Topu topu iki yıl geçti Öcalan’ın Diyarbakır’da Newroz
alanında mesajının okunmasından ve “Barış Süreci”nin başlamasından beri. O
tarihlerde yazdığımız bir seri yazıya “Ortadoğu
Devrimi Başladı” diye bir başlık
koymuştuk.
Bugün geriye bakınca ağır ağır gelişen bir devrim süreci
daha iyi görülüyor. “Ortadoğu Devrimi”nden dünyanın anladığı, “Arap Baharı”. Bu,
dünyanın henüz göremediği bir devrim süreci.
Biz o yazıyı yazdığımızdan beri iki büyük alt üstlük oldu.
Yazımızın mürekkebi kurumadan, Türkiye’deki Aleviler ve Laik şehirliler Erdoğan’a
karşı Gezi Ayaklanmasını gerçekleştirdiler. Bir yıl sonra Kürtler Kobani için
ayaklandılar ve ardından Kobani Zaferi kazanıldı.
Bu iki ayaklanma da hem dünyanın hem de bu ayaklanmaların
aktörlerinin dünyayı kavrayışında derin değişikliklere yol açtı.
Ama bu iki ayaklanma da, henüz birbiriyle senkronize değildi
ve birbirinden kopuk hatta belli bir ölçüde birbirine karşı şerbetli
(bağışıklıklı) kalmıştı.
Şimdi 7 Haziran seçimlerinde bu iki ayaklanma, bu sefer bir
arada ve senkronize olarak seçim sandığı aracılığıyla bir üçüncü “ayaklanma”ya
hazırlanıyor.
Bu ayaklanma belki AK Parti’nin iktidarını sürdürmesini engelleyemeyecek
ama muhtemelen, Erdoğan’ın ilk yenilgisi olacaktır.
Bu da ister istemez Ortadoğu’nun en etkili devletinin iç ve
dış politikasında önemli değişikliklere yol açacaktır. IŞİD, El Nusra ve
benzerleri artık bu kadar açıktan destek alamayacaklardır örneğin. Dolayısıyla
seçim sonuçları, diğer ülkelerdeki devrimci kabarışların da tetikleyicisi
olmaya başlayacaktır. Tıpkı bir cephanelik yangını gibi, her patlamanın, her
devrimci kabarışın, diğer devrimci kabarış ve patlamaları tetikleyeceği çok
ilginç, ağır ağır ilerleyen, benzeri pek görülmemiş bir sürece girileceği öngörülebilir.
Savaşta bazen şöyle bir geri dönüp, nereden nereye geldik
diye bakmak iyidir. Aşağıda 2013 yılında Öcalan’ın Newroz’daki mesajı okunmadan
önce yazdığımız “Yeni
bir Döneme Girilirken – Öngörüler ve Görevler” başlıklı yazıdan bir
bölümü aktarıyoruz.
O yazıda Erdoğan’ın Öcalan’ı ve Kürt Özgürlük Hareketini
tecrit etme ve “barış sürecini” kendisi için kullanma planının neden tutmayacağını
ve neden yenileceğini açıklıyorduk. Bugün Erdoğan taktik nedenlerle giriştiği
sürecin kendisine yaramadığını görünce bizzat kendisi bu sürece son vermiş
bulunuyor.
Tam da aynı nedenlerle, bu seçimde ilk büyük ve önemli
yenilgisini alacağı düşünülebilir. Ama bu yenilgi Erdoğan’ın yeni yenilgilerinin
de tetikleyicisi olacaktır. Örneğin, bu yenilgi de AK Parti içinde türbülanslı
bir dönemin başlamasına yol açabilir.
Uzun vadeli perspektifleri; uzu vadede etkisi ortaya çıkan
nedenleri hiçbir zaman gözden uzak tutmamalıdır. Bu nedenle, hepimizin Seçim’e
konsantre olduğumuz şu günde, HDP’nin Kazlıçeşme mitinginden önce (bu mitinge
gideceğiz ve gelen bileşimden seçimlerde ne olabileceğini kestirmeye
çalışacağız) geriye bir bakmakta yarar var. Yazının bir bölümü aşağıda. Yazıda dile
getirilen görevlere ilişkin söylenenler de aynen geçerli. Sadece o zaman HDP
yoktu, HDK vardı. Onun için söylenenler bugün de, HDP için de, bizim için de geçerliliğini
koruyor.
30 Mayıs 2015 Cumartesi
*
(“Yeni Bir Döneme Girilirken Öngörüler ve
Görevler”den bir bölüm)
Öcalan stratejik hedeflere bağlılıkla taktik esnekliği en
iyi birleştiren, tam da bu nedenle kendisini kullanmaya kalkanları her zaman
kullanmış bulunan zeki ve vizyon sahibi bir politikacıdır.
Suriye’nin elinde esirken (Gerçi Suriye ve Lübnan içinde
dolaşabiliyordu ama Suriye gibi bir “muhaberat” devletinde bu İmralı’dan bile
daha riskli bir durumdur. Aslında bir esirdi, bir rehineydi. Tıpkı İmralı’daki
gibi.) Ortadoğu’nun en büyük gerilla hareketini örgütledi.
Türkiye’nin elinde bir adada esirken Türkiye’nin en büyük
demokratik parti ve hareketini örgütledi.
Şimdi, Ortadoğu’nun en büyük demokratik hareketini
örgütleyip en büyük devletinin başına geçmeye adaydır.
Muhtemelen artık Öcalan bir Kürt politikacısı değil, bir
Türkiye ve Ortadoğu politikacısı olarak ortaya çıkacaktır. Ufku bir Kürt
devletinden ötesini göremeyenler Öcalan’ı ihanetle suçlayıp AKP ile ittifaka
yöneleceklerdir. Öcalan ise ilk elde programına Türkleri kazanmaya
çalışacaktır. Muhtemelen bir süre sonra Öcalan Türkiye’nin ana muhalefet lideri
olacaktır, elinde Türkiye ve Ortadoğu için bir demokrasi programı olan.
AKP bir süre sonra Öcalan’ı tecrit edip etkisini kıracağının
hesabını yapmaktadır. Kürtlerle bir barışma, bireysel haklar; savaşın
durmasının ekonomiye kazandıracağı dinamizmin; Güney Kürdistan’dan gelecek petroller
ve paraların bir süre sonra kendisini güçlendireceğinin, Kürtler arasında
Öcalan’ın altını oyacağının; AKP’nin Kürdistan’da da birinci Parti olacağının
hesabını yapmaktadır. Bu nedenle önümüzde Öcalan ve Kürt Özgürlük hareketine
yönelik olarak baskıların, şiddetin diğer Kürtlere olanakların açılmasıyla
birlikte götürüleceği yeni çok sert mücadeleler dönemi de bulunmaktadır.
Tayyip Erdoğan aslında birikimsiz ve yeteneksiz bir
politikacıdır. Konjonktür ona çok yardım etti şimdiye kadar. Yılların adeta
nadasta kalmış, işlenmemiş tarlası gibi duran bir Türkiye’de iktidarı aldı.
Hiçbir şey yapmadan sadece çok büyük aptallıklar yapmadan durması bile yeterdi.
Ne zaman bir şey yaptıysa aslında ağzına yüzüne de bulaştırdı (Suriye
politikası ve Gazze’ye yardım örneğin) ama bunlar bile onun başarısı ve
yeteneği gibi göründü. Karşısında doğru dürüst bir politik rakip bile yoktu.
Kendi çapsız ama karşısındakiler ondan da çapsızdı. Ve şimdiye kadar Öcalan’a
her yerde yenildi aslında.
Ancak şimdi ve bundan sonra Erdoğan’ın çapı (daha doğrusu
çapsızlığı) daha iyi görülecektir. Erdoğan bir süre sonra “baba bir hırsız
tuttum” a dönecektir. Getir Gelmiyor, bırak gitmiyor.
*
Bunu görmek için müneccim olmaya gerek yok.
AKP neden kaybedecektir? Çünkü ancak Öcalan’dan daha
demokratik bir programla ona karşı mücadele edebilir. Ama zaten daha demokratik
olursa bir karşı güç olmaktan çıkar aynı amaç için bir müttefik olur. Bu
olmayacaktır. Çünkü AKP demokratik bir parti değildir. Burjuvazi ta başından
beri hiçbir zaman demokrat olmamıştır. Demokrat olmadığı için Teorik, Politik ve
İdeolojik bir hazırlığı yoktur. Öcalan’ın mesajının BDP heyeti tarafından İmralı'dan
dönerken okunduğu gün Erdoğan, İslamlık, Türklük ve Milliyetçiliğin övgülerini
yapıyordu, birkaç yıldır oluşturulan Çanakkale anmalarında. Nedense Rumların,
Ermenilerin yani Hıristiyan halkların adı bile anılmıyordu bu sözüm ona
kardeşlik ve çok renklilik söylevlerinde.
Öcalan ise, milliyetçiliği lanetliyor; Ermeni, Süryani,
Keldani, Helenlerin katliyle milliyetçiliğin yükselişi ve onun tüm Ortadoğu'yu
yangın yerine çevirişi üzerine geniş bölümler bulunan kitaplar yazıyor
yıllardır. Liberaller ya da Erdoğan gibi, katliamlar karşısında İttihat Terikki'yi
suçlamakla yetinmiyor bir bütün olarak ulusçuluğu mahkûm ediyor.
En son kitabından bir alıntı:
“Ulus devletçiliğin
yol açtığı en büyük felaketler Ortadoğu’nun soykırım yaşayan halklarına
ilişkindir. Anadolu ve Mezopotamya’da erken milliyetçiliğin tuzağına düşen
Helen, Ermeni, Süryani ve Kürt halkları, tarihin en eski yerel kültürlerini
temsil etmelerine rağmen, ulus devletçiliğin son yüzyıllık deneyimleri kendilerini
tasfiyenin eşiğine kadar getirdi.” (Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık
Manifestosu, Beşinci kitap, s. 545)
Ya da şu sözlere bakalım:
“(…) Artık Ermeniler,
Helenler, Süryaniler kendileri için ulus devletçi sınırlar çizemeyeceklerine ve
varlıklarını sürdürmek zorunda olduklarına göre, en uygun seçeneğin demokratik
ulusal birliktelik zihniyeti ve Demokratik özerklik yapılanması olduğu açıktır.
Demokratik modernite geç de olsa bölgenin her tarafındaki benzer süreçleri
yaşayan kültürel gruplar ve halklar için bir zihniyet sığınağı, demokratik
özerklik ise uygun yeniden bedenlenme modelidir.
“Bölgede zengin bir
miras teşkil eden sadece etnik ve ulusal varlıklar değildir. Dinler ve mezhepler
de geniş bir gruplar yelpazesini teşkil eder. Geleneksel ve modern biçimleriyle
dinlerin aldığı yeni görünümlerin temsili ciddi bir sorundur. Ulus devletçilik
bunların da büyük kısmını tasfiye etti. Fakat artık kendisi aşındığı için kendilerini
ifade etmek ancak Demokratik Ulus kuram ve kavramları çerçevesinde mümkündür.”
(age. S. 546)
Şimdi Öcalan’ın yukarıdaki sözleriyle birlikte Öcalan’ın
mesaj yolladığı saatlerde çocuksu ve suni Çanakkale müsameresinde Recep Tayyip
Erdoğan’ın sarf ettiği şu sözleri okuyalım:
“Çanakkale zaferi bir
etnik kökenin, bir ırkın, bir kavmin değildir. Bu büyük zafere İstanbul ne
kadar sevindi ise Diyarbakır da o kadar sevinmiştir. Bu muhteşem kahramanlık
karşısında İzmir ne kadar iftihar etti ise Beyrut, Bağdat, Şam o kadar iftihar
etmiştir. Bizim millet, milliyet ve milliyetçilik anlayışımızın sınırları
Çanakkale’de çizilmiş, milliyet kavramı Çanakkale’de ruhunu, özünü, kökünü
bulmuştur. Şehitliklerimiz bizim kimlik kartımızdır. Burada aynı zamanda bizim
millet ve milliyet anlayışımızın da adeta manifestosu yazılmıştır. Çanakkale’de
şehitliklerdeki mezar taşlarında İstanbullunun yanında Diyarbakırlı da var.
İzmirlinin yanında Bitlislisi var. 81 vilayet bu gün olduğu gibi
Anafartalar’da, Arıburnu’nda tek millet haline gelmiş aynı mezar içinde
birbirine kardeş olmuştur.” (Milliyet, 19.03.2013)
Bu sözler Sünni İslam’la tanımlanmış bir ulusçuluğun
amentüsünden başka bir şey olmadığı gibi, Öcalan’ın sözleri karşısında
Erdoğan’ın ne kadar arkaik kaldığı hemen görülür. Daha bir süre önce Osmanlı
ordusunda Hıristiyan Ermeni subayların kahramanlıkları tartışılıyordu.
Erdoğan’ın ufkunda, tıpkı Dışişleri bakanının saydıkları arasında bir tek
Hıristiyan kavmin anılmaması gibi bir tek Hıristiyan’ın adı yok. Sünni
İslamlıkla tanımlanıp Türklükle cilalanmış bir ulusçulukla Ortadoğu’da bu yeni konumlanışın
akıbetinin ne olacağı Suriye’de çoktan görüldü.
Ortadoğu çapında bir projede Erdoğan’ın Öcalan karşısında
hiçbir şansı yoktur.
İşte Erdoğan bu nedenle Öcalan’ı kullanayım derken Öcalan
onu kullanmış olacaktır. Tıpkı Suriye ve Türk devleti gibi. Hatta bugün
Kürtlerle barışın en keskin düşmanları görünen ama aslında kültürel olarak çok
da demokratik olan, CHP’nin tabanını oluşturan şehir orta sınıfları yakında en sıkı
Öcalancılar olursa kimse şaşırmasın. Büyük aşklar büyük nefretlerden doğar.
Öcalan’ın “Amerika gibi başkanlık da olabilir” sözleri,
elbet politik taktik bir uzlaşma sinyali anlamına da sahipti, ama bunu
söylerken Öcalan’ın Erdoğan’ı değil kendini kastetmediğini kim biliyor?
*
Bundan sonra Türkiye ölçüsünde politika anlamsızlaşacaktır.
Ortadoğu ölçüsünde program, strateji mücadelesi başlayacaktır. Ortadoğu için
bir programı ve stratejisi olmayanlar Türkiye Politikasından fiilen tasfiye
olup marjinalleşeceklerdir.
Bu, Kürt sorunu çözülecek, Türkiye demokratikleşecek
anlamına gelmemektedir. Öcalan’ın serbest kalması, KCK tutukluklularının
bırakılması, bütün bunlar olabilir. Ama bütün bunlar Türkiye’nin
demokratikleşmesi anlamına gelmez. Sadece demokratikleşme mücadelesinin,
silahlı olmayan araçlarla sürdürülebileceği anlamına gelir. Silah çoktandır bir
başarı aracı olmaktan çıkmış, mesaj vermeye, misilleme yapmaya yarayan bir araç
olmaktan öteye bir işlevi kalmamıştı. Politik ve diplomatik manevraların bir
aracıydı. Ne Türk ordusunun ne de PKK’nın askeri bir başarı şansı yoktu, bunu
yirmi yıl önce Öcalan zaten söylediği gibi. Daha sonra da Türk Ordusunun
generalleri de belli bir düzeyin altında savaşla birlikte yaşamayı kabul
etmeliyiz diye yıllardır zımnen itiraf etmişlerdi.
*
Evet, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi yeni
başlayacak. Bu mücadele sanıldığından çok daha zorlu geçecek. Sonunda bir
demokratikleşme olmazsa bugünden çok daha kötü ve geri bir duruma da
gelinebilir. Ama hedefler ve araçlar değişmiş bulunuyor.
Eğer hedefler ve araçlardaki değişmeyi kısa ve özlü olarak
ifade etmek gerekirse, bunu şöyle formüle edebiliriz: Şimdiye kadar Türkiye’de Türkler Kürt sorununun nasıl çözüleceğini
tartışıyordu. Bundan sonra Türkler ve Kürtler Ortadoğu sorununu nasıl
çözüleceğini tartışacaklardır.
Parametrelerdeki ve paradigmadaki değişim şu popüler
formülasyonlarla da ifade edilirse daha iyi kavranabilir.
Dünün ortak varsayımı Avrupa’ya giden yolun Diyarbakır’dan
geçtiği idi. Yani Avrupa ile birleşmek için Kürtlerle birleş, demokratikleş,
onları tanı.
Buradaki hesap yanlışı, Avrupa’nın demokratik bir Türkiye
istediği idi.
Sadece demokratik bir Türkiye’ye hayır diyemeyeceği için
değil; Türkiye Jeopolitik olarak Avrupa’nın dengeleri olan Rusya ve İran
karşısında otomatik olarak ABD’nin müttefiki olduğu ve Avrupa Birliği içinde
ikinci bir İngiltere olabileceği için ve büyüklüğü ile Almanya’nın Avrupa
üzerindeki kontrolünü engelleyebileceği için, Avrupa bunu istemezdi.
Yeni başlayan dönemin ortak varsayımı ise, Diyarbakır’dan
geçen yolun Kerkük’e gittiğidir. Yani Kürtlerle birleşirsen,
demokratikleşirsen, onları tanırsan Kerkük’e varırsın.
Avrupa’nın aksine, Kerkük’teki Kürtler, Türkler, Araplar,
Keldanier, Süryaniler, Asurîler demokratik bir “Türkiye”yi içinde bulundukları
cehennemden çıkmak için istiyorlar. Erdoğan’ın ise, Sünni ve Müslüman
olanlardan ötesine söyleyeceği bir şey yok.
Ama bütün bunların olabilmesi için Türkiye’nin Türkiye
olmaktan çıkması, bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımlanmamış gerçek bir
demokratik cumhuriyet olması gerekiyor.
Bu ise her şeyden önce binlerce yıllık bu devlet
cihazlarının parçalanmasını; tıpkı 1791-93’de Birinci Paris Komünü’nde veya
1871’de İkinci Paris Komünü’nde veya Amerika’da veya ilk İslam’ın çıktığı
Mekke’de olduğu gibi, ezilenlerin üzerinde yükselmeyen, onlara hizmet eden
basit, ucuz, toplu yaşamanın ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir “devletin”, artık
“devlet olmayan bir devletin”, kurulmasını gerektirir.
Böyle bir “devletin” tohumları ise, bizzat bu mücadele
içinde oluşturulabilir.
*
Peki, biz sosyalistler veya burada somut olarak devrimci
veya radikal demokratlar bütün bu denklemde neredeyiz ve ne yapmalıyız?
Biz sosyalistler, radikal demokratlar küçük de olsa bir
karşı odak oluşturmazsak, Öcalan ve Kürt hareketinin bütün demokratik
dinamizmi, devletçiliğin kendisini yenilemesinin, (tıpkı Bizans’tan Osmanlı’ya
geçişte olduğu gibi) bir aracına dönüşebilir. Bu taze kanla Firavunlar çağından
kalma devlet, bir Kürt-Türk devleti olarak örneğin bir uzun süre daha kendini
sürdürebilir.
Ama Devrimci Demokratik bir hareketin varlığında, Kürt
hareketinin demokratik dinamizmi, Ortadoğu’da gerçek bir demokratik devrimin oluşmasının
yolunu da açabilir.
Her iki yol da şimdilik açık görünüyor.
Elbet şu an fiili bir gücü temsil etmiyoruz. Ama bunun
nedeni programımızın, taktiklerimizin, teorik arka planımızın yanlış olması
veya olmaması değil; tarihsel koşulların bunların serpilip gelişmesi ve ortaya
çıkması için bir imkân sunmamasıdır.
Dinozorlar ve memeliler aşağı yukarıda aynı dönemde ortaya
çıkmışlardı. İkisi de sıcakkanlı hayvanlardı ama biri yumurtayla diğeri plasentayla
üreme stratejisine sahipti. 150 milyon yıl boyunca Dinozorlar daha üstün ve
başarılı oldular. Ancak Dinozorların ortadan kalkmasından sonra son altmış
milyon yılda memeliler gelişme ve serpilme imkânı buldular. Buna rağmen göklere
hala dinozorlar (kuşlar) egemendir. Orada memeliler hala 150 milyon yıl boyunca
yaşadıkları gibi karanlıklarda, mağaralarda var olabilmektedirler yarasalar
gibi.
Başarıyı belirleyen çoğu kez başka koşullardır. Başka
koşullarda başarının anahtarı olacak özellikler bir başka koşulda zayıflığın
nedeni olabilirler.
Ancak bu genel tarihsel çerçeveye rağmen, bütün bu koşullar
önceden hiçbir zaman bilinemeyeceği için, sanki varmış gibi çabalamak ve hiçbir
şey olmasa bile sonra geleceklere bir örnek, bir miras, bir deneyler toplamı
bırakmak da önemlidir.
İçine yeni girilen döneme en hazırlıklı güç elbette bu günün
politik aktörleri arasında sadece Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi’dir.
Ancak, biz her ne kadar somut bir gücü temsil etmiyorsak da,
teorik ve politik olarak hem temellerimiz hem de hazırlığımız Öcalan’ın temsil
ettiği çizgiden çok daha ileridedir.
Marksizm'in Din ve Ulus teorileri konusundaki en büyük
eksikliklerini giderdik. Bunları somut politik ifadelerine kavuşturduk. Teorik
ve kavramsal arka planımız çok daha güçlü; Öcalan’ın geliştirmeye çalıştığından
çok daha tutalı ve sistematiktir.
Öcalan oldukça sınırlı bir teorik arka planla ve oldukça
eklektik kavramsal araçlarla, oldukça belirsizliklerle dolu bir program
geliştirebilmiştir.
Bizim programımız, somut bir güce dayanmasa bile, bir
program olarak bile Kürt Özgürlük Hareketini ve Öcalan’ı daha tutarlı, açık,
radikal ve demokrat pozisyonlara çekebilir, ona bir örnek oluşturabilir.
Öcalan’ın programı bütün eklektik ve eksik yapısına rağmen
bugün bize en yakın, en ittifak yapılabilir programdır. Bu her şeyden öne büyük
bir şanstır.
Ancak küçük bir güce rağmen büyük işler görülebilir. Modern
sınıflar ve modern içi sınıfı bir kaç haftada milyonlarla örgütlenebilir. Onun
bugünkü darmadağınık hali kimseyi yanıltmamalıdır. Bunun mümkün olabildiğini,
üç ay içinde İnternete yabancı kuşaklarla bile Kıvılcımlı için bir örneği
olmayan Sempozyum örgütlenmesi göstermiştir.
Öcalan’ın ve Kürt özgürlük hareketinin belli sınırları ve
zaafları vardır. Bunlar eklektik bir teori ve netlikten uzak bir programdan
ibaret değildir. Her şeyden önce Kürtler arasına sıkışmış olmak; Modern sınıf
ve tabakalar arasında güçlü bir tabandan ve etkiden yoksun olmak olarak
tanımlanabilir.
Özgürlük hareketinin demokratik hedeflerine ulaşabilmesi
için her şeyden önce Türkiye’nin batısındaki ve büyük şehirlerindeki insanlarının
çoğunluğunu kazanması veya onların tarafsızlığını sağlaması gerekmektedir.
Özgürlük hareketinin Kürtlerin yoğun olduğu bölgeler dışında şehirlerde başarısız
kaldığı bir sır değildir.
Kürt özgürlük hareketini oluşturan tabanın, şehirli ama
ruhça köylü yapısının batının şehirleri için hiçbir çekiciliği olmadığı, hatta
çok itici bulunduğu ve bulunacağı bir sır değildir.
Bu kültürel sınırlar ve önyargılar, batıda bir demokratik
hareketin oluşmasındaki en büyük engellerden biridir.
Bunun için küçük de olsa radikal demokrat bir program etrafında
bir billurlaşma muazzam pratik öneme sahip olur. Bu teorik ve kültürel avantajını Kürt özgürlük hareketinin örgütsel ve politik gücüyle birleştirebilirse,
birbirlerinin eksiklerini kapatıp, çok güçlü bir alaşım oluşturabilirler. Bakır
da Kalay da tek başına yumuşak metallerdir ama ikisinin kaynaşması insanlığa çağ
atlatan tuncu ortaya çıkarmıştır.
Çok uzun zamandır Kürt hareketi içindeki milliyetçiler ve
Türk milliyetçisinden başka bir şey olmayan Türk sosyalistleri karşılıklı bir
kayıkçı dövüşü ve zımni bir uzlaşma içinde, Öcalan’ın “Türkiyelileşmek”
projesini fiilen sabote etmişlerdir ve etmektedirler.
Bunun en son ve somut örneği, büyük umutlarla kurulan ve
şimdi bürokratik, ruhsuz ve hantal bir aygıta dönüşmüş bulunan HDK’dır.
Türk sosyalist örgütleri hepsi tutucudur, küçük dükkânlarının
ötesini görmezler. Hepsi Kürt özgürlük hareketinin etrafında yaşamaya çalışan
parazitlerdir.
Bu durum Kürt milliyetçilerinin de işine gelmiştir. Onlarla birlik
olarak hem sanki bir şey yapılıyor gibi görünmeye devam etmişler hem de dönüp Kürtlere
“bakın bu Türk sosyalistleri bir şey yapamazlar, bu Öcalan bunlara niye bu
kadar düşkündür” deme olanağı elde etmişler; Kürt hareketi içindeki konumlarını
güçlendirmişlerdir. Karşılıklı al gülüm ver gülüm bu güne kadar gelmişlerdir.
Bu oyuna son verilebilirse, HDK’nın bugünkü yapısı
parçalanıp, yepyeni bir program ve yapı temelinde tekrar örgütlenebilirse, HDK
gerçekten Türkiye ve hatta Ortadoğu’daki bütün demokratik güçlerin bir toplanma
noktasına dönüşüp güçsüzlükleri güce dönüştürebilir.
Bunun için
a) Net bir program
gerekir. Biz bu programı on yıldır sunuyoruz. Bu yazının arkasına hem uzun hem
de kısa versiyonlarını tekrar koyuyoruz.
b) HDK sadece bireysel üyelik esasına dayanmalıdır. Elbet
örgütler var olabilir. Kimsenin kendisini lağvetmesi istenmez. Ancak örgütler
HDK’da yer alan ve çalışan üyeleri aracılığıyla bunların niceliği ve niteliği
aracılığıyla bir etkide bulunabilirler.
c) BDP dahil herkesin ancak bireysel olarak katılabildiği ve
farklı platformlar oluşsa bile bunların faaliyetlerinin ancak HDK’nın tüm
üyelerine açık biçimlerde olabileceği; her üyenin tüm çoğunluğu kazanmak için
eşit imkâna sahip olduğu bir biçim kabul edilmelidir.
Bu asgari koşullar olmadıkça Türkiye’de radikal demokrat bir
hareket ve örgüt yaratılamaz.
Bütün bunları yapabilmek, için de bu programı savunan bir
yayın ve HDK içinde de bu program ve örgüt biçimini savunan bir platform
kurulması ilk adım olabilir.
20 Mart 2013 Çarşamba
15:53
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder