2 Nisan 1999 Cuma

Bir sabah uyandınız... ( Abdullah Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Hamburg TÜRK Girişimi Bildirisi)

Bir sabah uyandınız... 

ve Almanya’da şunları görüyorsunuz:

-        Evde, işyerinde, sokakta Türkçe konuşmak yasaktır.

-        Türkçe gazetelerin hepsi kapatılmıştır. Yasal olanaklardan yararlanarak çıkmakta ısrar edenler de gizli servisler tarafından faili meçhul bir şekilde havaya uçurulmuş ve bu gazetelerde çalışanların çoğu yine faili meçhul cinayetlere kurban gitmişler.

-        Bunların faili meçhul olmadığı yolundaki kanıtlar ve iddialar hiçbir Alman yayın organında yer bulamamaktadır.

-        ”Almanya Almanlarındır” bu nedenle herkes ”Ben Almanım”diyecektir.

-        Türkçe yayın yapan televizyon ve radyoları dinlemek yasaktır. Türk televizyonları kablolu yayınlardan çıkarılmıştır ve satelit yayınları da diğer ülkelere baskı yapılarak durdurulmuştur.

-        Hiç kimse Türkçe müzik kaseti yapamaz, satamaz, alamaz ve dinleyemez.

-        Yeni doğan çocuklara Türk isimleri koymak yasak olup, eskiden varolanlar da en kısa zamanda değiştirilecektir.

-        Aynısı lokanta,imbis, berber, manav, bakkal, işyeri isimleri için de geçerlidir.

-        Hic kimse Türk ismi taşıyan bir futbol takımı kuramaz. Böylesi takımları destekleyemez. Herkes Alman milli takımını desteklemeye mecburdur.

-        Türk bayrağı ya da sembolleri taşımak Almanya’yı bölme suçu olarak görülmekte ve ağır hapisle cezalandırılmaktadır. Ay yıldızlı sembollerden küpe ve madalyonlar taşıyan on binlerce Türk genci hapisaneleri doldurmuş bulunmaktadır.

-        Parlamentodaki Türk asıllı milletvekilleri biz Türk asıllıyız dedikleri için apar topar parlamentonun kapısından alınıp ceza evlerine atılmıştır.

-        Her türlü göçmen örgütlenmesi yasaklanmış olup, gelenek görenek bahanesiyle Türk düğünü yapılamaz. Hele Türk düğünlerinde Türk bayrağını andıran kırmızı ve beyaz renkler kullanmak tehlikelidir.

-        Almanya milli marşını duyan herkes derhal hazırola geçecek ve ”Ne Mutlu Almanım Diyene!” sözlerini tekrarlayacaktır.

-        Almanya’nın birleşme günü olan 3 Ekim’ de herkes evine, işyerine Alman bayrağı asacaktır. Bayrak asmayanlar polisce saptanıp derhal tutuklanacaktır.

-        Türkler oturdukları yerlerden hiç tanımadıkları yerlere zorla taşındırılmaktadırlar.

-        Kim bu mevcut duruma karşı çıkarsa o bölücü, vatan haini ve teröristtir. Kim ki bu durumu değiştirmek amacıyla legal veya illegal örgütlenirse derhal yakalanıp cezalandırılır. Mevcut düzene itaat etmemekte inat edenler kesinlikle ölü olarak ele geçirilir.

Bunlar size biryeri, birşeyi hatırlattı mı?

·       Böyle bir rejimin adı ne olurdu?

·       Böyle bir ülkede yaşayabilir miydiniz?

·       Böyle bir ülkede yaşamak zorunda kalsaydınız ne yapardınız?

·       Böylesine sürekli aşağılanarak köle gibi yaşamaktansa diğer insanlarla aynı haklara sahip olmak icin mücadeleye girmez miydiniz?

·       Size nerdeyse yaşama hakkı tanımayan bu sisteme karşı kendinizi, insanca yaşamayı savunmak için isyan etmez miydiniz?

Herkesin bildiği ama biz Türklerin çoğumuzun gözlerini kapadığı gibi yukarıda anlatılan durum tıpı tıpına Türkiye`deki Kürtlerin durumundan başka birşey değildir. Kürtlerde son derece haklı ve yerinde olarak bu duruma karşı direnmektedirler. Onların istediği Türklerle eşit haklara sahip olmaktır. Varlıklarının inkar edilmemesidir. Ne var ki bu en masum istekleri bastırılmıştır. Bu şiddet karşısında da Kürtler meşru savunma olarak silaha sarılmış ve gerilla savaşıyla direnmeye başlamışlardır. Bu direnişi ezmek için Türkiye`yi yönetenler her türlü yasayı ayaklar altına alarak yasa ve kontrol dışı Özel savaş uygulmalarına geçmişlerdir. Bununla birlikte Savaş politikanın şiddet araçlarıyla devamı olmaktan çıkmış, kendi başına bir amaç haline gelmiştir.

 Hepimiz katil olmadan...

15 yılını doldurmuş gerisinde binlerce ölü, binlerce sakat insan, binlerce köy boşaltmaları, sayısız insanın sürgünü, binlerce insanın işkence görmesine yol açmış bu savaşın hepimiz bir şekliyle tarafıyız. Bir tarafta akan bu kan üzerinden politika yapan, para kazanan ve çıkarları olan özel savaş aygıtları diğer tarafta barış isteyenler, bu kanın durmasını isteyenler var. Artık ortası yok bunun...

Son olarak PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan‘ın uluslararası bir komployla Türkiye‘ye teslim edilmesiyle artık bizler bu savaşın hem kurbanları hem de suçlularıyız. Her birşey yapmadığımız da ve başımızı öbür tarafa çevirip, gözlerimizi kapatmaya ve kulaklarımızı tıkamaya kalktığımızda bu savaş biraz daha büyüyecek gelip bizi bulacaktır, bu sebeble; bu savaşın kurbanlarıyız.

Yine her tepkisiz kalışımızda aynı zamanda bu savaşın devamını sağladığımız için bu savaşın suçluları ve eli kanlı katilleriyiz.

Kürtler bu komplodan sonra yaşama ve onur savaşı vermeye başlamışlardır. Çünkü T.C. Abdullah Öcalan‘ın şahsında aslında ayağa kalkan, yaşama haklarını savunan Kürtlerin gözlerini bağlamıştır, onların ellerini kelepçelemiş ve Türk bayrağı altına koymuştur.

Türkiye‘de şimdi  kanlı savaş senaryoları yapılıyor, toplum sağduyusunu yitiriyor, halklar arasında onarılmayacak yaralar açılıyor. T.C. insanlık suçu işliyor; T.C. şovenizmi körüklüyor.  Bu vahşetiyle Kürt ve Türk halklarının arasını açıyor ve barış umutlarının altını dinamitliyor. Eğer şimdi bir şey yapmazsak hepimiz Kürtlerin, aslında kendimizin katili olacağız. Böyle biryerde ya şimdi birşeyler yapacağız ya da ellerimiz kendi çocuklarımızın kanında yaşamayı tercih edeceğiz.

Kürtlerin özgürlük mücadelesine verilen cevaplar bugün Türkiye‘nin buraya gelmesinden sorumludur. Bu savaştan, Kürtleri inkara giden politikalar, bir halkla alay eden şovenizm, savaştan çıkarları olan çeteler, onların yarattıkları özel savaş aygıtları sorumludur. Devletin uzun yıllardır uyguladığı terörü görmeyen “bizler” sorumluyuz. Kürtlerin eşitçe bir yaşam taleblerini terörize eden, yaşamı savundukları için  Kürtlere vatan hainleri, bölücü diyen anlayış sorumlu bu bütün olup bitenlerden. Mavi çarşıdan, bombalardan....

O yüzden asıl vatan hainleri onlar, onlar bu vatana ihanet ediyorlar..

 

Neden Abdullah Öcalan’ın yaşamını savunmak?

Propagandaların aksine, özel savaşı yürütenlerin de pek ala bildiği gibi Öcalan Kürt ulusunun en geniş tabakaları tarafından özellikle kaçırıldığı, elleri ve gözleri bağlı olarak aşağılandığı günden beri Kürt ulusunun önderi olarak görülmektedir. Her Kürt  hangi politik yada dini inançta olursa olsun, Öcalan’a yapılan aşağılanmaları kendisine yapılmış olarak gördü ve görüyor. Öcalan sadece Türkiye’deki değil tüm dünyadaki Kürtlerin önderidir bugün.

Kürtlerin insanca yaşama taleblerine ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesine vereceğimiz yanıttır Öcalan’ın hayatını savunmak.

Öcalan’ın hayatını savunmak demek Türk ve Kürtlerin kardeşce bir arada yaşadığı, çetelerin tahakümünden kurtulmuş, demokratik ve daha müreffeh bir ülke talep etmektir. Çünkü Öcalan’ın asılması uzun yıllar sürecek bir düşmanlık ve iç savaş demektir.

Öcalan barışçı bir çözüm için son şanstır. Öcalan en çok da barış taleblerinden, ateşkesten bahsettiği zaman hedef olmustur. Onun barış çabalarının değerlendirilmesini sağlar Öcalan’ın yaşamını savunmak.

Eğer Abdullah Öcalan asılırsa bu tek başına barış olanağının yitirilmesi değil, aynı zamanda Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlik umutlarının da bitirilmesidir. Her Kürt onun asılmasıyla kendi varlığının inkar edildiğini düşünecektir.

Öcalan’ın asılmasını isteyenler ülkeyi kan gölüne çevirmek böylece özel savaşı sürdürüp ülkeyi harabeye çevirmeyi istemektedirler.

Kendi çıkarlarının bir parça bilincinde olan her Türk Öcalan’ın hayatını savunmalıdır. Bu aslında kendi hayatının savunmasıdır. Öcalan barış için tek ve son çözümdür.

Tüm Türkleri Öcalan’ın hayatını savunmak için Türk girişimleri kurmaya ve varolan girişimler içinde çalışmaya, bu çalışmaları koordine etmek için bizlerle ilişki kurmaya çağırıyoruz.

 Abdullah Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Hamburg TÜRK Girişimi 

6 Aralık 1998 Pazar

Bir Feministle Feminizm Üzerine Bir Tartışmadan

Sayın Aslı,

Troy'un senini kısmaya çalıştığımı nereden çıkarıyorsunuz? O yazılarını yazıyor. Buna engel olan falan yok bildiğim kadarıyla.

İkinci yanlışınız, kadınların ezilen bir cins olarak mücadelelerini desteklemediğim ya da ona ilgisiz olduğum konusundaki kanınız. Bu doğru değil. Bu konuda pek yazmamamın nedeni, erkek olarak, yani ezen cinsten bir insan olarak bu konuda yazmamın riskli olmasıdır. Yani, kadın haklarını savunur gibi yaparken pek ala çok ince bir şekilde, örneğin Troy/El Liberte gibi, erkeklerin imtiyazlarını savunuyor olabilirim. Kaldı ki, böyle olmasa bile, kadınların bir özne olarak kendi konumlarını ve haklarını savunmasının onların mücadelelerini daha geliştirici olacağına inanırım. Erkek olarak kadın haklarını önde savunmaya kalkmak, erkeğin üstün konumunu yeniden üretiyor. Yok etmek istediğini fiiliyatta yeniden yaratmış oluyor. Ben daha ziyade, kadınların mücadelelerine ezenler arasından bir sempati göstermek, kendi cinsine ihanet eden hain bir erkek olarak onları desteklemenin daha verimli olacağına inanıyorum.

10 Haziran 1993 Perşembe

Göçmen Azınlıkların Hedefi Ne Olmalı?

Solingen'deki kundaklama olayından sonra gösterilen tepkilerin tozu dumanı arasında bu tepkilerin anlamı; çözüm önerileri üzerine az kafa yoruldu.

Ama asıl önemlisi Avrupa'daki göçmen azınlıkların "çözüm önerileri"nin ne olacağı. Bu ise her eyden önce göçmen azınlıklar içinde hedefler yani program konusunda bir tartışma gerektirir.

Avrupa'nın çeşitli ülkeleri; ABD vs. Almanya'daki bu ırkçı vahşeti öne çıkarır ve lanetlerken aslında tek kaygısı Alman kapitkalizmini bu bahaneyle biraz köşeye sıkıştırmak ve başka alanlarda bazı tavizler koparmaktır.

Türkiye'nin de olaya bakışı farklı değildir. O da bu olayıdan yararlananrak Almanya'dan bazı tavizler peşinde. Yani Türkiye'lileri dış politikasının basit bir aracı olarak görüyor.

5 Ocak 1993 Salı

Hayat Hızlı Gideni Cezalandıracaktır (5 Ocak 1993 - Özgür Gündem)

İnsanın hiç bir zaman bugünkü kadar çok zamanı olmadı ama hiç bir zaman da bugünkü kadar zaman sıkıntısı çekmedi. Geçen yüzyılda iş saatleri haftada 80 saati buluyordu; bugün birçok ülkede 48 saat yasalaşmış durumda, hatta birçok ileri ülkede 40 veya 35 saatlik iş haftaları giderek kural oluyor. Buna rağmen günümüzün insanının en büyük problemlerinden biri sürekli zaman kıtlığı çekmek; modern toplumda herkes zamanın çok süratli akıp gittiğinden şikayetçi.

Yeryüzündeki insan sayısından daha fazla üretilmiş tek sofistike tüketim aracı belki de saat. Modern şehirlerde hemen hiç bir büyük alan, istasyon, salon yoktur ki orada bir kocaman saat bulunmasın. Zamanı kontrol altına almak için yatırılmış bu muazzam emeğe rağmen insanın zamana köleliği giderek pekişiyor.

14 Nisan 1990 Cumartesi

Adını Sen Koy

 

Bu sayının adı yok ve sayısı sıfır.

Sıfır!.. Sıfırın keşfi, insanlık tarihinde ateşin ya da tekerleğin keşfiyle kıyaslanabilecek önemdedir. Sıfır olmasaydı, bugünkü uygarlık, bu hesaba kitaba dayanan hesapsız uygarlık da olmazdı. Bugünkü hesaba kitaba dayanan hesapsız kitapsız uygarlığı bilgisayarların, gen teknolojisinin keşfi nasıl kurtaramayacaksa, sıfırın keşfi de onu keşfeden uygarlıkları, Hint ve Maya uygarlıklarını kurtaramadı.

Sıfırın olmadığı bir dünyada eksiler; eksilerin olmadığı bir dünyada artılar da olamazdı. Ancak sıfırın olanaklı kıldığı yüksek soyutlama düzeyi sayesindedir ki, gerçek sayılardan çok daha gerçek olan, gerçek olmayan sayılar alemi bulunabilmiştir.

Sıfır bir doğum ya da ölüm noktası olarak ele alınabilir. Gerçekte her doğum bir başka ölümdür de. Eski uygarlıklarda her sülale tarihin ve takvimin ilk yılını kendisiyle başlatırdı. O başlayan aynı zamanda bir başka uygarlığın sonu demekti.