“Zengin dağdan aşırır,
fakir düz yolda şaşırır” diye bir söz vardır. Olanaklarınız ve
rezervleriniz fazlaysa, dağdan aşırırsınız, ama çok kısıtlı olanaklarla çok dar
bir hareket alanında bir şeyler yapmak zorunda olduğunuzda düz yolda şaşırırsınız.
Yoksulluk yoksulluğu besler. Para parayı çeker.
Erdoğan-Ergenekon ittifakı baskı ve hileyle de olsa
kazanılmış seçim ve referandum zaferlerinin adından, işler iyice sapa sarmadan,
bu mahalli seçime iyice yüklenerek ellerini rahatlatmak ve en azından uzunca
bur süre seçim olmayacağından, daha rahat hareket etmek üzere, mahalli seçimi
bir genel seçim, hatta “beka sorunu” diyerek bir referandum havasına soktular.
Haklıydılar. Onlar için aynı zamanda bir beka sorunu idi. Tarih boyunca her
zaman egemenler kendi sonlarını dünyanın sonu olarak görürler ve bu nedenle her
türlü çılgınlığı yaparlar.
Ekonomik kriz, Türkiye’nin stratejik konumuna dayanarak yapılan
manevraların uluslararası politikada, özellikle Suriye’de ortaya çıkardığı
sıkışma, tüm baskılara, kanunsuzluklara rağmen muhalefetin hiçbir zaman tam
olarak bastırılamaması (ki bu bastıramamayı Kürt özgürlük hareketine borçluyuz.
Bu hareketi tecrit edebilmek için, Erdoğan-Ergenekon ittifakı laiklere, Alevilere
vs. (CHP ve İyi Partiye) belli bir hareket alanı vermek zorundadır. Onlara da
aynen Kürtlere davrandığı gibi davranırsa, karşısında çok geniş bir cephe bulur
ve Kürtler muhalefet içinde tecrit olmaktan kurtulur.) Erdoğan-Ergenekon
ittifakının hareket alanını kısıtladı.
İşte bu koşullarda düz yolda şaşırmaya başladılar. İki büyük
hata yaptılar.
·
Hukuken ne başkanlık sistemine ne de iktidara hiçbir
etkisi olmayacak bir mahalli seçimi genel seçim havasına sokarak, bir tür güven
oylamasına dönüştürerek, bir yenilgi halinde meşruiyetlerinin sorgulanacağı bir
seçime ve referanduma dönüştürdüler.
·
Muhalefeti köşeye sıkıştırmak ve HDP’yi iyice
tecrit etmek için HDP’yi baş hedef yaptılar.
Bu iki noktada da tabiri caiz ise “düz yolda şaşırdılar”. Ya
da kendi ayaklarına kurşun sıktılar.
Tüm yetkileri elinde tutan Erdoğan’ın alanlara çıkması ve
seçimleri neredeyse bir tek adam gösterisine dönüştürmesi de kendi başkanlığının
ve başkanlık sisteminin de bir güven oylamasına ve bir referanduma dönüşmesine
yol açtı. Muhtemelen bu mahalli seçimler sonunda hem Başkanlık Sistemi hem de
Erdoğan meşruiyetini yitirmiş olacaktır, Erdoğan kendi kazdığı kuyuya kendisi
düşmüş “düz yolda” şaşırmıştır.
HDP’yi hedef alarak muhalefeti köşeye sıkıştırma ve
savunmaya zorlama çabası tam aksine HDP’nin gündeme taşınmasına yol açtı, bir
bakıma HDP görünmezlikten görünürlüğe ve gündemin başına geçti. Mahalli Seçim
bir bakıma Erdoğan-Ergenekon ittifakı ile HDP arasında bir mücadeleye dönüştü.
İktidar yine kazdığı kuyuya kendisi düştü, yine “düz yolda” şaşırdı.
Bu durum ayrıca uzun yıllardır ilk defa HDP’nin akıllıca
taktiği ile de birleşince, bu seçimde belediyeleri CHP veya İyi Parti adayları
alsa da, bunlar HDP’nin oylarıyla kazanılmış zaferler olacak ve HDP’nin hanesine
yazılacaktır. Yani muhalefet zaferini HDP’ye borçlu olacaktır.
(Muhtemelen seçimlerden sonra CHP ve genel olarak muhalefetin
kendi başarılarında HDP’nin payını örtme çabaları ortaya çıkacaktır. İktidar
ise tam aksini iddia edecektir. Bu da HDP’nin daha da gündemde kalmasına ve ağırlığının
artmasına yol açacaktır.
MHP ve Bahçeli Erdoğan ile iş ve kader birliği yaparak,
yenilgi halinde onun yenilgisini de paylaşacaktır ve seçimlerden sonra
muhtemelen, yenilgi senin yüzünden oldu gibisinden aralarında ilk çatışma
başlayacaktır.)
Bütün bunlar bir arada bu mahalli seçimleri hem Başkanlık
sistemi hem de Erdoğan-Ergenekon ittifakı için bir referanduma dönüştürmüş bulunmaktadır. Hukuken böyle olmasa da fiilen
ve politik olarak mahalli seçimler bir referandum karakteri kazanmış
bulunmaktadır. Bu nedenle CHP ve İyi Partiye verilecek oylar bile
Ergenekon-Erdoğan ittifakına ve iktidarına hayır
anlamına gelecektir.
Sadece bu kadar da değil, seçim HDP ile Erdoğan-Ergenekon
ittifakının bir mücadelesine dönüştüğünden fiilen HDP’ye ve onun zaferine
verilecek oylara dönüşmüş bulunmaktadır. Bu durumu “beka sorunu” diyerek bizzat
kendileri yarattılar.
Bu durumda muhalefetin iktidarın üzerinde alacağı her oy
sistemin ve iktidarın meşruiyetinin sorgulanmasına yol açacaktır. Ve her oy nesnel
olarak HDP’nin hanesine yazılacaktır.
Güçlerin konumlanışı doğrudan pek görülmese de 7 Haziran
seçimlerine benzemektedir.
O zaman MHP’liler bile HDP’nin barajı aşması ve Erdoğan’ın
seçilmemesi için şu veya bu biçimde HDP’ye destek verir durumdaydılar. Bu
seçimde ise, HDP onların AKP-MHP iktidarını yenmesi için onlara destek veriyor.
O zaman onlar, özellikle CHP, HDP’nin başarısından kendilerine pay
çıkarıyorlardı. (Aslında oy olarak fazla bir katkıları yoktu ama atmosferi
etkiliyordu, HDP’nin tecridini engelliyordu, HDP’liler daha rahat çalışıyordu. (Ben
Türkiye’de 7 Haziran öncesi kadar Kürtlerin ve HDP’yi destekleyenlerin rahat
çalıştığı bir ortam hiç görmedim.) Ama bu sefer pay çıkarma sırası HDP’de
olacak, zaferlerini HDP’yi borçlu olacaklar.
Zaten seçim öncesinde bütün Türk şoveni ideolojilerine
rağmen, Kürtlerin oylarına muhtaç oldukları için HDP’ye iktidar gibi saldırmamaya
dikkat ettiler.
Eğer izlenimlerimiz bizi yanıltmıyorsa, bütün bunların
sonucu olarak şimdi diyebiliriz ki, iktidar bu seçimlerde bütün hile ve baskılarına
rağmen ciddi bir kayba uğrayacaktır ve bu zaferin bir tek sahibi olacaktır:
HDP.
Muhtemelen bu seçimlerin bir tek kazananı olacaktır: HDP
Bunu istemeden de olsa HDP’ye bahşeden bizzat Erdoğan ve
Ergenekon ittifakıdır.
Önceki seçimlerde “dağdan aşırdılar! ama bu seçimlerde ister
istemez “düz yolda şaşırdılar”.
*
bu muhtemel sonuç bütün dengeleri değiştirecektir. Bir
türbülansa girilmesine yol açacaktır. HDP’nin bu başarısı karşısında ekonomik kriz
ve uluslararası durumun da sıkıştırmasıyla hem iktidarla muhalefetin hem iktidarın
hem de muhalefetin içindeki çatlakların derinleşmesi, karşılıklı suçlamalar alıp
başını gidecektir.
Kürtleri ve HDP’yi baskı altına alma ve tecrit etme
politikasının iflası tekrar Kürt sorununu çözme tartışmalarının gündeme
taşınmasına yol açacaktır.
Alternatif arayışları artacaktır. İktidarın zayıflığını
görenler ufak ufak gemiyi terk etmenin yollarını arayacaklardır. Bu da krizi ve
bölünmeleri derinleştirecektir. Yani iktidarın ve hatta resmi muhalefetin krizinde
kendini besleyen bir süreç başlayacaktır
Kısaca önümüzdeki dönemde istikrarsız, ekonomik, politik ve
ideolojik krizlerin birbirini izlediği ve beslediği bir döneme girilecektir büyük
bir olasılıkla.
*
Demokrasi güçlerinin önümüzdeki bu dönemi iyi
değerlendirmesi gerekmektedir.
Çünkü Erdoğan-Ergenekon ittifakını yenmek yetmez, bu merkezi
ve bürokratik devleti de parçalamak, merkezi ve bürokratik olmayan, bir devlet
cihazı kurmak ve ulusun ve devletin Türklükle tanımlanmasına son vermek, hasılı
gerçekten bir Demokratik Cumhuriyet kurmak için tarihi bir fırsat ortaya
çıkacaktır. Erdoğan-Ergenekon ittifakı devleti tümüyle ele geçirerek. aslında kendi
iktidarlarıyla bu devleti özdeşleştirerek, bunun için de en elverişli koşulları
yaratmış bulunmaktadır.
Sorun Kürt Özgürlük hareketinin ve demokratik muhalefetin
bunu nasıl değerlendireceğindedir.
Demokratik muhalefetin (yani özünde Sosyalistlerin ve HDP’nin)
bu merkezi ve bürokratik cihazın tamamen tasfiye olması, parçalanması
gerektiğini, Müslümanın beş vakit namaz kılması gibi her noktada öne çıkarması,
insanların yazılı olmayan hafızalarına kazıması gerekir.
Sadece bu kadar da değil, demokratik bir cumhuriyetin organları olabilecek, kritik noktada bir “diyarşi” yani ikili iktidar organları olabilecek alternatif organları küçük de olsa oluşturmalıdır.
Sadece bu kadar da değil, demokratik bir cumhuriyetin organları olabilecek, kritik noktada bir “diyarşi” yani ikili iktidar organları olabilecek alternatif organları küçük de olsa oluşturmalıdır.
Çünkü böyle organlar olmadan, bu merkezi devletin parçalanması,
tıpkı Suriye, Libya, Somali vs. gibi ülkelerde görüldüğü gibi tam anlamıyla bir
kaosa da yol açabilir. bu durumda merkezi ve bürokratik yapı ehveni şer olarak
yine meşruiyetini tekrar olaşturabilir.
İkinci olarak ki birincisi (ki birincisi de buna bağlıdır) ulusun ve devletin Türklükle (ve Sünni İslamla) tanımlanmasına son verme, bunları politik alının dışına atmayı gündemleştirmelidir.
İkinci olarak ki birincisi (ki birincisi de buna bağlıdır) ulusun ve devletin Türklükle (ve Sünni İslamla) tanımlanmasına son verme, bunları politik alının dışına atmayı gündemleştirmelidir.
Dikkat edilsin, dillerin ve dinlerin politikleştirilmesinden
ve politik birimler olarak tanımlanmasından değil, tam aksinden söz ediyoruz. Dillere,
dinlere, etnilere vs. göre politik birimlerin belirlendiği bir ülkede (Ki bu
tam da HDP ve Dmokratik muhalefetin programıdır ve yanlış olduğu gibi başarısı
tam bir felakete yol açar) Lübnanlaşma ve kaos kaçınılmazdır.
Maalesef demokratik muhalefetin programı böyledir. Bu
nedenle Türk çoğunluğu kazanamamaktadır. Türklükle tanımlanmış devlet ve ulusça
Kürtlüğün (veya diğer dil ve dinlerin) tanınması değil, yani “statü” değil,
Türklüğün de tanınmaması, Türklüğün de bir statüsünün
olmaması programlaştırılmalıdır. Bu da özünde resmi dile son, herkese ana
dilinde eğitim. Tarih ve edebiyat kitaplarının, tüm diller ve dinlerden eşit
katılımcı yazarlarca hazırlanmasıdır. Bu olmadan, yani demokratik bir programı
olmadan demokratik muhalefet olamaz.
O halde,
1)
Merkezi, militer ve bürokratik cihazın
tasfiyesi, bütün organların her düzeyde tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü
ortamında seçilmesi ve gerçek gücü elinde bulundurması. Yani merkezi ve
bürokratik olmayan, yurttaşların üzerinde yükselmeyen, onlara hizmet eden,
onların ortak yaşamadan doğan ihtiyaçlarına uygun bir cihaz.
2)
Ulusun ve devletin bir dille, dinle vs. ile
hukuki ve fiili tanımlanmasına son verilmesi, devletin dilinin, dininin,
kültürünün, etnisinin vs. olmaması. Devletin ve ulusun, dil, din, kültür körü
olması, bunların kişilerin özel sorunu olması ve kişisel hürriyetler alanında
bulunması. Örneğin ulusun, devletin veya politik birimlerin Kürtlük veya Türklükle
değil, Türklük veya Kürtlükle tanımlanmaya karşı tanımlanması.
Bu iki programatik koşul, demokratik bir muhalefet, hareket
ve dönüşüm veya devrim için, demokratik bir cumhuriyetin kurulması için olmazsa
olmazdır.
Bunu öncelikle sosyalistlerin, HDP’nin, Kürt Özgürlük
Hareketinin benimsemesi, programını bu öneriye göre yeniden şekillendirmesi
gerekmektedir. Bu değişiklik olmadan hiçbir şey olmaz ve tarihin sunduğu bu
olanak yok edilir. (Bunun ideolojik ve teorik temeli de liberallerde veya
ulusalcılarda değil, bizim yazılarımızda ve çalışmalarımızda vardır.)
Ancak bu programatik koşul işin alfabesidir.
*
Şeytan azapta gerek.
Şeytan bu iktidardır, bu devlettir.
Ona toparlanma fırsatı verilmemelidir.
Seçim gününden başlayarak gerçek bir kitle hareketlenmesinin
olanakları araştırılmalı ve değerlendirilmelidir. bugün tamamen çürümüş birer
gerici faşiste dönmüş bu kitlenin birer modern yurttaşa, birer demokrata
dönüşmesi, kendi nefsine karşı savaşa girmesi gerekmektedir. Mulyonlarca
insanın dönüşümü için tarihin gösterdiği biricik yol vardır. Canlı ve
demokratik bir hareket içinde örgütlenme, dönüşüm ve kendi kendini eğitim.
Peki böyle bir hareket nasıl yaratılabilir? ya da böyle bir
hareketin oluşması için nasıl bir katalizatör (maya) işlevi görülebilir.
Gerçek bir kitle hareketi olabilmesi ve milyonların
katılabilmesi için, en temel yurttaşlık hakları (Dikkat edilsin dar anlamıyla
politik haklardan söz etmiyoruz) temelinde “Hak,
Adalet ve Demokrasi Nöbetleri” başlatılmalıdır. Kimbilir belki daha kısa ve
özlü olsun diye “Hak ve Adalet Nöbetleri”
veya “Demokrasi Nöbetleri” de
denebilir.
Yine Ergenekon-Erdoğan ittifakı en temel yurttaşlık aklarını
ayaklar altına alarak, en temel (seyahat etme, mülkiyet, bir yerde bulunma vs.)
haklarını ve bunları savunmayı politik mücadelenin konusu yapmış ve böylece en
geniş katılımlı, tüm parti sınırlarını aşan, temel yurttaş haklarını savunmaya
yönelik bir hareketin koşullarını oluşturmuş bulunmaktadır.
Dolayısıyla yapacağımız, en temel yurttaşlık hakları
alanında sivil itaatsizlik ile bu
hakları kullanmak ve savunmaktır.
Örneğin bir yerde bulunmak, bir yerden bir yere gitmek,
özünde politik eylemler değildir. Ama binlerce yurttaşın bir alanda hiç
bağırmadan, slogan atmadan, flama taşımadan “rastlantısal olarak” (Normal
zamanlarda İstiklal Caddesini göz önüne getirin. Bilmeyen orada sessiz bir
yürüyüş var zannedebilir. Şahsen ben sürekli akan kalabalığı görünce ilk anda
öyle sanmıştım 2007’de yıllar sonra ilk kez Türkiye’ye geldiğimde) bulunması özünde politik bir eylem
değildir.
Ama tam da böyle bir aslında politik olmayan politik ve
eylem olmayan eylem biçimiyle hem
yurttaşlık hakları savunulabilir, hem de bu politik olmayan eylem biçimi gerçek
bir politik mücadelenin aracına dönüştürülebilir.
Sessizlik, slogan atmamak, bayrak pankart taşımamak, tamamen
rastlantısalmış gibi her gün belli saatlerde belli yerlerde bulunmak biçiminde,
politik haklara değil (fikir, propaganda, örgütlenme özgürlüğü falan hak getire)
ama bundan önce, en temel yurttaşlık haklarına (bir yerde bulunmak, bir yere
gitmek, mülkiyet hakkı vs.) dayanmak, kitleselleşmenin
temel koşuludur.
Milyonlarca insanın katılımı olmadan ne Erdoğan-Ergenekon
ittifakına son verilebilir ne de bu merkezi ve bürokratik, ırkçı bir Türklükle
ve devletçi bir İslam’la tanımlanmış bu merkezi ve bürokratik devlet cihazı
tasfiye edilebilir. ne de iyice çürümüş bulunan milyonlar kendi nefisleriyle
mücadeleye girerek bu çürümüşlükten çıkabilir. Marks’ın dediği gibi ezilenler
her şeyden önce, kendilerini değiştirebilmeleri için devrimler gerekir.
Bunun için ilk adım, ancak böyle bir biçim ve kitlesel
hareket olabilir.
*
O halde seçim akşamından başlayarak her yerde seçim
sonuçlarını meydanlarda, seçim kurulları önünde vs. topluca izlemek gerekirdi
ve aslında tüm muhalefet partileri, tüm yurttaşları, daha önceki şaibeli
seçimlerin deneyine dayanarak, böyle davranmaya çağırabilirdi.
Seçim geceleri seçim izlemeler, patilerin eylemi olmaktan
çıkarılıp, iktidara oy vermiş normal yurttaşların bile seçim emniyeti ve
adaletini savunmak için aynı yerlerde seçim sonuçlarını sessizce izlediği Hak,
Adalet ve Demokrasi nöbetlerine döndürülebilirdi.
Bütün bunlar yapılmadı ve kimse en küçük bir kafa yormadı. Bunları
toplumun veya küçük de olsa demokratik muhalefetin gündemine taşımaya kimse
gayret etmedi.
Bari en azından
seçimlerden sonra Hak, Adalet ve
Demokrasi Nöbetlerine, hiçbir slogan atmadan, hiçbir bayrak, flama taşımadan,
her gün aynı yerlerde, aynı saatlerde bulunularak başlanabilir. Böyle sessiz
bir hareket milyonları bulduğunda bu selin önünde kimse duramaz.
Erdoğan-Ergenekon ittifakı da daha aylarca ve yıllarca bu milletin ensesinde
boza pişiremez.
Seçimin ertesi günü bütün bunlar için büyük bir olasılıkla
en elverişli psikolojik ve moral koşullar ortaya çıkmış olacaktır.
İktidar düz yolda şaşırdı, şimdi dağdan aşırma sırası demokratik
muhalefette.
Tarih önüne geniş olanaklar sunmuş bulunuyor.
30 Mart 2019 Cumartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder