Seçimler ve kime oy verileceği veya oy kullanılıp
kullanılmayacağı aslında taktik bir sorundur. Dolayısıyla aynı amaçları ve
programları paylaşanlar arasında tartışılabilir. Taktikler tabi oldukları program
ve stratejiler bağlamında doğru veya yanlış olarak değerlendirilebilirler.
Strateji programa bağlıdır ve o program çerçevesinde nesnel
olarak güçler ve güçlerin yer alışını (hangi güce dayanılacak, hangi güçler yedek
olacak, hangi güçler karşıya alınacak, hangi güçler tarafsızlaştırılacak vs.) konu
eder. Dolayısıyla seçimde oy konusunu “stratejik
oy” olarak tanımlamak yanlıştır.
Ama buna fazla takmayalım, “söyleyen arif değilse dinleyen arif olsun” sözüne uygun olarak, “stratejik oy” ile seçimlerde izlenecek taktiğin ifade edilmek istendiğini kabul
edelim. Eskileri deyimiyle "Galat-ı
meşhur, lugat-ı fasihten evlâdır."
*
HDP nihayet vuruş yönünü ve karşıya alınacak gücü doğru tespit
etmiş ve doğru denebilecek bir taktiği benimsemiş bulunuyor.
Yazılarımızı okuyanlar bilir, şimdi HDP’nin dile getirdiği
ve uygulamaya çalıştığı yaklaşımı yıllardır savunuyor ve HDP’ye öneriyorduk.
Diyebiliriz ki HDP sonunda, el yordamıyla, çok zaman ve güç
kaybederek de olsa dediğimize geldi.
Tabii bizim yazdıklarımız nedeniyle değildir bu noktaya
geliş, olayların zorlamasıyladır. Halbuki yazdıklarımızı okusalar, tartışsalar,
kongrelerde kendi tüzüklerini bile çiğneyerek söz hakkımızı elimizden
almasalar, bu noktaya çok daha önce gelebilirler ve çok daha az zaman ve güç
kaybına yol açabilirler, nice insanın daha az acı çekmesini sağlayabilirlerdi.
Neyse buna da şükür diyelim.
*
Tabii HDP’nin esas olarak doğru denebilecek bu taktiği ne
kadar başarılı ve mükemmel uyguladığı ayrı bir sorun. Bunu kısaca şöyle bir
örnekle gösterelim.
HDP ve bütün Türk sosyalistleri, seçimlerde kime oy verileceği ile aday göstermek ve söylenecek şeylerin farkını ve farklı olabileceğini ve olması
gerektiğini, yan sosyalist politikanın bu alfabesini bile anlamış değil.
Yani aday gösterirsiniz ama o adayınızın ille de kendine oy
istemesi gerekmez. Kitleleri demokrasi mücadelesi için eğitmek ve örgütlemek
isteyen bir parti için, aday göstermekten amaç, seçimler vesilesiyle geniş
kitlelere mesajları iletebilmektir. Mesajlar ile oy verileceklerin çakışması
gerekmez.
Örneğin HDP her yerde aday gösterebilirdi ve göstermeliydi ama
gösterdiği adaylar, İktidarın, CHP ve İyi Partinin nasıl demokrasi düşmanı
olduğunu anlattıktan sonra, Erdoğan karşısında bunların demokrasi düşmanları
olduğunu hiç akıldan çıkarmadan bunlara oy verelim, çünkü bize verilecek oylar
burada muhalefet oylarını bölerek, Erdoğan-Ergenekon diktasının işine yarar
diyebilirdi ve demeliydi.
Bir devrimci, bir demokrat için böyle bir politikada zerrece
bir çelişki yoktur. Devrimci bir parti birine oy vermeyi önerirken, onun doğru veya
demokrat olması nedeniyle önermez. Verilecek oyun devrimcilerin ve demokratların,
ezilenlerin hareket alanını, mücadele olanaklarını genişletip genişletmediği
açısından önerir ve tam da bu nedenle oy vermesini önerdiğinin ne kadar yanlış
bir politikanın savunucusu olduğunu söyler ve söylemek zorundadır.
Elbette, Türkiye’deki hiçbir sosyalistin bile anlamadığı bu
farkları ve devrimci taktiğin alfabesine uygun incelikleri HDP’den beklemek
fazla olacağından, aday göstermeyerek ve söylenecekleri yutarak muhalefet
partilerine oy verilmesini işaret etmesine ve esas sorunun Erdoğan-Ergenekon
diktatörlüğü olduğunu vurgulamasına bile şükür diyelim.
(Bu vesileyle “komünist
başkan” Fatih Mehmet Maçoğlu’na eleştirimizi de bu bağlamda bir örnek gibi
kullanarak ifade edelim.
Maçoğlu elbette kendi ideolojik ve politik görüşleri farklı
olduğu için ve bunları yaymak onun temel bir hakkı olduğu için aday olabilirdi.
Bunda bir sorun yoktur. Bu onun en doğal hakkıdır.
Ama komünist olduğunu deklare ettiğine göre komünizm
açısından onu şu noktalardan eleştirebiliriz ve eleştirmeliyiz.
a)
Söyleminin içeriği kendi iddiasıyla çelişmektedir.
Çünkü kendisinin yaptığı belediyeciliğin “komünist belediyecilik” olarak
tanımlanmasına karşı çıkmayıp, bunun normal bir demokraside olması gereken bir
şey olduğunu söylemeyip egemen söylemi benimsemesi ve buna itiraz etmemesi
komünistlik iddiasıyla çelişir. Çünkü yaptığı eninde sonunda kooperatifçilik,
küçük üretmenlerin bir araya getirilmesi ve bunum için belediye başkanlığını
bir girişimci (Kapitalist) gibi değerlendirmesidir. (Sakın yanlış anlaşılmasın
bu kötü bir şey değildir. Türkiye gibi şark despotluklarında bile bu muazzam
bir öneme sahiptir.) Yani aslında yaptığı normal
bir kapitalist ve nispeten demokratik bir ülkede, yani Anglo-Sakson ve İskandinav
ülkelerinde örneğin, binlerce örneği görülebilecek bir kooperatifçilik ve
girişimciliktir. Elbette bu bile devletin kooperatif yönetimlerini veya
belediyeleri bile atayabildiği Türkiye gibi bir ülkede küçümsenmeyecek bir şeydir
ama bir komünist olarak Maçoğlu’nin görevi bu yaptığının komünizmle ilgisinin
olmadığını, Türkiye gibi merkezi ve bürokratik devletin en küçük bir
girişimciliği ve devletin kontrolü dışındaki küçük üreticiler örgütlenmesini
tehlike olarak görüp yok edebildiği bir ülkede bunun komünizm gibi kavranmasının
anlaşıla bilirliğini ama komünist belediyecilik olarak tanımlamanın yanlış
olduğunu söylemekti.
b)
Ayrıca bu “komünist belediyeciliğin” hangi
koşullara bir niş bulup var olabildiğin de açıklamalıydı. Yani, devletin de
şimdiye kadar bu girişimlerini yok etmemesinin nedeninin, aslında Kürtlerin ve
HDP’nin mücadelesinin bir yan ürünü olduğunu, HDP böyle etkili olmasaydı
kendisinin böyle bir hareket alanı bile olamayacağını, komünist başkan diye
medyada yer bulamayacağını söylemeliydi. Bunlar “Komünist” iddiasına uygun
olarak söyleyip yapması gereken asgari sözler ve davranışlardı.
c)
Elbette bundan sonra HDP gibi bir partiden ayrı
olarak aday olduğuna göre, HDP’ye olan eleştirilerini de uzun uzadıya anlatmak
hakkıydı ve anlatabilirdi.
d)
Ancak burada da iş bitmez, komünistler
kendilerine verilen oyların gericilerin işine yarayacağı yerlerde, tam da
seçimlere büyük önem vermedikleri, bir ciddi değişiklik olmayacağını bildikleri
için, gericiler, faşistler karşısında diğerlerine oy vermeyi isteyebilirler ve
istemelidirler deyip, kendine verilecek oyların CHP veya AKP’ye yarayacağını
söyleyerek HDP’ye oy verilmesini isteyebilirdi ve istemeliydi.
e)
Bütün
bunları yapmadığı için bütün davranışları ve sözleri kendi komünistlik
iddiasıyla çelişmektedir.
f)
Son olarak, ama önem bakımından sonuncu değil,
aday olmak için, TKP gibi, “Kadıköy komünisti” burjuva bebelerinin ergenlik
sivilceleri çıkardığı, devletin açık veya gizli desteklediği bir partiyi
seçmesi kendine “komünist” diyen bir insan için utanılacak ve “komünistlik”
sıfatıyla bir araya gelemeyecek bir durumdur. Çünkü bir komünistin görevi kendine
her komünist diyenin politik olarak öyle olmadığını da göstermektir. TKP’den
aday olarak bu en temel görevini yapmamış, tam tersini yapmış bulunuyor. Yani
bir de TKP’den aday olması, bağışlanır gibi bir yanlış değildir. İyi bir
devrimci bu devletten en küçük bir tolerans veya anlayış gördüğünde “ben nerde
yanlış yaptım veya yapıyorum” diye sorar ve sormalıdır.
Dersim ve Maçoğlu için bu kadar yeter.)
*
HDP eksik gedik de olsa, bu doğru hedef tanımlaması
(Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünü esas vuruş yönü olarak almak) ve taktiğin (Aday
göstermediği yerlerde CHP-İyi Parti veya Saadet vs. adaylarına vs. oy vermek)
verimli sonuçlarını görecektir.
Büyük bir olasılıkla, HDP bu seçimlerin en büyük başarıyı
yakalamış partisi olarak ortaya çıkabilir. Bu da ona karşı tecridi kırmayı
kolaylaştırır.
Erdoğan-Ergenekon ittifakının seçimlerde alacağı bir yenilgi
elbette hemen bir değişikliğe yol açmaz ama yine de ortalığı karıştırır.
Onların içlerindeki çelişkilerin açığa çıkmasına ve bölünmelerine yol açabilir.
Bu da bizlerin hareket alanını genişletir. Keza, başarı demokratlara ve
muhaliflere güç ve mücadele azmi verebilir vs..
Eh bunlar da az değildir.
Aslında yazılarımızı okuyanların kendiliğinden çıkaracağı
sonuçlardır bu seçimlere ilişkin tavrımız.
Ama yine de eski bir yazıdan bir hatırlatma yapalım.
Örneğin 28 Haziran 2016’da “Hedef ve Görev Tanımı: Erdoğan Baş Sorundur.
Erdoğan Hal Olmadan Hiçbir Sorun Hallolamaz. Nokta!..” başlıklı yazıda
şöyle diyorduk:
“Biz ta
cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, özellikle HDP’ye yönelik olarak, bir net
hedef ve görev tanımlaması önerdik ve dedik ki: Bugünün Türkiye’sinde esas
sorun, sorunların sorunu barış veya Kürt sorunu değildir; hala “Kürt
Sorunu”ndan, “barış”tan söz etmek, özgül durumu görmemektir. Esas sorun
Erdoğan’dır. Sorunların sorunu Erdoğan’dır. Bir zamanların Mao’dan apartma
terminolojisiyle söylersek, elbet “temel çelişki” “Kürt sorunu” veya “demokratikleşme”
veya “barış”tır ama “aktüel baş çelişki” Erdoğan’dır dedik. Ortadoğu’da
“yaşayan her canlı Erdoğan’dan nasıl kurtuluruz sorunuyla karşılaşacaktır”
dedik.
Bu nedenle, örneğin
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, HDP’nin kendi içinden bir adayı değil de; Bekaroğlu’nu
aday göstermesini önerdik; Bekaroğlu’nun hem CHP’den hem de “Mütedeyyin”
denilen kesimden oy alıp Erdoğan’ın seçilmesini engelleyebileceğini yazdık.
Gerçekten de HDP, bir parça basiret gösterip Bekaroğlu’nu aday gösterseydi,
Erdoğan tehlikesi daha baştan savuşturulabilirdi. Bu tehlike henüz küçükken
bertaraf edilebilirdi. Çünkü Bekaroğlu ikinci tura kalabilirdi ve ikinci turda
da halkın sağduyusu Bekaroğlu’na başkanlığı verebilirdi.
Ama ne Don Kişot’ta
toplantı yapan Gezi’nin kalıntıları, ne de HDP bu gibi görüşlere hiç itibar
etmedi. “Kaç tümenin var” hesabı yaptılar. Stratejinin tümen değil, bilim,
akıl, öngörü ve Marks’ın dediği gibi bir anlamda da “sanat” olduğunu bile
kavramamıştılar.
HDP, hatta biraz da
Selahattin Demirtaş’ın emri vaki yapmasıyla, Demirtaş’ı aday gösterdi. Ve
yanlış bir hedef ve görev tanımı yaptığından Erdoğan’ın seçilmesini
engelleyemeyişini yani başarısızlığını ve yanlışını bir doğru ve sağlanan küçük
bir oy artışını başarı gibi gördü ve gösterdi.
Bugün bu yanlışın acı
meyvelerini hep birlikte yiyoruz. Demirtaş cezaevindedir şimdi bir zamanlar
karşısına Cumhurbaşkanı adayı olarak çıktığı Erdoğan’ın emriyle.
Seçimlerden önce bütün
ajitasyonumuzu Erdoğan’ın diktatörlüğüne giden yolu engellemek için, tam da bu
hedef ve görev tanımına bağlı olarak, “HDP’ye Oy Ver, Barajı Yık, Diktatörü
Durdur, Barışı Sürdür” girişimini kurduk ve bütün çalışmamızı buna yönelik
olarak yaptık. HDP ise bu girişimin adını bile ağzına almadı.
HDP “seni başkan
yaptırmayacağız” diyerek, sadece bir taktik hamle, bir seçim sloganı olarak
görmesine rağmen, bir bakıma doğru bir hedef ve görev tanımlaması yapmış gibi
olduğundan, bu sayede tarihindeki en büyük başarıyı kazandı.
Ama konuyu tam da bir
seçim sloganı bir taktik hamle olarak algıladığından, seçimlerden sonra tekrar
klasik “barış” ve “Kürt sorunu” hedef ve görev tanımlamalarına geri
döndüğünden, Erdoğan’a karşı uzlaşmaz ve cepheden saldıran bir muhalefet olma
imkânını teperek, tüm muhalefetle Erdoğan’ın kedinin fareyle oynadığı gibi
oynamasının yolunu açtı.
Sanki ortada meşru bir
cumhurbaşkanı varmış gibi davrandı. Onu tanımadığını ilan etmedi. Bir de
kendini muhalefete mahkûm ederek tüm kazancını bir gecede yiyen bir kumarbaz
gibi davrandı. Üstüne üstlük bakanlar kuruluna girerek onun kanun dışı davranışlarını
meşrulaştıran bir işlev gördü.
7 Haziran seçim
zaferinden sonra, herkes onun rehavetiyle oyalanırken ve HDP Erdoğan’ın meşru
olmadığını ilan edip en sert ve kesin muhalefet ve duruşu sergilemelidir, yoksa
çok tehlikeli bir süreç başlıyor dediğimizde; “bu kadar kötümser olmaya gerek
yok” diye hor gördüler
İki seçim arasında
HDP’nin bakanlar kurulana girmemesini söylediğimizde hiç duyulmadı ve bakanlar
kuruluna girildi. Sonra EMEP ve Tüzel skandalı yaşandı ve sonra da istifa
edildi. Tam “biz bu naneyi niye yedik” hikâyesindeki gibi davranılmış oldu.
Madem istifa edecektin niye girdin. Hâsılı Erdoğan’ın kendileriyle kedinin fare
ile oynadığı gibi oynamasına olanak sağladılar.
Hala “barış”
üzerinden; “Kürtlerin hakları” üzerinden bir politika yürütüyorlar.
Erdoğan hal olmadan
bunların hiç biri mümkün değildir. Erdoğan hal olmadan, bırakalım demokrasiyi,
en sıradan asgari ölçüde bir hukuk devleti, hatta kapitalizmin kutsal gördüğü
mülkiyet hakkı bile mümkün değildir.
Muhammet “Veda
Hutbesi”nde “canınız, malınız ve ırzınız” emniyettedir diyordu ve bunu sağlayıp
sağlayamadığını sorarak rıza almaya, yani aklanmaya çalışıyordu.
Bugün kimsenin canı,
malı ve ırzı emniyette değildir ve Erdoğan orada durdukça emniyette olması mümkün
değildir. Bu en temel sorunlar çözülmeden ne “barış”; ne de “Kürt Sorunu”nu
çözmek ve gündeme almak mümkün olur.
Bu görev tanımını
yapmadıkları için hala yanlış üzerine yanlış yapıyorlar. Örneğin Demirtaş hala
Edirne hapishanesinden saz istiyor, şiir, hikâye yazıyor. Umudu yitirmemekten
söz ediyor. Hayır, durumun ne kadar umutsuz olduğunu söylemelidir. Sahte umut
hayalleri dağıtmamalıdır. Umut da kaybedilecek bir şeydir. Umutsuz insanlar
ancak tüm kararlılıklarıyla mücadele ederler.
Onun yapması gereken
tek şey vardır. Erdoğan’ın gayrı meşru olduğunu ilan etmek ve herkesi onu
tanımamaya, ona itaat etmemeye çağırmak. Bıkmaksızın, Romalı Cato gibi,
Erdoğan’ın gitmesi gerektiğini söylemelidir. Bugün bir tek türkü çalınabilir.
Bir tek şiir okunabilir. Bir tek hikâye yazılabilir. “Erdoğan hal Olmadan
Hiçbir Şey Hallolmaz!.. Nokta!..”
Bugün muhalefet bunca
güçsüz ise ve CHP böylesine köpeksiz köyde değneksiz geziyorsa bunun en büyük
nedeni, HDP’nin durumu ve görevleri doğru tanımlamaktan uzak politikasıdır.”
Demirtaş şimdi saz istemeyi, şiir, hikaye yazmayı bıraktı ve
nihayet, hatırı için Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüne karşı oy vermeye
çağırıyor. HDP stratejik oy vermekten söz ediyor. Doğru yapıyorlar.
HDP’nin bu akıllı duruşu, bunu sürdürdüğü takdirde tüm Türkiye
(ve Ortadoğu) politikasında etkilerini kısa zamanda hissettirecektir. Şimdiden
ettiriyor da. Bütün iktidar ve hatta muhalefet bloku HDP ile uğraşıyor.
Herkes sizi tartışıyorsa, herkes size saydırıyorsa, herkes size
küfretse bile siz kazanmışsınız demektir.
(Seçimlerle ilgili sadece bir yazıdan bir alıntı yaptık.
Bloğumuza gidip seçimler gibi kelimelerle arama yaparsanız yığınla yazı
bulursunuz. Yine de birkaçının linkini verelim:
Ayrıca 1979 daki seçimlerden 2014 cumhurbaşkanlığı
seçimlerine kadar çeşitli seçimler vesilesiyle yazdığımız yazıların bir
derlemesi olan Seçim
Yazıları konulu kitap şu linkten indirilebilir:
Maalesef 2014 başkanlık seçimleri sonrasındaki seçim
yazılarını kitap olarak derleme imkanı bulamadık. Ancak bunların hemen hepsi
bloğumuzda var. Bloğumuz şu adrestedir:
25 Mart 2019 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder