8 Nisan 2017 Cumartesi

İdlip’i Anlamak İçin Ghuta’ya Bakmak – 2013’te Ghuta’da Ne Oldu?

İki gündür yazdığımız yazılarda doğrudan Türk Devletini ve Erdoğan’ı İdlip’teki saldırının arkasında olmakla suçluyoruz.
Bu suçlamayı yaparken uzun süredir savunduğumuz ve dile getirdiğimiz başka bir politika yapma tarzını savunuyoruz aslında: önce “kendi” devletini ve “kendi” milletini suçlayacaksın; devletler söz konusu olduğunda suçsuzluğunu kanıtlamak onların görevidir.
Ama bu yazıda işin bu programatik, stratejik, mücadele biçimleriyle, politik mücadele verme tarzıyla ilgili yanını bir tarafa bırakalım.
Somut olarak böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu olgular düzeyinde görelim.
İdlip Saldırısı üzerine yazan herkes ağız birliği etmişçesine, Esat’ın 2013 yılında Ghuta’da kimyasal saldırısı yaptığını ve bugün de İdlip’te aynısını yaptığını söyleyerek söze giriyor.
Ve bu söze böyle girmeler öyle masum değil.

7 Nisan 2017 Cuma

Kimyasallar Erdoğan’dan Füzeler Trump’tan

Ortada kimyasaldan ölen insanlar var.
Önce bunun suçlusu kimdir diye bir araştırma yapmak gerekmez mi?
Gerekir.
Bu suçluyu tespit edecek teknik olanaklar var mıdır?
Vardır.
Televizyonlarda her gün polisiye diziler bile en basit izlerden hareketle nasıl sonuçlara ulaşılabildiğini, tekniğin ve olanakların ne kadar geliştiğini gösteriyorlar.
Suçluyu ortaya çıkarmak için ne yapılır?
İki taraf da diğerini suçladığına göre, tarafsız bir heyetin derhal olay mahalline gidip inceleme yapması sağlanır.
Peki, bu politik olarak mümkün müdür?
Evet mümkündür.
Idlip’teki isyancılara Türkiye destek vermektedir ve onlara pek ala Birleşmiş Milletler’in belirlediği tarafsız bir heyetin orada inceleme yapması için olanakların yaratılmasını dikte ettirebilir.

6 Nisan 2017 Perşembe

Türkiye’nin Kimyasalı ve Allah’ın Lütfü

İdlip’e yapıldığı söylenen kimyasal silah saldırısı konusundaki tutumlara bakınca Allah’ın Trump’a ve Erdoğan’a yine bir lütufta bulunduğu anlaşılıyor.
Az önce BBC Türkçede çıkan habere bakalım.
Suriye’den Türkiye’ye getirilen yaralılardan ölenlerin neden öldüğü üzerine inceleme yapılıyor ve Otopsilerle ilgili hukuki süreci yürüten Adana Cumhuriyet Başsavcılığı otopsi sonucu ile ilgili şu açıklamayı yapıyor:
"Görevlilerin herhangi bir kimyasal madde tehlikesine karşı koruyucu özel kıyafet giyerek katıldıkları otopsideki ilk bulgulara göre; şahısların kimyasal boğucu gaza maruz kalmaları sonucu hayatlarını kaybettikleri ve akciğerlerinde yoğun ödem bulunduğu tespit edilmiştir.

5 Nisan 2017 Çarşamba

“Kötü Bir Komşu” Olma ve “Kötü” Olma Hakkı

Duyduğumda kusma duygusu uyandıran sözcüklerin başında “tolerans” ve “hoşgörü” gelir.

Bunları “ötekileştirmek” veya “ötekileştirmemek” izler.

Bunları da “çok kültürlülük”, “çok renklilik” izler.

Keza bunları da “yaşasın halkların kardeşliği” izler.

Daha niceleri var ama bu kadarı yeter.

Bunların hepsi, nedense kendilerini solcu ve demokrat görenlerce enflasyoner bir şekilde kullanılan milliyetçi ve ırkçı kavramlardır.

Ama bunları bolca kullananlar bunu bilmezler ve tam da esas sorun olan budur.

En tehlikeli ırkçılık ırkçı olduğunu bilmeden yapılan ırkçılıktır; en tehlikeli milliyetçilik milliyetçi olduğunu bilmeden yapılan milliyetçiliktir.

4 Nisan 2017 Salı

AB’nin “Çok Gizli” Darbe Raporu Vesilesiyle Gizlilik Üzerine

Toplumda, "Legal" (resmî - kanunî) ve "alenî" (açık, seçik) olduğu Anayasalara yazılmış Devletin, hemen bütün gerçek vurucu güçleri "GİZLİ" çalışır ve işlerler. "Esrâar'ı Devlet" denildi mi, bütün akan sular "Yeraltına" geçer. Hepsinin "adları" açıktır : Gizli Polis, Gizli Emniyet, gizli casus, gizli Dernek, Gizli kulüp, kapılarında "içeriye yasaktır!" yazılı daireler, yapılar, alanlar, açıklanamaz "Buluşmalar", Toplantılar, Oturumlar, "Örtülü ödenekler", maskeli formüller, iki yüzlü "Haberler" bütün ilişkilere egemendir. Bütün o gizli kapaklı dünyanın topuna birden, üzerine "Devlet Sırları" adıyla anılan "Meşruiyet" perdesi indirilir.” (Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları, 1970)