Kabus gibi doksanlı yılların hemen başında yazılmış aşağıdaki yazıyı, Hikmet Kıvılcımlı Arşivini, Amsterdam’daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’ne vermek üzere data banka geçirmek için Stockholm’de bulunduğum sırada, Dördüncü Enternasyonal’in İsveç Seksiyonunun isteği üzerine yazmıştım.
Ve seksiyonun bir İsveçli ve bir Türkiyeli kadın üyeleri
tarafından İsveççeye çevrildi. Ama yazıyı isteyenler çeşitli bahanelerle
yayınlanmadı.
Çünkü kafalarındaki şablonlara uymuyordu.
Avrupa’lılar genelleme yetkisini kendilerinde görürlerdi, yazı ise beyaz adama genellemeler yapması için veri sunacağına, haddini bilmeyerek kendisi genellemeler yapıyordu.
Daha sonra bu yazıyı, Türkiye’de çıkan Kürt hareketinin
yayın organlarına (Özgür Gündem’e ve Yeni Ülke’ye) yolladım. Orada da
basılmadı.
Bunun üzerine Almanya’da bir yayın oranı (Arbeiterkampf=İşçi
Mücadelesi) yayınlayacağını söyledi ama o da kapandığı için yayınlanmadı.
Yanlış hatırlamıyorsam, göçmen gençlerin Almanya’da
çıkardığı, benim de teknik olarak veya yazılarımla desteklediğim KöXüz
dergisinde yayınlanmıştı.
Sonunda “Demir’den Kapılar” isimli kendi sitemizde
yayınladık.
Bugün otuz yıl önce yazılmış ve hala geçerliliği olan ve
öngörüleri büyük ölçüde gerçekleşmiş olan bu yazı kanımızca okunmalıdır.
Yazı genel tarihsel eğilimleri oldukça isabetli bir
biçimde tanımlamıştır.
Örneğin Türkiye’de İslamcıların İktidar olması gibi, PKK’nın
yaptığın muazzam dönüşüm gibi.
Tabii o zamanlar uluslar ve ulusçuluk teorisinde bugünkü
ulaştığım sonuçlara henüz ulaşmamıştım. Bunu göz önüne alarak okumak gerekir.
Demir Küçükaydın
6 Ağustos 2025 Çarşamba
*
Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi ve P.K.K.
Bir Türk tarihçisi, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğunun
egemenliğinden kurtulan son ulusun Türkler olduğunu söylemişti.
Bu önermeyi bugün şöyle bir paradoksal önermeyle tamamlamak
gerekiyor: Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğinden hala kurtulamamış son ulus
da Kürtlerdir.
Kürtlerdir, çünkü Türk modernleşmesi ya da "burjuva
devrimleri" -yine paradoksal bir
ifadeyle- burjuvaziye karşı yapılmış burjuva devrimleridirler. Bu
"devrimler" Osmanlı Egemenliği altındaki Hristiyan ulusların
burjuvazisine karşı Osmanlı "Devlet Sınıfları" tarafından örgütlenen
ve yönetilen hareketler olmuşlardır. Bu nedenledir ki Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşayan Ruhu olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altındaki Hristiyan uluslar
bu egemenliğe ilk başkaldıranlar oldular. Ancak bu baş kaldırış, Balkanlar'da
ve Anadolu'da zıt sonuçlara yol açtı. Balkanlar'da Hristiyan Kapitalizmi,
Müslüman Prekapitalizmini yenip sürerek başarıya ulaşır ve Balkan uluslarının
yolunu açarken, Anadolu'da Kürt-Türk Müslüman Prekapitalizmi Rum-Ermeni
Hristiyan Kapitalizmini sürerek ve yok ederek tasfiye etti.
Bu süreç kıta Avrupası ve Britanya Adaları arasındaki
gelişim zıtlıklarına benzetilebilir. Kıta Avrupa'sında Sen Barthelmi
katliamlarıyla burjuva gelişimi birkaç yüz yıl geciktirilirken, İngiltere
modern gelişimin yoluna giriyordu.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Eski Ermeni ve Rum burjuva
konakları, Kürt ve Türk feodallerinin evlerine ya da Osmanlı'dan miras
Cumhuriyet adını almış devletin hükümet konaklarına dönmüştü.
Bu tersine gidiş Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketinin de
gerilemesine yol açtı. Bundan sonraki dönemde Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin
ağırlık merkezi İkinci Dünya Savaşının özel koşulları nedeniyle önce İran'a
(Kısa Ömürlü Mehabat Kürt Cumhuriyeti), İranda'ki yenilgiden sonra da Irak'a
kaydı. Bu dönem boyunca Türkiye Kürdistanı'nda (Kuzey Kürdistan) hemen hemen
hiçbir ciddi ve kitlesel bir direniş görülmez. Kürt emekçi yığınları zor ve
dini tarikatlar aracılığıyla Türk gericiliğinin oy deposu olarak kalırlar.
PKK'nın Bazı Özellikleri
1960'lı yıllarda Türkiye'de kapitalist gelişimin hızlanması
ve işçi hareketinin doğuşuyla birlikte yeniden doğan Türk Sosyalist Hareketi
(İlk doğuş Ekim Devrimi Yıllarında olmuştur) Kürt ulusunun memnuniyetsizliğinde
doğal bir müttefik buldu.
Türkiye'deki Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi, Türk Sosyalist
Hareketi'nin rahminde onunla aynı Marksist vokabüleri kullanarak gelişmeye
başladı.
60'lı yıllar boyunca ayrı bir kişiliği olmadı, 70'li yıllar
Türk Sosyalist Hareketinden kopma ve kendi kişiliğini bulma mücadelesiyle geçti.
80'li yıllar Türkiye Kürdistanı'nda Bağımsız bir Kürt Ulusal
Kurtuluş Hareketinin doğuşuna tanıklık etti.
90'lı yıllarda ise müthiş kitleselleşmesi görülüyor. Bu
kitleselleşen ve radikalleşen hareket ise örgütsel ve politik ifadesini P. K. K.'da
buluyor.
Kürt Ulusal Hareketi gelişir ve güçlenirken, Türk sosyalist
hareketi 1979'dan itibaren, önce kendi hataları, sonra 12 Eylül darbesi ve en
son olarak da Sovyetlerin dağılışıyla birlikte, hızlı bir dağılış ve çözülme
sürecine girdi ve aslında küçük ve etkisiz çevreler sayılmaz ise, bir toplumsal
güç olarak yok olmuş durumda. Bu çöküş öylesine güçlü ki, yükselen Kürt
mücadelesi bile onu canlandıracak bir soluk veremiyor.
Türkiye Kürdistanı'ndaki Kürt hareket ve partileri iki
kaynaktan doğmuşlardır.
Birincisi Irak Kürdistanı’nda mücadele eden hareketlerin
uzantıları ve paralelleri.
Bu daha ziyade aşiretlerden güç alan partiler 50'li ve 60'lı
yıllarda Kürtler arasında daha etkili ve organize idiler.
Türk Sosyalist hareketlerinin uzantısı ya da paraleli olan
partiler ise 70'li yıllardan sonra daha etkili olmuşlardır.
Türkiye Kürdistanı'ndaki Kürt hareket ve partilerinin bu
bölümü, içinden çıktıkları Türk hareketlerinin problematiklerini ve sınıfsal
eğilimlerini aynen yansıtmışlardır. 1960'ların Reformist ve Burjuva sosyalist
Türkiye İşçi Partisi ve 1970'larin yine aynı karakterde ve Sovyet çizgisindeki
TKP'den kopan ya da onun paraleli olan parti ve hareketler Altın çağlarını
1970'li yıllarda yaşadılar ve zamanlarına göre, feodal ve aşiret geleneğine
dayalı hareketlere göre büyük bir ilerlemeyi temsil ediyorlardı. Bunların en bilineni
Kemal Burkay'ın lideri olduğu parti ve harekettir.
Bu temel eğilimdeki partilerin ve hareketlerin ortak
özelliği reformist olmalarıdır. Bunun yanı sıra Sovyet çizgisinin sadık
taraftarı olmakla da maluldüler.
Bir yandan PKK'nın temsil ettiği radikalleşme, diğer yandan
da Sovyetlerin çöküşüyle birlikte hızlı bir gerileme ve çürüme sürecine girmiş
bulunmaktadırlar.
Bu hareketler bugün PKK'nın temsil ettiği radikal ve
yığınsal Kürt hareketinin başarılarından son derece rahatsızdırlar ve içten içe
onun yenilgisini beklemektedirler.
Eğer Türk Burjuvazisi, Türk ordusunun politikadaki
geleneksel ağırlığını sınırlayıp, İspanya'da Bask sorununun çözümünde olduğu
gibi bir politikayı uygulayabilirse, bu politikanın Türkiye Kürdistanı'ndaki
dayanağı muhtemelen bu partiler olacaktır. Bunlar şimdilik sıranın kendilerine
gelmesini bekliyorlar.
İsveç kamuoyu Kürdistan'daki gelişmeler hakkındaki bilgileri
daha ziyade bu çizgidekilerin süzgecinden ve yorumlarından geçmiş biçimiyle
almaktadır. Bu çevrelerin İsveç’teki gücü yanıltıcı olmamalıdır. Onların
İsveç'teki gücü Türkiye Kürdistanı'ndaki güçlerinden değil, İsveç'in
politikasından ve geçmişinden gelmektedir.
Türk Sosyalist Hareketinden kopan ikinci eğilim Küçük
burjuva sosyalizminin ve radikalizminin damgasını taşımıştır. Maocu,
Arnavutlukçu ya da Latin Amerika'daki Kastrist, Sandinist benzeri Türk
hareketlerinin Kürt paralelleridirler. Bunların içinde en bilineni ve doktriner
olanı Rızgari idi. Bu hareketler Altın çağlarını 1980'e kadar olan
dönemde kısa bir süre ve Türkiye'deki radikalleşmenin bir yansısı olarak
yaşadılar.
PKK da bu kategoriden sayılabilir. Ancak onun doğuşu
diğerlerinden bazı bakımlardan ayrılır ve bu ayrılış noktaları PKK'nın
diğerlerine göre niçin başarılı olduğunu anlamak bakımından bazı ip uçları
verebilir.
1970'li yıllarda, özellikle 1974'ten sonra Türkiye'de
kitlelerin muazzam bir radikalleşmesi ve kitle hareketinin yükselişi
yaşanmıştır. Ancak bu radikalleşme tüm toplum kesimlerinde senkronize olarak
gerçekleşmedi. Önce şehirlerin işsiz kesimleriyle, küçük burjuvazi
radikalleşti. İşçi Sınıfı nispeten sendikalar aracılığıyla konumunu
koruyabiliyor hatta gerçek ücret artışları sağlayabiliyordu. Bu, söz konusu
radikalleşme döneminde aynı zamanda ve bu nedenle İşçi Sınıfının sanayi
çekirdeği arasında reformist sosyalizmin ve Sosyal Demokrasi'nin (TKP ve CHP)
güçlenmesini de açıklar.
Kürdistan ise daha geri toplumsal ilişkiler nedeniyle
radikalleşmede geri kalmıştı. 1978'lere gelindiğinde artık radikalleşmiş küçük
burjuva ve işsiz kitleler yorulmaya başlamışken İşçilerin ve Kürt yoksullarının
radikalleşmesi başlamıştır. İşte PKK bu dönemde doğmuştur ve özellikle kasaba
ve şehirlerin yoksul gençliği arasında taban bulmuş ve onun eğilimlerinin
ifadesi olmuştur. PKK en son doğan Kürt hareketidir Türkiye Kürdistanı'nda.
Diğer yandan PKK'nın en az bilinen bir özelliği de Kürt
ve Türk devrimcilerinin kurucuları arasında birlikte yer aldığı ilk ve tek Kürt
hareketi olmasıdır. Bütün diğer Kürt hareketleri sadece Kürtler tarafından
kurulmuştur.
PKK kökeni itibariyle Kastrist sayılabilecek Türk
hareketlerinin geleneğinden kaynaklanmakla ve onların Kürdistan'daki paraleli
olmakla birlikte, güçlü bir Stalinist vokabülerle konuşur. Ama bu onun
Stalinist olduğu anlamına gelmez.
Stalinist Kürt hareketleri daha ziyade reformist sosyalist
Kürt hareketleridir. O daha ziyade Vietnam ve Çin'deki köylü ve Ulusal Kurtuluş
hareketleriyle Küba ve Nikaragua'daki Kastrist ve Sandinist hareketlerin
arasında bir yerdedir.
PKK'nın anti-demokratik eğilimleri onun Stalinizminden
değil, ulusal kurtuluş hareketlerinin kendi karakterinden gelmektedir. Bu
özellikler hangi ideolojiye bağlı olursa olsun bütün ulusal hareketlerde
görülmektedir.
Dünya'da PKK'nın yaptığı türden işler yapmamış ve yapmayan
bir tek Ulusal Kurtuluş Hareketi gösterilemez. Namibya, Filistin, Bask, İrlanda
vs. gibi bütün ulusal kurtuluş hareketlerinde benzer pratikler görülmüştür ve
görülür.
Garip olan nokta onlarda hoş görülen bu pratiklerin PKK'ya
ve Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi'ne gelince çifte standarda tabi kılınmasıdır.
Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin İhanet ya da Mücadele
arasında üçüncü bir yola olanak tanımayan sert ve keskin çelişkileri her türlü
demokrasi ve tartışma denemesini olanaksız kılmaktadır.
Savaşan bir ordu, kendi safları arasında farklı strateji ya
da tereddütlere tolerans gösteremez. Orada siyasetin değil, savaşın fizik
yasaları belirleyicidir. Burjuva ordularının mutlak itaat ile sağladığı tek bir
iradeye göre davranabilme özelliği, Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi'nde de ancak
tereddütlülerin ya da farklı strateji önerenlerin tasfiyesiyle
sağlanabilmektedir.
Tarihteki en geniş demokrasi kültürünü almış, en entelektüel
devrimciler bile, örneğin Bolşevikler ve Jakobenler savaşın fizik yasalarına
uymak zorunda kalmışlardır. Teoride bu davranışlarını politik ilkeler haline
getirmeseler bile.
Bu özellik, diğer yandan PKK hareketinin plebiyen-jakoben
karakterinin bir yansımasıdır. Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi ve PKK içinde
modern işçi sınıfının ve bu sınıfla kader birliği etmiş, radikal ve devrimci
bir entelijansiya çok az bir ağırlığa sahiptir. Çünkü Kürdistan'ın geri kalmış
sosyal gerçekliği her şeyden önce böyle bir oluşumun önünü kesmiştir.
Ulus, imajiner bir gerçeklik olarak var olabilmek için
"Biz"i tanımlamak zorundadır. "Biz" ise ancak
"Başkası" ile tanımlanabilir. Ulusal uyanışlar ve bilinçlenmeler bu
"Başkası"nı hemen daima diğer uluslarda bulmuştur. Hemen hemen bütün
ulusal kurtuluş hareketleri ve uluslaşma süreçleri bir veya birkaç düşman ulusa
göre kendilerini tanımlamışlardır. Örneğin Hristiyan Balkan halkları,
Yunanlılar, Ermeniler için bu "başkası" Türkler, Türkler için de
Ermeniler ve Rumlar olmuşlardır.
İşte PKK'nın bugün önderlik ettiği hareketin bir diğer
özelliği de sözde ve eylemde gerçek düşmanını ve "başkası"nı dışta
değil içte aramasıdır. PKK Türk ulusunu Düşman olarak göstermez, ısrarla T. C.'den
söz eder, yani Türk Burjuvazisinin devletinden ve Osmanlı Devleti’nin yaşayan
ruhundan. Eyleminde de Türk sivili öldürmekten çekinir, Türk askeri ve polisi
öldürür. Ama Kürtler söz konusu olduğunda sivili öldürmekten çekinmez. Bunun
nedeni ise PKK'nın köleleşmiş ve köleleştirilmiş Kürt ulusunun köle ruhunu
atmadıkça hiçbir şey yapamayacağı tespitindedir. PKK köle ruhlu, işbirlikçi Kürde
karşı yürütmüştür gerçek savaşını ve aslında hala da buna karşı yürütmekte,
Kürt ulusuna bir kişilik kazandırmaya, onu köle ruhundan kurtarmaya, baş
kaldırmayı öğretmeye çalışmaktadır.
Kürt Ulusu'nu başka bir ulusa karşı tanımlayarak değil,
kendi köleliğine karşı tanımlamaya çalışmaktadır. PKK'nın önderlik ettiği Kürt
Ulusal Kurtuluş Hareketi'nde "Biz"i tanımlamaya yarayan
"Başkası", Türk emekçilerini de ezen T.C. ve "Köle Ruhlu",
"teslimiyetçi" Kürt'tür.
Bunun tarihe yaklaşım bakımından da ilginç sonuçları ortaya
çıkmaktadır. Burjuva sosyalist ve reformist Kürt hareketler, hemen hemen bütün
ulusların yaptığı gibi her zaman var olmuş bir binlerce yıllık Kürt Tarihi
yaratmaya çalışırlarken ve Med'lerden beri Doğu Anadalu'da kurulmuş bütün
devletleri Kürt olarak vaftiz ederlerken, PKK bu eğilime taviz vermez hatta
onla alay eder.
Bu, uluslaşma sürecinde ve ulus bilincinin oluşumunda pek
rastlanılmayan oldukça yeni bir olgudur. Bu yaklaşım ve özgünlük kavranamazsa
PKK'nın niye daha çok Kürt işbirlikçilere saldırdığı ve belki de Türkten fazla
Kürt öldürdüğü anlaşılamaz. Onun yüzeysel gözlemlerle en çok eleştirilmiş bu
yanı aslında en ilginç ve takdir edilmesi gereken yanıdır.
PKK Kürdistan'ın var olan en modern kitle hareketidir.
PKK'dan önce az çok ciddiye alınacak güce erişmiş bütün hareketler ya bir
aşirete ya da mezheplere dayanıyordu. Bu da onların temel zaafını oluşturuyor,
eski paradigmaları aşıp (din ya da soy kardeşliği gibi) onların yerine bir Ulus
paradigmasını egemen kılmakta yetersiz kalıyorlar nispeten bölgesel olmaktan
kurtulamıyorlardı (Barzani, Talabani vb.).
PKK hiçbir aşiret ya da mezhebe dayanmayan, bütünüyle Ulus
paradigmasına göre ortaya çıkmış ilk kitlesel gücü büyük harekettir.
Bu modern özelliği nedeniyledir ki PKK sadece belli bir
aşiret, mezhep ya da belli bir ülke toprakları içinde değil, bütün Kürdistan'da
(Türkiye, Irak, Suriye, İran Kürdistanlarında) bütün mezhep, din ve aşiretler
arasında taraftar bulabilen ve örgütlü ilk harekettir.
PKK özellikle 1984 atılımından sonra Türkiye Kürdistanı'nda
artan bir hızla kitleselleşmeye başlamıştır. Gücünün artmasıyla birlikte daha
fazla kendine güven ve esneklik de kazanmaktadır. Bugün Türkiye Kürdistanı'nda
örgütlü ve savaşan tek güç vardır ve o da PKK'dır.
PKK'nın esas kaynağı işçi, işsiz ve yoksul köylü Kürt
gençliğidir.
PKK'nın önderlik ettiği gerilla hareketi aynı zamanda
Türkiye Kürdistanı'nda Kapitalizm Öncesinin tüm toplumsal ilişkilerini de
havaya uçurmaktadır. Bundan daha birkaç yıl önce en atılgan hayal gücünün bile
kavrayamayacağı değişiklikler gerçekleşiyor. Aşiret bağları parçalanıyor.
Oğullar ve kızlar köle ruhlu ve bazan da işbirlikçi babalarına karşı kan ve soy
bağlarını hiçe sayıp ulus bağını ön plana çıkararak isyan ediyor, kaçıyor ve
PKK saflarına katılıyor.
Özellikle kadınlar PKK'ya büyük destek veriyor. PKK
saflarına katılarak ev köleliğinden kurtuluyorlar, gerilla oluyorlar. Erkek
gerillalarla aynı işi yapıyorlar.
İktisadi gelişmenin onlarca yılda gerçekleştirebileceği
değişiklikleri PKK hareketi, hem de en zor alanda, kültür alanında birkaç yılda
başarmış durumda.
Bugün PKK gerillalarının üçte birine yakınını kadın ve
kızlar oluşturuyor. PKK hareketinin bu bakımdan sonuçları 1968'in Batı
dünyasında yaptıklarına benzetilebilir. 1968 bir toplumsal hareket olarak
yenilmiştir ama politika ve kültür hayatında artık geri dönülmesi bile
düşünülmeyecek yeni değerler, yeni kültürel ögeler getirmiştir. Kadın Hareketi
için de benzer şeyler söylenebilir.
PKK da yenilebilir, ama onun aracılığıyla gerçekleşen bu
değişiklikler, bu kültürel alt üst oluş bir daha yok edilemez.
Kürt Ulusal Hareketi'nin ve PKK'nın Zorlukları ve Sınırları
Geç gelmenin yukarıda
bazılarına değinilen olumluluklarını taşıyan PKK, geç kalmanın olumsuzluklarını
da yaşıyor.
PKK hareketinin önderlik ettiği Kürt Ulusal Hareketinin en
büyük talihsizliği, dünya tarihinin, belki de birkaç bin yılda bir görülen en
büyük alt üst oluşlarının yaşandığı; evrensel bir paradigma değişikliğinin
sancılarının çekildiği; Doğu Avrupa'da olduğu gibi Ulusal Hareketlerin bile
ulusal imtiyazların korunması (zenginlik) veya zenginler arasına alınma (Baltık
Cumhuriyetleri, Hırvatistan, Slovenya, Doğu Almanya) gibi egoist, zenginlik
tarafından baştan çıkarılmış, iğfal edilmiş özelliklere dayandığı; Gezegen
çapında bir apartheit sisteminin şekillendiği; dünyanın koca bir Güney
Afrika'ya dönüştüğü; Kapitalizmin Tarihsel bir zafer kazandığı; toplumu
değiştirmeye çalışan politik savaşçılığın yerini kendini değiştirmeye çalışan
sufiliğin aldığı; Epiküryen bir ahlakın egemen olduğu; hemen hiç bir devrimci
kabarışın görülmediği bir dünyada geç kalmış bir yükselişi yaşamakta oluşudur.
PKK ve Kürt Ulusal Hareketinin son yıllardaki yükselişi
1968'lerin devrimci kabarışının son kuğu çığlığıdır. Ama bu çığlığı işitecek
kimse yoktur artık.
Bu durum Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi'ni ve PKK'yı geniş
manevra alanlarından ve geniş müttefiklerden yoksun kılmaktadır. Bu durum
PKK'nın sınırları ve zayıflıklarında belirleyici olmaktadır.
PKK'nın başarısı için sadece kendi gücü yetmez. Egemenlerin
çelişkilerinden yararlanabildiği kadar Türkiye ve Dünya'daki ezilenlerin
desteğini ve sempatisini de kazanmak zorundadır.
Dünya'daki ezilenlerin desteği nasıl kazanılabilir?
Burjuva uygarlığın aynadaki aksi olan bir planlı, eşitlikçi
ve demokratik toplum ideali Batı'nın ezilenlerinde hiç bir titreşime yol açamaz
artık. Sosyalistler Burjuva uygarlığından başka bir uygarlığı programlaştırmak
zorundadırlar.
Yeni Sosyal Hareketler, Proletarya nasıl baskıcı ve
bürokratik burjuva devlet cihazını sınıfsız bir topluma gidiş için bir araç
olarak kullanamaz ise, bu uygarlığın maddi araçlarını da kullanamayacağını
göstermiştir. Bu evler, bu yollar, bu otomobiller vs. ile her türlü baskı ve
sömürü ortadan kaldırılamaz.
Bırakalım böyle bir programın taslaklaştırılmasını, henüz bu
sorun bile dünyada henüz çok sınırlı bir kesimde bir problem olarak
tartışılmaya başlanırken ne kültürel birikimi, ne sınıfsal dayanağı, ne de
paradigması bu sorunları ortaya koymaya olanak vermeyen Kürt Ulusal Hareketi ve
PKK'dan böyle bir başka uygarlığı programlaştırabilmesi beklenemez.
Ve bu da, marjinal gruplar bir yana, PKK'nın dünyanın
ezilenlerinin sempati ve desteğini kazanma şansı olmadığı anlamına gelir.
Vietnam savaşının sağladığı destek gibi bir destek PKK için
olanaksız görünüyor.
Elbet Kürt Ulusal Kurtuluş hareketinde bu dolaylı yedek güç
belirleyici değildir. Bu olmadan da başarı kazanılabilir.
PKK'nın başarısı için esas savaşı yürüttüğü Türkiye'nin
ezilenlerinin desteğini ya da sempatisini kazanması gerekir.
Ancak böylece Türk burjuvazisini ve T. C. devletini tecrit
edebilir. PKK bu gerekliliğin bilincindedir de. Bu desteği kazanabilmek için
elinden geleni yaptığı da inkar edilemez. Ancak burada da benzer sınırlarla
karşılaşıyor.
PKK Türkiye Kürdistanı'nda ve Türkiye'nin batısına göçmüş
büyük metropollerin neredeyse yarısını oluşturan işçiler ve yoksullar arasında
büyük bir sempati ve desteğe sahip olmakla birlikte bunu örgütleme ve
mücadeleye sokma yeteneği gösterememektedir.
PKK'nın esas egemenlik alanı Türkiye Kürdistanı'nın en geri
bölgeleriyle sınırlı olmaya devam etmektedir. Bu durum her şeyden önce onun
Ulusal Kurtuluşçu programatik sınırlarından kaynaklanmaktadır.
PKK Kürdistan şehirlerini ve Türkiye'nin de işçi ve
ezilenlerini kazanabilmek için, mücadelesinin nesnel sonuçlarından öte onlar
için de bir program geliştirmek zorundadır.
Ama bunu yapabilmesi için onun bir Ulusal kurtuluş Partisi
olmaktan çıkıp bir Sosyal Devrim partisi olması gerekir.
Bu ise Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin kendi içinde bir
devrim yaşamasını gerektirir. Ne yazık ki PKK içinde böyle bir dönüşümün
unsurları çok zayıftır ve Ulusal Mücadelenin başarılarının coşkusu altında
giderek de zayıflamaktadır.
PKK başarı için Türkiye'nin ezilenlerini kazanmak
gerektiğini sezmektedir, şehirlere yerleşmesi gerektiğini sezmektedir, bu
yöndeki sıkıntılarını da gizlememektedir ama sorunun programatik ve stratejik
boyutunu görememekte, çözümü taktik ve örgütsel girişim ve tedbirlerde
aramaktadır. Örneğin artık fiilen bir toplumsal güç olmayan dağılmış Türk
Soluna her türlü desteği sunarak bu zaafını gidermeye çalışıyor. Ama o cesedin
artık kımıldaması olanaksız gibi görünüyor. Ya da eylem ve propagandasında Türk
ezilenleriyle bir hesabı olmadığını sürekli vurgulamaya özen gösteriyor. Ama bu
sefer şehirlerde oluşmuş ve bir türlü örgütleyemediği taraftarlarının
kontrolsüz davranışları (örneğin bir mağzaya yangın bombası atılması ve panik
içinde sivillerin ölmesi) bütün propaganda ve eylemin mesajını bir anda yok
edebiliyor ve kendisi çoğu kez kendisini destek amacıyla yapılmış bu
eylemcileri gücendirmemek için bu girişimlere sahip çıkmak zorunda kalıyor.
Bu durumda mücadelenin kendi dinamikleri yeni açılımları
ortaya çıkarmadığı sürece PKK'nın Türk ezilenlerinin sempati ve desteğini
kazanması da şehirlerdeki Kürt azınlıkları örgütleyebilmesi de pek beklenemez.
Bu sınırları aşamayan PKK bazı özel konjonktürden ve
egemenler arasındaki çelişkilerden yararlanarak kendine bir manevra alanı
yaratmaya çalışıyor. Ama bu da onun manevra alanını aslında uzun vadede
sınırlıyor ve güven sarsıcı tutarsızlıklara yol açıyor.
Bunlar arasında Türk devletiyle çelişkileri olan odan
Yunanistan gibi devletlerin çok sınırlı sempati ve hoşgörüleri sayılabilir.
Körfez savaşından sonra Irak Kürdistanı’nda Batılı ülkelerin
koruması altındaki bölgedeki manevra olanakları da PKK'nın lehine çalışmıştır.
Özellikle Barzani ve Talabani gibi geleneksel liderliklerin uzlaşmacılığından
yılmış ve onlara güvenini yitirmiş birçok Kürt ve Peşmerge PKK'ya katılmaktadır.
PKK bugün Irak Kürdistanı'nda da hesaba katılması gereken ve gençliğini
soluyan, giderek güçlenen bir güç olmuştur. Bu gelişme Barzani ve Talabani'nin
ayaklarının altından kayan toprağı tutabilmek için T. C. ile daha yakın iş
birliği içine girmelerine yol açmaktadır.
PKK'nın Irak Kürdistanı’nda paraleli olan örgüt de bir
sosyal devrim partisine dönüşme yeteneğinden yoksundur ve hatta daha da elverişsiz
bir konumdadır. Irak'taki bu geçici durum uzun vadede PKK'nın başarısını
garanti etmez.
Batılı Ülkeler ve Türkiye'nin garantörlüğü altında Irak'ta
kurulacak bir Özerk Kürt bölgesi (Türk Hükümeti buna teşne olduğunu bir resmi
politika olarak açıkladı) geleneksel önderliklerin gücü ve Irak Kürtlerinin
yorgunluğu da göz önüne alınırsa PKK'yı bu desteğinden ve gelişmesinden yoksun
kılar.
Geriye Suriye kalıyor. Suriye şimdiye kadar Türkiye'nin GAP
projesine karşı bir pazarlık kozu olarak PKK'ya tolerans gösterdi ve hatta
destek verdi. Bunu iyi değerlendiren PKK hem Bekaa vadisinde emin bir üs buldu
hem de Suriye Kürdistanı'ndaki Kürtler arasında çok büyük bir destek elde etti.
Suriye Kürdistanı'ndaki Kürtler Suriye vatandaşı bile sayılmamalarına rağmen
PKK Suriye ile uzlaşmasını bozmamak için, bizzat o Kürtlerin de onayı ile
Suriye rejimine karşı hiç bir örgütlenme ve hareket geliştirmiyor, hatta Suriye
rejimine bu Kürtlerin desteğini sunuyor. Aslında bir azınlığa dayanan Suriye
rejiminin de bu desteğe ihtiyacı var. PKK'nın bulunduğu zor şartlar içinde,
bizzat Suriye Kürtlerinin de onayını alan bu uzlaşma elbette anlaşılır bir
durumdur.
Ancak Körfez savaşı ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden beri
köprülerin altından çok sular aktı. Suriye artık ABD'nin bir müttefikidir.
Filistin'de bir uzlaşma ile de desteklenebilecek bir Türkiye ve ABD baskısı
Suriye'nin PKK'ya verdiği desteği ve toleransı bir anda kaldırmasının yolunu
açabilir. Bu durumda PKK'nın tek esas dayanağı yine Türkiye Kürdistanı olarak
kalır. Burada PKK yıllarca ne büyüyüp ne küçülen bir gerilla hareketi olarak
bir savaş sürdürebilir. Ama bu bir başarı getirmez ve uzun vadede onun gücünün
azalmasına yol açar.
Türk egemen sınıfları şimdi bu avantajlarının bilincinde
olarak PKK'yı Irak ve Suriye'deki destek üslerinden yoksun bırakarak,
Türkiye'de Kürtlere sözde bir dil serbestliği sağlayarak ve MİT aracılığıyla
Türkleri ırkçı bir temelde örgütleyip Kürt'lere jenosit ve sürgün tehdidini
kullanarak ve PKK ve onu destekleyen kitleleri askeri bakımdan ezerek PKK'yı
kitle desteğinden yoksun hale getirme planını uyguluyorlar.
Bu çıkmaz içindeki PKK ise, zamana karşı bir yarış içinde bu
günkü elverişli konumunda hiç olmazsa Kürt Ulusuna bir şeyler koparabilmek
için, bir yandan askeri başarılar elde ederek ve savaşı batıya yayma tehdidini
kullanarak sertleşiyor, diğer yandan Türk Hükümetini müzakere masasına
çağırıyor ve amacının ayrılmak olmadığını, Kürt gerçekliğinin tanınmasını
istediğini söylüyor.
Ama Türk burjuvazisinin bu çağrıya iki nedenle kulakları
sağırdır.
Birincisi PKK bir ezilen yığın hareketidir artık. Onunla
uzlaşmak isyan etmiş yığınlarla baş edebilmenin zorluğu kadar diğer ezilenlere
vereceği cesaret bakımından da tehlikelidir.
Diğer yandan Türk Ordusu Kürdistan'da kesinlikle bir
uzlaşmadan ve Kürt gerçeğini tanımaktan yana değildir ve ordunun ağırlığı
eskisi gibi sürmektedir.
Dolayısıyla Türk burjuvazisi bu günkü güç dengeleriyle henüz
politik bir çözümü kabul etme noktasından çok uzaktır. Bu da Kürt halkı daha
çok acılar çekecek demektir.
Bugünkü verili durumda PKK'nın Kürt Ulusal Kurtuluş
Hareketi'ni başarıya ulaştırması için bir mucize lazım. Bu mucize Türkiye'deki
Kürt yığınların bir ayaklanması ya da ani bir Kriz durumunda Burjuvazi ve
ordunun tecrit olması ve bölünmesi gibi bir durum olabilir. Ancak şimdilik böyle
bir belirti yok. Kısa vadede politik bir çözüm de yok. En büyük olasılık
gerilla hareketinin kronikleşmesidir. Bu da onun güçsüzleşmesini getirir.
Bu arada unutulmaması gereken başka bir gelişme var. Türk
ordusu ve burjuvazisi 200 yıldır Batı Burjuva uygarlığına ulaşmaya, o aile
içine katılmaya çalıştı.
Batı burjuvazisi ise onu hep dışladı, daha doğrusu ne içine
aldı ne de tam karşıya itti.
200 yıllık macerası olan bu modernleşme çabalarının
ideolojisi Kemalizm ise Bir yandan batı uygarlığının da sınırlarının ortaya
çıkmasıyla ve Türkiye'nin dışlanmasıyla, diğer yandan Kürt ulusal Hareketinin
varlığıyla fiilen tüm birleştirici gücünü yitirmiş iflas etmiş bir ideolojidir.
Türk burjuvazisinin ise onun yerine ikame edebileceği bir
ideolojisi ve gücü de yok.
Bu Kemalist ideolojiyi önce sosyalistler özellikle 1970'li
yılların yükselişinde, amaçları bakımından değil, o amaçlara ulaşamaması ve yol
açtığı baskı ve eşitsizlikler nedeniyle, epey eleştirip yıprattılar, sonra
yükselen Kürt hareketi Türk şovenizmi ve Kürt
gerçekliğini yok sayması bakımından eleştirdi.
Şimdi ise İslami hareket bizzat hedefinin kendisi bakımından
eleştiriyor. Batı uygarlığının insanlara mutluluk getirmediğini söylüyor. Ne
olduğu belli olmayan bir İslam Uygarlığı öneriyor.
Türkiye'de son yıllarda yoksulluk iyice arttı. İşçiler ve işsizler
ihtiyaçları olan ideolojiyi artık sosyalizmde bulamıyorlar bu da İslamcı akımların
giderek yükselmesine yol açıyor.
Bugün İstanbul'un İşçi Mahallelerinde İslamcı Refah Partisi
şimdiden en büyük partidir. İslamcı bir yükselişin önündeki en büyük engel
PKK'nın yürüttüğü Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketidir.
Bu hareketin yenilgisi ve demoralizasyon, Kürdistan'ın
ezilenlerini, yakın zamana kadar olduğu gibi, tekrar İslamcı partilere
yöneltebilir.
Bu takdirde Büyük şehirlerin işçileri ve Kürt yoksullarının
desteğini alan İslamcı Hareket iktidara gelir.
İslamcılık burjuvazi için de bir tehdit oluşturmaz. Çünkü o
Üretim Araçlarının mülkiyetini sorgulamaz. Ayrıca Burjuvaziye ihtiyacı olan
ideolojiyi de sağlar. “Kürt-Türk önemli değil, hepimiz Müslümanız” diyebilir.
Batı Dışlıyorsa “kapitalist-Hristiyan uygarlığa karşı İslam Dünyası” diyebilir
ve bu ona Orta Asya pazarlarında avantajlar da sağlayabilir.
Bu durumda büyük bir olasılıkla PKK'nın yenilgisi
İslamcıların zaferi anlamına gelebilir.
Ancak PKK'nın zaferi Türkiye'yi Yunanistan veya İspanya
benzeri İkinci sınıf ta olsa bir Avrupalı yapar ve Türk burjuvazisini Osmanlı
artığı Kemalist Türk Ordusu'nun vesayetinden kurtarabilir.
Tarihin garip alayı, PKK'nın temsil ettiği Kürt Ulusal
Kurtuluş hareketi, 200 yıldır modern-kapitalist Batı'yı örnek almış Türk
burjuvazisinin ona benzemek için son şansıdır.
Türk burjuvazisi ve Ordusu ise (ki bu ordu Türk
modernleşmesinin itici gücü ve aracı olmuştur) PKK'yı ezerek bu son şansını
kendi elleriyle ve kanla boğmaya çalışıyor ve yıllardır reddettiği İslamcılığa
zaferi kendi elleriyle sunuyor.
Biz ezilenler açısından ise PKK'nın mücadelesi, zafere
ulaşamasa bile, gezegen çapında bir Güney Afrika'ya dönen dünyada, siyahların
beyazlara karşı mücadelesi içinde, bize önce kendi köle ruhumuzla savaşmamız
gerektiğini gösteren örneği, gücü ve güçsüzlükleriyle geçmiş ve gelecek
arasında bir köprü olaraktır.
C. Aydın
2.4.1992
Stockholm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder