Tek Atımlık Barut
Bu seçim diğer seçimler gibi bir seçim değildir, “bu sefer kazanamadık, inşallah gelecek
seçimlerde kazanır, o zaman yaparız” seçimi değildir.
Erdoğan kazandığı takdirde bunun iktidar ve muhalefet
güçlerinde ve saflarında, birbirine zıt ve son derece derin derin sonuçları
olacaktır.
Muhalefet ve demokrasi güçleri, ancak, belki de onlarca yıl
sonra, bugünkü kuşaklar değiştikten sonra, geleceğin kuşakları olarak, bugün
bulunduğumuz noktaya bile dizleri üzerinde sürünerek gelmeye çalışacaklardır.
Ama bu arada iktidardaki güçler toplumsal ilişkileri ve yapıyı baştan aşağı değiştirmiş olacaklarından o zamanlar bambaşka paradigmalar çerçevesinde yeniden doğacaktır bu mücadele.
İran Devrimi Örneği
İran Devrimi iyi bir örnektir. Yetmişlerin sonundaki o
kritik devrim günlerinde, farklı eğilimlerin aşağı yukarı eşit şansları vardı.
Herkes için hedef, keyfi bir diktatörlük yerine demokratik bir düzendi.
Ama Ayetullahlar, ta “Sümer Rahip Deveti”nin rahiplerinden,
Mecusi (Zerdüşt) Rahiplerine, oradan Pers uygarlığının İslam’ı olan Şiiliğin
Ayetullahlarına dönüşerek varlığını sürdürmüş bu din adamları kastının binlerce
yıllık geleneğine ve tecrübesine dayanarak, Humeyni’nin liderliği altında, tam
da devrimlerin gerektirdiği gibi, en kararlı ve uzlaşmaz tavrı göstererek en geniş
ve yoksul kesimleri arkalarına aldılar.
Başlangıçta diğer güçleri (Liberaller, Mücahitler, Fedailer,
Komünistler vs.) ezecek güçleri yoktu, ama adım adım bu güçleri teker teker
tasfiye edip güçlenerek bir “İslam Devleti” kurdular.
Ve bugüne geldiler.
Arada en az iki kuşak geçti.
Bugünkü kuşaklar o zamanların paradigmasından tamamen farklı
koşullarda bir mücadeleye başlıyorlar.
Artık örneğin, toplumun Mollaların egemenliğine hizmet eden
bir İslam’a ve Şiiliğe göre dizayn edilmiş olmasının kendisi tartışılmıyor
bile.
Bugünkü kuşaklar, dedelerinin savaşı kaybettiği yere, yani
gerçek bir demokratik bir düzenin eşiğine değil, böyle bir şeyi istemeyi hayal
edebilmenin kendisine bile, bugün dizleri üzerinde sürünerek varmaya
çalışıyorlar.
İşte, Türkiye’de benzeri bir sürecin yaşanmaması için bu
seçimler son şanstır.
Ve bu son şansta, sadece “bir atımlık barut” yani sadece bir tek seçim vardır: ya Erdoğan’ın
yenilgisi ya da belki onlarca yıl sürecek bir Erdoğan-Ergenekon Diktatörlüğü.
“Altılı Masa” ve HDP’de Eski Kalıplar
Ne yazık ki ne muhalefet, ne “Altılı Masa”, ne HDP ve ne de sözüm
ona sosyalistler, demokratlar, liberaller, durumun böylesine kritik olduğu tespitini
yapabilmiş değiller. Bu kritik durumun ne gibi görevleri öne çıkardığını
anlayabilmiş değiller.
Hiç birisi, tüm toplumu ve muhalefeti bu özgül durum ve son şans gerçeğiyle yüz
yüze getirmeye, bu yönde bir bilinç oluşturmaya çalışmıyor.
Olağan bir seçimmiş gibi davranarak sahte hayaller
yayıyorlar.
“Altılı Masa” hala olağan bir seçim varmış ve bu seçimi
kazanması sanki kesinmiş gibi, “temel hak
ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, hukuk devletinin tüm kurum ve
kurallarıyla hayata geçirildiği, özgürlükçü ve demokratik Türkiye’yi inşa”yı
acil bir görev olarak önüne koyarak gerçek durumun ne kadar vahim olduğunu
gözlerden gizlemiş, dolayısıyla günün acil görevini doğru tanımlamamış ve
Erdoğan’ın zaferine bilinçsizce veya bilinçli bir katkı sunmuş oluyor.
HDP, hala “Kürt
sorunun çözümü”, “barış”, “demokratikleşme” gibi eski programatik
sözlerini tekrarlayarak benzer şekilde günün
acil görevinin önüne, bu genel ve programatik görevleri koyarak,
dolayısıyla taktiklerini bunlara göre belirleyerek, tıpkı “Altılı Masa” gibi,
bu seçimin özgül niteliğini gözlerden gizlemiş, yanlış görev belirlemeleri,
ittifak politikaları ve taktikler izlemiş oluyor. Ve Erdoğan’ın zaferine nesnel
olarak bilinçsizce katkı sunmuş oluyor.
Bozgunu Engellemek Kendi Bayına Kazançtır
Erdoğan’ın yenilmesi veya yenmesi, sadece bu sonuç, kendi
başına demokrasi mücadelesinde çok ciddi sonuçlara yol açacaktır.
Bugün sorun bir şeylere (örneğin demokrasiye) ulaşmak
değildir.
O bir şeylere ulaşma
mücadelesini sürdürebilecek koşullara ulaşmak için küçük de olsa kazanımlar
sağlamak, bir köprübaşı tutmak, karşı tarafı demoralize etmek, burada moralleri
düzeltmektir.
Bu seçimlerden bunları elde etmek bile muazzam bir
kazançtır.
Çünkü aksi her şeyin kaybıdır.
Demokratik Bir Programı Olan Bile Yok
Muhalefet seçimleri kazansa bile demokrasi gelmesi söz
konusu değildir, zaten ne “Altılı Masa”nın ne de HDP’nin demokratik bir
programı bile yoktur.
Demokratik bir program her şeyden önce iki şart gerektirir.
1) Var
olan bu baskıcı ve bürokratik, merkezi devlet cihazını parçalayıp ve tasfiye
edip, onun yerine ucuz, tüm düzeylerdeki organları, muhtarından valisine kadar,
hakiminden polis şefine kadar, organları gerçek bir fikir ve örgütlenme
özgürlüğü temelinde seçilen ve gerçek gücün bu seçilmiş yöneticiler elinde
olduğu, devlet sırlarının iptal edildiği ve ulusun temsilcilerinin tüm harcamaları
ve işleri kontrol yetkisi olduğu bir cihazı örgütleme.
Böyle bir programı olan var mı? Yok. Aksine onların hepsi bu var olan keyfi,
bürokratik, merkezi, yasaklara dayanan devlet cihazını restore etmek için
varlar. HDP’nin bile böyle bir programı yok.
Bu yoksa demokrasinin birinci
ayağı yoktur.
2) Ulusu
herhangi bir dil, din, tarih, din ile tanımlamaya son vermek, böyle bir tanımlamaya
karşı tanımlamak, yani devletin tüm dil, din, soy, kültür, tarihler karşısında
kör olması. Herkesin anadilinde eğitim hakkı. Edebiyat, tarih vs. kitaplarının
ülkedeki ve komşularındaki tüm dillerden dinlerden temsilcilerce ortaklaşa
yazılması. Yani demokratik bir ulusçuluk ve yurttaşların gerçek bir biçimsel
eşitliği, Kürtlerin tanınması değil, başta Türklük ve İslam olmak üzere hiçbir
dilin ve dinin tanınmaması. Bunların kişilerin özel sorunu olması.
Böyle bir programı olan var mı? Yok.
Sırf bu nedenle bile Türkiye’ye demokrasi gelmez. Çünkü halk
bile demokrat olmaktan çok uzak.
O halde milyonlar böyle bir programı benimsemeden ve bunun
için mücadeleye girmeden demokrasi denen şey bu topraklara uğrayamaz.
Kaldı ki, muhalefet ve HDP kazansa, bugünkü demokratik
olmayan programlarının bile gerçekleşmesi söz konusu değildir.
Demokrasi İçin Değil, Demokrasi Mücadelesinde Daha Elverişli Bir Durum İçin
Peki “demokrasi
olmayacaksa, bir şey değişmeyecekse seçimleri kazanmanın ne anlamı var?”
diyenler oluyor.
Bunlar bugünkü durumu ve bu seçimin özgül niteliğini kavramıyorlar.
Onlar şöyle düşünüyorlar: Böylesine derin bir değişim yoksa,
demokrasi gelmeyecekse, bu seçim nasıl oluyor da böyle hayati oluyor?
Evet tam da buna rağmen ve böyle olduğu için hayatidir.
Bir zafer halinde demokrasi gelmeyecektir ama, değişim
mücadele eden güçlerin, morallerinde, hareket alanlarında, dolayısıyla mücadele
güçlerinde olacaktır.
Hayati önemi olan budur içinde bulunduğumuz koşullarda.
Olağan seçimlerde bir parti kaybedebilir ama daha sonraki
bir parlamento aritmetiğinde veya başka bir seçimde daha çok oy almayı
umabilir.
Ama bu seçimde böyle bir durum söz konusu değildir.
Erdoğan kazandığı takdirde daha orada yıllarca veya ölünceye
kalması söz konusudur.
Neden böyledir?
Çünkü bir zafer Erdoğan-Ergenekon ittifakını ve gücünü pekiştirir, onlara geniş
bir hareket alanı ve zaman sunar. Bu da onun seçimlerden sonra ekonomiyi orta
vadede tekrar toparlamayı sağlayacak en sert tedbirleri almasına imkan tanır.
Yani birkaç yıl sonra ekonomi düzeldiğinde tekrar iktisadi rahatlamayla
birlikte destek artışı sağlayabilir.
Bunun sağlayacağı destek artışıyla, kitleler, ekonomi iyi
gidiyor, güvenlik de var, o halde değiştirmek için bir neden yok diyeceklerdir.
Ama bu arada yıllar geçecek, ırkçı, devlete tapan,
Erdoğan’dan başkasını tanımamış nesiller bugünkülerin yerini alacaklardır.
Bugün “beni Atatürk yarattı” diye onun mezarını tavaf edenlerin çocuk veya
torunları aynısını Erdoğan için yapacaklardır.
Diktatörlük Altında Sanayileşme
Güney Kore gibi ülkeler diktatörlükler altında belli bir
refah seviyesine eriştiler. Ergenekon-Erdoğan ittifakı, Türkiye’nin stratejik
yerini iyi kullanarak, izlediği denge politikaları ile tıpkı Güney Kore gibi
bir yola girmeyi hesaplıyor. Ve de koşullar da buna oldukça uygun. ABD’nin
Çin’i engelleme stratejisi Türkiye’ye geniş bir hareket alanı sağlıyor. Devlet
sınıfları, Ordu ve Erdoğan bunu değerlendirerek emperyal politikalar izliyor ve
hızla silahlanıyorlar.
Irak, Suriye, Kıbrıs, Libya, Somali, Gürcistan, Azerbaycan,
Kosova, Arnavutluk, Makedonya, Bosna gibi ülkelerdeki ekonomik, siyasi, diplomatik,
kültürel ve askeri olarak yayılması ve yerleşmesiyle bir yandan; ABD ve Avrupa
müttefiki olarak, bir yandan diğerleriyle (Çin-Rusya Bloğuyla) kırıştıran ve
bunları birbirine karşı kullanarak bir bölgesel emperyalist ve yayılmacı güce
dönüşme planları yapıyorlar.
İran’ın Şiilik üzerinden yaptığını (Arap yarımadası, Suriye,
Irak, Lübnan, Afganistan ve Yemen gibi ülkelerdeki etkisi göz önüne alınsın)
Türkiye’deki Erdoğan-Ergenekon ittifakı, Türklük ve İslam üzerinden yapmaktadır
ve yapacaktır. Ve muhtemelen bunu yapacak uygun koşulları da bulabilecektir.
Muhalefetin bu emperyal politikalara karşı bir alternatifi
bile yoktur.
Aslında Askeri cihaz bütünüyle Erdoğan’ın arkasındadır. Erdoğan
onlara istedikleri kitle desteğini ve meşruiyet görünüşü sağlıyor. Onlar da
Erdoğan’ın iktidarını destekliyorlar.
Domuz Topu Olmuş Simbiyoz Bir İlişki
Erdoğan da iktidarda olabilmek için onların bir dediğini iki
etmiyor. Bu domuz topu olmuş, bu simbiyoz bir yaşama geçmiş iktidarı yenmek kolay
değildir. Bunun için çok büyük ve farklı bir zafer kazanmak gerekiyor. Şu an
hiçbir şey böyle bir zaferi mümkün kılmıyor. Bir mucize gerekiyor.
Erdoğan seçimi küçük farkla kaybettiği takdirde, karşısında
kararlı bir muhalefet görmediği takdirde, Trump-Bolsonaro tipi bir darbe, hem
de bu sefer ordu ve polisin ve de mafyanın, çetelerin desteğiyle, yapmayı
deneyecektir.
Halkı bu yönde olabilecekler yönünde uyaran, kararlı bir
direnişin tohumlarını atan bir muhalefet var mı?
Yok.
Aksine Erdoğan-Ergenekon ortaklığının 15 Temmuz darbesi
kutlamalarına, Yenikapı’ya, koşarak giden muhalefet bu muhalefet.
Başkanlık Seçiminin Kaybı Egemen İttifakı Güçlendirirken Muhalefeti Bitirir
Seçimlerin kaybedilmesi, Erdoğan-Ergenekon ittifakını her
bakımdan daha güçlendirir ve onlara yepyeni hareket alanları sağlarken,
yenilginin muhalefette yaratacağı sonuçlar, iktidarın son derece rahat hareket
etmesinin koşullarını da yaratacaktır.
Bir yenilgide, tüm muhalefet, ama özellikle de demokratlar,
Kürt muhalefeti, korkunç bir moral çöküntüsü ve umutsuzluğa düşecektir. Herkes
birbirini yenilginin suçlusu olarak tanımlayacaktır. Partilerin içinde ve
aralarında krizler baş gösterecektir. Muhalefet bunlarla uğraşırken iktidar
muhalefetsiz bir yönetimin geniş olanakları ve lüksüyle hareket edecektir.
Erdoğan’ın zaferi karşısında insanlar giderek umutsuzluk ve
hayal kırıklığından özele, politika dışına çekilecekler, toplum giderek
çürüyecek, çürüme yine bizzat muhalefet üzerinde ek bir dağıtıcı etki
yapacaktır.
Ama aynı zamanda örneğin İyi Parti, Erdoğan’ın hareket
alanını genişletecek, Erdoğan-Ergenekon ittifakı, programatik bakımdan MHP’den
farkı olmayan bu partiyi MHP’ye karşı kullanarak, ya MHP karşısında daha geniş
bir hareket alanı sağlayacak, ya da İyi Parti ile daha geniş bir destek
alabileceği ittifaklar yapma olanağı bulacaktır. Böylece iktidarını MHP yerine
İyi Partinin taze kanıyla güçlendirebilecektir.
Bu resim daha iç karartıcı nice motif ve renklerle
zenginleştirilebilir.
Bu kadarı yeter.
12 Eylül Yenilgisi Örneği
Muhtemel bir yenilginin korkunç sonuçlarını kafalarında
canlandıramayanlar, İran Devrimi’nden sonra olanlara ilişkin örneklerimizi
anlamakta güçlük çekenler Türkiye’deki demokratik halk hareketinin 12 Eylül
yenilgisine baksınlar.
12 Eylül öncesinde sol ve sosyalistler Türkiye’nin tarihinde
hiç görülmemiş bir kitle hareketlenmesi ve politizasyonunun üzerinde
yükseldiler. Ama bu tarihsel fırsatı kullanamadıkları için yenildiler.
Adeta kendileri olgunlaşmadan bir devrimci durum
olgunlaşmıştı.
Önümüze çıkan bu radikalleşme ve politizasyon dalgasını
değerlendiremediğimiz için aslında 12 Eylül’den çok önce, 1978 civarında
yenilmiştik. Ama daha öldüğümüzü anlamamıştık.
Bir okla vurulan ceylanın eski hızıyla daha bir süre
koşmasına, Afrika’da “daha öldüğünü
anlamadı” derlermiş.
Biz de 78 sonlarında ölmüştük, bunu anlamamız için 12
Eylül’ün gelmesi gerekti.
12 Eylül yorgun ve yenilmiş, tarihin sunduğu fırsatı
değerlendirememiş, hiçbir perspektif sunamamış bir hareketi ya da bizim kuşağı,
bu nedenle bir vuruşta dağıttı ve hiçbir direnişle karşılaşmadı.
Sonrasında ise yepyeni kuşaklar ortaya çıktı resmi tarih
anlatısıyla şekillenmiş. Ve başarısız bizleri zerrece dinlemeye değer bile
bulmayan.
Erdoğan kazandığı takdirde, bugünkü partilerin başına da
aynı şey gelecektir. Ve Erdoğan’a karşı muhalefete bugün güç veren kitleler, bu
verdikleri desteğin ve gücün doğru dürüst değerlendirilemediğini ve
yenildiklerini gördüklerinde 12 Eylül’den sonra bizlerin başına geleni
yaşayacaklar ve yaşatacaklardır.
12 Eylül rejimi döneminde, oğul ve kızlarını ziyarete giden,
onların işkencede olduğunu bilen aileler, hem kendileri için can güvenliği
sorunu ortadan kalktığından, hem de çocukları, devletin hapsinde ve
işkencesinde olsalar da en azından ölmediklerini ve nerede olduklarını bildiklerinden
ve onların bir gün çıkacaklarını düşündüklerinden 12 Eylül rejimine pasif de
olsa destek verdiler. 12 Eylül üzerine yazanlar nedense bu yanları atlıyorlar
ya da unutuyorlar. 12 Eylül darbesinden sonra hapiste yatan oğul ve kızlarını
görmeye ziyarete gelen ailelerin çoğu, artık yaşanmaz olmuştu, iyi oldu diye 12
Eylül darbesine destek veriyorlar veya en azından tarafsız bir sessizlik içinde
bulunuyorlardı.
Bir kere ezildikten ve yenildikten sonra, bir tehlike
olmaktan çıkınca, daha sonra Özal, yaptığı reformlarla ekonomiyi canlandırdı,
refah artmaya başladı, bundan aldığı hızla 12 Eylül’ün sıkı koşullarını
gevşetti, hapishaneleri boşalttı, hatta komünizme karşı kanunları bile
kaldırdı. Aflar çıkardı.
Hapisten çıkan 12 Eylül mağdurları, başka bir ülkeye gelmiş
gibi oluyorlar ve başka ilişkilerin içine düşüp, hala baskılara karşı
dayanışmanın yaşadığı hapishaneyi bile arıyorlardı.
“Mutatis Mutandis” 12 Eylül Arifesindeyiz
Gerekli değişiklikler yapıldığında (mutatis mutandis)
bugünkü demokrat, muhalif güçleri ve Kürt hareketini böyle bir gelecek bekliyor
eğer Erdoğan kazanırsa.
Bugün sürgünde veya hapishanede veya bin bir zorluk altında
dışarıda legal alanda mücadele edenler, beş on yıl sonra, artık yerleşmiş ve
stabilize olmuş Erdoğan-Ergenekon rejiminin çıkaracağı bir afla ülkelerine döndüklerinde
veya hapishanelerden çıktıklarında, hiç tanımadıkları, kendilerinin dilini,
çektiklerini ve mücadelelerini bilmeyen, ona hor görüyle bakan kuşakların
bambaşka, hiç tanımadıkları ülkesini göreceklerdir.
Örneğin Kürt Hareketi, ki bugünkü Türkiye’de her şeye rağmen
hala en demokratik özlemleri ifade eden ve bu özlemlerin örgütlendiği güç ve
harekettir, daha şimdiden ipuçları ve eğilimleri görüldüğü gibi, bir kuşak
değişimi yaşayacak, bugünkü örgütler ve kadrolar, yeni kuşakların ihtiyacı olan
modern ve şehirli bir hareket olmanın önünde bir engel haline gelecektir. Bu
yenilginin de etkisiyle iyice pekişecektir.
Bu da demokratik güçlerin iyi kötü nişinde var
olabildikleri, nefes alıp verebildikleri hareketin tam bir dağılışını ve
çöküşünü getirecektir.
Gerilla çok uzun zamandır sadece ayakta kalmaya
çalışmaktadır. Böyle bir yenilgi ve çözülüş, gerilla hareketinin de çözülüşünü,
bugüne kadar birliğini sağlayabilmiş hareketin bölünmesini, dağılışını,
bunların birbiriyle mücadelelerini ve onların da güçsüzlüklerini telafi etmek
için başka güçlerle çürük uzlaşmalara girip onların birer basit piyonuna
dönüşmelerine yol açacaktır.
Hatta muhtemelen CHP gibi partiler ve taraftarları bile, bu
yenilgi sonrasında muhtemelen yıllarca sürecek iç çatışmalara girecektir.
Bugünün diğer küçük partilerini hatırlayan bile
olmayacaktır.
Hatta ilerde bugünün en önemli Erdoğan muhalifleri, o haklı
çıktı diyerek, rejimin başarılarının ardında ve Erdoğan’ın yanında saf
tutacaklardır.
Bunun için uzağa gitmeye gerek de yok. Halide Edipler, Rauf
Orbaylar ve diğerleri, canlarını zor kurtardıkları, kendilerini tasfiye etmiş,
diktatör dedikleri Atatürk’ün önünde sonradan diz çökmüşlerdi.
Bugün Avrupa ve Amerika’da Erdoğan Rejimini muhalefet etmeye
çalışan, on binlercesi büyük haksızlıklara ve acılara uğrayan Fetullahçıların
tabur tabur imana gelip Erdoğan övücülüğüne geçtikleri ve Erdoğan’ın da onlara
büyük bir kadirşinaslıkla davrandığı görülürse kimse şaşırmamalıdır.
Diktatörler rejimlerini iyice oturttuktan sonra elbette
ömürlerini uzatmak, karşı tarafta iyice kafa karışıklığı yaratıp, direnci
azaltmak için bazı hukuki, siyasi tavizleri bizzat kendileri inisiyatif
göstererek, karşılarında hiçbir baskı olmadan verebilirler ve böylece karşı
taraftakileri tümüyle dağıtırlar.
Çünkü bir zamanların çekinilen ve yenilmiş muhalifleri artık
gerçek bir gücü temsil etmiyorlardır, bir tehlike olmaktan çıkmışlardır; onlara
karşı gevşemeler bir kayba değil, yeni kazanımlara yol açacaktır.
Kadirşinaslık göstermek diktatörlüğün şanındandır. Ağalık
vermeyle, diktatörlük de kadirşinaslık göstermeyle olur.
Bir zamanlar “affetmeyeceğiz” diye haykıranlar yenilgiler ve
yıllardan sonra, bu sefer de affetmeyeceklerinin affıyla onların yüce
gönüllülüğünü öveceklerdir.
Neyse, bu kadar yeter.
Kara Tablonun Gösterdiği Acil Görev: Erdoğan’ı Yenmek
Bu kara tablo anlatıyor mu sorunun neden “demokrasi getirmek”,
“parlamenter sisteme dönmek”, “Kürt Sorununu Halletmek”, “Barış” vs. değildir.
Erdoğan yenilmeden bu sorunlar için hiçbir şey
yapılamayacağı gibi, bunları yapmak için ikinci bir şans da olmayacaktır.
Kaybedildiği takdirde öylesine bir zaman geçecektir ki,
muhtemelen ilerde sorunların tarihsel olarak aşıldığı noktaya gelinecektir.
Yani bugünkü kuşakların mücadele hedeflerinin ve
paradigmalarının geçerliliğini yitirmesi gerçekleşecektir.
İşte bütün bu nedenlerle “yakalanacak ana halka”, “acil görev”, Erdoğan’ı yenmektir. Hem de ezici bir sonuçla.
Bir şey kazanmak için değil,
sonucu uzun yıllar sürecek bir bozgunu engellemek için.
13 Ocak 2023 Cuma
Demir Küçükaydın
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube
Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı
İndirmek İçin:
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder