Epey bir süredir politik gelişmelere ilişkin yorumlar
yazmıyordum. Bunun nedeni erkene alınacağı belli olan seçimler için bir iki
açıklayıcı kitap ya da broşür yazarak ve bu arada ön yoklamalar yaparak bir
plan dahilinde hazırlanma çabasıydı.
İşin doğrusu erkene alınacak seçimin Temmuz (Fethullahçılar’ın
darbesi bahanesiyle Erdoğan-Ergenekon’un darbesinin yıl dönümü) veya sonbaharda
yapılacağını tahmin ediyor ve azalan zamana karşı bir yarış içinde
çalışıyordum.
Ancak biz daha bir baskında gafil avlanmamak için
hazırlanırken Erdoğan-Ergenekon diktası, elindeki sınırsız olanaklarla, daha da
erken davranarak kendisi için en avantajlı ve akıllıca olanı yaptı.
Erdoğan’ın iktidarda kalmak için her şeyi yapmaya hazır
olduğunu ve kararlılığını bildiğimizden şaşırmadık.
*
Savaşın birinci kuralı düşmanın istediği zaman ve koşullarda
savaşa girmemektir.
Ancak düşman çok güçlü ise, koşulları ve zamanı o
belirliyorsa, o zaman kavgadan da kaçılmaz. Ölümüne savaşılır.
Çünkü hiçbir şeyin sonucu önceden belli değildir. Her zaman
daima bir belirsizlik payı vardır. Mücadelede asla çıkışsız durumlar yoktur. Yapılması
gereken savaşmak, yenilsek bile hiç olmazsa bir örnek, bir mücadele geleneği
bırakmaktır.
*
Erdoğan-Ergenekon Diktatörlüğü kendi hedefleri ve çıkarları
açısından akıllıca davrandı.
Bu baskın ve gasp ile, hem ekonomideki kötüye gidişin
sonuçları iyice ortaya çıkmadan (halka karşı suikast), hem de muhalefeti
özellikle de İyi Parti ve bağımsız aday olabilecekleri fiilen saf dışı
bırakarak (muhalefete karşı suikast) kendisi için en elverişli koşullar ve
zamanda muhalefeti seçime zorladı.
Muhalefet ise birbirinden yanlış hiç de akıllıca olmayan
sözlerle diktatörün bu hamlesini karşılamaya çalışıyor.
Bu baskın ve gaspa karşı mücadele edecek, bunu teşhir edecek
yerde, her biri “erken seçim hoş gelmiş sefa gelmiş” anlamında tavırlar
belirledi ve kendilerini bu gaspı onaylar durumda oy vermeye de angaje ettiler.
Böylece bir tek kurşun bile atmadan, yıpratıcı bir savaşla
Erdoğan’ın alabileceği en önemli mevzileri, ona bir tek kurşun bile atmadan
hediye ettiler.
Bu durum, muhalefetin Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün
hamleleri karşısında kaybetmeye mahkum olduğunu gösteriyor.
Muhalefet Partileri Erdoğan’ın çelişkilerini ve
tutarsızlıklarını sayıp dökerek ona karşı mücadele ettiklerini sanıyorlar.
Bu bir savaş. Bir diktatöre karşı savaş. Düşmana sitem
edilmez.
Ancak düşmanının düşman olduğunun bilincinde olmayanlar
düşmanın çelişkilerini sayıp dökerek onunla savaşılacağını sanırlar.
*
Yapılan yanlışları, her şeye rağmen yine de en demokratik
özlemlilerin destek verdiği ve vereceği, kendimizi en yakın gördüğümüz HDP
örneğinde görelim.
İktidarın tutarsızlığı diye sayılanların hiç birisi
iktidarın tutarsızlığını göstermez.
Yapılanları onların tutarsızlığı olarak tanımlamak iktidarın
niteliği hakkında doğru ve tutarlı bir kavrayıştan uzak olunduğunu gösterir.
Erdoğan’ın niteliğini ve amaçlarını doğu kavramayanlar, onun,
dün erken seçim olmayacak derken bugün Haziran’da seçime evet demesini
tutarsızlık olarak tanımlarlar.
Aksine Erdoğan son derece tutarlıdır. Onun bir tek amacı
vardır. Ne olursa olsun iktidarda kalmak ve demokrasi diye bir şeyin izin
tozunu bırakmamak.
Bu amacı açısından kendi içinde son derece tutarlıdır. Savaşta
düşmanı yanıltmak, tuzağa düşürmek ve diğer savaş hileleri yapılır. Onun da
yaptığı budur. Ancak Erdoğan’ın ülkenin iyiliği veya demokrasi için çalıştığı
veya böyle bir amacı olduğu gibi bir
varsayımdan hareket edenler onun bu davranışlarının tutarsız olduğundan söz
edebilirler.
Erdoğan’a tutarsızlık eleştirileri aslında zımnen Erdoğan’ı
gizli bir olumlama, ona gizli bir destek anlamına gelir.
Erdoğan’ı tutarsızlıkla suçlamanın kendisi muhalefetin bir tutarsızlığıdır.
Bu tutarsızlığın nerelere vardığını somut olarak görelim.
*
Örneğin Sezai Temelli “Erken
değil, panik seçim, iktidar acz içinde” diye Twit atmış.
Bu mudur bir demokratın yazması gereken?
Erdoğan’ın davranışını doğru tanımlayacak sıfatlar: “Panik” değil, “Gasp”, “Baskın”dır; “Acz” değil “kararlılık” ve “akıllıca bir
hamle”dir.
Aksine Erdoğan’ın bu hamlesini “panik” ve “acz” olarak
tanımlamanın kendisi bir gizlenen “panik”
ve “acz”ın ifadesidir.
Devrimciler ve demokratlar durumun zorluğunu, karşı tarafın
aklını, düşülen zor durumları gizlemezler.
HDP’li parlamenterler moral ve gaz vermeyi akıllarınca politika
yapmak sanıyorlar.
Biz bu gasp ve baskın, halka ve parlamenter muhalefete karşı
suikast olgusuna karşı “Bu hamleyi boşa
çıkarmak, düşmana bu baskını pahalıya mal etmek için ne yapmak gerekir”
diye sorar veya bir cevabımız varsa
söylerdik.
Örneğin “Hodri meydan”
demezdik.
Ya da kimi HDP’lilerin yaptığı gibi, Erdoğan’dan bir an önce
kurtulacağız diye halay çekmezdik.
Bunun erken seçim değil, halka, demokrasiye ve hatta seçimin
kendisine karşı bir suikast olduğu noktasında durarak, bir dikta rejiminin
kurumsallaşması için yapılmış bir hamle olduğunu söylerdik ve buna karşı
mücadeleye çağırırdık.
Çünkü demokrasi fikri ardında, en azından formel olarak,
farklı görüş ve pozisyonların eşit şartlarda temsili ve yurttaşların oyunu
kazanması vardır. Yani bir demokratın gözetmesi gereken, en farklı görüşlerin,
en geniş bir spektrumun, herhangi bir idari veya zamansal veya başka bir engelle
karşılaşmadan en azından biçimsel olarak eşit şartlarda yarışması olmalıdır.
Ve tam da buradan hareketle tüm muhalefetin bu anti
demokratik karakteri nedeniyle bu baskına, suikaste, gaspa karşı birleşmeye
çağırırdık.
“Erken seçim” tabirini bile kullanmaz, böyle kullanmayı bir
utanç vesilesi yapmaya çalışırdık.
Seçimin bunca erkene alınmasını bir taktik hamle olarak
değil, bu taktiğin hizmet ettiği amaç ve mantık açısından hedefe alıp bu
karakteri nedeniyle ona karşı geniş bir ittifak cephesi kurmaya çalışırdık. Ve böyle
bir yaklaşım geniş bir hareket alanı sağlardı.
Çünkü erken seçim aynı zamanda hem İyi Parti’nin, hem de
bağımsız adayların daha baştan yarış dışı bırakılması anlamına da gelmektedir.
Böylece örneğin en geniş kesimlerin katılabileceği mücadele
ve örgütlenme biçimlerinin ne olabileceği üzerine kafa yorardık.
Çünkü en azından halkın yüzde 70’i erken seçime karşı.
İşte böylesine geniş bir kesimin eğilimini dile getirmek ve
bu eğilimi örgütleyip mobilize etmenin yollarını aramak varken, iktidarın erken
seçim kararını alması bile hiç savaşmadan kabulleniliyor. Muhalefet ve HDP, kendisini
iktidarın kavramlarına ve mantığına teslim ediyor.
“Hodri meydan” diyen, erken seçim kanunu meclise geldiğinde
ona direnmez, karşı oy vermez, onaylar. “Hodri meydan” sözlerinin kendisi olanı
bir seçim olarak tanımlamak ve meşruiyet kazandırmaktır bu gaspa.
(“Erken Seçim”
karşısında bir tek Levent Gültekin doğru bir tanım yaptı ve partilerin
hepsinden daha doğru bir tavır aldı. Açıkça “gasptır” dedi. Ve bu gaspa karşı
tavır koydu ve onunla mücadele için kendi imkanları ölçüsünde somut bir tavır
koydu.)
Tabii bir yandan eken seçime yani gaspa karşı olan yüzde
yetmişi nasıl örgütler ve harekete geçirebilirim diye girişimler yapar kafa
patlatırken, aynı zamanda parti olarak tüm muhalefet partilerini birleştirecek,
rekabet ortamı yerine bu gaspa direnenlerin dayanışmasını güçlendirecek
hamleler yapardık. Yani fiilen gaspa karşı bir direniş cephesi kurmaya
çalışırdık.
Örneğin İyi Parti’nin, Saadet Partisi’nin idari ve hukuki
engeller nedeniyle yarış dışı kalmaması için; idari ve bürokratik engelleri
aşması için onlara mecliste birer grup kuracak kadar vekili transfer edeceğimizi,
bunun karşılığında hiçbir şey beklemediğimizi ilan ederdik.
Böylece hem Erdoğan’ın hamlesindeki İyi Parti’yi dışarda
bırakma hesabı engellenmiş olur hem de en azından adil ve biraz olsun daha
demokratik bir seçim için bir cephe kurulması yolunda somut ve örnek bir adım
atılmış olurdu.
Böylece aynı zamanda HDP sözde değil, gerçekte bir “Türkiye
Partisi” yani Türkiye’de demokrasi mücadelesinin öncüsü bir parti olarak küçük
de olsa yol kat etmiş olurdu.
Böyle bir strateji CHP’yi ister istemez daha sol
pozisyonlara geçmeye zorlardı. Bu da ister istemez politik atmosferin
değişmesine yol açardı.
Onlar bu teklifi kabul eder ya da etmez bu onların bileceği
iştir. Bizler doğru olanı yapmalıyız. Ne yazık ki HDP’de böyle yaklaşımların
izi ve tozu yok.
*
Bugün Erdoğan’a karşı mücadelenin böylesine başsız ve zayıf
olmasının nedeni CHP değlidir, HDP’dir. HDP yanlış politikalar izlemektedir.
CHP’yi eleştirenler aslında farkına varmadan ondan çok şey
beklediklerini ifade etmektedirler.
HDP politika yapmayı bilmediği için CHP köpeksiz köyde
değneksiz gezmektedir.
Her şeyden önce HDP yakalanacak
ana halkayı doğru tanımlamış değildir.
Bugün yakalanacak ana
halka, Erdooğan’ın yıkılması, Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün iktidardan düşürülmesidir.
Barış, ya da başka bir hedef bu ana halkayı, acil görevi
ikinci plana atmaktan başka bir anlama gelmez.
Barışa veya ateşkese ulaşmanın yolu da Erdoğan’ın
düşürülmesinden geçer.
Ana halkayı, stratejik vuruş yönünü ve yerini böyle tanımladığınız
an politikanız da buna göre belirir.
Böyle bir hedef tanımından sonra şöyle beyanatlar verilmez.
“Kimse Kürtlerin oyunu
çantada keklik görmesin” (Buldan)
“Önce kürtlerin
birliği” (Buldan)
"Siyasi yasaklı
olsam da olmasam da, aday olsam da olmasam da, HDP ve şahsım, cumhurbaşkanlığı
seçiminde iddialıyız ve sonucu kesinlikle bizim tutumumuz belirleyecek"
(Demirtaş)
“Kimse Kürtlerin oyunu
çantada keklik görmesin” demek, biz oy vermeyebiliriz veya bize belli
tavizler verene oy verebiliriz anlamına da gelir zımnen.
Yani aslında bu fiilen Erdoğan’a kapıyı aralamak, tarafsız
kalarak veya oy vererek Erdoğan’ı desteklemeyi bir alternatif olarak ortaya koymak
demektir. Kendinize mahkum olduğunu düşündüğünüz muhalefeti sizi tanımaya veya
tavizler vermeye zorlamak demektir. yani pazarlık için açığım demektir.
demokrat bir politikacı pazarlık yapmaz, kendi amaçları açısından, yani
demokrasi açısından her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olur. Bu sözler
demokratlara değil, tüccarlara, küçük dükkancılara yakışır.
HDP’nin yapması gereken ise, Erdoğan’a karşı en geniş
cepheyi kurmak olmalıdır.
Öte yandan Kürtler üzerindeki baskının ancak demokrasi
mücadelesiyle ortadan kakacağı gibi bir stratejiyi, yani Öcalan’ın stratejisi
benimseniyorsa, Kürtler öznesiyle değil, demokratlar öznesiyle konuşmak
gerekir.
O zaman da örneğin “demokratlar
oylarını Erdoğan karşısında en geniş kesimlerin desteğini alıp Erdoğan’ı oradan
uzaklaştıracak, savaş ve güvenlik politikalarına teslim olmayacak adayı
desteklemelidir” diye konuşmalıdır HDP’li yöneticiler.
“Sonucu bizim
tutumumuz belirleyecek” değil, “biz
Erdoğan’ın dikta rejimine karşı karşı, en geniş cephe için her türlü
fedakarlığı ve desteği vermeye hazırız, sonucu
diğer muhaliflerin Erdoğan karşıtlığında tutarlı olup olmadığı belirleyecektir”
şeklinde olabilir söylenecek sözler ve izlenecek politika..
Bu örnekler, HDP’nin nasıl yanlış bir politika izlediği
hakkında bir fikir verir sanırız.
Eğer böyle politika yapmaya devam ederse, bu seçimler HDP
için tam bir yenilgi ve fiyasko olmaya adaydır.
Biz yine de her şeye rağmen HDP’yi yine de en yakın
gördüğümüzden eleştiri ve önerilerimizi ona yapmaya devam ediyoruz ve edeceğiz.
*
HDP’nin acil olarak yapması gerekenler şunlardır.
1) Erdoğan’ın
oyununu bozmak için Saadet Partisi ve İyi Parti’nin Meclis’te grup kurmalarını
sağlamaya bunun için de onlara uğrayacakları haksızlığı engellemeye karşı
dayanışma için milletvekili vermeye hazır oluğunu ilan etmek.
2) Seçimin
erkene alınması, bağımsız adayların ortaya çıkmasını engelleyeceği veya
neredeyse olanaksız kılacağı için, bağımsız olarak aday olmak isteyeceklere
eğer hukuken olanak varsa, parti olarak (Çünkü bir partinin bir tek aday
göstereceği türden bir sınırlama fiilen olmayabilir. Kanunlar yapılırken her
partinin bir aday göstereceği var sayıldığından formülasyon burada bir delik
bırakmış olabilir) aday gösterebileceğini eğer bu yol kapalıysa, örgütünü,
taraftarlarını ve sampatizanlarını bağımsız adayları dayanışma için
desteklemeye çağıracağını söyleyebilir. Yani şu an seçim için değil, bağımsız
adaylara olanak sağlamak için alanlara inmek gerekir. Bu tam da gerçek anlamda
seçim için alanlara inmek olurdu.
3) Tabii
bunlara bağlı olarak, bu gaspa veya baskına hayır oyu vereceğini açıklamalıdır.
Bütün bunlar acil olarak HDP’nin yapması gerekenlerdir.
*
Bunlar niçin acil olarak yapılmalıdır?
Seçim üzerine oluşturulan stratejiler, bu seçimin birinci ve
ikinci turlarının tamamen farklı mantıklara dayanması gerektiğini
anlamamaktadırlar.
Şunu anlamak gerekiyor, taktik olarak birinci turda en yüksek katılımı sağlamak ve en geniş kesimlerin oyunu alabilecek adayın seçilebilmesinin yolunu
açmak.
Bunun için adayların partilerin seçimi, dar görüşlülüğü ve
tasallutundan kurtulması gerekiyor.
Bunlar için de her eğilime, her zevke, her anlayışa uygun, en
farklı eğilimdekileri sandığa götürecek çok ve çeşitli aday olmalıdır.
Çok ve çeşitli aday, ikinci tura en rasyonel ve birleştirici
adayın seçilmesi olasılığını arttırır ve ikinci tura kalacak adayı esas olarak
partiler değil, halk belirlemiş olur.
İkinci turda ise, Erdoğan karşısında kim varsa ona
verilmelidir.
·
Birinci turda olabildiğince çok aday olmalı. Bu
adaylar özellikle belli bir partiden değil, tüm farklı kesimlerden en çok oy
alabileceklerden gösterilmeye çalışılmalı.
·
Bu aynı zamanda ikinci tura en geniş kesimlerden
oy alabilecek en uygun adayın ortaya çıkmasını kolaylaştırır, bu olasılığı
arttırır ve bu iş partilerin pazarlıklarıyla değil, seçmenin oyu ile
belirlenmiş olur. Bu da Erdoğan’a karşı seçilme şansını arttırır.
·
Dolayısıyla HDP ikinci turda Erdoğan’a karşı
olana oy vereceğini şimdiden açıkça ortaya koymalıdır. Bu muhalefet cephesine
tıpkı 7 Haziran seçimlerinde, Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” demesi
gibi muazzam bir güven ve dinamizm kazandırır. Sinerji yaratır. HDP Erdoğan’a
karşı mücadeleyi pazarlık konusu yapmadığını, küçük hesaplar peşinde olmadığını
açıkça koymuş olur.
Bunlar HDP’nin acil olarak yapabilecekleri ve yapması
gerekenler.
Demir Küçükaydın
19 Nisan 2018 Perşembe
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder