25 Mart 2019 Pazartesi

HDP’nin “Stratejik Oy”u Doğru Bir Taktiktir


Seçimler ve kime oy verileceği veya oy kullanılıp kullanılmayacağı aslında taktik bir sorundur. Dolayısıyla aynı amaçları ve programları paylaşanlar arasında tartışılabilir. Taktikler tabi oldukları program ve stratejiler bağlamında doğru veya yanlış olarak değerlendirilebilirler.
Strateji programa bağlıdır ve o program çerçevesinde nesnel olarak güçler ve güçlerin yer alışını (hangi güce dayanılacak, hangi güçler yedek olacak, hangi güçler karşıya alınacak, hangi güçler tarafsızlaştırılacak vs.) konu eder. Dolayısıyla seçimde oy konusunu “stratejik oy” olarak tanımlamak yanlıştır.
Ama buna fazla takmayalım, “söyleyen arif değilse dinleyen arif olsun” sözüne uygun olarak, “stratejik oy” ile seçimlerde izlenecek taktiğin ifade edilmek istendiğini kabul edelim. Eskileri deyimiyle "Galat-ı meşhur, lugat-ı fasihten evlâdır."

*
HDP nihayet vuruş yönünü ve karşıya alınacak gücü doğru tespit etmiş ve doğru denebilecek bir taktiği benimsemiş bulunuyor.
Yazılarımızı okuyanlar bilir, şimdi HDP’nin dile getirdiği ve uygulamaya çalıştığı yaklaşımı yıllardır savunuyor ve HDP’ye öneriyorduk.
Diyebiliriz ki HDP sonunda, el yordamıyla, çok zaman ve güç kaybederek de olsa dediğimize geldi.
Tabii bizim yazdıklarımız nedeniyle değildir bu noktaya geliş, olayların zorlamasıyladır. Halbuki yazdıklarımızı okusalar, tartışsalar, kongrelerde kendi tüzüklerini bile çiğneyerek söz hakkımızı elimizden almasalar, bu noktaya çok daha önce gelebilirler ve çok daha az zaman ve güç kaybına yol açabilirler, nice insanın daha az acı çekmesini sağlayabilirlerdi.
Neyse buna da şükür diyelim.
*
Tabii HDP’nin esas olarak doğru denebilecek bu taktiği ne kadar başarılı ve mükemmel uyguladığı ayrı bir sorun. Bunu kısaca şöyle bir örnekle gösterelim.
HDP ve bütün Türk sosyalistleri, seçimlerde kime oy verileceği ile aday göstermek ve söylenecek şeylerin farkını ve farklı olabileceğini ve olması gerektiğini, yan sosyalist politikanın bu alfabesini bile anlamış değil.
Yani aday gösterirsiniz ama o adayınızın ille de kendine oy istemesi gerekmez. Kitleleri demokrasi mücadelesi için eğitmek ve örgütlemek isteyen bir parti için, aday göstermekten amaç, seçimler vesilesiyle geniş kitlelere mesajları iletebilmektir. Mesajlar ile oy verileceklerin çakışması gerekmez.
Örneğin HDP her yerde aday gösterebilirdi ve göstermeliydi ama gösterdiği adaylar, İktidarın, CHP ve İyi Partinin nasıl demokrasi düşmanı olduğunu anlattıktan sonra, Erdoğan karşısında bunların demokrasi düşmanları olduğunu hiç akıldan çıkarmadan bunlara oy verelim, çünkü bize verilecek oylar burada muhalefet oylarını bölerek, Erdoğan-Ergenekon diktasının işine yarar diyebilirdi ve demeliydi.
Bir devrimci, bir demokrat için böyle bir politikada zerrece bir çelişki yoktur. Devrimci bir parti birine oy vermeyi önerirken, onun doğru veya demokrat olması nedeniyle önermez. Verilecek oyun devrimcilerin ve demokratların, ezilenlerin hareket alanını, mücadele olanaklarını genişletip genişletmediği açısından önerir ve tam da bu nedenle oy vermesini önerdiğinin ne kadar yanlış bir politikanın savunucusu olduğunu söyler ve söylemek zorundadır.
Elbette, Türkiye’deki hiçbir sosyalistin bile anlamadığı bu farkları ve devrimci taktiğin alfabesine uygun incelikleri HDP’den beklemek fazla olacağından, aday göstermeyerek ve söylenecekleri yutarak muhalefet partilerine oy verilmesini işaret etmesine ve esas sorunun Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğü olduğunu vurgulamasına bile şükür diyelim.
(Bu vesileyle “komünist başkan” Fatih Mehmet Maçoğlu’na eleştirimizi de bu bağlamda bir örnek gibi kullanarak ifade edelim.
Maçoğlu elbette kendi ideolojik ve politik görüşleri farklı olduğu için ve bunları yaymak onun temel bir hakkı olduğu için aday olabilirdi. Bunda bir sorun yoktur. Bu onun en doğal hakkıdır.
Ama komünist olduğunu deklare ettiğine göre komünizm açısından onu şu noktalardan eleştirebiliriz ve eleştirmeliyiz.
a)      Söyleminin içeriği kendi iddiasıyla çelişmektedir. Çünkü kendisinin yaptığı belediyeciliğin “komünist belediyecilik” olarak tanımlanmasına karşı çıkmayıp, bunun normal bir demokraside olması gereken bir şey olduğunu söylemeyip egemen söylemi benimsemesi ve buna itiraz etmemesi komünistlik iddiasıyla çelişir. Çünkü yaptığı eninde sonunda kooperatifçilik, küçük üretmenlerin bir araya getirilmesi ve bunum için belediye başkanlığını bir girişimci (Kapitalist) gibi değerlendirmesidir. (Sakın yanlış anlaşılmasın bu kötü bir şey değildir. Türkiye gibi şark despotluklarında bile bu muazzam bir öneme sahiptir.) Yani aslında yaptığı normal bir kapitalist ve nispeten demokratik bir ülkede, yani Anglo-Sakson ve İskandinav ülkelerinde örneğin, binlerce örneği görülebilecek bir kooperatifçilik ve girişimciliktir. Elbette bu bile devletin kooperatif yönetimlerini veya belediyeleri bile atayabildiği Türkiye gibi bir ülkede küçümsenmeyecek bir şeydir ama bir komünist olarak Maçoğlu’nin görevi bu yaptığının komünizmle ilgisinin olmadığını, Türkiye gibi merkezi ve bürokratik devletin en küçük bir girişimciliği ve devletin kontrolü dışındaki küçük üreticiler örgütlenmesini tehlike olarak görüp yok edebildiği bir ülkede bunun komünizm gibi kavranmasının anlaşıla bilirliğini ama komünist belediyecilik olarak tanımlamanın yanlış olduğunu söylemekti.
b)     Ayrıca bu “komünist belediyeciliğin” hangi koşullara bir niş bulup var olabildiğin de açıklamalıydı. Yani, devletin de şimdiye kadar bu girişimlerini yok etmemesinin nedeninin, aslında Kürtlerin ve HDP’nin mücadelesinin bir yan ürünü olduğunu, HDP böyle etkili olmasaydı kendisinin böyle bir hareket alanı bile olamayacağını, komünist başkan diye medyada yer bulamayacağını söylemeliydi. Bunlar “Komünist” iddiasına uygun olarak söyleyip yapması gereken asgari sözler ve davranışlardı.
c)      Elbette bundan sonra HDP gibi bir partiden ayrı olarak aday olduğuna göre, HDP’ye olan eleştirilerini de uzun uzadıya anlatmak hakkıydı ve anlatabilirdi.
d)     Ancak burada da iş bitmez, komünistler kendilerine verilen oyların gericilerin işine yarayacağı yerlerde, tam da seçimlere büyük önem vermedikleri, bir ciddi değişiklik olmayacağını bildikleri için, gericiler, faşistler karşısında diğerlerine oy vermeyi isteyebilirler ve istemelidirler deyip, kendine verilecek oyların CHP veya AKP’ye yarayacağını söyleyerek HDP’ye oy verilmesini isteyebilirdi ve istemeliydi.
e)       Bütün bunları yapmadığı için bütün davranışları ve sözleri kendi komünistlik iddiasıyla çelişmektedir.
f)      Son olarak, ama önem bakımından sonuncu değil, aday olmak için, TKP gibi, “Kadıköy komünisti” burjuva bebelerinin ergenlik sivilceleri çıkardığı, devletin açık veya gizli desteklediği bir partiyi seçmesi kendine “komünist” diyen bir insan için utanılacak ve “komünistlik” sıfatıyla bir araya gelemeyecek bir durumdur. Çünkü bir komünistin görevi kendine her komünist diyenin politik olarak öyle olmadığını da göstermektir. TKP’den aday olarak bu en temel görevini yapmamış, tam tersini yapmış bulunuyor. Yani bir de TKP’den aday olması, bağışlanır gibi bir yanlış değildir. İyi bir devrimci bu devletten en küçük bir tolerans veya anlayış gördüğünde “ben nerde yanlış yaptım veya yapıyorum” diye sorar ve sormalıdır.
Dersim ve Maçoğlu için bu kadar yeter.)
*
HDP eksik gedik de olsa, bu doğru hedef tanımlaması (Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünü esas vuruş yönü olarak almak) ve taktiğin (Aday göstermediği yerlerde CHP-İyi Parti veya Saadet vs. adaylarına vs. oy vermek) verimli sonuçlarını görecektir.
Büyük bir olasılıkla, HDP bu seçimlerin en büyük başarıyı yakalamış partisi olarak ortaya çıkabilir. Bu da ona karşı tecridi kırmayı kolaylaştırır.
Erdoğan-Ergenekon ittifakının seçimlerde alacağı bir yenilgi elbette hemen bir değişikliğe yol açmaz ama yine de ortalığı karıştırır. Onların içlerindeki çelişkilerin açığa çıkmasına ve bölünmelerine yol açabilir. Bu da bizlerin hareket alanını genişletir. Keza, başarı demokratlara ve muhaliflere güç ve mücadele azmi verebilir vs..
Eh bunlar da az değildir.
Aslında yazılarımızı okuyanların kendiliğinden çıkaracağı sonuçlardır bu seçimlere ilişkin tavrımız.
Ama yine de eski bir yazıdan bir hatırlatma yapalım.
Biz ta cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, özellikle HDP’ye yönelik olarak, bir net hedef ve görev tanımlaması önerdik ve dedik ki: Bugünün Türkiye’sinde esas sorun, sorunların sorunu barış veya Kürt sorunu değildir; hala “Kürt Sorunu”ndan, “barış”tan söz etmek, özgül durumu görmemektir. Esas sorun Erdoğan’dır. Sorunların sorunu Erdoğan’dır. Bir zamanların Mao’dan apartma terminolojisiyle söylersek, elbet “temel çelişki” “Kürt sorunu” veya “demokratikleşme” veya “barış”tır ama “aktüel baş çelişki” Erdoğan’dır dedik. Ortadoğu’da “yaşayan her canlı Erdoğan’dan nasıl kurtuluruz sorunuyla karşılaşacaktır” dedik.
Bu nedenle, örneğin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, HDP’nin kendi içinden bir adayı değil de; Bekaroğlu’nu aday göstermesini önerdik; Bekaroğlu’nun hem CHP’den hem de “Mütedeyyin” denilen kesimden oy alıp Erdoğan’ın seçilmesini engelleyebileceğini yazdık. Gerçekten de HDP, bir parça basiret gösterip Bekaroğlu’nu aday gösterseydi, Erdoğan tehlikesi daha baştan savuşturulabilirdi. Bu tehlike henüz küçükken bertaraf edilebilirdi. Çünkü Bekaroğlu ikinci tura kalabilirdi ve ikinci turda da halkın sağduyusu Bekaroğlu’na başkanlığı verebilirdi.
Ama ne Don Kişot’ta toplantı yapan Gezi’nin kalıntıları, ne de HDP bu gibi görüşlere hiç itibar etmedi. “Kaç tümenin var” hesabı yaptılar. Stratejinin tümen değil, bilim, akıl, öngörü ve Marks’ın dediği gibi bir anlamda da “sanat” olduğunu bile kavramamıştılar.
HDP, hatta biraz da Selahattin Demirtaş’ın emri vaki yapmasıyla, Demirtaş’ı aday gösterdi. Ve yanlış bir hedef ve görev tanımı yaptığından Erdoğan’ın seçilmesini engelleyemeyişini yani başarısızlığını ve yanlışını bir doğru ve sağlanan küçük bir oy artışını başarı gibi gördü ve gösterdi.
Bugün bu yanlışın acı meyvelerini hep birlikte yiyoruz. Demirtaş cezaevindedir şimdi bir zamanlar karşısına Cumhurbaşkanı adayı olarak çıktığı Erdoğan’ın emriyle.
Seçimlerden önce bütün ajitasyonumuzu Erdoğan’ın diktatörlüğüne giden yolu engellemek için, tam da bu hedef ve görev tanımına bağlı olarak, “HDP’ye Oy Ver, Barajı Yık, Diktatörü Durdur, Barışı Sürdür” girişimini kurduk ve bütün çalışmamızı buna yönelik olarak yaptık. HDP ise bu girişimin adını bile ağzına almadı.
HDP “seni başkan yaptırmayacağız” diyerek, sadece bir taktik hamle, bir seçim sloganı olarak görmesine rağmen, bir bakıma doğru bir hedef ve görev tanımlaması yapmış gibi olduğundan, bu sayede tarihindeki en büyük başarıyı kazandı.
Ama konuyu tam da bir seçim sloganı bir taktik hamle olarak algıladığından, seçimlerden sonra tekrar klasik “barış” ve “Kürt sorunu” hedef ve görev tanımlamalarına geri döndüğünden, Erdoğan’a karşı uzlaşmaz ve cepheden saldıran bir muhalefet olma imkânını teperek, tüm muhalefetle Erdoğan’ın kedinin fareyle oynadığı gibi oynamasının yolunu açtı.
Sanki ortada meşru bir cumhurbaşkanı varmış gibi davrandı. Onu tanımadığını ilan etmedi. Bir de kendini muhalefete mahkûm ederek tüm kazancını bir gecede yiyen bir kumarbaz gibi davrandı. Üstüne üstlük bakanlar kuruluna girerek onun kanun dışı davranışlarını meşrulaştıran bir işlev gördü.
7 Haziran seçim zaferinden sonra, herkes onun rehavetiyle oyalanırken ve HDP Erdoğan’ın meşru olmadığını ilan edip en sert ve kesin muhalefet ve duruşu sergilemelidir, yoksa çok tehlikeli bir süreç başlıyor dediğimizde; “bu kadar kötümser olmaya gerek yok” diye hor gördüler
İki seçim arasında HDP’nin bakanlar kurulana girmemesini söylediğimizde hiç duyulmadı ve bakanlar kuruluna girildi. Sonra EMEP ve Tüzel skandalı yaşandı ve sonra da istifa edildi. Tam “biz bu naneyi niye yedik” hikâyesindeki gibi davranılmış oldu. Madem istifa edecektin niye girdin. Hâsılı Erdoğan’ın kendileriyle kedinin fare ile oynadığı gibi oynamasına olanak sağladılar.
Hala “barış” üzerinden; “Kürtlerin hakları” üzerinden bir politika yürütüyorlar.
Erdoğan hal olmadan bunların hiç biri mümkün değildir. Erdoğan hal olmadan, bırakalım demokrasiyi, en sıradan asgari ölçüde bir hukuk devleti, hatta kapitalizmin kutsal gördüğü mülkiyet hakkı bile mümkün değildir.
Muhammet “Veda Hutbesi”nde “canınız, malınız ve ırzınız” emniyettedir diyordu ve bunu sağlayıp sağlayamadığını sorarak rıza almaya, yani aklanmaya çalışıyordu.
Bugün kimsenin canı, malı ve ırzı emniyette değildir ve Erdoğan orada durdukça emniyette olması mümkün değildir. Bu en temel sorunlar çözülmeden ne “barış”; ne de “Kürt Sorunu”nu çözmek ve gündeme almak mümkün olur.
Bu görev tanımını yapmadıkları için hala yanlış üzerine yanlış yapıyorlar. Örneğin Demirtaş hala Edirne hapishanesinden saz istiyor, şiir, hikâye yazıyor. Umudu yitirmemekten söz ediyor. Hayır, durumun ne kadar umutsuz olduğunu söylemelidir. Sahte umut hayalleri dağıtmamalıdır. Umut da kaybedilecek bir şeydir. Umutsuz insanlar ancak tüm kararlılıklarıyla mücadele ederler.
Onun yapması gereken tek şey vardır. Erdoğan’ın gayrı meşru olduğunu ilan etmek ve herkesi onu tanımamaya, ona itaat etmemeye çağırmak. Bıkmaksızın, Romalı Cato gibi, Erdoğan’ın gitmesi gerektiğini söylemelidir. Bugün bir tek türkü çalınabilir. Bir tek şiir okunabilir. Bir tek hikâye yazılabilir. “Erdoğan hal Olmadan Hiçbir Şey Hallolmaz!.. Nokta!..”
Bugün muhalefet bunca güçsüz ise ve CHP böylesine köpeksiz köyde değneksiz geziyorsa bunun en büyük nedeni, HDP’nin durumu ve görevleri doğru tanımlamaktan uzak politikasıdır.”
Demirtaş şimdi saz istemeyi, şiir, hikaye yazmayı bıraktı ve nihayet, hatırı için Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüne karşı oy vermeye çağırıyor. HDP stratejik oy vermekten söz ediyor. Doğru yapıyorlar.
HDP’nin bu akıllı duruşu, bunu sürdürdüğü takdirde tüm Türkiye (ve Ortadoğu) politikasında etkilerini kısa zamanda hissettirecektir. Şimdiden ettiriyor da. Bütün iktidar ve hatta muhalefet bloku HDP ile uğraşıyor.
Herkes sizi tartışıyorsa, herkes size saydırıyorsa, herkes size küfretse bile siz kazanmışsınız demektir.
(Seçimlerle ilgili sadece bir yazıdan bir alıntı yaptık. Bloğumuza gidip seçimler gibi kelimelerle arama yaparsanız yığınla yazı bulursunuz. Yine de birkaçının linkini verelim:
Ayrıca 1979 daki seçimlerden 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar çeşitli seçimler vesilesiyle yazdığımız yazıların bir derlemesi olan Seçim Yazıları konulu kitap şu linkten indirilebilir:
Maalesef 2014 başkanlık seçimleri sonrasındaki seçim yazılarını kitap olarak derleme imkanı bulamadık. Ancak bunların hemen hepsi bloğumuzda var. Bloğumuz şu adrestedir:

25 Mart 2019 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:


Hiç yorum yok: