30 Haziran 2017 Cuma

#ADALET Yürüyüşü ve HDP’nin “Hal-i Pürmelâl”i

Özellikle #ADALET Yürüyüşü başladığından beri HDP’nin ne dediğini, nasıl bir politika izlediğini anlayan varsa beri gelsin.

Pervin Buldan: “#ADALET herkes için istenirse #ADALET olur. Sadece kendilerine yapılan haksızlıklar için #ADALET aramak yanlıştır. Bizler yürüyen yurttaşlarımız Kandıra’ya ulaştıklarında manevi bir karşılama yapacağız. Fakat yürüyüş Edirne’ye kadar uzatılırsa bizler de #ADALET arayışlarının samimiyetine inanarak dâhil oluruz.”

Ahmet Yıldırım: "Biz bu yürüyüşün yanındayız, destekliyoruz. Bu yürüyüşe belli bir yerden katılacağımız içimizde tartışılan bir husustur. Yarın MYK toplantımızdan sonra bu netleşecektir. Yürüyüşün en uygun, en iyi katkı sunabileceğimiz yerinden itibaren içerisinde bulunacağız. Yoksa düşünsel olarak, destek olarak hiçbir zaman dışında olmadık."

Sırrı Süreyya Önder: “Sorun sadece bizde değiliz. Geniş toplumsal kesimler ancak ilkeler ve doğru çerçevelenmiş çağrılar etrafında bir araya gelebilir (...) Gerisi selde kütük misali oradan oraya çarparak ufalanmak ve hacim kaybetmekle sonuçlanır. Ortak bir eylem mümkündü.

Ahmet Türk: “Sağlığımın el verdiği kadar yürüyüşe eşlik edeceğim.”

Daha uzatılabilir, bu dördü yeter.

Buldan: destek için “samimiyet” ve “Edirne’ye” yürünmesi koşulunu koyuyor; Yıldırım hiçbir koşul koymadan “destek” belirtiyor, “en iyi katkı”yı nasıl yapacaklarını tartıştıklarını belirtiyor; Önder: başlangıçta bizimle birlikte başlanmadı ve geniş bir birlik oluşturulmadı, o halde geçmiş olsun anlamında şeyler söylüyor;  Ahmet Türk hiçbir koşul belirtmeden yürüyüşe “eşlik edeceğini” söylüyor.

Bu farklı duruşlardan normal bir insan “HDP şunu diyor” diye bir sonuç çıkarabilir mi?

Hayır.

Peki, neden böyle?

Bunu HDP önderliğinin içerde (hapiste) olmasıyla “açıklayanlar” olabilir.

Ama bu “açıklama” da bir açıklama değildir.

Çünkü Selahattin Demirtaş da bulunduğu yerden elbet görüşünü belirtebilir ve partisini toparlayabilir.

Şu ana kadar yürüyüş hakkında duruşunu yansıtan bir açıklama yapmış;  onu yapamıyorsa bir imada bulunmuş değil.

Demirtaş, maalesef politik strateji ve taktikler bağlamında son derece zayıf kalmaktadır. Belki verili bir politikayı ve stratejiyi iyi temsil edebiliyor, açıklayabiliyor ama sürekli değişen dengelere ve koşullara göre kritik ana halkayı yakalama ve o konuda doğru bir duruş ortaya koymada başarısız olduğu görülüyor.

Demirtaş, resim yapıyor, şiir, hikâye yazıyor. Binlerce insan hareketlenirken sesi çıkmıyor.

Özel olarak HDP’deki genel olarak da Kürt Özgürlük Hareketindeki kritik zaman ve durumlardaki bu tavırsızlık, ne yapacağını bilememe bir rastlantı değildir.

Aynı durum Gezi’de de olmuştu. Bereket o zamanlar Öcalan ile görüşme imkânı vardı ve Öcalan tavrıyla durumu toparlamıştı. Ayrıca Sırrı Süreyya direnişin başlamasına vesile olanlardan biri olduğundan HDP’nin şaşkınlığı ve ne olduğunu anlamakta ne kadar yetersiz olduğu dikkatlerden kaçmış veya arada kaynamıştı.  (Aynı Sırrı Süreyya, Gezi’deki rolü nedeniyle ortaya çıkan desteği belediye seçimlerinde Gezi’yi oya çevirmeye çalışarak bozuk para gibi de harcamıştı.)

Aslında aynı ufuksuzluk #HAYIR kampanyasında da görüldü. HDP kendi bayrağıyla seçim kampanyası benzeri bir #HAYIR kampanyası yapacak yerde, kendi ismini geri plana iterek, #HAYIR’dan hareketle bir kitle hareketi, bir sivil direniş biçimi ortaya çıkabilirdi, şimdi Kılıçdaroğlu’nun yaptığını o zaman kendisi yapabilirdi.

Ama “Herkesin #Hayır’ı kendine” diyerek bunun yolunu baştan kesti.

*

Referandum’da CHP ise kendini ikinci plana iten bir kampanya yürüterek daha akıllıca davrandı. Kendi adını öne çıkarmadan sadece ##ADALET diye yürümenin ipuçlarını verdi. Ama bu yürüyüşün sonunda ne olacağının ipuçları da yine CHP’nin referandumdan sonra yaptıklarında görülebilir.

Bu vesileyle CHP satar diye bu yürüyüşe uzak duranlara bir söz. CHP elbette satacaktır. Bunu veri kabul etmek gerekir.

Ama tam da satılmamak için, bu #ADALET sloganına sahip çıkılmalı, yürünmeli, hareket genişletilmeli, derinleştirilmeli ve örgütlenmeli. Yani bu kitle hareketlenmesini sadece CHP’nin inisiyatifine bırakmamak için her şey yapılmalı. CHP bir süre sonra başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücüye dönecektir. O zaman işi satacak ya da dağın fare doğurması durumunda bırakacaktır.

Bu noktada yılgınlık ve dağılma gelir. Ondan sonra da Erdoğan’ın 15 Temmuz yıldönümünde yeni bir saldırısı başlar muhtemelen ve bu sefer yürüyüş öncesinden bile daha kötü bir duruma düşülebilir.

Gezi’de veya Referandum’da olduğu gibi bir yılgınlık ve dağınıklığın egemen olmaması için tam da böyle davranmak gerekmektedir. Yürüyüş boyunca kitlenin hareketlenmesi ve örgütlenmesi için eylem biçimleri bulunmalı ve organlar yaratılmalıdır. Örneğin #ADALET Meclisleri kurulabilir, #ADALET isten herkesin birey olarak katılabileceği.

Örgüt temsiline dayanmayan, ama her bireyin aynı zamanda görüşlerini yansıtmak ve destek almak için her biçimde birlikler oluşturabileceği. Kararların evet-hayır ve çoğunluk-azınlık ile değil, örneğin tüm eğilimleri yansıtan oydaşma (Her öneriye herkesin kendi reddi ölçüsünde bir puan vermesi ve en az reddedilenin kabulü) ile alınacağı.

*

HDP neden böyle?

Bunun derin toplumsal nedenleri var.

Ama şimdi bu nedenlere girmeyelim.

HDP’nin yapması gereken nedir?
Bir kere HDP kendisinin bu yürüyüş vesilesiyle muhatap alınması veya eşit bir partner gibi görülmesi gibi koşulları bir kenara bırakmalıdır.

Bunda ısrarı iyice refüze olmasına veya bütünüyle bu kitle hareketlenmesi ve radikalleşmesinin dışına düşmesine yol açacaktır.

Unutmayalım, bu yürüyüşü Kılıçdaroğlu kişi olarak kendisi başlattı, parti olarak başlatmadı.

Her zaman bu gerekçenin ardında durarak, HDP’yi politik muhatap almayı veya HDP olarak katılınmasını reddedecektir.

Aslında HDP’nin tam da Kılıçdaroğlu’nun sahiplendiği böyle bir tarzı savunması gerekir. Politik birimlerin bir araya gelmesinden ise, somut politik hedefler etrafında fiili, her yurttaşın bir araya gelebileceği biçimler önermeli ve bu yönde girişim göstermelidir.

Ama HDP, kendisini felç eden “bileşen hukuku”ndan ötesini göremediğinden hala kendisini bu yürüyüşün bir bileşeni olarak kabul ettirmeye çalışmaktadır.

Bu yürüyüşte aksine tam da eğer CHP fiilen bir “bileşen hukuku” uygulamaya kalkarsa olan karşı “birey hukuku” savunulmalı ve hayata geçirilmelidir.

Ancak böylece Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin bu yürüyüşü, temsilcisi oldukları bürokratik kastın, dar çıkarlarına kurban etmesi engellenebilir.

Slogan doğrudur ve birleştiricidir: #ADALET!

Biçim doğrudur ve birleştiricidir: Yürümek

Bu bayrak ve eylem biçimi, insanların hareketlenmesini, #ADALET isteminin ülke gündemini belirlemesini, örgütlenmesini mümkün kılmaktadır.

Demokrasi her şeyden önce politik aktif ve haklarına sahip çıkan yurttaşlar gerektirir.  Böyle yurttaşlar ise ancak hareket içinde, mücadele içinde hızla ve milyonlarca ortaya çıkabilir.

İşçilerin grevinin desteklemek için nasıl bir koşul öne sürülmezse bu yürüyüş için de öyle bir şart getirilemez.

Türkiye’de #ADALET ayaklar altında ve bir takım yurttaşlar bunun için yollara düşmüş mü?

Evet düşmüş.

Yapılacak bir tek iş vardır. Buna sahip çıkmak, desteklemek ve mümkünse işin hamallığını da üstlenerek etkileme olanaklarını arttırmak.

HDP hiç Kandıra’yı falan beklemeden, bir tek gün bile yitirmeden, yürüyüşü desteklediğini ilan edip tüm üye ve destekçilerini, tüm yurttaşları bu yürüyüşe derhal katılmaya onun örgütlenmesinde yer almaya davet etmelidir.

Bizzat HDP bu yürüyüşte, her türlü politik anlam kazanmış sembollerin ve bayrakların taşınmasına karşı çıkmalı ve bir tek #ADALET sembolünü bayraklaştırmalıdır.

Çünkü Kürtlerin katılımı için de bu gereklidir. Türk bayrağı da olmaması sağlanmalıdır. #ADALET bir dil ve din vurgusu taşımadığından tam da bu işleve uygundur.

HDP katılımın bayrak ve flamalarla değil, politik veya örgütsel kimliklerle değil #ADALET bayrağıyla ve #ADALET yürüyüşüne ve talebine destek olan yurttaşlar sıfatıyla olmasını savunmalıdır. Böyle bir tavır hem yürüyüşü genişletir, sağlamlaştırır hem de kendisinin refüze olmaktan kurtulmasını sağlayabilir. Hatta şimdiye kadarki dışta kalmışlıktan kurtulmasını sağlayabilir.
Çünkü öyle görülüyor ki, HDP, HDP olarak katılmaktan ve kendisinin muhatap alınmasından yola çıkmakta ve neredeyse bunu bir koşul gibi öne sürmektedir.

Hâlbuki Kılıçdaroğlu, bu yürüyüşü ben bir yurttaş olarak başlattım ve CHP olarak yürümüyoruz diyor. Yani, HDP’yi siyasi bir parti olarak yürüyüşe katılımını bunu kabul etmeyeceğini ifade etmiş bulunuyor. O halde yapılması gerekenler şunlardır:

Birincisi, HDP Hiçbir koşul öne sürmeden, #ADALET bayrağını ve yürüyüşünü sahiplenmelidir. Ve bunu derhal yapmalıdır. HDP’liler HDP’li olarak değil, #ADALET isteyen yurttaşlar olarak en önde katılmalıdırlar ve herkese de böyle katılma çağrısı yapmalıdırlar.

Aksi takdirde, koşul olarak tanınmayı ve HDP olarak katılımı ortaya koyduğunda, bu kabul edilmeyeceğinden, çok ciddi bir kitle hareketlenmesinin dışında kalacaktır. Dışında kalmamak için katıldığında ise akıntıya karşı duramadığı için katılmış olacaktır.

(Elbette tıpkı referandumda başlangıçta boykot diyenlerin epey bir ağırlığı olması gibi, Kürtler arasında da bu yürüyüşe aynı gözle bakan bir güçlü eğilim vardır. Ama referandumda nasıl asılınca bu eğilim geriletildiyse, aynısı şimdi de yapılabilir.)

İkincisi, bu yürüyüşte CHP’nin özellikle sonuna doğru ihanet edeceğini veri kabul edip öyle katılmak gerekiyor. Nasıl seçimlere bile Erdoğan’ın her türlü provokasyon yapacağını, baskı uygulayacağını bilerek ve bekleyerek katılıyorsak öyle.

Bunun böyle olacağı bizzat referandumdan bellidir. Bu CHP’nin karakteri ile ilgilidir. Bu nedenle, katılmak, CHP yürüyüşü sattığında veya dağın fare doğurması gibi bıraktığında onu CHP’nin bu satışından korumak; demoralizasyonu engellemek; zararı minimuma indirmek için de hayati önemdedir.

Üçüncüsü, sadece bu yürüyüşe katılmakla kalmamalı. Türkiye’nin her yerinde benzer yürüyüşler ve/veya nöbetler başlatılmalı. Yürümek temel yurttaşlık hakkıdır. Bir yerde durmak, bulunmak temel yurttaşlık hakkıdır.

#ADALET sözlerinden başka hiçbir bayrak, hiçbir pankart, döviz olmayan sadece #ADALET sözleriyle her şehrin önemli merkezlerinde her gün #ADALET nöbetleri başlatılabilir. Böylece milyonlarca insanın bir seyirci veya uzaktan sempatizan olmaktan çıkıp aktif katılımı ve mobilizasyonu sağlanabilir.

Örneğin böylece her şehrin merkezi noktalarında, her gün akşamüstü iş çıkışı saatlerinde #ADALET nöbetleri ile geniş bir kitle mobilizasyonu sağlanabilir.

Kılıçdaroğlu bu hareketin başlatıcısı olmuştu böylece HDP yayıcısı olabilir. Böylece ağırlık tüm ülkeye yayılır.

Bu olanak Erdoğan’ı durdurmak ve yenmek için belki de son olanaktır. Bu olanak yitirildiği takdirde çok kötü yenilgiler bunu izleyebilir.

Dördüncüsü, sadece bunlar da yetmez. #ADALET yürüyüşü ve Nöbetlerine katılan her bireyin bir yurttaş olarak katılabileceği; sorunlarını tartışabileceği, kararlar alabileceği #ADALET Meclisleri örgütlenebilir.

Bugünkü merkezi ve bürokratik devletin karşısında bunlar demokrasi ve #ADALET isteyen yurttaşların alternatif organları haline gelebilir.

Bu #ADALET hareketi belki de Erdoğan’ı durdurmak için son fırsattır.

Demir tavında dövülür.

30 Haziran 2017 Cuma

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/

Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona

Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar

Kitaplarımızı İndirmek İçin:

https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg

https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA

 

 

3 yorum:

Hatopkaya dedi ki...

Sayın Demir Küçükaydın'ın yazısının başlangıç kısmı ağırlıklı subjektif ön görülere dayalı bir biçimde, HDP'li yetkililerin öneri ve 'böyle olsaydı daha iyi olurdu' türünden temennilerini, talep ve şartmış gibi lanse etmesi bence gerçeği yansıtmamakta. Böyle ele alınsa sayın Ahmet Türk'ün "sağlığım elverdiği ölçüde yürürüm" sözünüde 'sağlığımı düzeltirlerse katılırım' diye çarpıtmak mümkün. Yazı içerisinde ağırlıklı olarak, HDP'nin sanki yürüyüşe katılmaktan imtina ediyormuş intibasını işlemesinde bir anti HDP propagandası düzeyinde. Bunun yerine yazının sonuna doğru sıraladığı 4maddenin özellikle 3. maddesindeki dili kullanmayı yazının tümünde kullanmış olsaydı daha birleştirici bir rol oynayacaktı.
Her nekadar HDP parti olarak katılma şartı öne sürmüş olmasada, özellikle partinin lideri ve eş başkanlarından biri olan sayın Demirtaş'ın olmaması nedeniyle parti adı vererek ama sembollerini kullanmayarak katılmalarında bir sakınca olmasa gerek. Tıpkı diğer örgüt ve grupların bizde katılıyoruz derken kim olarak katıldıklarını açıklamalarına rağmen, sembollerini kullanmadıkları gibi. Şayet öküzün altında buzağı arayacaksak, Kılıçdaroğlu'nun "kimse bayrak ve sembolleriyle katılmasın" sözünü dayatma olarak ele almak mümkün.
Evet doğrudur bu eyleme dayanışma ve katkı sunulup, büyütülmeli ve dahada yaygınlaştırılmalıdır. Zarar verecek her davranıştan uzak durulmalıdır.

Saygılarımla
Hasan Topkaya

Unknown dedi ki...

Sayın Demir Küçükaydın'ın yazısının başlangıç kısmı ağırlıklı subjektif ön görülere dayalı bir biçimde, HDP'li yetkililerin öneri ve 'böyle olsaydı daha iyi olurdu' türünden temennilerini, talep ve şartmış gibi lanse etmesi bence gerçeği yansıtmamakta. Böyle ele alınsa sayın Ahmet Türk'ün "sağlığım elverdiği ölçüde yürürüm" sözünüde 'sağlığımı düzeltirlerse katılırım' diye çarpıtmak mümkün. Yazı içerisinde ağırlıklı olarak, HDP'nin sanki yürüyüşe katılmaktan imtina ediyormuş intibasını işlemesinde bir anti HDP propagandası düzeyinde. Bunun yerine yazının sonuna doğru sıraladığı 4maddenin özellikle 3. maddesindeki dili kullanmayı yazının tümünde kullanmış olsaydı daha birleştirici bir rol oynayacaktı.
Her nekadar HDP parti olarak katılma şartı öne sürmüş olmasada, özellikle partinin lideri ve eş başkanlarından biri olan sayın Demirtaş'ın olmaması nedeniyle parti adı vererek ama sembollerini kullanmayarak katılmalarında bir sakınca olmasa gerek. Tıpkı diğer örgüt ve grupların bizde katılıyoruz derken kim olarak katıldıklarını açıklamalarına rağmen, sembollerini kullanmadıkları gibi. Şayet öküzün altında buzağı arayacaksak, Kılıçdaroğlu'nun "kimse bayrak ve sembolleriyle katılmasın" sözünü dayatma olarak ele almak mümkün.
Evet doğrudur bu eyleme dayanışma ve katkı sunulup, büyütülmeli ve dahada yaygınlaştırılmalıdır. Zarar verecek her davranıştan uzak durulmalıdır.

Saygılarımla
Hasan Topkaya

Murat AYGEN dedi ki...

«Sevdâlınız» 25 Temmuz 1951 tarihinde vatandaşlıktan çıkartıldığında zamanın CHP'si «Adalet, adalet» diye bırakın İstanbul'a kadar, TBMM tuvaletine kadar bile yürümedi. BERBEROĞLU'nun komünist silsile-i merâtipte rütbesi O'nunkinden de yüksek olmalı!