25 Kasım 2013 Pazartesi

Marksizm Aynasında Gezi - Gezi Aynasında Marksizm

Bu Sempozyumun[1] konusu, resmen ifade edildiği biçimiyle, Gezi değil, Marksizm’dir. Yani, yine Marksizm’in kurucularının tanımlamasıyla, konusu Toplum ve onun Tarihi olan Bilimdir. O bilimin konusu olan Olaylar (burada Gezi) değildir.
Konu bilim olunca, kavramların tartışılması önem kazanır. En azından olgulara ilişkin olarak aynı şeylerin bilindiği varsayılır. Bu bilinenlerin nasıl kategorize edileceği, sınıflanacağı, iç bağlantıları ve nedenleridir konu.
Toplantının başlığının formülasyonuna göre, bilimin (Marksizm’in) kavramlarının Gezi örneğinden hareketle bir kontrolünün, bir sağlamasının yapılması beklenmektedir.
Ancak gerek konuşmacıların listesinden, gerek deneylerden tahmin edebiliyoruz ki, burada Marksizm değil, yani onun kavramları; bu kavramların Gezi olayını anlamaya uygun olup olmadığı; değiştirilmeye ve geliştirilmeye ihtiyaç duyup duymadığı değil; Gezi olayları tartışılacaktır. Gelenler de muhtemelen bu beklentiyle geleceklerdir.[2]
Bunu bizzat konuşmacıların listesinden bile çıkarmak mümkün. Konuşmacılar arasındaki özellikle akademik kökenli olan arkadaşların veya o kimliğiyle tanınanların neredeyse tamamı kendini Marksist olarak tanımlamayan arkadaşlar. Marksist olmayan bir insanın Marksizm’in kavramlarını dakikleştirmek ve sağlamak gibi bir derdi de olmaması gerekir.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Göçmenler ve Ulusçuluk

Belki çok paradoksal gelebilir ama ulus ve ulusçuluk ile göçmenler arasında başından beri doğrudan bir ilişki olagelmiştir. Ulusları ve ulusçuluğu göçmenlerin keşfettiği söylenebilir.
Tarihteki ilk ulus ilkesine dayanan modern devlet olan Amerika Birleşik Devletleri'ni kuranlar, İngiltere'den bu ülkeye gelmiş göçmenlerdi.
Aynı eğilim, Güney Amerika'daki İspanyollar'da da görülür. Onlar da yine içinden geldikleri İspanyol egemenliğine karşı çıkarak ilk erken ulus devletleri kurmuşlardır Latin Amerika'da.
Daha sonra Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada da aynı yola girerler.
Uluslar bu ilk ve özgün biçimlerinde, uluslar olduğu için ulusçular değil ama ulusçular olduğu için uluslar olduğunu çok açık olarak gösterirler.
Bu ilk ve orijinal ulusların ortaya çıkışında ne “kan”, ne “dil”, ne “din”, ne de “kültür” bağlarının hiç bir önemi yoktur. Eğer bir önemi olsa, bu uluslar isimlerini, daha dün içinden çıktıkları aynı dilden, aynı soydan, aynı dinden, aynı kültürden insanların yaşadığı ana vatanlarına isyan ederek, bir "Ekvator" "Amerika Birleşik Devletleri" "Yeni Zelanda" ya da "Kanada" gibi ne bir kültürü, ne bir halkı, ne bir dili çağrıştıran, tamamen tesadüfi coğrafi adlandırmalardan almazlardı.

22 Kasım 2013 Cuma

Demokrasi ve Zor

En olağan ve biçimsel anlamıyla Demokrasi: “azınlığın çoğunluğa uymasını prensip olarak kabul eden rejimdir” (Lenin).
Bu en biçimsel demokrasi tanımı ister istemez demokrasinin olmazsa olmaz iki koşulunu ifade edilmemiş bir var sayım olarak içerir: zor ve özgürlükler.
Bu tanıma göre, Azınlıklar ve çoğunluklar demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.
Ama azınlık ve çoğunlukların oluşabilmesi için de insanların farklı alternatifler etrafında yoğunlaşmaları gerekir.
Bunun için de, tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ortamında farklı görüşlerin, eşit biçimsel koşullarda ortaya çıkmaları ve birbirleriyle yarışmaları gerekir.

21 Kasım 2013 Perşembe

Türkiye'de Solun Tarihini Yazacaklar İçin Tezler

(Aşağıdaki tezler muhtemelen 1987 sonu veya 1988 yılı başlarında yazılmıştır. Yani, 12 Rejimi’nin etkilerinin güçlü biçimde hissedildiği; Berlin Duvarı ve Sovyetlerin hanüz yerinde durduğu, hatta Kuruçeşme’deki “Birlik Tartışmaları”nın bile henüz ufukta görülmediği, şimdi bize çağlar öncesi kadar uzak görünen bir zamanda ve tarihsel koşullarda, çeyrek yüzyıl önce yazılmıştır. Buna rağmen bugün bile rahatça yayınlayabilmekteyiz. Solun tarihi ve bunu ele alışın metodolojisine ilişkin tartışmaya bir katkı olarak görülebilir. Ayrıca bugün yeni bulunmuşça söylenen önermelerin o zamanlar ifade edildiği görülebilir.
Elbette bu  tezleri yazdığımız zaman bugünkü gibi bir ulus teorisini geliştirmiş olmadığımızdan ve ulsu kendisine karşı mücadele edilecek bir şey değil, içinde mücadele edilecek bir ortam gibi algıladığımızdan bugün olsa kullanmayacağımız birkaç formülasyon vardır. Ancak yazı, bu gibi yazının konusu ve içeriği bakımından önem taşımayan kimi ifadelerden soyutlandığında, Türkiye’de solun tarihini ele almanın metodolojisi ve ana yönelimleri hakkında hala aktüalitesini koruyan önermeler içermektedir. Demir Küçükaydın – 20.11.2013)

20 Kasım 2013 Çarşamba

Sosyalistlerin Sol Hareketin Tarihini Ele Alışının Metodolojik Sorunları

Bugün gelen e-mailler arasında bir ilan vardı. 21 Kasım Perşembe günü, İstanbul Şehir Üniversitesi’nde modern Türkiye Çalışmaları Merkezi tarafından, Türkiye’yi Tartışmak Konuşma Serisi başlığı altında “Türkiye Solu: Tarihi, Değişimi ve Geleceği” başlıklı bir toplantı yapılacakmış.
Mail’de şu açıklama bulunuyor:
“Türkiye Solu: Tarihi, Değişimi ve Geleceği” başlığı altında yıl boyunca düzenleyeceği toplantı dizisi Türkiye’de sol hareketi çeşitli boyutları ile incelemek, Türkiye siyasî tarihi içerisinde sol hareketleri konumlandırmak, solun diğer siyasî akımlarla ilişkisini gözden geçirmek ve kimlik politikaları, neoliberalizm, din-devlet ilişkisi, sivil-asker ilişkileri gibi konu ve kavramlar bağlamında sol hareketlerin geleceğini tartışmaya açmak amacıyla düzenlenmektedir.
Serinin ilk konuşmasında 21 Kasım Perşembe günü Prof. Mete Tuncay Türkiye’de sol hareketin tarihini, karakteristik özelliklerini ve dönüm noktalarını tartışacaktır. İkinci konuşmayı ise Prof. Cemil Koçak Türkiye’de sol hareketin siyaset ve kimlikle ilişkisini tarihsel ve felsefi derinliği ile ele alacaktır.
Herkese açık olan konferanslar Türkçe olarak gerçekleşecektir.”
İstanbul’da olsaydım gidip dinlemek ve üzerine bir şeyler yazmak isterdim Ama mümkün değil.