Kişisel kanım, HDP’nin şu an
yüzde onu aştığı yönündedir.
Kürtlerin oyları ve yüzde
biri zor bulan, liberal, sosyalist, demokrat denebileceklerin oyları bunlara ek
olarak çok cüzi miktarda CHP’lilerden gelecek stratejik oylar; AKP’lilerden
gelebilecek Erdoğan’a ders verme oyları veya sandığa gitmemeler vs., hepsi bir
arada HDP’nin yüzde onu aşmasını sağlamaktadır.
Ancak HDP yüzde 10’u aşmakla
yüzde 10’u aşamaz. Karayılan’ın da dediği gibi, gerçek Baraj yüzde 12 civarındadır.
En az yüzde 12’lik bir oy AK Parti hükümetinin hilelerle örtemeyeceği bir
şekilde, HDP’nin barajı aşmasını sağlayabilir.
Soru şudur: HDP yüzde 12’yi aşabilecek
midir?
Ve biraz düşünülürse şöyle
bir denklemin ortaya çıktığı görülür. HDP’nin yüzde 12’yi ancak büyük bir kıta
kayması ile aşabilir. Ama bu kıta kayması gerçekleşirse, HDP yüzde 12’nin çok
üstüne çıkar.
Yani HDP seçimlerde, ya (gerçekte
aşmasına rağmen) barajın altıda kalacaktır ya da büyük bir sürpriz yapacaktır. Yüzde
on sınırında bir zafer pek olası görünmemektedir.
Kıta kayması ise, CHP’lilerin
HDP’ye oy verip vermeyeceklerine bağlıdır.
*
Peki, CHP’lilerin oylarını ne
belirler?
CHP’lilerin büyük bir çoğunluğunun
Selahattin Demirtaş’a sempati duydukları hatta CHP’nin başında onu görmek
istedikleri bir gerçektir. Ama bu, onların HDP’ye oy vermesini sağlamamaktadır;
sempati oya dönüşmemektedir. En azından şimdiye kadarki gözlemler bu yöndedir.
Kanımızca sonucu hangi nefret
ve korkunun daha büyük olduğu belirleyecektir: Erdoğan’ın diktatörlüğüne
duyulan korku ve nefret mi; Kürtlere duyulan korku ve nefret mi?
Şu an hala ikincisinin ağır
bastığı görülüyor.
CHP’nin “laik” ve şehirli veya
batılı tabanı hem kültürel bariyerler (şehir ve köy kültürü zıtlığı) hem de imtiyazlarını
kaybetme (egemen ulus statüsünü kaybetme); hem de sınıfsal farklılıklar (Kürtler
her yerde işçi ve daha yoksul) nedeniyle Kürtlerden korku ve nefret duyuyor. Bu
korku ve nefret Abdullah Öcalan’ı sembol olarak kullanıyor.
CHP’nin Alevi tabanında da
kökleri çok derinlere giden bir korku ve nefret var. Kökeni kısaca şöyle
açıklanabilir: İstanbul’u feth ederek Bizans tarafından feth edilen ve
uygarlaşan Osmanlı’nın, önceki dönemde ittifak yaptığı Alevi köy komünüyle (Balkan
Bogomilliği bu ittifakla Balkan Bektaşiliğine ve Anadolu Paulikanlığı da
Anadolu Aleviliğine dönüşmüştür.) ittifakı
bozup; onu ezmesi; buna karşılık, İran’a karşı Şafii Kürt komünü ile özerklik
vererek ittifak yapması; buna karşılık İran uygarlığının (Şah İsmail); Osmanlı
- Bizans’a karşı Alevi Köy komünü ile ittifak yapması nedeniyle, Aleviler, tarihsel
olarak kökleri çok derinlere giden bir Şafii düşmanlığı ve korkusu içindedir ve
bu da PKK ve Apo imgesinde somutlaşmaktadır.
CHP’lilerdeki; politik
tercihleri ve ideolojileriyle de çelişen; irrasyonel, Kürt, PKK ve Apo düşmanlığının
ve korkusunun temelinde bunlar vardır. Bu da Demirtaş’a duyulan politik,
ideolojik ve kültürel onayın, oya dönüşmesini engellemektedir.
Bu korku ve düşmanlığın nicel
olarak azalsa bile nitel bir değişiklik gösterdiğine dair hala en küçük bir
işaret bulunmamaktadır.
*
En tipi gösterge Birleşik Haziran
Hareketi’dir.
Biz şahsen, Birleşik Haziran
Hareketi gibi hareketleri, derin dip akıntılarında neler olduğunu anlamayı
sağlayan, bu konuda ipuçları sunan göstergeler olarak değerlendiririz.
Kendilerinin kaç oy aldığı, görüşleri, neyi temsil ettiği değil; nelerin
göstergesi oldukları önemlidir. Birçok kişi, “niye hala bu Hazirancılar hakkında
yazıyorsun bunların bir oyu ve ağırlığı yok ki” diyorlar. Burada anlaşılması
gereken, Hazirancıların oy ağırlıklarının değil, hangi ağırlıkların göstergesi
olduklarıdır.
Her şey çok açık olmasına
rağmen, Haziran Hareketi, bunun bir referandum olduğundan, bu nedenle HDP’ye oy
vermenin barışa evet Erdoğan’ın tiranlığına hayır demek anlamına geleceği ve bu
nedenle HDP’ye oy vermek gerektiği yönünde bir çağrı yapmadı. Bunu yapmaması, CHP’lilerin
hala çok büyük oranda Kürt korku ve nefretlerinin Erdoğan nefret ve korkularından
daha büyük olduğunun; bu kesimin hala Özel Savaş Dairesi’nin yönlendirmesine
çok açık olduğunun göstergesi, işareti olarak alınabilir.
Ama sadece bu kadar da değil;
daha kötüsü ve açığı var. Haziran hareketi içinde yer alıp da HDP’ye oy verecek
olanlar ve verilmesini isteyenler de, Kürt düşmanlığı ve korkusu Erdoğan
korkusundan büyük olanlarla yolunu ayırmadı; bu tavra karşı açık bir politik
savaş açıp, yollarını ayırmadı, bu kararlılığı ve cesareti göstermedi. Bu da
CHP’lilerin, Erdoğan’ı engelleme nedeniyle bile HDP’ye önemli ölçüde oy
vermeyeceklerinin ikinci önemli işaretidir.
Eğer böyle bir kayma olsaydı,
bu temeldeki kayma, bir şekilde Haziran Hareketi’nde bir şekilde görülürdü. Örneğin,
HDP’ye oy verenler açık tavır alır, diğerleriyle politik mücadeleye girer; bu
sefer diğerleri de bölünmeyi engellemek ve politik bir mevtaya dönüşmemek için,
HDP’ye oy verilmesi çağrısı yapabilirlerdi. Bütün bunlar görülmüyor.
Bu iki tavrın da görülmemesi,
CHP’lilerin HDP’nin tüm söylemlerine şerbetli kaldıklarını göstermektedir.
Yani HDP barajı aşmıştır ama
aşamamış demektir. Yüzde 10’un üzerinde ama yüzde 12’nin altında demektir.
*
Peki, bir kayma olabilir mi?
Bu kaymayı HDP yapamıyor ve
yapamaz.
Bu kaymayı ancak Erdoğan
sağlayabilir.
Erdoğan’ın tiranlığı ve
savaştan duyulan korku; Kürtlerden duyulan korku ve nefreti bastıracak kadar
güçlü olursa; o zaman bu korkuyla CHP’lilerin oyları HDP’ye de gelir ve işte o
zaman gerçekten HDP hem yüzde onu aşar; hem de sürpriz yapar.
Erdoğan nefreti ve
diktatörlüğü korkusu, Kürt korkusunu ve nefretini yenebilir mi?
Bunun mümkün olduğunu bizzat
Gezi gösterdi.
Gezi hareketini aslında
Erdoğan’a borçluyuz. Erdoğan’ın yerine Gül veya Arınç, yani normal
reaksiyonları olan başka herhangi bir politikacı olsaydı Gezi diye bir şey olmazdı.
Geçenlerde İstanbul Valisinin
gazetelere yansıyan sözlerindeki imalar da bunu doğruluyor.
Bırakalım her şeyi bir yana,
Polisler Gezi’ye Cuma sabahı değil de Pazartesi sabahı saldırsalardı, Gezi yine
olmazdı. İş günü başlamış olur; oraya öyle çok insan yığılamaz; direniş yerel
kalır, bir ayaklanmaya dönüşemezdi.
Şükür ki Erdoğan var, Türkiye’ye
halkına Gezi gibi bir ayaklanma tecrübesi bahşetti.
Öte yandan, 21 Mart’ta, yani
iki ay önce, Öcalan Newroz konuşmasını yapmamış olsaydı, yani, “Barış süreci”
başlamamış; Kürt korkusu ve nefreti ikinci plana düşmüş olmasaydı, yine Gezi
olmazdı. Erdoğan istediğini yapsın, Şehirli CHP’lilerin ve varoşlardaki
Alevilerin sinirleriyle istediği kadar oynasın, yine Gezi patlaması olmazdı.
*
Sadece Gezi’yi değil; Kobani
ayaklanmasını ve Zaferini de Erdoğan’a borçluyuz.
Erdoğan Kürtlerin duyguları
ve sinirleriyle böyle oynamasaydı, kimse Kürtleri öyle isyan ettiremezdi.
Kürtler sokağa çıkmasa ve isyan etmese; ABD ve diğer Kürt liderler silah vermek
zorunda kalmazlar; Türk devleti mecburen geri adım atmaz ve Kobani’de de zafer
olanaksız olurdu.
*
Özetle, Erdoğan’ın, bir araya
gelemeyecekleri bir araya getirmek gibi bir özelliği var. Kendini tecrit etme
ustası olduğu söylenebilir.
Ancak Erdoğan bütün bu yaptıklarına
rağmen, CHP’lileri ve Alevileri hala yeterince korkutmuş ve kendine karşı
yeterince güçlü bir nefretle donatmış değil. Bu nefret ve korku hala Kürtlere
duyulandan az. Bu nedenle her şey çok açık olmasına rağmen, Demirtaş’a
sempatiler oya dönüşmüyor.
İşte bu noktada, HDP’nin
barajı aşıp aşamayacağı Erdoğan’a bağlı.
Şu on günde, Gezi ve Kobani
ayaklanması öncesindeki gibi davranırsa, Gezi’de ayaklandırdığı CHP’lilerle;
Kobani’de ayaklandırdığı Kürtleri, bu sefer bir arada ve bir kez daha
ayaklandırırsa üçüncü kez dengeler kökten değişir.
Dua edelim, Erdoğan önümüzdeki
günlerde de, Gezi veya Kobani ayaklanmaları öncesinde olduğu gibi bir şeyler
yapsın; bir sözler etsin ve oylarda ifadesini bulacak bir ayaklanmayı bu
ülkenin insanlarına ve gerçek bir başarıyı HDP’ye bahşetsin.
Demir Küçükaydın
28 Mayıs 2015 Perşembe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder