7 Haziran 2013 Cuma

Erdoğan’ın Anti-Demokratik Demokrasi Anlayışı, Azınlıklar ve Ulusçuluk

Recep Tayyip Erdoğan’ın demokrasi anlayışı, sadece içeriği bakımından (İslami ve Türki referanslara dayanması bakımından) demokratik değildir; demokrasi anlayışı bakımından da anti demokratiktir. Erdoğan’ın anlayışını eleştirip yanlış olduğunu söyleyenler de  bu ynlışlığı tanımlamayamamakta ve onu doğru bir noktadan eleştirememektedirler. Çünkü onların demokrasi anlayışı da demokratik değildir.
Demokrasinin anti demokratik anlayışı, genel olarak demokrasinin anti demokratik bir sistemle uyuşabileceği gerçeğini kabul etmez ya da görmezden gelir. Çoğunluğun anti demokratik olabileceğini kabul etmez veya varsaymaz.
Demokratik bir demokrasi anlayışı ise, demokrasiyi sadece azınlık ve çoğunluk ilişkisiyle tanımlamaz, haklarla tanımlar. Hakların ne olduğunu belirlemeyle uğraşır. Çünkü haklar, azınlık ve coğunluk ilişkisi, yani genel olarak demokrasi ilişkisinin dışında kalırlar.

6 Haziran 2013 Perşembe

Kendiliğindenliğe Övgü

(Bu yazı on iki yıl önce yazılmıştı. Bugün her zamankinden taze.)
En kendiliğinden hareketlerin bile, o kendiliğindenlik boyasının altı kazınınca, altından daima isimsiz bir anarşistin, bir komünistin, bir isyancının uzayın sağır boşluklarında yok olup gittiği sanılan unutulmuş çabasının kızıl tortusu çıkar, bir kaç yıl önce ölmüş bir devrimcinin (E. Mandel) dediği gibi.
Bu kızıl tortu, tıpkı bir yağmur damlasının oluşması için toz zerreciklerinin gördüğü türden bir işlev görür kendiliğinden hareketlerin oluşmasında. Bu tortu, hareketin kendisi ya da örgütlü ifadesi değildir ama onun ortaya çıkması için bir tohum, bir katalizatör, bir maya işlevi görür.
Ama bu mayanın da etki gösterebilmesi ancak onun etkiledikleriyle aynı “doku grubu”ndan, aynı “dalga boyu”ndan olmasıyla mümkündür.

5 Haziran 2013 Çarşamba

İnternette Rastladığım Aşağıdaki Mektubun Tüm Türkiye'deki "Gezi Parkı" Direnişçilerince ve Destekçelirence, Direnişin Birinci Hedefi Olarak Kabulünü öneriyorum

Değerli Arkadaşlar,
Aşağıdaki Mektuba bir E-mail grubunda rastladım. Bu mektup, direnişlerin özünü ve somut olarak ifade edilmemiş en temel hedeflerinden birini son derece somut olarak gerçek bir olay üzerinden anlatmaktadır.
Bu mektup, demokratik bir ülkede vatandaşın hakkı ile polisin görevini son derece özlü olarak ifade etmektedir.
Hem demokrasiye sahiplenen ve demokrat ve modern bir yurttaş anlayışının oluşması için; hem bugünkü keyfi ve devleti yurttaşlardan üstün gören cihazın parçalanıp, yurttaşların üzerinde yükselmeyen, onlara hizmet eden bir devlet cihazının örgütlenmesi gerekliliği  hedefinin tanımlanması için somut ve anlaşılır bir örnek olduğu inancındayım.
Bu metnin, demokratik özlemleri dile getiren “Gezi Parkı” direnişçilerinin amaçlarının birinci maddesi olarak kabul edilmesini öneriyorum.
Elbette bizler şekilsiz bir bütünüz, (iyiki de öyleyiz) bu nedenle oturup bürokratik bir mekanizmayla bunu ortak birinci amacımız olarak kabul edip etmeme yönünde bir karar alamayız. Ama şimdiye kadar direnişimizi kendiliğinden ve el yordamıyla örgütlediğimiz yöntemle, bu bildiriyi 1 nolu amaç bildirimiz olarak seçebiliriz.
Bunun  için yapacağımız, bu bildiriye katıldığımızı belirtip, tanıdıklarımıza dostlarımıza ve sosyal medyaya yönlendirebilir onlardan da aynısını yapmalarını isteyebiliriz. Aynısını küçük masalarda imzalar açarak sosyal medyada da yapabiliriz.
Böylece kendiliğinden, oylamasız ama en demokratik oylamadan daha demokratik bir biçimde, ama bu mektubun bizlerin özlem ve eğilimlerini yansıttığını herkese duyurabiliriz.
Böylece amaçlarımızı er demokratik bir şekilde adım adım şekillendirebiliriz. Onlara sistematik bir bütünlük kazandırabiliriz.
Bir ülkenin demokratik olması için önce yurttaşların demokrat olması ve demokrasiye sahip çıkıp onu savunması gerekir.
İlk adımı böyle atabiliriz.
Bu bir başlangıç olabilir ve denemeye değer.
Desteklenmesi ve yayılması dileğiyle
Tüm demokrasi özlemli direnişçilere sevgiyle
Demir Küçükaydın

3 Haziran 2013 Pazartesi

Neler Olabilir?

Elbet şu saatlerde olayların nasıl gelişeceği bilinmezken olayların gelişimi üzerine bazı tahminlerde bulunmak yanlış görünebilir. Ama yine de ayrıntılara ilişkin değil ama genel gidiş üzerine bir tahminde bulunabiliriz. Güçler ve onların karakterleri üzerinden.
Epeydir birçok kereler yazdığımız bir benzetme vardı. “Şimdi DP iktidarının 1955 sonrasını yaşıyoruz. Önümüzde 27 Mayıs var” diyorduk. Menderes ve Tayyip’in yaptıklarının paralelliklerine dikkati çekiyorduk. Önümüzde, muhtemelen böyle bir süreç var.
Neden böyle olur?
Sosyolojik nedenleri vardır. Sınıfların gücü, karakteri ve çıkarları ile ilgili.
Askeri bürokratik oligarşi (CHP) ile burjuvazi (DP, AP, ANAP, AKP)  birbirlerinin varlığına meşruluk kazandırırlar.
Birincisi, Burjuvazi anti demokratik olduğundan geniş bir demokratik reformlar manzumesiyle en geniş kitleleri birleştirmez ve bu pahalı, baskıcı bürokratik devlet cihazını tasfiye etmez, sadece var olan cihazı kontrolü altına almakla kendini sınırlandırır.
Ama bu cihaz aynı kalınca Askeri Bürokratik Oligarşinin maddi temeli (Bu muazzam baskıcı, merkezi, bürokratik, askeri, keyfi mekanizma) olduğu gibi kalır. Politik gücünü tekrar ele geçirmek için karşı tarafın yıpranmasını ve akılsızlıklarını bekler.
Karşı taraf yine demokratik olmadığından nüfusun bir yarısını karşıya itecek uygulamalara gider. Bu memnuniyetsizlik geri teper. Nüfus içinde az da olsa şehirli ve modern toplumun sinir uçları da şehirler olduğundan nüfus içindeki oranlarından çok daha etkili bu güçler ayağa kalkar.
Karşı taraf da bunu ezmek ve sindirmek için şiddete başvurur. Bu çıkmaz içinde ordu yine bir denge unsuru, bir kurtarıcı olarak geri gelir.
İkincisi, Askeri bürokratik oligarşinin esnektir. Burjuvazi kadar hatta ondan daha esnektir. Bizans iken, Osmanlı ile ittifak kurup, Kendini yenilemiştir. Osmanlı olunca, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Çok Partili Rejim gibi dönüşümlerle muazzam bir esneklik gösterir ve bu güne kadar gelir örneğin.
Bu sefer de aynı esnekliği gösterip ömürlerini bir elli yıl daha uzatabilirler. Bunu yapacak esnekliği ve tazeliği bizzat AKP iktidarı Ergenekon tevkifatlarıyla bu tabakaya sağladı. Zaten bu tabakanın kendisi el ve bel vermeseydi Ergenekon tevkifatları, yani bürokrasinin bağırsak temizliği gerçekleşmezdi.
Nasıl 28 Şubat Politik İslam’a taze kan verdiyse, Ergenekon tevkifatları da askeri bürokratik oligarşiye tekrar esneklik kazandırıp taze kan verdi.
Daha önce, Son birkaç yılda cephenin döndüğünden, Erdoğan’ın artık otoriter ve anti demokratik bir görünüme bürünüp muhalefetin demokrasi savunucusu ve mazlum duruma geçtiğinden söz etmiştik. Şu an bu görünüm iyice pekişmiş duruyor.
Yani şimdi eğer Gül, Arınç gibi Politik İslam’ın kurmayları duruma el koyup Tayyip Erdoğan’ın istifasını sağlayamazlar ve bir tamir hareketine girişmeyi beceremezlerse bu iş darbeye kadar gider. Hem de bir kurtarıcı gibi gelecek bir darbeye kadar.
Ama istifasını sağlayabilirlerse AKP kurmayları, o zaman durumu onaracak, onun attığı adımları geri alacak bir hükümet ile işler sivil bir biçimde bir süre daha gidebilir.
Ancak, bizzat iktidarı kendi elinde merkezileştirmiş olması Erdoğan’ın en büyük handikabıdır. Kendini bir tuzağa düşürmüştür. Çıkarabilecek kimseyi etrafında bırakmamıştır. Onu kimse ikna edip kenara çekecek durumda değildir.
Bu nedenle büyük bir olasılıkla olaylar tırmanmaya devam edecektir.
Çünkü bu noktadan sonra ne direniş geri gidebilir ne de Erdoğan. Erdoğan’ın geri adım atması bitmesi olur. Onun için daha ileri gitmek zorundadır. Ama ileri gittikçe de tepkiler büyüyecektir. Korku sınırı aşıldığından bu iktidarı daha sert davranmaya zorlayacaktır. Ama bu ise mücadeleyi tırmandıracaktır.
Özetle, Erdoğan’ın istifası dışında sivil bir çözüm görülmemektedir.
Ama onu istifaya zorlayabilecek bir mekanizma da yoktur.
Bir olasılık daha bulunmaktadır. Fethullahnçıların AKP’yi bölmesi ve Erdoğan’ın bir anda azınlığa düşmesi. 1960’ların sonunda Demirel’in AP’sinde bu olmuştu.
Fethullah ve CHP görüşmelerine dair söylentiler bunun olabileceğini de göstermektedir.
Şimdi Taraf, Zaman, Gül, Arınç, İstanbul Belediye Başkanı Topbaş, Milli Eğitim Bakanı, Ertuğrul Günay vs. hepsi Erdoğan’a cephe almış bulunuyor. Tecrit durumda.
Bu Politik İslam’ın içinden bir çözüm çıkmazsa, bu iş darbeye gider.
Şu ana kadar bir şans eseri ölüm olmadı.
Ancak bu şiddet bir süre sonra onu da getirecek. O zaman bu işin şehitleri de olacaktır.
Bu gidişle bir darbe gelir. Hem de Erdoğan’ın en güvendiği generalleri yapar. Allende de bir takım güvenilir generaller getirmişti ve onlar onu yıkmıştı.
O zaman ne olur?
Bu kurtarıcı, bir denge rejimi olur. Tekrar prestiji ve gücü elinde bulunduracağından hükümeti kısa zamanda parlamentoya iade eder. Muhtemelen Kürtleri de sisteme entegre edecek bir anayasa yapar. Yani 27 Mayıs’ın ikinci bir versiyonu. Hatta Öcalan başbakan bile olabilir.
Nasıl Bizans Osmanlı aşısıyla ömrünü bir dört yüz yıl daha uzattıysa Kürt aşısıyla en azından bir kırk yıl daha uzatır.
Tıpkı Roma-Bizans’ın aldığı Osmanlı aşısıyla Doğuda hızla gelişmesi ve iki yüz yıl önce Selçuk aşısı alarak kendisini Ege sahillerine kadar kovalayan İran’ı ta bugünkü sınırlara kadar sürmesi gibi. Kürt aşası almış, parlamentoyu da ayıbını örten bir asma yaprağı olarak ayıp yerinin üstüne koymuş Türk-Kürt askeri bürokratik oligarşisi de, mezhep ve aşiret çatışmaları içinde bunalmış Suriye ve Irak halkına da bir kurtarıcı gibi görünüp, Bağdat ve Şam’a kadar yayılabilir.
Tarih bu işlerin genellikle böyle yürüdüğünü gösteriyor.
Bir mucize olur da İşçi Sınıfı tarihsel uykusundan uyanır ve unuttuğu demokratik ideallerini yeniden kazanırsa. Orta doğunun Prusya tarzı birliğinin yerini, Devrimci Demokratik bir Ortadoğu Demokratik Cumhuriyeti alabilir.
Ama şu an bu olasılık nerdeyse sıfır.
03 Haziran 2013 Pazartesi
Demir Küçükaydın



2 Haziran 2013 Pazar

Kürt Hareketi ve Taksim Direnişi (“Gezi Parkı” Direnişi Notları ve Dersleri – 2)

Kürt hareketi yıllarca Türkiye’de demokratik mücadelenin yükün adeta tek başına zayıf omuzlarıyla yüklendi, adeta mucizevi işler başardı. Ama tam da okyanusu geçip de derede boğulmak gibi bir durumla karşı karşıya şimdi. Türkiye tarihinin en önemli ve kapsamlı, demokratik karakteri apaçık olan halk ayaklanmasında oyunun dışında kalıp deklase olma tehlikesiyle dolayısıyla bu hareketin demokratik karakterinin de amortize olup, buharlaşmasına vesile olabilir.
Yirmi yılların iki günde aşıldığı şu günlerde, Kürt hareketinden iki tane beyanat görüldü. Biri Ahmet Türk’ün diğeri Selahattin Demirtaş’ın. İkisi de sınıfta kaldı.
İşte A. Türk’le ilgili gazete haberi:
“Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Ahmet Türk, Gezi Parkı protestolarını değerlendiren bir açıklama yaptı.
"Halkın taleplerini görmezden gelirseniz özgürlükler gelemez" diyen Türk, hükümetin sokaktan yükselen sese kulak vermesi gerektiğine işaret etti.
Türk, eylemler sırasında BDP'li Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in yaralandığını da hatırlatarak kendisine ve bütün yaralılara geçmiş olsun dileğinde bulundu.”