Seçime beş gün var. Şimdiden bir öngörüde bulunmak anlamsız
görülebilir. Ama biz aynı zamanda deneysel sosyoloji yapıyoruz. Bu nedenle hata
yapmaktan korkmadan öngörülerimizi paylaşalım ki nerelerde yanlış yaptığımız
daha iyi görülebilsin.
Kişisel kanımız HDP’nin yüzde on barajını aşacağıdır.
Bu kanıya istatistiklerle ya da sokaktaki gözlemlerimizle ulaşmış
değiliz. Aslında onların fazla bir anlamı olduğunu da pek düşünmüyoruz. Bizim sosyolojiden
anladığımız anketler değildir. Amerikan sosyolojisi, sosyolojiyi bir araştırma
teknikleri sorununa indirger. Biz ise, Marksizm’den başka sosyoloji
tanımıyoruz. Toplumsal güçlerin konum ve çıkarlarıyla açıklamaya çalışırız
toplumdaki değişmeleri.
Bu nedenle, bu sonuca güçlerin çıkarlarından ve konumlanışlarından
hareketle varıyoruz. Zaten seçimler genellikle güçlerin konumlanışlarının sandığa
yansımasıdır; güçlerin konumlanışları seçimlerin sonucu değil.
Güçler ise problemdeki sabitler olarak kabul edilebilir.
“Barış Süreci”, bizim “Askeri Bürokratik Oligarşi” deyimiyle
tanımladığımız ve esnekliğinin burjuvaziden bile daha büyük olduğunu sık sık
dile getirdiğimiz “Devlet Sınıfları”nın uzun vadeli stratejisi ile (Kürtleri ve
dinamik Kürt Hareketini sisteme ortak edip, katarak, kendini yenileme ve
egemenliğini uzatma; Kürtlerle savaşarak bölünme ve küçülme değil; Kürtlerle
birleşerek büyüme stratejisi; “aynı kalmak istiyorsak değişmeliyiz” stratejisi)
Erdoğan’ın başkan olmak için kısa vadeli taktik hedeflerinin bir çakışmasının
sonucuydu, diğer birçok gelişmenin yanı sıra.
Erdoğan bir noktadan sonra, Dolmabahçe açıklamasının hemen
ertesinde, Kürt hareketini izole etmeyi başaramadığını; “Barış Süreci”nin kendi
amaçlarına hizmet etmediğini görmesi ile birlikte barış sürecine son vermiş ve
Devlet Sınıfları’nın stratejik hedefleri ile Erdoğan’ın taktik hedefleri
arasındaki çakışma son bulmuş ve makas açılmaya başlamıştı.
Erdoğan artık Devletin uzun vadeli çıkarları ve stratejisi
açısından yararlı değil, çok tehlikeli ve zararlı olmaya başlamıştı.
Bu dönüşüm tam da seçimlere denk geldi.
Erdoğan’ın Barış Süreci’ne evet demesinin tek nedeni,
bununla HDP’yi meclis dışında bırakıp, başkan olabilmekti. HDP’nin seçimlere parti
olarak girmesi ve yüzde on barajını aşma olasılığı ortaya çıkınca bunu engellemenin
ve başkanlığı sağlamanın tek yolu, dün nasıl “Barış süreci” idiyse, şimdi provokasyon
olabilirdi. Bu yönde hemen harekete geçti. Ağrı ilk teşebbüs oldu.
Ancak devlet sınıflarının en azından bu yeni stratejiyi
benimsemiş olan geniş kesimleri (yani fiilen Erdoğan ile ittifaka girmiş
Ergenekon dışındaki kesimler) bu plana ortak olmayacağını; hatta bunları
engelleyeceğini, Ağrı Provakasyonu’ndan sonra Genel Kurmay’ın sitesinde halka
teşekkür ederek hükümeti yalanlaması ile ilan etti ve tarafsızlığını açıkladı.
Bu konumlanış, Erdoğan’ın elini kolunu iyice bağladı.
Adana ve Mersin bombalamaları muhtemelen biraz da bu nedenle
başarısız oldu.
Ve nihayet, hiçbir yerden hem doğrulanmayan hem de
yalanlanmayan, özel timciler ile askerler arasındaki çatışma haberi de bu provokasyon
girişimlerine eklenebilir. Burada da yine ordunun Erdoğan’ın basit bir aracı
olmayı reddettiği sezilmekte.
Erdoğan’ın ikinci teşebbüsü, Suriye’ye girerek veya bir
çatışma çıkararak, seçimleri erteletmek ve savaş ortamının olanaklarından
yararlanarak istediği sistemi oturtmaktı. Muhtemelen bu yönde girişimlerde de
bulundular.
Burada da Ordu Erdoğan’ın aracı olmayı reddetti. Genelkurmay
başkanının istirahat alması; bunu teamüllere aykırı biçimde duyurması; Gürsel Tekin’in
tüm siyasi kariyerini riske atarak iki gün içinde Suriye’ye girileceğini açıklaması
ve sonra da “yanılmaktan” duyduğu memnuniyeti ifade etmesi; devlet sınıflarının
CHP ile de kombine bir biçimde, Erdoğan’ın bu planını bozdukları anlamına
geliyordu. İlginç bir şekilde, Hükümet kanadından ana muhalefet partisi genel
sekreterinin bu yalancı duruma düşmesi üzerine hiç gidilmemesi ayrıca
anlamlıydı ve ateş olmayan yerden duman tütmeyeceğinin bir kanıtıydı.
HDP’ye saldırılar kasabalar ve Karadeniz ile yani Ergenekon’un
ve Hükümetin girişimleriyle sınırlı kalıyordu. Bahçeli de bir şekilde
saldırılarla ilgileri olmadığını; failleri hükümette aramak gerektiğini ifade ediyordu.
Ve en son olarak da Suriye’ye gönderilen silahların
videosunun Cumhuriyet’te yayınlanması Erdoğan’a başkanlığın hiçbir şekilde
verilmeyeceğini; suyunun ısındığını gösteriyordu.
Sadece bu kadar da değil. Erdoğan tam anlamıyla tecrit olmuş
bulunuyor.
A) Uluslar arası alanda tecrit oldu (yanında sadece Suudi
Arabistan ve Katar kaldı)
B) Devlet içinde tecrit oldu (yanında sadece eski konumlarına
dönmeyi hayal eden Ergenekoncular, faşistler kaldı.)
C) Burjuvazi içinde tecrit oldu. (Laik burjuvazinin de, İslamcı
burjuvazinin de Erdoğan’a ihaleler vs. ile bağımlı bir bölümü yanında kaldı.)
D) Kendi partisi içinde tecrit oldu (Yanında sadece
kendisine menfaat bağıyla bağlı olan danışmanlar kaldı)
Bu kadar büyük güçleri karşıya almış bir politikacının
seçimleri kazansa bile herhangi bir devleti yönetme gücü ve imkânı olamazdı.
Ama seçimleri kazanmak, insanları harekete geçirme; provokasyonlar yapma gücü
de olamaz.
Örneğin Gül, onunla bir arada görünmeyi reddetti. Arınç, eleştirel
tonunu arttırdı. Bizzat kendisi bir laçkalıktan yakındı.
Ama Erdoğan da yenileceğini anladığını yine bizzat kedisi
dolaylı olarak ifade etti. Son birkaç günde, mezardan, ölümden, vasiyetlerinden
söz etmeye başladı. Son silahlarını kullanarak kendini acındırmaya çalıştı. Farkına
varmadan, dilin ağrıyan dişi kurcalaması gibi, zayıflığını açığa vurdu. Bir
yandan acındırırken; bir yandan da tehditler savurmaya (Can Dündar ve
Cumhuriyet örneğin), herkese saldırmaya (örneğin Sırtını dönen kadınlara) başlaması,
tüm kontrolü kaybettiğinin bir göstergesidir.
Bugün Erdoğan’ın yanında sadece işçiler ve yoksullar bulunuyor.
AK Parti iktidarında iyi kötü durumlarındaki düzelmenin şükran borcunu
ödüyorlar. Ama işçiler içinde bile Kürtlerin önemli bir bölümü zaten Erdoğan’ın
karşısındaydı. Şimdi kalan Kürtlerin de belli bir kırılma yaşadığı görülüyor.
Bir ihtimal, AK Partililerin bir kısmının da, tıpkı Gül’ün
Fetih Şölenlerine gitmemesi gibi, oy vermeye gitmeyebilir. Yurt dışında
kullanılan oyların azlığı, AK Parti’nin yurt dışındaki oyu ve örgütü oldukça
güçlü olmasına rağmen, insanları oy vermeye götüremediğinin bir göstergesi
olarak görülebilir.
Özetle bütün bu güç dengelerinin değişimini gösteren
belirtiler kanımızca HDP’nin yüzde on barajını aşacağının bir göstergesidir.
Tabii bunlara HDP açısından katkıları da eklemek gerekir. Bir
kere en canlı ve adanmış seçim kampanyasını bütün örgütsel zaaflarına rağmen
HDP gösterdi. Türkiye’nin her yerinde görünür oldu.
Keza iki aydır gündemi HDP belirledi. Dikkat edilsin
sloganları ya da projeleriyle değil; seçime girmesi ve bunun sonuçları
nedeniyle.
Ancak bunlar yetmeyebilirdi. HDP de kendi açısından çok
önemli bir adım attı. Önce İzmir mitinginde tek tük, sonra Kazlıçeşme’de epeyce
Türk bayrağı da HDP, YPG, Apo vs. bayraklarıyla birlikte alanda görüldü. Sonra
mesajın alındığı belirtildi ve haydi bir de Diyarbakır’da görelim dendi. O da
görülecektir.
Böylece HDP’nin yüzde onu aşmaması için hiçbir engel
kalmamaktadır.
Özetle, HDP’nin yüzde on barajını aşacağı kanısına yukarıda
saydığım ve belli güçlerin konumlanışlarındaki değişmelerin işareti olarak
yorumlanabilecek olgular nedeniyle ulaştım.
Hemen görüleceği gibi bunların hiç birinin kitle içindeki
gözlemlerle ilgisi yok.
Ama iki küçük doğrudan gözlem de bunu desteklen mahiyette.
*
Birincisi, normal olarak Kazlıçeşme’de Newrozlara Kürt
Siyasal hareketinin seçim toplantılarından daha büyük bir kalabalık katılır.
Çünkü oraya Kürtler Kürt olarak aynı zamanda siyasetin ötesinde kültürel
nedenlerle de gelirler. Birçok yoksul AK Partili veya partisiz vs. Kürt de oraya
gelir.
Son miting parti mitingi olmasına rağmen Newroz’dan daha
büyük bir katılım vardı. Bu AK Parti’ye oy veren Kürtler içinde en azından daha
hali vakti yerinde Kürtlerin HDP’ye kaydığını gösteriyordu. En yoksullar yine
AK Parti’de olmaya devam ediyorlardı. Çünkü Newrozlardaki kadar çok yoksul Kürt
de yoktu; yoksulların oranı Newroz’a göre daha az görünüyordu. Zaten araştırmalar
ve istatistikler de Kürtler içinde daha iyi durumda olanların HDP’yi
desteklediğini gösteriyor. (O “iyi” bile bir AK Parti mitingine göre çok
yoksuldur.)
Mitinge gidip bakmamın esas nedeni, CHP’lilerin gelip
gelmeyeceğini görmekti. CHP’liler gözlem yapmak için bile gelmemişlerdi. Bu HDP’nin
hala CHP’li laiklerden oy alamayacağını göstermekte, Kürt ve bölünme korkusu
hala Erdoğan’ın diktatörlüğünün korkusundan daha büyük. Selahattin Demirtaş’a
duyulan sempati oya dönüşmüş değil.
Zaten Haziran Hareketi’nin hala bölünmemiş olması, HDP’ye oy
verenlerinin diğerlerinden ayrılacak gücü, cesareti ve kararlılığı
gösterememesi de bunun bir göstergesi olarak görülebilir. Eğer aşağılarda böyle
bir kıta kayması olsaydı, Haziran hareketi bölünür; HDP’ye oy verecekler kesin
tavır alır ve veya ayrılma tehdidiyle diğerlerini de desteklemeye zorlar;
gelmezlerse köprüleri atardı.
*
İkincisi, Alevilerden HDP’nin küçümsenmeyecek oranda oy
alacağı, CHP’li şehirli ve laiklerde görülmeyen HDP’ye belli bir kaymanın ya da
yarılmanın, Aleviler içinde gerçekleştiği idi.
Çünkü hem alanda Aleviler görülüyordu, hem de daha önemlisi
Kazlıçeşme alanının hemen yanındaki Cem evinin tavrında bu değişim yansıyordu.
Cem evi, Newroz gösterilerinde, Newroz hiçbir partinin adını
taşımamasına rağmen, kapısını kapatır ayrılığını vurgulamaya çalışır, en fazla
tuvalet gibi acil insani ihtiyaçlar için girilmesine müsaade ederdi.
Bu sefer HDP’nin mitingi olmasına rağmen kapılarını açmıştı,
içinde yorgun insanlar ellerindeki bayrakları bir kenara dayamış olarak oturuyorlardı.
Sınır kalkmıştı.
*
Toparlarsak, var olan güçler dengesi ve güçlerin
konumlanışındaki değişmeler, HDP’nin yüzde on barajını aşmasını gerektiriyor.
Şu son beş günde köklü bir değişme olmazsa, yukarıda sıralanan
güçlerin konumlanışındaki değişmeleri gösteren işaretler nedeniyle, HDP’nin
yüzde onu aştığı; Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin suya düştüğü kansındayım.
Son olarak şunlar eklenebilir:
Eğer son anda CHP’lilerin Erdoğan ve şeriat korkusu, Kürt ve
bölünme korkusunu bastırır ve bu nedenle HDP’ye oy verirlerse, HDP büyük bir
sürpriz yapar.
HDP’nin mitinglerinde Türk
bayrağı görülmesi son anda böyle bir kayışa bir imkân sağlayabilir.
Yenikapı’da Gül’ün görülmemesi,
AK Partililerin seçim sandıklarına gitmekte gönülsüz davranmasına yol açabilir.
Bu durumda sürpriz daha da büyür.
Demir Küçükaydın
02 Haziran 2015 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder