Satıcıya Baskı:
Satılan birinci sayıların parasını almak için gazete bayiine gidilir.
OLAY I.
- Usta şu gazetelerin hesabını çıkaralım.
- Yahu benim emniyete götürdüler, bu gazeteyi sattığım için. "Kim sana getiriyor bu gazeteyi" diye sordular. Git, gel, emniyette sorgu derken benim bu gazete sergisi bir gün kapalı kaldı. Gazetenin parasını veremeyeceğim. Ekmeğimizi buradan çıkarıyoruz. İnşallah ikinci sayıda satar veririz. Yalnız bu gazeteleri bana getiren imzalı kâğıt verecek. Gazeteleri bayilere kimin dağıttığını soruyorlar. İkinci sayıdan yüz tane getir iyi satılıyor.
Kitapçıya ve Dağ'tıcıya göz dağı:
Başka kitapçı anlatıyor :
OLAY II.
- Beni emniyet 1. şubeye götürdüler. "Bu gazeteleri size kim getiriyor?" diye sordular. Ben de getirenin adını bilmiyordum. "Herhalde gazetede ismi yazılı olan sorumlular getirmiştir." dedim. "Onları biz de biliyoruz, bize başka isim lazım, başka isim" dediler.
Baskıcıya ve Dizgiciye baskı:
14. Mart. 1974 Çarşamba günü, her hafta olduğu gibi, Kıvılcm'ı dizen matbaaya gidilir. Konuşma aynen şöyle geçer:
OLAY III.
- Usta, yazıları bir saate kadar getireceğim. Tamam mı?
- Dur, bak biraz konuşalım.
- Bizi dün Devlet Güvenlik Mahkemesine cağırdılar. Yalnız bizi de değil basan matbaacıları da... Kusura bakmayın biz dizemeyeceğiz. Hele bir iki hafta başka yerde dizdirin, inşallah sonra gene dizeriz.
- Yahu bu kanuni müsaadesi alınırsa bir gazete. Sorumlu Yazı İsteri Müdürü belli. Sahibi belli. Matbaacıyı ilgilendirmez. Bir suç varsa bunlar hakkında dava açılır.
- Orası öyle ama, burası Türkiye. Kanunlar öyle ama, (elini sallar)
- Anlaşıldı, anlaşıldı hadi hayırlı işler.
OLAY IV.
"Devlet Güvenlik Mahkemesi" Savcısı ile Kıvılcımın sahibi arasında geçer:
- Birşey sorabilir miyim?
- Sor.
- Matbaacılar da buraya sorguya getirilmişler. Gazete hakkında bildiğim kadarıyla öncelikle Sorumlu Müdür ve Sahibi sorumludur. Matbaacılar neden sorguya çekildi acaba? Gazeteyi basmaktan çekiniyorlar.
- Tahkikat yürütüyorum, evet matbaacıları sorguya çektim. Ama onlara "gazeteyi basmayın" demedim. Ben hukukçuyum. Gelsinler; benim matbaacılara baskı yaptığımı mı ima ediyorsun? Ben hukukçuyum, öyle şey yapmam.
OLAY V.
Bir matbaacıya gazeteyi basması için gidilir. Durum anlatılır. Kıvılcım'ı bastıp, basmayacağı sorulur.
Matbaacı - Öyle, biz bastıktan sonra en geç 24 saat içinde derlemeye veririz, ondan sonra bizi ilgilendirmez. Matbaacıyı bir şey ilgilendirmez ama sık sık gelirler rahatsız ederler, sorguya götürürler, işinden gücün den olursun, baş ağrısı olurlar. "Senden başka basacak yok mu?" diye baskı yaparlar. Kanunsuz ama ispatı mümkün değil. Sonra alışılmış. Baskı yapan da yapılan da alışmış. Bu gazetelerle uğraşacaklarına seks yayınlarıyla uğraşsınlar ya. Uğraşmazlar her şey ters bu memlekette.
1974 Modeli Demirkırasi:
OLAY'ları işittiğimiz ve yaşadığımız şekilde okudunuz. Daha bunlar gibi neler var. Uzatmaya değmez. Matbacının dediği gibi: "Alışılmış"
Evet, ortada maddi delil ile ispatlanacak hiç bir "Baskı" yok. Bir gün işinizin, tezgahınızın basından alınıp tahkikat sorgusundan geçirilmek bir "BASKI" değildir. Tabii her şey "usule" ve "kanunlara" uygundur.
1. Şube Memurunun satıcıya "Bunları kim getiriyor?" diye sorması bir "BASKI" değildir.
Gazete basılırken; "Kıvılcım burada mı basılıyor? ...Biz birinci Şubedeniz" diyerek daha bir yüzü bile tam olarak basılmamış gazetelerden almaları bir "BASKI" değildir. Bu davranışın baskı olduğunu kimse kimseye ispat edemez.
Evet, fikir özgürlüğünden söz ediliyor. Protokol'e, Program'a alındı. Evet, "Fikir suçu tanımamak" yeter mi? Eskiden bir yayın basıldıktan sonra yasaklanırdı. Şimdi, daha başından basılması engelleniyor, dağıtımı engelleniyor.
Fikir özgürlüğü mü deniliyor? Bir fikri yayabilme hakkı, ancak fikrin yayılıp, basılmasıyla gerçeklik kazanabilir. Her öz bir biçimle var olur. Fikir neyle yayılır? Sözle, yazıyla, işle. Eğer bir fikrin seslendirilmesi, ak kâğıt üzerine kara harflerle yazılarak çoğaltılması ve bunun okuyucuya gitmesi engellenirse; fikir özgürlüğünden söz edilebilir mi?
Özgürlük sınıflara göre gerçektir. Nasıl mı? Bir örnekle anlatalım:
Her gün tonlarca kâğıt, kilolarca mürekkep, yüzlerce işçinin gücü harcanarak, GIRGIR'lardan, "Boşvermişlerin gazetesi" - OKEY'ler- den en saçma, en çağ dışı, en bilim dışı gazetelere kadar çeşit çeşit yayın basılır, Bunlar kamyonlarla bütün memlekete dağıtılır, binlerce liralık reklâm kampanyalarıyla yığınlara yutturulur.
O kadar kâğıt, mürekkep. işgücü benzin vs. ye yazık değil mi. Bütün bunlara nice yararlı işler yapılabilir. Bu israf, bu vurgun peri ülkemiz halkına, kültürümüze, ekonomimize bir Sabotaj değil mi?
Ama bütün bu ve benzeri yayınlar hakkında hiçbir zaman, gazete bayileri, matbaacılar sorguya çekilmez. Geri ülkemiz halkına, kültürüne ve ekonomisine böylesine pervasızca, hayasızca, en korkunç, en iğrenç sabotajları yapanlar sorguya çekilmez.
Biz diyoruz ki: Aksi olmalıdır. Bu da ancak başta işçi sınıfımız gelmek üzere işsizlik ve pahalılık cehenneminde yanan; bütün üretmen halkımızın Türkiye ekonomi ve politikasında bir avuç para-babasının ikiyüzlü tahakkümüne son vermesiyle mümkündür.
Demir Küçükaydın
(Kıvılcım gazetesinin 25 Mart 1974 tarihli üçüncü sayısında Demir Küçükaydın imzasıyla yayınlandı. 26 Ekim 2007 Cuma günü dijitalize edildi. D. K. )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder