İki gün önce HDP’ye “açık mektup” olarak yazdığımız “HDP’ye (ve Selahattin Demirtaş’a ve Emek ve Özgürlük İttifakı’na) Acil ve Açık Bir Mektup” başlıklı yazıya yankı gösteren kimileri:
· “HDP’nin
aday gösterme kararını ciddiye alma, el yükseltmek için bunu yapıyor”;
· “Altılı
Masa’yı kendisiyle müzakereye zorlamak için bunu yapıyor”
· “Hakkıdır
elbette kendi adayını göstermeli. HDP olmazsa ne olacağını görsünler”
diye akıllar
yürütüyorlar ve tehlikeyi abarttığımızı söylüyorlar.
Bu akılları yürütenler, aslında olaylara ve güçlere, nasıl ters, nasıl yenilgiye mahkum baktıklarını, kendilerini ve HDP’yi, demokrasi mücadelesinin öncüsü bir özne değil, bir nesne olarak gördüklerini göremiyorlar.
Sorunun
özünü, bakış açılarımızın farkını ifade etmek için şöyle bir formül açıklayıcı
olabilir: Altılı Masa’dakiler için Erdoğan’ın kazanması bir ölüm kalım sorunu
değildir, bir savaşın yitirilmesi
değildir, Bizim için ise, ölüm kalım sorunudur, Erdoğan’ın kazanması, bir savaşın
yitirilmesi, kesin bir yenilgi ve bozgun
anlamına gelecektir.
Bu nedenle
Altılı Masa’nın özellikle de İyi Parti ve ülkücülerin bizim oylarımıza ihtiyacı
bizim Erdoğan’ı yenmek için Altılı Masa’nın ve Ülkücülerin oyuna ihtiyacımız
gibi değildir. Bunu kısa ve öz olarak şöyle de ifade edebiliriz: Altılı
Masa’nın Bize Değil, Bizim Altılı Masa’nın oyuna ihtiyacımız vardır. Çünkü
onlar için Erdoğan’ı yenmek bir hayat memat sorunu değildir.
*
Peki sorunu
niye hiç kimse böyle koyup tartışmıyor?
Bunun nedeni
“İçselleştirilmiş Kölelik”tir,
kendini tüm toplumu ve dünyayı değiştirecek bir özne olarak görmeme,
kendini bir nesne olarak görmedir.
HDP’nin,
aydınların, yorumcuların, demokratların temel sorunu budur. “Ben şunları şunları yapmak için toplumun
büyük çoğunluğunu nasıl kazanırım, hangi somut hedefleri öne çıkararak şu veya
bu değişikliği sağlamak için küçük de olsa bir kazanım sağlayabilirim ile, büyük
çoğunluktan bir şeyler koparabilmek için nasıl pazarlık etmeliyim ve kendimi
pahalıya satmalıyım” arasındaki farktır.
Diğer ifadeyle
doevrimcilik ile sendikacılık arasındaki farktır.
Bu fark da
özünde kendini bir özne mi nesne mi gördüğün sorunuyla ilgilidir.
*
En iyi
basında çıkan, biri Selahattin Demirtaş’a, diğeri Oya Baydar’a ait iki yazıdan
alıntılarla, bu yazılardaki önermelerin ardındaki mantığı, önermeleri kendini bir özne değil, Altılı Masa’yı bir özne,
kendisini bir nesne olarak gören, bunu içselleştirmiş bir bakış açısını
göstermek için, tam tersi bakış açısından aynı konuların hangi önermelerle
formüle edileceğini göstererek anlatmaya çalışalım.
Örneğin
Demirtaş “HDP’nin Adayı mı?” başlıklı yazısında
“HDP atla deve talep etmiyor, Altılı Masa'nın
belirlenecek ortak adayının, HDP ve tüm muhalefet ile genel demokrasi
ilkelerini açık, şeffaf bir şekilde oturup tartışmasını, müzakere etmesini
istiyor ki ortak aday, halkın ortak adayı olabilsin” diye yazıyor.
Peki bizim
ifade ettiğimiz bakış açısından Selahattin Demirtaş sorunu nasıl formüle
ederdi? (Tabii HDP’nin de Demirtaş’a böyle cümleler kurduracak bir politikaya
ve bakış açısına sahip olmasıyla) Bunu somut olarak görelim.
“Biz Altılı Masa’nın en sekterlerinin, en
Kürt düşmanlarının bile itiraz edemeyeceği, kazanması bütün anketlere göre
kesin görünen bir aday öneriyoruz. Kendimize en yakını değil, bize belki de en
uzağı; bize en uzak ve düşmanca davrananaların bile hayır diyemeyeceği bir aday
öneriyoruz. Hatta bunu kendimiz de önermiyoruz. Çünkü halkın ezici çoğunluğunu
oluşturan Laik veya Müslüman Türklerin de ezici çoğunluğu, Müslüman ve Türk
olmayanlarla, kendini öyle görmeyenlerle eşit olmak diye bir sonu olmadığı,
hatta böyle bir değişime karşı olduğu için, önereceğimiz isim, sırf biz
önerdiğimiz için yıpranabilir diye, kendimiz açıktan önermeyip, siz önerin biz
de desteklemiş olalım diyoruz.
Kendimizin en sevdiğini, bize en
yakın olanı değil, Türkiye’deki halkın ortalamanısının ve ezici çoğunluğunun en
az itiraz puanı vereceği, yani üzerinde en geniş uzlaşma olabilecek kişiyi ya
da kişileri öneriyoruz. Erdoğan’ı yenmek için, bu pasımızı görüp gol
atmazsanız, bütün günah sizindir.”
Sorunu ne
kadar farklı koyuyor değil mi bu satırlar?
Altılı
Masa’dan hiçbir şey beklemiyor. Onun kendine gelmesini, kendisini muhatap
almasını bile istemiyor, ama onlara kaçacak delik bırakmıyor. Çünkü onların
büyük bir çoğunluğunun demokrasi diye bir derdi olmadığını biliyor. Onların tek
derdinin devleti yeniden restore etmek ve böylece Kürtlerin de sesini kısmak
olduğunu biliyor. Tam da bu koşullarda nasıl bir politika ve taktiklerle
Erdoğan’ı yenebilirim hesabını yapıyor.
Halkın
çoğunluğu ve Altılı Masa hakkında hayalleri olmadığı, onları gerçekçi bir
biçimde değerlendirdiği için, onların “yerim
dar, yenim dar” diyerek kaçmalarını engelleyip kendi çaldığı müzikle
oynamaya zorluyor.
Ama soruna
böyle bir yaklaşım için, kendini gerçekten, içselleştirilmiş olarak, demokrasi
mücadelesinin öncüsü olarak görmesi, diğer partileri devletçi, demokrasi
mücadelesi diye bir derdi olmayan, kitlelerden ve onların inisiyatifinden
korkan partiler olarak gören, bu kaypak, güvenilmez, hatta düşman güçleri nasıl
olup da Erdoğan’a karşı mücadelede, onlara bir sabotaj yapma fırsatı tanımamak,
parti dar görüşlülüklerinin, Kürt
düşmanlıklarının, şahsi ihtiraslarının Erdoğan’a karşı en geniş cepheyi kurmaya
engel olmaması için nasıl hamleler yapmalıyım diyen bir kafanın yaklaşımı
olabilir.
Halbuki
Demirtaş’ın yazısından tutun bütün solcu ve demokratların okuduğu yazarların
hepsi, sanki Altılı Masa demokratmış veya Erdoğan’ı devirmeyi gerçekten en
önemli sorun gibi görüyormuş da bunun gereklerini yapmıyormuş gibi ele
alıyorlar.
Ve Altılı
Masa’ya, “bakın işte bir de dışınızda bir demokrat (HDP) var, niye onu muhatap
almıyorsunuz” diyorlar.
İşin kötüsü
HDP de kendini öyle gördüğünden, kendini ağırdan satmasını politika yapmak, el
yükseltmek olarak görüyorlar.
Bu köleliği,
nesneliği içselleştirmiş olanların bakışıdır.
Bu “Tom Amca”ların bakışıdır.
Bu Avrupa’ya
çıktığında, kendisine, giyimi, hali tavrı veya konuştuğu dil nedeniyle “Hiç
Türke (veya Kürde) benzemiyorsunuz” denmesini övgü olarak alan ve bunun ırkçı
bir aşağılama olduğunu görmeyenlerin bakışıdır.
*
Bunu
gösterebilmek için, ikinci bir örnek verelim.
HDP’yi bir öncü özne değil, bir nesne olarak gören, aslında
kendi kendini deklase eden yaklaşımı, bakışı, kadın hareketinin deyimiyle “suç ortaklığını” (Mittäterschaft) gösterebilmek
için HDP’yi demokrasi mücadelesinin öncü ve biricik gücü, Altılı Masa’yı
damokrasi mücadelesi diye bir derdi olmayan, derdi devleti korumak, restore
etmek ve HDP’nin temsilcisi olduğu hareketi yok etmek isteyen bir ittifak
olarak gören bir HDP’li veya demokrat veya sosyalist olaya nasıl bakıp nasıl
formülasyonlar yapacağını bu sefer Oya Baydar örneğinden göstermeye çalışalım.
Aynı yayında
örneğin Oya Baydar da, “Bu HDP de çok oluyor artık!” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
“Öncelikle; HDP konu gündeme geldiğinden
bu yana hep aynı şeyi söyledi: 6’lı Masa bizim ilkelerimize ters düşmeyecek bir
aday üzerinde anlaşır, bizimle müzakere eder, konuşur görüşürse o adayı
destekleriz; aksi halde kendi adayımızı çıkarırız dedi. Bununla da kalmadı,
mesela Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyebileceklerini resmen olmasa da
hissettirdi.”
Kendini
demokrasi mücadelesinin öznesi olarak gören ve gerçekten öyle davranın,
diğerlerini her an her türlü düşmanlığı ve kaypaklığı yapacak muhalifler olarak
gören, tam da bu güvenilmezler ve kaypaklarla bir iş yapmak isteyen, onlara
kaçacak delik bırakmamak gerektiğini düşünen bir HDP ve onu destekleyen bir Oya
Baydar şunları yazardı:
“HDP, konu, başkan adayının kim olacağı
gündeme geldiğinden beri hep aynı şeyi söylüyor. Altılı Masa’nın en ırkçı ve şovenlerinin,
en demokrasi düşmanı partilerinin bile kabul edebileceği (veya “en geniş kabul
gören adayı oydaşmayla halk belirlesin” şeklinde isim vermeden) isim veya
yollar öneriyoruz. Bu önerdiklerimiz bize en yakın olanlar değil, en geniş
kesimlerin, en azından hayırhah tavrını alabilecek olanlardır. Kılıçdaroğlu ise
en geniş kesimlerin desteğini alamaz, hele bizim de desteklediğimiz bir
Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansı hiç olmaz. Çünkü bizim desteğimiz kutuplaşmış bu
toplumda başka oy vereceklerin kaybına yol açar. Mütedeyyinlerin, Ulusalcıların
çok büyük bir bölümü ya oylamaya gitmez ya da bizler ve bizim desteklediğimiz Kılıçdaoğlu
kazanmasın diye karşısında kim varsa onu destekler. Biz gerçekçiyiz. Bütün
bunları biliyoruz. Tam da bu nedenle, bu olanaksızlıklar içinde Erdoğan’ın
yıkılması için kendimize en yakın değil, en karşı olanları bile kapsayacak en
geniş kesimlerin oyunu ya da en azından hayırhah tarafsızlığını sağlayacak bir
öneride bulunuyoruz. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemediğimizi
hissettiriyoruz.”
Bir Oya
Baydar’ın cümlelerini bir de bu satırları okuyun. İki farklı dünya, iki farklı
bakış açısı.
HDP ve HDP’yi destekleyen liberaller ve sözüm ona sosyalistler, Altılı Masa’nın
HDP’yi muhatap almasını isterler ve HDP’nin muhatap alınmak için aday göstermesini,
koşullar öne sürmesini olumlu karşılarlarken, aslında Altılı Masayı demokrasi
mücadelesinin öz gücü, HDP’yi bu özgücün yanına alması gerekin bir yedek güç
olarak gördüklerini bilinçsizce dışa vurmuş olurlar. Altılı Masa’yı özne,
HDP’yi bir nesne olarak gördüklerini ifade etmiş olurlar.
Tam da bu
gizli varsayım nedeniyle, bu nedenle eleştirilerini Altılı Masa’ya yaparlar,
HDP’ye değil.
Onların
gerçek yüzü söylediklerinde değil, söylemediklerinde gizlidir, kimi muhatap
alıp eleştirdiklerinde değil muhatap almayıp eleştirmediklerinde gizlidir.
Biz ise HDP’ye eleştiri yaparak aslında onu özne olarak
gördüğümüzü ve onun da öyle davranması gerektiğini ifade etmiş oluyoruz.
Diğerleri HDP’yi eleştirmeyerek aşağılıyorlar, biz ise belki ondan
çok şey beklemekle, HDP’nin bu aşağılanmayı hak ettiğini görmemekle
suçlanabiliriz.
Biz, Altılı
Masa’yı HDP’nin (onların kendisine rağmen) yedeğe alması gereken bir kaypaklar,
korkaklar olarak görüyoruz ve HDP’nin bunu sağlamak için ne yapması gerektiğini
tartışıyoruz.
En sert
eleştirilerimizi HDP’ye yapıyoruz. Çünkü insan kendine yakın gördüklerini, kendinden
bildiklerini, dostlarını eleştirir.
Düşmanlar
eleştirilmez: Düşmanlarla savaşılır.
Aradaki
kaypaklarla da ittifaklar yapılır kaypak oldukları bir saniye bile unutulmadan.
(Örneğin Altılı Masa) Onların kaçacağı bütün delikler tıkanır. Onlarla prensip (ilke)
tartışmasına girilmez, somut hedefler için pratik işbirliklerinin yolları
aranır.
HDP ise
onlara beni muhatap olarak alın da ilkeler üzerine tartışalım deyip duruyor.
Hala şu
basit ilkeyi, ilkelerde birlik olmaz
ilkesini bile öğrenememişler. “İlkelerde
birlik”le sektlerden başka bir şey kurulamaz.
Birlikler Somut Hedeflerde olur ya da somut hedeflerde ittifaklar kurulur.
Günün en
acil görevi ve somut hedef: Erdoğan’ı
yenmektir.
O halde
somut olarak Erdoğan’ı yenmesi en güçlü olasılık olan adayı bulmak ve
desteklemek, Altılı Masa’ya desteklemekten kaçamayacağı bir adayı önermek ve onu
o adayı desteklemek zorunda bırakmaktır.
*
HDP kendini
aşağılayan bakıştan kurtulmadan, bu liberallerin ve sosyalistlerin övgülerinin
ardındaki gizli varsayımı ve bunların bir aşağılama olduğunu görmeden ve
şimdiye kadarki politikalarıyla bu aşağılanmayı hak ettiğini de görmeden ve açıkça
söylemeden hiçbir sorunu çözemez.
Daha önce de
yazdık, bu seçim, HDP için bir savaşın kaybı
ya da kazanılması olacaktır.
Altılı masa
için bir muharebinin kaybı ya da
kazancıdır.
O halde, Altılı
Masa’nın bize değil, bizim Altılı Masa’ya ihtiyacımız var. Biz Altılı
Masa’ya kabul ve destekten kaçamayacağı böylece fiilen bizimle ittifak kurmak zorunda kalacağı adaylar veya
yöntemler bulmalıyız.
HDP
sorunu böyle koyup davranmadığı takdirde Erdoğan kazanacaktır.
Çünkü
HDP’nin el yükseltmek için aday göstereceğini söylemesi, tam da Akşener’e çoklu
aday için istediği gücü ve silahı verdi. O nedenle Akşener, İstanbul il
kongresinde “birinci parti” olmaktan söz edebildi. Kendine güven kazandı.
Neşelendi. Çünkü çoklu adayda kendisi aday olup ikinci tura kalacaktır. HDP de
Akşener mi Erdoğan mı, aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık durumunda
kalacaktır. Erdoğan’a başkanlığı çekimser kalan veya Akşener karşısında
Erdoğan’ı destekleyen Kürtlerin oyları kazandıracaktır.
Evet, bizim
Altılı Masadaki partilerin oyuna ihtiyacımız var Erdoğan’ı yenmek için.
Altılı
Masa’yı oluşturan devletçi, kaypak, demokrasi düşmanı partileri nasıl bir
stratejiyle ya da taktikle, kazanabilecek bir adayı desteklemek zorunda
bırakır, onların kaçış yollarını tıkayabiliriz?
Soru budur.
Demokratlar,
kendilerini demokrasi mücadelesinin öz güçü olarak gören ve bunu
içselleştirenler sorunu böyle görür ve böyle tartışır.
HDP’yi böyle
gören gazeteciler, yorumcular, aydınlar, sosyalistler vs.ler, Altılı Masa’ya, “HDP’ye
iyi davran, onu dışlama” diye akıl vermeyi bırakarak, HDP’ye, Altılı Masa’dakilere
kaçacak delik bırakmamak için greken davranışları niye göstermiyorsun diye
eleştiriler yapıp, somut önerilerle akıl vermelidirler.
Gündeme
Altılı Masa’nın yapması gerekenleri ve yaptıklarını değil, HDP’nin yapması
gerekenleri ve yapmadıklarını almaları gerekir.
HDP’nin
yapması gereken Altılı Masa ile at pazarlığı değildir.
HDP’nin
yapması gereken, Altılı Masa’nın desteklemekten kaçamayacağı ve en geniş kesimlerin
oyunu alacak, hasılı Erdoğan’ı yenecek bir aday veya adaylar bulmaktır.
Unutmayın, bizim
demokrasi mücadelesi için Erdoğan’ı yenmeye, Erdoğan’ı yenmek için de Altılı
Masa’dakilerin, özellikle ülkücülerin oyuna ihtiyacımız var.
Ama onların
ne olursa olsun Erdoğan’ı yenmek diye bir sorunları yok. Çünkü onlar için
varlık yokluk sorunu değil bu seçimler, dolayısıyla onların bize ihtiyacı yok
veya bizim onların oyuna ihtiyacımızdan çok daha az.
Dolayısıyla hareket alanı dar olan, köşeye sıkışmış olan
biziz.
Buradan
ancak dediğimiz gibi bir bakış açısı ve önerilerle çıkılabilir.
11 Ocak 2023
Çarşamba
Demir
Küçükaydın
Blog
https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube
Kanalı
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı
İndirmek İçin
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder