30 Mart 2019 Cumartesi

Referanduma Dönmüş bir Mahalli Seçim ve Sonrası Üzerine


Zengin dağdan aşırır, fakir düz yolda şaşırır” diye bir söz vardır. Olanaklarınız ve rezervleriniz fazlaysa, dağdan aşırırsınız, ama çok kısıtlı olanaklarla çok dar bir hareket alanında bir şeyler yapmak zorunda olduğunuzda düz yolda şaşırırsınız. Yoksulluk yoksulluğu besler. Para parayı çeker.
Erdoğan-Ergenekon ittifakı baskı ve hileyle de olsa kazanılmış seçim ve referandum zaferlerinin adından, işler iyice sapa sarmadan, bu mahalli seçime iyice yüklenerek ellerini rahatlatmak ve en azından uzunca bur süre seçim olmayacağından, daha rahat hareket etmek üzere, mahalli seçimi bir genel seçim, hatta “beka sorunu” diyerek bir referandum havasına soktular. Haklıydılar. Onlar için aynı zamanda bir beka sorunu idi. Tarih boyunca her zaman egemenler kendi sonlarını dünyanın sonu olarak görürler ve bu nedenle her türlü çılgınlığı yaparlar.

Ekonomik kriz, Türkiye’nin stratejik konumuna dayanarak yapılan manevraların uluslararası politikada, özellikle Suriye’de ortaya çıkardığı sıkışma, tüm baskılara, kanunsuzluklara rağmen muhalefetin hiçbir zaman tam olarak bastırılamaması (ki bu bastıramamayı Kürt özgürlük hareketine borçluyuz. Bu hareketi tecrit edebilmek için, Erdoğan-Ergenekon ittifakı laiklere, Alevilere vs. (CHP ve İyi Partiye) belli bir hareket alanı vermek zorundadır. Onlara da aynen Kürtlere davrandığı gibi davranırsa, karşısında çok geniş bir cephe bulur ve Kürtler muhalefet içinde tecrit olmaktan kurtulur.) Erdoğan-Ergenekon ittifakının hareket alanını kısıtladı.
İşte bu koşullarda düz yolda şaşırmaya başladılar. İki büyük hata yaptılar.
·        Hukuken ne başkanlık sistemine ne de iktidara hiçbir etkisi olmayacak bir mahalli seçimi genel seçim havasına sokarak, bir tür güven oylamasına dönüştürerek, bir yenilgi halinde meşruiyetlerinin sorgulanacağı bir seçime ve referanduma dönüştürdüler.
·        Muhalefeti köşeye sıkıştırmak ve HDP’yi iyice tecrit etmek için HDP’yi baş hedef yaptılar.
Bu iki noktada da tabiri caiz ise “düz yolda şaşırdılar”. Ya da kendi ayaklarına kurşun sıktılar.
Tüm yetkileri elinde tutan Erdoğan’ın alanlara çıkması ve seçimleri neredeyse bir tek adam gösterisine dönüştürmesi de kendi başkanlığının ve başkanlık sisteminin de bir güven oylamasına ve bir referanduma dönüşmesine yol açtı. Muhtemelen bu mahalli seçimler sonunda hem Başkanlık Sistemi hem de Erdoğan meşruiyetini yitirmiş olacaktır, Erdoğan kendi kazdığı kuyuya kendisi düşmüş “düz yolda” şaşırmıştır.
HDP’yi hedef alarak muhalefeti köşeye sıkıştırma ve savunmaya zorlama çabası tam aksine HDP’nin gündeme taşınmasına yol açtı, bir bakıma HDP görünmezlikten görünürlüğe ve gündemin başına geçti. Mahalli Seçim bir bakıma Erdoğan-Ergenekon ittifakı ile HDP arasında bir mücadeleye dönüştü. İktidar yine kazdığı kuyuya kendisi düştü, yine “düz yolda” şaşırdı.
Bu durum ayrıca uzun yıllardır ilk defa HDP’nin akıllıca taktiği ile de birleşince, bu seçimde belediyeleri CHP veya İyi Parti adayları alsa da, bunlar HDP’nin oylarıyla kazanılmış zaferler olacak ve HDP’nin hanesine yazılacaktır. Yani muhalefet zaferini HDP’ye borçlu olacaktır.
(Muhtemelen seçimlerden sonra CHP ve genel olarak muhalefetin kendi başarılarında HDP’nin payını örtme çabaları ortaya çıkacaktır. İktidar ise tam aksini iddia edecektir. Bu da HDP’nin daha da gündemde kalmasına ve ağırlığının artmasına yol açacaktır.
MHP ve Bahçeli Erdoğan ile iş ve kader birliği yaparak, yenilgi halinde onun yenilgisini de paylaşacaktır ve seçimlerden sonra muhtemelen, yenilgi senin yüzünden oldu gibisinden aralarında ilk çatışma başlayacaktır.)
Bütün bunlar bir arada bu mahalli seçimleri hem Başkanlık sistemi hem de Erdoğan-Ergenekon ittifakı için bir referanduma dönüştürmüş bulunmaktadır. Hukuken böyle olmasa da fiilen ve politik olarak mahalli seçimler bir referandum karakteri kazanmış bulunmaktadır. Bu nedenle CHP ve İyi Partiye verilecek oylar bile Ergenekon-Erdoğan ittifakına ve iktidarına hayır anlamına gelecektir.
Sadece bu kadar da değil, seçim HDP ile Erdoğan-Ergenekon ittifakının bir mücadelesine dönüştüğünden fiilen HDP’ye ve onun zaferine verilecek oylara dönüşmüş bulunmaktadır. Bu durumu “beka sorunu” diyerek bizzat kendileri yarattılar.
Bu durumda muhalefetin iktidarın üzerinde alacağı her oy sistemin ve iktidarın meşruiyetinin sorgulanmasına yol açacaktır. Ve her oy nesnel olarak HDP’nin hanesine yazılacaktır.
Güçlerin konumlanışı doğrudan pek görülmese de 7 Haziran seçimlerine benzemektedir.
O zaman MHP’liler bile HDP’nin barajı aşması ve Erdoğan’ın seçilmemesi için şu veya bu biçimde HDP’ye destek verir durumdaydılar. Bu seçimde ise, HDP onların AKP-MHP iktidarını yenmesi için onlara destek veriyor. O zaman onlar, özellikle CHP, HDP’nin başarısından kendilerine pay çıkarıyorlardı. (Aslında oy olarak fazla bir katkıları yoktu ama atmosferi etkiliyordu, HDP’nin tecridini engelliyordu, HDP’liler daha rahat çalışıyordu. (Ben Türkiye’de 7 Haziran öncesi kadar Kürtlerin ve HDP’yi destekleyenlerin rahat çalıştığı bir ortam hiç görmedim.) Ama bu sefer pay çıkarma sırası HDP’de olacak, zaferlerini HDP’yi borçlu olacaklar.
Zaten seçim öncesinde bütün Türk şoveni ideolojilerine rağmen, Kürtlerin oylarına muhtaç oldukları için HDP’ye iktidar gibi saldırmamaya dikkat ettiler.
Eğer izlenimlerimiz bizi yanıltmıyorsa, bütün bunların sonucu olarak şimdi diyebiliriz ki, iktidar bu seçimlerde bütün hile ve baskılarına rağmen ciddi bir kayba uğrayacaktır ve bu zaferin bir tek sahibi olacaktır: HDP.
Muhtemelen bu seçimlerin bir tek kazananı olacaktır: HDP
Bunu istemeden de olsa HDP’ye bahşeden bizzat Erdoğan ve Ergenekon ittifakıdır.
Önceki seçimlerde “dağdan aşırdılar! ama bu seçimlerde ister istemez “düz yolda şaşırdılar”.
*
bu muhtemel sonuç bütün dengeleri değiştirecektir. Bir türbülansa girilmesine yol açacaktır. HDP’nin bu başarısı karşısında ekonomik kriz ve uluslararası durumun da sıkıştırmasıyla hem iktidarla muhalefetin hem iktidarın hem de muhalefetin içindeki çatlakların derinleşmesi, karşılıklı suçlamalar alıp başını gidecektir.
Kürtleri ve HDP’yi baskı altına alma ve tecrit etme politikasının iflası tekrar Kürt sorununu çözme tartışmalarının gündeme taşınmasına yol açacaktır.
Alternatif arayışları artacaktır. İktidarın zayıflığını görenler ufak ufak gemiyi terk etmenin yollarını arayacaklardır. Bu da krizi ve bölünmeleri derinleştirecektir. Yani iktidarın ve hatta resmi muhalefetin krizinde kendini besleyen bir süreç başlayacaktır
Kısaca önümüzdeki dönemde istikrarsız, ekonomik, politik ve ideolojik krizlerin birbirini izlediği ve beslediği bir döneme girilecektir büyük bir olasılıkla.
*
Demokrasi güçlerinin önümüzdeki bu dönemi iyi değerlendirmesi gerekmektedir.
Çünkü Erdoğan-Ergenekon ittifakını yenmek yetmez, bu merkezi ve bürokratik devleti de parçalamak, merkezi ve bürokratik olmayan, bir devlet cihazı kurmak ve ulusun ve devletin Türklükle tanımlanmasına son vermek, hasılı gerçekten bir Demokratik Cumhuriyet kurmak için tarihi bir fırsat ortaya çıkacaktır. Erdoğan-Ergenekon ittifakı devleti tümüyle ele geçirerek. aslında kendi iktidarlarıyla bu devleti özdeşleştirerek, bunun için de en elverişli koşulları yaratmış bulunmaktadır.
Sorun Kürt Özgürlük hareketinin ve demokratik muhalefetin bunu nasıl değerlendireceğindedir.
Demokratik muhalefetin (yani özünde Sosyalistlerin ve HDP’nin) bu merkezi ve bürokratik cihazın tamamen tasfiye olması, parçalanması gerektiğini, Müslümanın beş vakit namaz kılması gibi her noktada öne çıkarması, insanların yazılı olmayan hafızalarına kazıması gerekir.
Sadece bu kadar da değil, demokratik bir cumhuriyetin organları olabilecek, kritik noktada bir “diyarşi” yani ikili iktidar organları olabilecek alternatif organları küçük de olsa oluşturmalıdır.
Çünkü böyle organlar olmadan, bu merkezi devletin parçalanması, tıpkı Suriye, Libya, Somali vs. gibi ülkelerde görüldüğü gibi tam anlamıyla bir kaosa da yol açabilir. bu durumda merkezi ve bürokratik yapı ehveni şer olarak yine meşruiyetini tekrar olaşturabilir.
İkinci olarak ki birincisi (ki birincisi de buna bağlıdır) ulusun ve devletin Türklükle (ve Sünni İslamla) tanımlanmasına son verme, bunları politik alının dışına atmayı gündemleştirmelidir.
Dikkat edilsin, dillerin ve dinlerin politikleştirilmesinden ve politik birimler olarak tanımlanmasından değil, tam aksinden söz ediyoruz. Dillere, dinlere, etnilere vs. göre politik birimlerin belirlendiği bir ülkede (Ki bu tam da HDP ve Dmokratik muhalefetin programıdır ve yanlış olduğu gibi başarısı tam bir felakete yol açar) Lübnanlaşma ve kaos kaçınılmazdır.
Maalesef demokratik muhalefetin programı böyledir. Bu nedenle Türk çoğunluğu kazanamamaktadır. Türklükle tanımlanmış devlet ve ulusça Kürtlüğün (veya diğer dil ve dinlerin) tanınması değil, yani “statü” değil, Türklüğün de tanınmaması, Türklüğün de bir statüsünün olmaması programlaştırılmalıdır. Bu da özünde resmi dile son, herkese ana dilinde eğitim. Tarih ve edebiyat kitaplarının, tüm diller ve dinlerden eşit katılımcı yazarlarca hazırlanmasıdır. Bu olmadan, yani demokratik bir programı olmadan demokratik muhalefet olamaz.
O halde,
1)     Merkezi, militer ve bürokratik cihazın tasfiyesi, bütün organların her düzeyde tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ortamında seçilmesi ve gerçek gücü elinde bulundurması. Yani merkezi ve bürokratik olmayan, yurttaşların üzerinde yükselmeyen, onlara hizmet eden, onların ortak yaşamadan doğan ihtiyaçlarına uygun bir cihaz.
2)     Ulusun ve devletin bir dille, dinle vs. ile hukuki ve fiili tanımlanmasına son verilmesi, devletin dilinin, dininin, kültürünün, etnisinin vs. olmaması. Devletin ve ulusun, dil, din, kültür körü olması, bunların kişilerin özel sorunu olması ve kişisel hürriyetler alanında bulunması. Örneğin ulusun, devletin veya politik birimlerin Kürtlük veya Türklükle değil, Türklük veya Kürtlükle tanımlanmaya karşı tanımlanması.
Bu iki programatik koşul, demokratik bir muhalefet, hareket ve dönüşüm veya devrim için, demokratik bir cumhuriyetin kurulması için olmazsa olmazdır.
Bunu öncelikle sosyalistlerin, HDP’nin, Kürt Özgürlük Hareketinin benimsemesi, programını bu öneriye göre yeniden şekillendirmesi gerekmektedir. Bu değişiklik olmadan hiçbir şey olmaz ve tarihin sunduğu bu olanak yok edilir. (Bunun ideolojik ve teorik temeli de liberallerde veya ulusalcılarda değil, bizim yazılarımızda ve çalışmalarımızda vardır.)
Ancak bu programatik koşul işin alfabesidir.
*
Şeytan azapta gerek.
Şeytan bu iktidardır, bu devlettir.
Ona toparlanma fırsatı verilmemelidir.
Seçim gününden başlayarak gerçek bir kitle hareketlenmesinin olanakları araştırılmalı ve değerlendirilmelidir. bugün tamamen çürümüş birer gerici faşiste dönmüş bu kitlenin birer modern yurttaşa, birer demokrata dönüşmesi, kendi nefsine karşı savaşa girmesi gerekmektedir. Mulyonlarca insanın dönüşümü için tarihin gösterdiği biricik yol vardır. Canlı ve demokratik bir hareket içinde örgütlenme, dönüşüm ve kendi kendini eğitim.
Peki böyle bir hareket nasıl yaratılabilir? ya da böyle bir hareketin oluşması için nasıl bir katalizatör (maya) işlevi görülebilir.
Gerçek bir kitle hareketi olabilmesi ve milyonların katılabilmesi için, en temel yurttaşlık hakları (Dikkat edilsin dar anlamıyla politik haklardan söz etmiyoruz) temelinde “Hak, Adalet ve Demokrasi Nöbetleri” başlatılmalıdır. Kimbilir belki daha kısa ve özlü olsun diye “Hak ve Adalet Nöbetleri” veya “Demokrasi Nöbetleri” de denebilir.
Yine Ergenekon-Erdoğan ittifakı en temel yurttaşlık aklarını ayaklar altına alarak, en temel (seyahat etme, mülkiyet, bir yerde bulunma vs.) haklarını ve bunları savunmayı politik mücadelenin konusu yapmış ve böylece en geniş katılımlı, tüm parti sınırlarını aşan, temel yurttaş haklarını savunmaya yönelik bir hareketin koşullarını oluşturmuş bulunmaktadır.
Dolayısıyla yapacağımız, en temel yurttaşlık hakları alanında sivil itaatsizlik ile bu hakları kullanmak ve savunmaktır.
Örneğin bir yerde bulunmak, bir yerden bir yere gitmek, özünde politik eylemler değildir. Ama binlerce yurttaşın bir alanda hiç bağırmadan, slogan atmadan, flama taşımadan “rastlantısal olarak” (Normal zamanlarda İstiklal Caddesini göz önüne getirin. Bilmeyen orada sessiz bir yürüyüş var zannedebilir. Şahsen ben sürekli akan kalabalığı görünce ilk anda öyle sanmıştım 2007’de yıllar sonra ilk kez Türkiye’ye geldiğimde) bulunması özünde politik bir eylem değildir.
Ama tam da böyle bir aslında politik olmayan politik ve eylem olmayan eylem  biçimiyle hem yurttaşlık hakları savunulabilir, hem de bu politik olmayan eylem biçimi gerçek bir politik mücadelenin aracına dönüştürülebilir.
Sessizlik, slogan atmamak, bayrak pankart taşımamak, tamamen rastlantısalmış gibi her gün belli saatlerde belli yerlerde bulunmak biçiminde, politik haklara değil (fikir, propaganda, örgütlenme özgürlüğü falan hak getire) ama bundan önce, en temel yurttaşlık haklarına (bir yerde bulunmak, bir yere gitmek, mülkiyet hakkı vs.) dayanmak, kitleselleşmenin temel koşuludur.
Milyonlarca insanın katılımı olmadan ne Erdoğan-Ergenekon ittifakına son verilebilir ne de bu merkezi ve bürokratik, ırkçı bir Türklükle ve devletçi bir İslam’la tanımlanmış bu merkezi ve bürokratik devlet cihazı tasfiye edilebilir. ne de iyice çürümüş bulunan milyonlar kendi nefisleriyle mücadeleye girerek bu çürümüşlükten çıkabilir. Marks’ın dediği gibi ezilenler her şeyden önce, kendilerini değiştirebilmeleri için devrimler gerekir.
Bunun için ilk adım, ancak böyle bir biçim ve kitlesel hareket olabilir.
*
O halde seçim akşamından başlayarak her yerde seçim sonuçlarını meydanlarda, seçim kurulları önünde vs. topluca izlemek gerekirdi ve aslında tüm muhalefet partileri, tüm yurttaşları, daha önceki şaibeli seçimlerin deneyine dayanarak, böyle davranmaya çağırabilirdi.
Seçim geceleri seçim izlemeler, patilerin eylemi olmaktan çıkarılıp, iktidara oy vermiş normal yurttaşların bile seçim emniyeti ve adaletini savunmak için aynı yerlerde seçim sonuçlarını sessizce izlediği Hak, Adalet ve Demokrasi nöbetlerine döndürülebilirdi.
Bütün bunlar yapılmadı ve kimse en küçük bir kafa yormadı. Bunları toplumun veya küçük de olsa demokratik muhalefetin gündemine taşımaya kimse gayret etmedi.
 Bari en azından seçimlerden sonra Hak, Adalet ve Demokrasi Nöbetlerine, hiçbir slogan atmadan, hiçbir bayrak, flama taşımadan, her gün aynı yerlerde, aynı saatlerde bulunularak başlanabilir. Böyle sessiz bir hareket milyonları bulduğunda bu selin önünde kimse duramaz. Erdoğan-Ergenekon ittifakı da daha aylarca ve yıllarca bu milletin ensesinde boza pişiremez.
Seçimin ertesi günü bütün bunlar için büyük bir olasılıkla en elverişli psikolojik ve moral koşullar ortaya çıkmış olacaktır.
İktidar düz yolda şaşırdı, şimdi dağdan aşırma sırası demokratik muhalefette.
Tarih önüne geniş olanaklar sunmuş bulunuyor.
30 Mart 2019 Cumartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:

Hiç yorum yok: