bile nasıl
bir hafıza kaybıyla malul olunduğunun bir başka delili aslında) Sömürüyü
ortadan kaldırmanın yolu, burjuvaları cezalandırmak değil; mülkiyet
ilişkilerini, toplumsal ilişkileri değiştirmektir.
Aynı
mantık, sadece mülkiyet ilişkileri için değil; aynı zamanda kendisi de bizzat o
mülkiyet ilişkilerinin ürünü olan devlet ve rejimler için de geçerlidir. Sorun
o devletlerin yapısında ve rejimlerin örgütlenişinedir. Onların değiştirilmesi
gerekir. Her biri aslında korkak ve aciz; korkak ve aciz olduğu kadar ve bir
bakıma tam da bu nedenle gaddar ve keyfi memurlara da eğer sistemi değiştirme
mücadelesine karşı özel bir direniş içinde değillerse ve mücadelenin olağan
karşılaşmaları ötesinde, cezalandırma gibi bir sorunu olamaz ezilenlerin.
Ama
ortada bir direniş varsa düzenin ve devletin yapısının değiştirilmesine karşı,
elbette bu mücadelenin bir parçası olarak; bütün savaşlarda olduğu gibi hukuki
veya askeri araçların kullanılması; karşı tarafın direncinin kırılması gerekir.
Ama bu başka bir sorundur; orada savaşın kendi kuralları ve mantığı vardır.
Ve hatta egemenlerin direncini eğer daha barışçı
araçlarla kırmak veya onları tarafsızlaştırmak, yani onları satın almak mümkün
ise, en büyük maddi fedakarlıkları bile yapabilmeyi göze almalıdır ezilenler.
Engels,
bir yerde (tam hatırlayamıyorum şimdi neredeydi), eğer, der egemen sınıfların
sert bir direnişini engelleyecekse ve onları tarafsızlaştıracaksa, onların
ellerindeki toprakların ve üretim araçlarının gereğinde tazminatla
toplumsallaştırılmalarının, direnişin ve onu kırma çabalarının yol açacağı
insan, zaman vs. kayıplarını göz önüne alarak, en ucuz yol olacağından söz
eder.”
Görüşümü özetle böyle ifade etmiştim.
Daha sonra aynı zamanda Hamburg’tan arkadaşım da olan bir
okur, benim o an hatırlayamadığım alıntıyı bulmuş ve bana yollamış ve ben de onun
notunu yazının altına şöyle bir dipnot olarak eklemiştim:
“Sonra bunun Almanca bir alıntısını gönderen Alp Ünsal’a
teşekkürler: “Eine Entschädigung sehen wir keineswegs
unter allen Umständen als unzulässig an; Marx hat mir wie oft! als seine
Ansicht ausgesprochen, wir kämen am billigsten weg, wenn wir die ganze Bande
auskaufen könnten. (F. Engels, Bauernfrage, MEW 22, 503f.)” "Fransa ve
Almanya'da Köylü Sorunu"nda Engels, Marx'ın bunu defalarca kendisine
söylediğini belirtiyor. Ayrıca Engels'in "Komünizmin İlkeleri" ve
"Konut Sorunu" yapıtlarında da bu yönde açıklamalar bulmak mümkün.”
Yukarıda aktarılan Engels’in
Almanca metni Türkçe’ye şöyle çevrilebilir:
“Tazminatı hiçbir şekilde her koşulda kabul
edilemez olarak görmüyoruz; Marx bana, kendi görüşü olarak, tüm çeteyi satın
alabilseydik en ucuza kurtulacağımızı sık sık ifade etti.”
Sun Tsu (Savaş Sanatı) – Marks (Politika Sanatı)
Aslında Marks’ın ifade ettiği yaklaşım, binlerce yıl önce
yaşamış, Çin uygarlığı ve devletinin savaş deneylerini sistemleştirmiş Sun Tsu
gibi büyük stratejlerin de yaklaşımıdır. Onlar savaşın büyük tahribatları
yaşanmadan veya asgaride tutularak kazanılan zaferlerin en büyük zaferler
olduğunu söylerler.
Örneğin şöyle der Sun Tsu:
“Akıllı lider düşman ordusunu savaşmadan, düşman kentlerini
kuşatmadan ele geçirmesini bilir.”
Onlar bunu askerlik sanatında önerirlerken, Marks, siyaset
sanatında önermiş olmaktadır.
Aktarılan örnekte, Marks’ın
yaklaşımının dayandığı mantık önemlidir.
İşçilerin iktidarı ele geçirdiği, bir devrim yaptığı,
burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin elindeki her şeye, zaferin ve
egemenliğin gücüne dayanarak el koyulabilecek koşullarda bile, Marks,
daha yumuşak, daha uzlaşmacı, daha çatışmaları ve karşı tarafın direncini
azaltıcı bir yol seçmeyi öneriyor, bunu daha akıllıca ve doğru ve daha ucuza mal olacak yol olarak görüyor.
Bir tür kazan kazan (win win) stratejisi
öneriyor.
*
Savaş sanatında bile, karşı tarafı köşeye sıkıştırmamak, ona
kaçacak bir yol bırakmak, kayıpları azaltır ve zaferi kolaylaştırır. Örneğin
İskender böyle yapıyordu. Aksi durumda karşı taraf, sonunda yok olmaya mahkûm
bile olsa, o sona kadar, tıpkı köşeye sıkışmış bir kedi gibi, can havliyle, çok
büyük zararlar verebilir. Bunu bilen büyük komutanlar ve stratejiler, savaşmak
istemeyenlerin, canını kurtarmak isteyenlerin kaçabilecekleri bir yol da
bırakırlar. Böylece karşı tarafın direncini azaltıp, hatta paniğe ve bölünmeye
yol açıp, moralleri çökertip, çok daha az zayiatla zafere ulaşabilirler.
İşte hem HDP, Altılı Masa’ya ve özellikle İyi Parti’ye
karşı, hem de HDP ve Altılı Masa, genel olarak muhalefet diyelim buna,
Erdoğan’a karşı, bu eski büyük komutan ve peygamberlerin, politikacıların
yaklaşımını izlemeli. Karşı tarafın direncini kıracak veya azaltacak, onun
korkularını yumuşatacak bir yol ve strateji izlemelidir.
Özellikle bugünkü kutuplaşmışlık bunu adeta zorunlu
kılmaktadır.
*
Öncelikle Muhalefetin içinde HDP, tüm muhalefete ve “Altılı
Masa”ya, ama özellikle de İyi Parti gibi kendisine karşı açık bir düşmanlıkla
davrananlara karşı, bu düşmalarının direncini minimuma indirmek, onun içinde
bölünmeler yaratmak için son derece zekice davranmalı, her şeyi yapmalıdır.
Ve HDP dahil bir bütün olarak Muhalefet ve “Altılı Masa” da,
Erdoğan ve müttefiklerine karşı, iktidara karşı da böyle, karşı tarafın
direncini kıracak bir strateji izlemelidir.
Bu ikisi yapılmadan, bu seçim kazanılamaz.
Ama bu ikisinin de yapılabilmesinde öncelik, HDP’nin bunu
kavrayabilmesinde ve uygulayabilmesindedir. Yani muhalefetin kaderi,
seçimlerin kaderi HDP’nin ellerindedir.
Muhammed ve “Hudeybiye Barışı” Örneği
Artık Marks’a değer veren yok.
Ama bu yaklaşımın aslında bütün büyük devrimcilerin,
komutanların ve Peygamberlerin yöntemi olduğunu görmek önemli. Muhammed ve Mao’dan
bilinen iki örneği hatırlatalım.
Muhammed’in “Hudeybiye
Barışı” bilinir. Aslında koşullar Müslümanlar için çok elverişliydi,
Mekkeliler demoralize ve güçsüzdü. Askeri olarak Mekke’yi feth edebilirlerdi.
Kafirleri kılıçtan geçirebilirlerdi. Ve Müslümanlar bunu yapmak istiyorlardı.
Mekkelilerin elçilerini esir etmesi karşısında bilenmişler, Muhammed’e onu
ölümüne izleyecekleri yolunda bir daha biad etmişler (Yani oylama yapmışlar) ve
bu da Mekkelileri iyice korkutmuştu.
Ama bu elverişli koşullara rağmen, Muhammed Mekkelilerle hiç
de kendisine büyük avantajlar sağlamayan, hatta ilk bakışta ağır koşullar
getiren bir anlaşma gibi görünen Hudeybiye Anlaşması’nı yaptı. Ağır şartlardan
biri de o yıl hac ziyaretini yapmamalarıydı.
Bunun üzerine birkaç gün önce kendisine her koşulda onu
izleyeceğine söz vermiş Müslümanlar, Muhammet’e direnmeye, “bizi sattın” demeye
getiren davranışlar koymaya başladılar. Muhammet onlara, “anlaşma yaptık bu yıl
umre yok haydi eve dönüyoruz” deyince, önce hiçbiri Muhammed’i dinlemedi.
Sonra hepsi gönülsüzce kabul ettiler.
Ama zaman Muhammet’in haklı olduğnu gösterdi.
Belki o sene Müslümanlar umre yapamayacaklar veya bâzı ağır
şartlara bir müddet sabretmek durumunda kalacaklardı. Fakat bunun ardından
sökün edip gelecek olan kazançlar çok daha büyük olacaktı. Çünkü bu antlaşma
ile İslâm’ın varlığı resmen tanınmıştı. Bir sene sonra Kâbe ziyâret edilecekti.
Arap kabîlelerinden isteyenler Müslümanların himâyesine geçebilecekti. Bu ise
Kureyş’in nüfûzunu kaybetmesi ve İslâm dâvetinin rahatça yapılması demekti.
Bu yazının başına koyduğumuz epigraf işte o zor koşullarda
inen ayettir.
Allah (Tarihin ve toplumun yasaları) Muhammet’e indirdiği
ayet aracılığıyla, dar kafalı, kısa vadeli düşünen Müslüman sehabelere, “Kısa vadede başarısızlık gibi görünen size
başarıyı getirir, başarı gibi görünen başarısızlığı getirir “demektedir.
Mao’dan Bir Örnek
Bir de Mao’dan örnek verelim.
1926-27 devriminde Çan Kay Şek’in başında olduğu Komüngtang
(Çin CHP’si diyelim) ile Komünistler ittifak yapmışlardı. Ama Çan Kay Şek,
başarı kazanılınca, komünistlere karşı bir katliam başlatmış ve onbinlerce
komünisti katletmişti (örneğin Atatürk’ün Takriri Sükün kanunu).
Komünistler içinde bu katliamdan kurtulanlar da dağlara
çekilmişler gerilla ile savunmaya geçmişlerdi. Andre Malraux’nun “İnsanlık Durumu”nda katliam sırasında insanların
canlı canlı nasıl gemilerin külhanlarına atılıp yakıldıklarını anlatır. (Yahya
Kaptanlar da Karadenizde boğdular)
Sonra ülkeyi Japonlar istila etti. Japon istilasına karşı
Komünistler, kendilerini katleden Çan Kay Şek’e defalarca japonlara karşı
birlikte savaşmayı önerdiler. (Örneğin bugün Çin’i işgal eden Japonların yerine
Erdoğan, önceliği Komünistlerle savaşa veren Çan kay Şek yerine İyi Parti ve
Akşener koyulabilir.)
Çan Kay Şek ise, japonlarla savaşacağına önce iç cepheyi
temizlemek gerekir diye komünistlere karşı seferler düzenledi ve fiilen Japonların
iş birlikçiliğini yaptı, tıpkı bugün Akşener’in Erdoğan’a yaptığı gibi.
Tabii Komünistlerin bu tavrı ve Çan Kay Şek’in bu
işgalcilerle savaşmak istememesi, bazı komutanlarının tavır değiştirmesine ve
Çan Kay Şek’i esir alıp Komünistlere haber vermelerine yol açtı.
Komünistler ve Mao işte tam burada Muhammed gibi
davrandılar.
Kendilerinden on binlerce insanı katletmiş, japonlara karşı
direnen komünistlere karşı savaşa devam etmiş bu haini cezalandıracak yerde,
onu Japonlarla birlikte savaşmak için anlaşma yapmaya zorladılar, hatta ordunun
komutanlığını da Çan Kay Şek’e verdiler.
Böyle esnek taktikler ve stratejiler ile komünistler Çin
halkının güvenini ve sevgisini kazanıp sonunda Çan Kay Şek’i yenebildiler.
HDP Muhammed, Marks ve Mao Gibi Davranmalıdır
İşte birkaç gündür peşpeşe yazılarla anlatmaya çalıştığımız
yaklaşım, bu örneklerin ruhuna uygundur.
Bugünün Türkiye’sinde HDP’nin Marks gibi, Muhammet gibi, Mao
gibi bir politika izlemesi gerekiyor.
HDP’nin izlemesi gereken, “Bensiz Erdoğan’ı yenemeyeceğinizi görüyor musunuz? Şimdi elime
düştünüz, pazarlıkta el yükselteyim, Kürt sorununu ve beni tanıyın”
politikası değildir.
Gereğinde taviz veren, kötü koşullara razı gelen ama kendi
çıkarını değil, mücadelenin (yani Erdoğan’ı yenmenin) çıkarını öne alan,
kendisi karşı taraftan daha büyük fedakârlık
yaparak, yanlışlar yapılmasını engelleyen, böylece en geniş ve en Kürt ve
Demokrasi düşmanlarının bile kabul etmekten kaçamayacağı, en azından tarafsız
veya hayırhah bir tavır alabileceği, bütün bunların olabildiğince sancısız ve
acısız olmasını sağlayacak bir politikadır gereken.
Nasıl Muhammed Kureyş’in korkularını gidermek için çeşitli
jestler yaparken, gereğinde hiç de hoş olmayan koşullarda anlaşma yaparken,
gerileyerek, ama tam da o gerilemeden aldığı hızla ileri atılacak enerjiyi
topladıysa; benzer şekilde nasıl Mao hazır eline geçmişken Çan Kay Şek’i esir
almayıp veya on binlerce komünistin katili diye cezalandırmayıp, gereğinde
yeter ki japonlarla savaş, sen baş komutan ol dediyse öyle bir politika
izlemesi gerekiyor HDP’nin ve Kürt Özgürlük Hareketinin.
Öcalan ve HDP Politikalarının Farkı
Çok uzaklara gitmeye gerek de yok.
Abdullah Öcalan, İmralı’da mahkemelerde hot zot etmedi,
barış elini uzattı hep yaptığı gibi. Ve bunu en kötü koşullarda, esir olduğu,
kendisinin canını kurtarmak için bunu yaptığı şeklinde yorumlanacak koşullarda
yaptı.
Herkes onun korktuğunu, Kürt Hareketinin bittiğini söyledi.
Ama Öcalan, hapiste, Türk devletinin elinde esirken, o politikayla, HDP gibi
Ortadoğu’daki en güçlü legal demokratik hareketi ve partiyi yarattı.
Bugün Türkiye’de bir parça demokratik hareket varsa ve Kürt
Hareketi her şeye rağmen varlığını sürdürüyorsa o sayede var.
Benzeri bir politik hamleyi İyi Parti’ye milletvekillerini
vererek Kılıçdaroğlu da yapmıştı.
Aslında biz Kılıçdaroğlu’nun bunu yapmasından önce HDP’ye
bunu önermiştik. (Bakınız: 19 Nisan 2018 “Demokratlar İçin Seçim Stratejisi
ve HDP’nin Acil Olarak Yapması Gerekenler” (“HDP’nin acil olarak yapması gerekenler
şunlardır: Erdoğan’ın oyununu bozmak için Saadet Partisi ve İyi Parti’nin Meclis’te grup kurmalarını sağlamaya
bunun için de onlara uğrayacakları haksızlığı engellemeye karşı dayanışma için
milletvekili vermeye hazır oluğunu ilan etmek.”); ve sonraki
yazımız: 23 Nisan 2018 “HDP’ye
Öneriyoruz CHP Yapıyor – HDP Kendini Sandığa Gömmek İstemiyorsa Demirtaş’ı Aday
Yapmalıdır”).
HDP’liler yazdıklarımızı okuyup bir parça ciddiye alıp öyle
davransalardı, CHP’nin yapacağını önceden yapsalardı, bütün Türkiye
politikasını alt üst ederlerdi.
Politik mücadele böyle olur. Kendi dar çıkarın için pazarlık
yapmak ve el yükseltmeyi politika yapmak sananlar sendikacılardır, kendi zümre
ya da sınıf veya “ulus” çıkarından ötesini göremeyenlerdir.
HDP’nin Görevi Pazarlık Değil, Muhalefetin Yenilgisini Engellemektir
HDP, Altılı Masa etrafındaki bezirgan partilerin veya
medyayı doldurmuş halka güvenmeyen liberal gazetecilerin dediklerine değil,
gerçek büyük politika örneklerine bakmalıdır.
Ve bunun için de HDP muhalefeti belli politikaları izlemeye
mecbur bırakmalıdır.
Çünkü Erdoğan’ın yenilmesinden, sonuna kadarlı
çıkarlı tek güç HDP’dir.
Diğerleri için, hele İyi Parti için, aynı zorunluluk ve
aciliyet söz konusu değildir. Aksine o esas olarak iktidarın muhalefet içindeki
uzantısıdır.
İşte bir bakıma tam da bu nedenle de HDP bu uzantıyı
etkisizleştirme ve onun hareket alanını daratmanın yollarını bulmalıdır.
Örneğin, İyi Parti kaybedilmiş bir seçimden sonra bile
Erdoğan’ın bir koalisyon ortağı veya Erdoğan’ın Bahçeli’ye karşı bir
tehdit/alternatif olarak kullanarak, hareket alanını genişletecek, kendini
Bahçeli’nin bir rehinesi olmaktan çıkarabilecek gizli veya açık bir iktidar
ortağı bile olabilir.
Zaten tam da bu nedenle, HDP’nin Altılı Masa’dan
dışlanmasını savunmakta ve muhalefeti yenilgiye mahkum etmektedir.
Aynı derecede olmamakla birlikte, CHP de bu seçimleri normal
bir seçim gibi değerlendirmektedir. Bu seçimleri aynı zamanda kendisi için bir
varlık ve yokluk sorunu olarak görmemektedir. Bu seçim olmazsa başka seçime
havasındadır. Bütün yaptıkları ve yapmadıkları bunun göstergesidir.
Ama HDP (HDP derken Türkiye’deki bütün demokrat veya
demokrasi özlemi içindeki insanları ve Kürtler, Aleviler, kadınlar, çevreciler
vs gibi güçleri kast ediyoruz.) için böyle değildir. Erdoğan’ın bir zaferi, çok
ciddi bir yenilgi, müthiş bir gerileme hatta yokoluş anlamına gelecektir.
Bu nedenle HDP, CHP’yi CHP’ye rağmen bir yenilgiden
kurtarmayı da önüne bir görev olarak koymuk zorundadır.
Sadece bu kadar değil, CHP’nin yenilgisi ancak Altılı
Masa’nın (yani İyi Parti’nin de) yenilgisi
engellenerek engellenebilir.
O halde HDP, Altılı Masa’yı da Altılı Masa’ya rağmen
yenilgiden kurtarmak zorundadır.
HDP ancak bu şekilde, kendisinin tasfiyesini Erdoğan’ın
yenilmesinden daha önemli görenleri yenilgiden kurtararak kendini de yenilgiden
ve yokoluştan kurtarabilir.
Bu nesnel zorunluluklar zinciri nedeniyle HDP muhalefetin
zaferinde hayati önemdedir.
Diğer hiçbir parti için, ki onlar da bir yenilgiden sonra
muhtemelen yok olacaklarsa da, onların yenilgisinin demokrasi mücadelesi bakımından
sonuçları, HDP’nin yenilgisinin sonuçları gibi olmaz.
HDP’nin yenilgisi, tüm demokrasi güçlerinin çekirdeğinin
yenilgisi, uzun bir dağınıklık ve çöküş dönemine girilmesi anlamına gelecektir.
Diğer partilerin kaybedece fazla bir şey yoktur. Ama HDP her
şeyi kaybedecektir.
Bir Yenilginin Sonuçlarının Farklı Ağırlıkları
Bir yenilginin sonuçlarının muhalefet içindeki güçler
açısından farklı ağırlıklara sahip olduğu pek anlaşılmamaktadır.
Diğerleri son duruşmada bu sistemin savunucularıdırlar.
HDP’nin kendini ve Türkiye’deki demokratları veya demokrasi
özlemi duyanları ve Kürt Özgürlük Hareketini ağır bir yenilgi ve çöküşten
kurtarabilmesi için Altılı Masa ve Muhalefeti de bir yenilgiden kurtarması
gerekmektedir. Yani hesaplarını kendisinin ne kazanacağına göre değil, tüm
olarak muhalefetin ve altılı masanın nasıl kazanacağına göre yapmak
zorundadır.
Daha açık formüle edelim. HDP kendini yenilgiden kurtarmak
için, kendine düşman olanların bulunduğu muhalefeti de, yani bu kendine düşman
olanları da, hatta alttan alta bir yenilgiyi kışkırtan İyi Parti gibilerini de,
yenilgiden kurtarmak, daha doğru formüle edilirse, onların bu oyununu bozmak,
zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
Bu durum da HDP’ye ek bir görev daha yüklemektedir.
HDP, Altılı Masa ve Muhalefetin kendi iç çelişkilerinin,
parti ve lider bencillik ve ihtiraslarının, dar görüşlülüklerinin kurbanı
olmasını da engellemek gibi bir görevle de karşı karşıyadır.
Bu zorunluluğu görmek, her şeyden önce bugünün ve yaklaşan
seçimin çok özgül niteliklerini ve güçler
ilişkisini doğru kavramayı gerektirir.
Ama sadece bu da yetmez, doğru kavrayıp, zorunlu sonucu,
yani koşulların üzerine yüklediği görevin, muhalefeti yenilgiden kurtarmak olduğu
sonucunu çıkarmak da yetmez, bunu başarıyla uygulamak için, çok ciddi politik
öngörü, girişimcilik, stratejik sağlamlık ve taktik esneklik ve yaratıcılık gerekir.
Maalesef bunlar yok HDP’de. Aksine bir bürokratik atalet ve
kavrayışsızlık egemen. Bu nedenle bütün eleştiri ve önerilerimizin muhatabı ve
hedefi HDP’dir.
Son olarak tekrar edelim.
HDP eline düşmüş Çan Kay Şek’ten (Altılı Masa’dan) kendisi
için (Beni tanıyın, benimle görüşün şeklinde) taviz istemeyip, Japonları
(Erdoğan’ı) yenmek için Çan Kay Şek’e başkomutanlık veren Mao gibi
davranmalıdır.
İktidarı aldığında burjuvaların ve büyük toprak sahiplerinin
büyük mülklerini ve şirketlerini zorla hiçbir tazminat bile demeden
kamulaştırabilecekken, onlara direnmezlerse tazminat vermeyi kabul eden Marks
gibi davranmalıdır.
Çok daha elverişli koşllarla bir anlaşma yapabilecekken,
sınırlı bir başarıya imza atan Muhammet gibi davranmalıdır.
HDP Sadece İpi Bıraksa Bile Karşı Tarafı Kündeye Getirir
Ama başka bir imge belki daha iyi açıklayabilir durumu ve
HDP’nin yapması gerekeni.
Şu an bir ipi çeken iki kutup var.
İyi Parti diyor ki, HDP dışlanmalıdır, Onu muhatap alan da
Altılı Masa’da yer alamaz.
HDP diyor ki, benimle konuşmazsanız, ayrı aday gösteririm.
Bir ipi iki ucundan çeken iki güç.
Burada Aydınlar, liberaller falan Altılı Masa’yı aklı selime
davet ederek akıllarınca HDP’ye destek veriyorlur. Sanki Altılı Masa’nın derdi
demokrasiymiş, Erdoğan’ı devrirmeyi baş sorun gibi görüyorlarmış varsayımıyla
hareket ediyorlar.
Biz ise diyoruz ki, onların demokrasi diye bir derdi yok.
Hatta Erdoğan’ı yenmenin önemini bile görmezler. Onların düşmanının olduğu,
kaypak ve tutarsız olduğu gerçeğinden hareket et ve davranışını buna göre
belirle.
İpi çekeceğin bırak.
Yani, kendini tanımalarını, muhatap almalarını isteme
onlardan. Kısa vadede yenilmiş gibi görüneceğin bir hamle yap.
Yani örneğin Ülkücü Kökenli, CHP’den Ankara Belediye Başkanı
seçilmiş “Mansur Yavaş’ı Eğer Altılı Masa aday gösterirse, Erdoğan’ı yenmek
esas sorun olduğundan biz destekleriz” de.
Hepsi bu bıraktığın iple yıkılacaklardır. Mecbur
kalacaklardır senin adayını desteklemeye.
Yapılacak iş bu kadar basittir. Bütün Türkiye politikasını
alt üst edersiniz. Tecritten kurtulur en geniş kitlelerin desteğini
kazanırsınız.
O zaman Hudeybiye Anlaşması’nı yapmış olursunuz.
Tabanının baskısına dayanamayacak Akşener sizi Altılı
Masa’ya davet etmek zorunda bile kalabilir.
Tüm muhalefete savaş morali verirsiniz.
Onları yenilgiden kurtarırsınız.
Onları kurtararak halkı ve kendinizi kurtarırsınız.
Herkesi ters köşe yaparsınız.
Küçük hesapların üstünde davranırsınız. Nesnel olarak bunu
yapmaktan çıkarlı tek güç sizsiniz.
11 Ocak 2023
Çarşamba
Demir
Küçükaydın
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube
Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı
İndirmek İçin:
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder