24 Şubat 2025 Pazartesi

Erdoğan Silahların Susmasını İstemiyor. Ne Yapmalı?

PKK’nın Silahlı mücadeleye son verme ve mücadeleyi hukuki ve politik zeminlerde sürdürmeye geçişe hazır olması, Öcalan’ın çağrısının destekleneceğine yönelik son açıklamalar (PKK’nın Bildirisi, Cemal Bayık’ın Mektubu aldıklarına dair ifadeleri, dün Duran Kalkan’ın dedikleri ve en son Remzi Kartal’ın televizyon söyleşisindeki ifadeleri) silahlı mücadeleye son verilmesini istemeyenleri ve sürmesinden çıkarlı kesimleri harekete geçirmiş bulunuyor. En başta da Erdoğan ve onun devlet içindeki destekçilerini. Çünkü bunlar silahlı mücadelenin bitmesi ile ayaklarının altındaki toprağın kaymaya başlayacağını görüyorlar.

Savaşta “Düşmanın istediği koşullarda savaşı kabul etmeme ve onu kendi koşullarında savaşa zorla diye bir kural vardır. Erdoğan ve ortakları kendi açılarından tam da bunu yapıyorlar.

Aslında Kürt hareketinin çok uzun zaman önce yapması gereken de böyle davranmaktı. Artık silahlı mücadelenin devamını düşmanın istediğini, bu biçimin Kürtlerin mücadelesine zarar verdiğini görüp, mücadeleyi düşmanın istemediği şartlarda sürdürmekti.

Silahlı mücadelenin devamı, Türk devletinin ve en başta da Erdoğan’ın işine geliyordu. Böylece legal mücadeleyi ve muhalefeti felç etme, demokratları ve muhalefetin en demokrat, dinamik ve örgütlü kesimi olan Kürt siyasi hareketini tecrit etme olanağı buluyor ve böylece hukuksuz tek adam rejimini kuruyor, sürdürüyor ve iyice yerleştiriyordu. Aslında bunu görmek çok kolaydı. En azından son on veya onbeş yılda, en önemli kazanımlar ve zaferler silahsız mücadele biçimleriyle kazanılmıştı. Zamanında bu esneklik gösterilip mücadele biçimi değiştirilseydi, daha büyükleri de kazanılabilirdi. Silahlar bu mücadeleye destek değil, engel haline gelmişti, onu güçlendirmiyor, aksine zayıflatıyor, tecrit olmasına yol açıyordu.

Öcalan bu durumun çok uzu zamandır farkındaydı ve silahlı mücadeleye son verip, legal, politik ve kitlesel örgütlenme ve mücadeleye geçiş yaparak, düşmanın istediği koşullarda savaşa son vermeyi, yani düşmanın istediği koşullarda gönüllü olarak savaşa devam eder durumda olmayı sonlandırmak istiyordu.

Ancak bunu değişimi yapabilmek için öncelikle elinde silah bulunan arkadaşlarını ikna etmesi gerekiyordu. “Barış Süreci” müzakereleri döneminde Kandildekiler ise buna direniyor, aslında Demokratik ve Yasal yollarla ortaya çıkan Gezi Direnişi, bu direnişle birlikte şehirli ve laik Türk milliyetçisi kesimlerin Kürt hareketiyle ittifaka yönelme eğilimleri göstermesi sayesinde elde edilen 2015 Haziran’ındaki seçim zaferlerinin ve Suriye’deki elverişli koşulların ortaya çıkardığı durumu, kendilerinden ve ellerindeki silahlardan biliyorlar ve kendi güçlerini abartıyorlardı.

Bu nedenle, Öcalan’ın bu değişikliği yapmasına direniyorlar ve bunu da Öcalan’ın elini yükseltmek için yapmış gibi gösteriyorlardı. Bu gibi küçük oyunlar mücadele biçimlerini koşullara uygun biçimlere değiştirmenin sağlayacağı imkan ve güçlerin yerini alamayacağını anlamıyorlar ve anlamak istemiyorlardı.

Bu yanlış değerlendirmeleri sonu, 7 Haziren seçimlerinden sonra birbiri peşi sıra yapılan yanlışlarla birlikte tam bir yenilgiye ve büyük bir tecrit ve gerilemeye yol açtı.

Devlet ve Hükümet Öcalan’ın imkan bulduğunda bir an önce Silahlı mücadeleye son vermek istediğini, ağır yenilgilerin Öcalan’ı kendi örgütüne karşı haklı çıkardığını ve Öcalan’ın konumunu güçlendirdiğini, bu nedenle imkan bulduğu takdirde, artık haklılığı bir kez daha kanıtlanmış olarak, elinde silah tutan arkadaşlarını bu mücadele biçimi ve taktik değişikliğine ikna edebileceğini biliyordu. Bu “teorik ve pratik güce” sahip olduğunu biliyordu.

Ve işte tam da bu nedenle, yani Öcalan’ın gereğinde kendi inisiyatifiyle, silahlı mücadeleye son verememesi için, Öcalan’ın bir mahkum olarak her türlü hak ve hukukunu çiğneyerek, ona karşı 2015’ten beri tam bir tecrit uyguluyordu.

Öcalan’a uygulanan tecrit aslında silahlı mücadelenin devam etmesini sağlamaya yönelikti. Silahlı mücadele Türk devleti için zaten artık ciddi bir sorun olmaktan çıkmıştı. Sürdürülebilir ve sürdürülmesi işe yarayan bir durumdu. Kürtler açısından ise, Kürtlerin ulusal baskıdan kurtuluşu ve bunun için de uyanışının bir aracı olmaktan çıkmış, bu görevini yapmış ama artık Türk devletinin her türlü hak ve hukuku çiğnemesinin, Irak’a askeri olarak yerleşmesinin, silahlanma ve savaş harcamalarını arttırmasının bir aracı ve bahanesi haline gelmişti.

Kandildekiler ise Öcalan’ın tecridinin sürdürülmesinin ardındaki bu gerçek nedenin hiç sözünü etmeyerek, sorunu sadece Öcalan’ın tecridini hukuki bir hakkın çiğnenmesi olarak koyarak, “bildikleri yolda devam ediyorlar ve hiçbir işlevi olmayan, ya da işlevi Öcalan’ın tecridine son verilmesi için çaba göstermek görünümü sağlayan gösteriler yapıyorlardı.

Kandildekilerin bu uzun tecrit döneminde yapmaları gereken, Öcalan’ın yapmak istediğini kendi inisiyatifleriyle yapmalarıydı: yani silahlı mücadeleye tek taraflı bir kararla ve inisiyatif göstererek son vermek, hukuki ve politik mücadele taktiğine, yani Hikmet Kıvılcımlı’nın deyişiyle, Legaliteden Yararlanma Taktiğine geçmekti.

Ancak onlar eski bildiklerine ısrar ve Türkiye’deki siyasi ve legal mücadelenin gelişiminin ve toparlanmasının önünde bir engel oluşturmaya devam ediyorlardı.

Böylece daha uzun yıllar Kürt hareketinin ve demokratik hareketin sürekli kan kaybına, tecridine ve güç yitirmesine yol açan bu denge daha uzun yıllar devam edebilirdi. Türk devletinin ve Erdoğan’ın kendilerine kolay zaferler bahşeden, konumlarını ve pazarlık güçlerini artıran bu durumu değiştirmesi için hiçbir neden bulunmuyordu. 

Sonradan bulutsuz gökte çakar bir şimşek gibi değişime yol açan, bir bakıma dış etkiler, uluslararası dengelerdeki değişimler oldu. 

Uluslararası durum ve dengelerdeki ve buna bağlı olarak Suriye’deki değişimler, Türk Devletini yeni duruma ayak uydurabilmek için, konumunu güçlendirme, bunun için de Kürtlere göstermelik bir takım kültürel haklarını sağlayarak ve onların politik hamisi rolüne soyunarak yedeğine alma stratejisine geçme, yani bir stratejik dönüş yapma kararı almasına yol açtı.

Çünkü Kürtler arasında giderek İsrail ile yakınlaşma ve Filistinlilere karşı bile İsrail’i destekleme eğiliminin güçlenmesi ve İsrail’in de Kürtlere sıcak mesajlar ve destek verip onların hamisi olma eğilimi göstermesi, İsrail’i her ne olursa olsun destekleyen ABD ve Avrupa’nın da ister istemez İsrail’in bu politikasını destekleyecekleri bir eğilim giderek güç kazanmasına yol açıyordu. Kürtlerin giderek artan bir kesimi, hatta Apo’yu destekleyenler bile, Filistinlilerin haklı mücadelesi karşısında, İsrail’in yananda saf tutma ve Filistinlilerin mücadelesine karşı çıkma veya sessiz kalma eğilimi gösteriyordu.

Bu durumda Türk devleti için alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Şimdiye kadar izlediği çizgi birdenbire çok zor durumda kalmasına yol açabilirdi. O zaman Kürtleri kazanma ve en azından yedeğe alma, ama bunu herhangi bir demokratikleşme olmadan, onların hamisi rolüne soyunma stratejisine geçmesi gerekiyordu. 

Ama bu stratejiye geçiş için öncelikle silahlı mücadelenin son bulması gerekiyordu. Öcalan’ın hem yıllardır Kürtlerle bir barış yapılmadığı, hakları tanınmadığı takdirde Ortadoğu’yu bir yangın yerine çevirebilecekleri yolundaki öngörüleri ve yıllardır silahlı mücadeleye zaten son vermek istiyor oluşu, Türk Devleti’nin bu stratejik dönüşü yapabilmek ve silahların susmasını sağlamak için bir yıldan çok önce Öcalan’la görüşmelere başlamasına ve sonunda da tecridi gıdım gıdım da olsa kaldırmasına yol açtı.

Bu da ister istemez Öcalan’a belli bir hareket alanı sağlamak anlamına geliyordu.

Öcalan da zaten en küçük olanağı bile değerlendirerek politika yapan bir önderdir. Düşmanının kendine sunduğu en küçük olanağı değerlendirecek esneklikleri gösterir ama temel stratejik hedef ve programını bir an için bile gözden yitirmez.

Örneğin Suriye’nin elinde onlarca yıl bir rehineyken, Ortadoğu’nun en büyük gerilla hareketini ve Kürt uyanışını örgütledi.

Örneğin Türk devletinin elinde bir adada hapis iken de yine Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en büyük demokratik Partisi ve Hareketini örgütledi. Ortadoğu’da bugün DEM Parti’den daha büyük bir demokratik parti ve bu partinin yarattığı nişten beslenen bir demokratik hareket yoktur.

Özetle, Öcalan bir parça hareket alanı bulursa, silahlı mücadeleye son verip, sadece Türkiye’de değil, tüm Ortadoğu’da, YPG’nin gücünün ve varlığının sunduğu olanaklarla da, Ortadoğu’nun en büyük demokratik hareketini örgütleyebilir hatta Suriye’de bir demokratik devrime ya da kuruluşa öncülük etmeyi bile sağlayabilir.

Bu değişikliklerle Türkiye politikasını da kökten değiştirebilir.

Çünkü Türk Devleti, şeriatçı yarı faşistleri destekleyerek, Suriye’de bir iç savaşın ve bu şeriatçılara karşı direnişin koşullarını yaratmaktadır. Destekledikleriyle birlikte kendisi de tecrit olacaktır. Bugün Suriye’de eksik olan iyi kötü demokratik bir program ve böyle bir program için güçleri bir araya getirebilecek bir güç ve stratejidir. Öcalan’da bunlar vardır, yıllardır yazılmışlardır.

Hasılı, Türk Devletinin Öcalan’ın silahlı mücadeleye son verilmesi karşılığında tecridine son vermesi, aslında Öcalan’ın zaten yapmak istediğini nispeten daha elverişli koşullarda yapması için bir olanak olarak ortaya çıkıyordu.

İşte Bahçeli’nin son hamleleriyle başlayan değişimin özü bu gelişmeler ve pozisyonlardır.

Bahçeli, devletin stratejik ve uzun vadeli ihtiyaçları için her riski göze alabilir, Öcalan da yine, zaten yapmak istediğini, yani demokratik bir hareketin uzun vadede güçlenmesi için gerekli taktik, örgüt ve mücadele biçimleri değişikliklerini yapabilmesi için bu strateji değişiminin sunduğu olanakları değerlendirebilirdi.

Yani Türk devletinin stratejik değişiminin bir ihtiyacı ile Öcalan’ın demokrasi mücadelesinde güçlenebilmek ve tecritten kurtulup cepheyi genişletebilmek için silahlı mücadeleye son verme ihtiyacı çakıştı.

Farklı ve hatta birbirine zıt çıkarlar, hedefler ve amaçlar için geçici buluşmalar mücadelede süreçleri içinde her zaman olabilir. Diğer deyişle farklı, hatta birbirine zıt çıkarlar ve amaçlar için geçici bir uzlaşma ortak bir noktada buluşmayı olanaklı kılmıştı. 

(Bu geçici buluşmaları ve bunun için gerekli taktik değişiklikleri ve uzlaşmaları rasyonalize edebilmek için, diploması ve propaganda gereği, kardeşlikten, “Kürdü sevmeyen Türkün Türk olamayacağından”, binlerce yıllık birliklerden, silah arkadaşlıklarından ve kader ortaklıklarından söz etmek de bu işlerin retorik kısmıdır. Bunları fazla ciddiye almamak gerekir. 

Marksist ve Devrimci bir politika böyle retoriklere değer vermez ve fazla bir anlam yüklemez, “söyleyene değil, söyletene bak”, “söylenenlere değil söylenmeyenlere bak” der ve gerçek nedenleri öne çıkarmayı esas görevlerinden biri kabul eder.

Çünkü bizler, ancak milyonlarca ve milyonlarca insanın bir yandan kendi öz örgütlenmeleri ve deneyleriyle, eylemleriyle, diğer yandan sözlerin ardındaki gerçek toplumsal güçleri, onların konum, çıkar ve eğilimlerini görmeyi, temel anlama yöntemi olarak kullanmayı politik mücadeleler içinde öğrenerek, egemen sınıflar tarafından kullanılmaktan kurtulabilecekleri ve köklü değişimler yapılabileceğine, çoğunluğun böyle bir siyasi eğitiminin ve gelişiminin de bunun olmazsa olmaz koşulu olduğu varsayımından hareket ederiz. Her zaman olduğu gibi, bu son süreçte de tavrımız böyledir. İsteyenler o retoriklere inanabilir.)

“Süreç” denilen özünde budur. Öcalan bir bakıma, bu olanağı, bu pencereyi değerlendirmek için elinden geleni yapıyor.

Devlet içindeki muhtemelen uzun vadeli ve stratejik düşünen belli güçler de belli ki bu stratejik dönüşümün yapılmasında ısrarlı görünüyorlar.

Ama mücadele eden güçlerin içinde de her zaman farklı strateji ve taktikler için bir mücadele de vardır. Politika sadece karşı tarafa karşı mücadeleyle yetinemez, karşı tarafın içindeki mücadelede, sizin hedeflerinize daha denk düşünenlerin elini güçlendiren ve onların üstün gelmesini sağlayan bir çizgi de izlemeniz gerekir. Öcalan bu tür ince dengeleri kollamanın da ustasıdır. Yıllarca en küçük bir olanağı değerlendirerek, hele bazan bir tuzak kurulduğunu veya oyalamak için yapıldığını bile bile, en küçük bir barış, ateşkes, silah bırakma, müzakere olanağını değerlendirerek, karşı tarafın içindeki daha az şiddetten yana olan güçlerin elini güçlendirmeye çalışmıştır.

İçeriğini bilmediğimiz müzakerelerde de benzer bir yaklaşım sergilediği ve Türk devletinin içindeki uzun vadeli çıkarları düşünenlerin konumunu güçlendirecek bir çizgi izlediği tahmin edilebilir.

*

Ama Erdoğan ve devlet içindeki müttefikleri, başından beri bu değişime açıktan karşı çıkamasalar da mesafeli duruyorlar ve ayak sürüyorlardı, durdurmak ve geri çevirmek için fırsat kolluyorlardı.

Şimdi özellikle Bahçeli’nin hastalığı bu ayak sürüyenlerin inisiyatifi ele alıp, gidişi durdurup, hatta tersine çevirip silahların susmasını engellemek için bulunmaz bir fırsat yaratmış bulunuyor. 

Burada özellikle Erdoğan’ın konumuna dikkat etmek gerekir.

Erdoğan ölünceye kadar iktidarda kalmak zorundadır ve bunun için yapmayacağı hiçbir şey yoktur.

Çünkü elindeki gücü ve iktidarı yitirdiği gün, başta en yakınındakiler dahil herkesin birikmiş hesaplarını isteyeceğini bilmektedir. “Halkın dediği gibi “düşenin dostu olmaz”. Hele güç ve maddi çıkar için dost olanların, her zaman güçlüğe yelken açanların düşmanlığı çok tehlikelidir. Kendisine ilk vuranlar da en yakınları olacaktır. Yıllardır yaptığı hukuksuzlukların kurbanları ve diğer akçeli işler, onu ölünceye kadar iktidarda kalmaya mahkûm etmiş bulunuyor.

Bu nedenle, Erdoğan en küçük bir demokratikleşmenin en esaslı düşmanı olmak zorundadır. Bir parça olsun gevşeme veya sözde bir hukuka dönüş, ancak Erdoğan’ın iktidarına hizmet ediyorsa mümkündür.

Erdoğan silahlı mücadelenin son bulması durumunda, az da olsa hukuka dönüş, demokratikleşmeye dönüş özlemlerine karşı duramayacağını, bu gibi girişimlerin hızla yükselebileceğini geçmişteki 2013 denemesinden bilmektedir. Erdoğan’ın unutamadığını biz de unutmayalım. Öcalan’ın 2013 Mart ayındaki bildirisinden üç ay sonda bu gevşemeden güç alan Aleviler ve Laikler isyan bayrağını çekmişlerdi ve Gezi hareketi başlamıştı.

Erdoğan, o zamanlar, iyi kötü gücünün zirvesindeydi ve ekonomi iyi gidiyordu. 

Ama şimdi artık durum farklı. Üstüne üstlük ekonomi berbat durumdadır ve en küçük bir kıvılcımda patlamaya hazır geniş yığınlar bulunmaktadır. Dolayısıyla Erdoğan için daha çığ büyümeden, silah bırakma henüz gerçekleşmeden bu gidişi durdurmak ve onu tohum halindeyken boğmak zorundadır. Bu onun için hayat memat meselesidir.

Bu nedenle şimdi çok kritik bir döneme girildiğinden söz edilebilir. 

İşte gerek kayyumlara gerek CHP’li belediyelere, gerek işverenlere saldırılar, gerek ta 2012 yılından kalma, Fethullahçı savcı ve hakimlerin hazırladığı hukuksuz iddianameleri arşivden çıkararak HDK gibi tamamen açık bir örgütlenmeyi terör örgütü olarak tanımlamak ve tutuklamalara girişmek, gidişi durdurmak için atılan adımlar, hatta yeni adımlar için ön yoklamalardır. Bu hukuken skandal tutuklamaları anlamak için hukuka değil, politikaya bakmak gerekir. Politikanın ihtiyacı, silah bırakma çağrısını engellemek, politik ve hukuki zeminlerde yapılacak mücadeleyi, şimdiden yasadışı ilan ederek ve öyle bir muameleye uğratarak provoke etmektir

HDK dosyasının özellikle hedefi ayrıca bizzat Öcalan’dır.

Ona sen HDK diye açık ve demokratik bir örgüt kurulmasını önermiştin, bu örgüte üyelik suçtur mesajı da verilmektedir. Yani barışçıl, hukuki ve politik mücadeleye geçiş önermekle bizi kandıramazsın, bunlar da suçtur, çünkü sen bir teröristsin, sana selam veren bile teröristtir ve terörist olarak kalacaktır mesajı verilmektedir. Diğer bir deyişle, silahların susması, izim sizlerin her demokratik düşünce ve davranışınızı bir terör eylemi veya komplosu olarak değerlendirmemizi değiştirmeyecektir denilmekte ve Öcalan’ın buna tepki göstererek silahlı mücadeleye son verme çağrısından vaz geçmesi istemektedir.

Bunun içindir ki, içinde bulunduğumuz günler ve önümüzdeki günler kritik ve çok tehlikeli günlerdir. Her türlü provokasyon, tutuklama, terör eylemi, hasılı akla gelebilecek her şeyler olabilir.

Unutmayalım, tüm barış süreçlerinde bunu yapabilecek niyet ve cesareti gösterenlerin çoğu öldürülür veya suikasta uğrar.

Özal, Kahveci, Bitlis’in ölümleri. Erdal İnönü’nün manevi olarak öldürülmesi ve tasfiyesi… De Gaulle’e OAS’ın suikast girişimleri, İzak Rabin’in öldürülüşü en bilinen örneklerdir.

Bunları hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor.

*

Peki ne yapmak gerekiyor?

Aman kımıldamayalım diyerek beklemek mi gerekiyor?

Hayır.

Bu konuda yıllardır önerdiğimiz biçimler var. Ancak küçük sol gruplar ve politika yapmayı mecliste nutuk atmaya indirgemiş bugünkü DEM e önceli partiler duymazdan gelmeye ve ezberlerini sürdürmeye devam ediyor. 

Bu konuda yazdıklarımız muhtemelen yine hiç kimse tarafından dikkate alınmayacaktır. Ama biz yine de kısaca tekrarlayalım. Belki birilerinin aklına takılır ve bir gün birileri bir de bunu deneyelim diyebilir. Bu nedenle tekrar hatırlatmış olalım.

*

Bugün, silahlı mücadeleyi bitirip, hukuki, politik zeminlerde mücadeleye geçişin benzerini, politik hakları kullanmaya dayanan mücadele biçimlerini bırakıp, insan haklarına dayanan mücadele biçimlerine geçmek gerekiyor.

Hedefleri de Demokrasi ve Kürt sorununun çözümünden, hukuk ve adalete çekmek gerekiyor.

Bu iki değişiklik bir arada en geniş cepheyi ve kitlesel mücadeleyi sağlar ve buradan alınan güçle ileri atılıp, demokrasi ve Kürt sorununun çözümü sorunlarına geçilebilir.

Taktik sanatında, strateji içinde taktik ve taktik içinde taktik bağlamı vardır.

Bu önerilen mücadele biçimleri taktik içinde taktiktir. Strateji içinde taktik ise, mücadelenin yükseliş aşamasında mı, yoksa gerileme aşamasında mı bulunduğu konusuyla ilgilidir. Çünkü yükselen bir mücadelede başka mücadele ve örgüt biçimleri, gerileyen veya savunmadaki bir mücadelede başka örgüt ve mücadele biçimleri gerekir. Mücadele yükseliş aşamasındayken savunma döneminin taktikleri, veya tersi, savunma ve gerileme dönemindeyken bir yükseliş döneminin taktik ve mücadele biçimleri ölümcül sonuçlar doğurur. Sadece saldırı ile zafer kazanılamaz, savunma sanatını, ricat etmeyi de bilmek gerekir. Politik mücadelede Almanca öğrenilmeden (Savunma sanatı öğrenilmeden) Fransızca (Hücum sanatı) öğrenilemez.

Çok açık ki bugün bir gerileme, savunma, bir seri yenilgiler dönemindeyiz. Bizzat bu durumun kendisi bile karşı tarafı tecrit edecek, bizim tarafı güçlendirecek, daha geniş güçleri bir araya getirecek, hedef ve mücadele biçimlerine geçişi gerektirmektedir.

Sırf bu nedenle bile aslında Siyahlı mücadeleyi sonlandırmak gerekiyordu. Yine bu nedenle, demokrasi mücadelesini demokratik hakları kullanıyoruz diyerek küçük grupların eylemlerine hapseden mücadele biçimlerini de bırakmak, çok geniş kitlelerin katılabileceği mücadele biçimleri bulmak ve yaratmak gerekiyordu.

*

Bu vesileyle yeni örgüt ve mücadele biçimlerinin ne olacağını bizzat silahları susturacak olanlardan biri olan Duran Kalkan’ın son yazısının son paragrafından okuyalım:

“Apo’nun geliştirmeye çalıştığı yeni demokratik dönüşüm sürecini rahat, mücadelesiz, kolayca barışın sağlandığı, masa başında müzakerenin yapıldığı, bütün sorunların bu temelde çözüldüğü bir süreç olarak anlamak ve bunu beklemek yanlıştır. Hiç kimse böyle anlamamalı, başkalarına da sürecin böyle olduğunu anlatmamalıdır. Tersine geliştirilmeye çalışılan yeni süreç, eskiye göre daha çok, yaygın, zengin yöntemler içeren, daha kitlesel bir mücadele sürecidir. Her şeyi diş ve tırnakla sökerek alma, faşizmi yoğun ve etkili bir mücadeleyle yıkma sürecidir. Çünkü demokratik değişim ve dönüşüm ancak böyle bir mücadeleyle gerçekleşir, Kürt özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ancak böyle bir mücadeleyle sağlanır. Demokratik siyaset de zaten durmadan, kesintisiz bir biçimde böyle zengin bir demokratik mücadele yürütmek demektir.”

İşte silahların bırakılması ilanını beklemeden, silahlı mücadele son verebilmek için şimdiden “çok daha yaygın ve zengin yöntemler içeren kitlesel bir mücadele” başlatılabilir ve başlatılmalı.

*

Somut olarak bu nasıl bir biçimde olabilir?

Bu çıkmazdan çıkış için önerdiğimiz bir yeni mücadele yöntemi var. Bunu yıllardır öneriyoruz. Ama ne Kürt hareketi ne de onun bileşeni ve destekçisi olan hareketler duymak istemiyorlar. Kendi küçük gruplarının rozetlerini göstermek için ezilenlerin bir direniş kapısı açmalarının yolunu tıkıyorlar.

Yıllardır savunduğumuz yöntemi tekrar hatırlatalım.

Bugün politik hakları kullanmaya yönelik her protesto, her gösteri, her davranış polisin, savcıların, hakimlerin keyfi ve hukuksuz saldırılarına uğramakta bu da sıradan insanların katılımını dolayısıyla kitleselleşmeyi engellemektedir.

Kitleselleşme olmayınca hükümet ve polisleri giderek daha da keyfi davranmaktadırlar. Böylece oluşan kısır döngünün dışına çıkılamamaktadır.

Yani nasıl silahlı mücadele siyasi ve legal mücadelenin önünde bir yük ve engel haline geldiyse, siyasi haklara dayanarak yapılmaya çalışılan mücadeleler de demokratik bir kitle mücadelesinin önünde bir engel haline gelmekte, protesto yapanların tecridine yol açmaktadır.

Bugün yapılan bu mücadeleyi, yani örneğin bir hukuksuzluğu protesto için, demokratik bir hakkı kullanarak, küçük grupların pankartlı, bayraklı, sloganlı gösterileri bir zamanlar (1930’lar) TKP tarihinde ki Bildiri-Tevkifat kısır döngüsüne benzemektedir. O zamanlar TKP kızıl bildiriler yayınlıyor, bunları birkaç fabrikada ve yerde bir şekilde dağıtıyor, tutuklamalar yapılıyor.

Himket Kıvılcılı bu taktiği Yol adlı 1930’de Elazığ cezaevnide yazdığı kitabın son bölümü olan Legaliteden Yararlanma başlığı altında Sosyalist ve İyşçi hareketinin tarihinden örneklerle eleştiri ve partiye legaliteden yararlanma taktiğini önerir. Öremkele de kalmaz, çıkınca bizzat kendisi uygular. Çağaloğlu(da Vilayetin karşısında küçük bir dükkanda Marksizm Bibliyoteğini kurar, Karl Mark’ın, Lenin’in, Engels’in kitaplarını yayınlar, Türkiye’nin tarihine, sınıf ilişkilerine ilişkin kitaplar (Edebiyatı Cedide’nin Otopsisi, İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı vs.) yayınlar ve böylece Marksizm ve sosyalist fikirler ilk defa legal olanakların kullanılmasıyla işçiler, aydınlar ve gençlerle ilişkiler kurmaya başlar. Bunlardan etkilenen harbiyeliler bile olur. 

Aynı taktiği 1950’lerde de Vatan Partisi’yle uygular.

Tabii bu arada defalarca tutuklanır, ama devam eder. Sanılanın aksine legal mücadele çok daha zordur. Ama o onları aşmayan bildirilerin yerini yüzleri binleri aşan insana ulaşan kitaplar almıştır.

İşte bugün benzerini yapmak, bildiri tevkifat çemberi benzeri gösteri-gözaltı veya tutuklama çemberinin dışına çıkmak gerekiyor.

O halde yapılacak bellidir, hukuken politik haklar alanına girmeyen ama en temel insan ve yurttaş hakları alanında bulunan biçimlerde hareket edilerek, polisin ve savcıların, hükümetin saldırıları engellenebilir ve onlar ne yapacağını bilemez durumda bırakılabilir.

Tekrar hatırlatalım.

Herhangi bir yerde bulunmak, durmak, yürümek, dolaşmak, oturmak vs. gibi davranışlar politik haklar alanına girmez, en temel insan hakları alanındadır. Bu alanda kalarak mücadele edilebilir.

Yani politik mücadeleyi politik hakları kullanmadan yapmak ve böylece polisi ve savcıları etkisiz kılmak mümkündür.

Yapılacak iş basittir.

Politik hakları kullanmayan, en temel insan ve vatandaşlık hakları alanına, yani polisin şiddet kullanmasını olanaksızlaştıracak bir alana ve biçime geçmek gerekiyor.

Bu da somutta şöyle olabilir:

Hiçbir pankart, flama, bayrak taşımadan, hiçbir slogan atmadan, müzik çalmadan, mikrofonla konuşmalar yapmadan, yani hukuken toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu veya politik hakların kullanımı alanına girecek hiçbir görünür şey yapmadan her gün aynı saatlerde, şehirlerin, semtlerin aynı meydanlarında bulunmak ve buluşmak.

Böyle bir biçim, fısıltı gazetesiyle bile duyulduğunda, eksponansiyel olarak hızla büyüme özelliği gösterebilir. Önünde durulmaz bir sel olur. Yapılması gereken tek şey, sessiz ve sözsüz olarak belirli yerlerde durmaya başlamak ve bunu ısrarlı bir şekilde sürdürerek tanıdıklara duyurmak ve onları da aynı şekilde bulunmaya ve buluşmaya davet etmektir. Bu bir kere geniş kitleler tarafından duyulduğunda, ve bulunan ve buluşanlar belli bir kritik kütleyi aştığında, karşı durulmaz bir kitlesel protesto başlamış olur. Kitlelerin sessiz direnişleri iktidarlar için en korkunç ve karşı durulması olanaksız bir mücadele biçimidir.

Örneğin İstanbul’da Beşiktaş ve Kadıköy’de bulunmak-buluşmak biçiminde olabilir. Zaten kendiliğinden epey yoğun bir insan kalabalığının da hareket halinde bulunduğu bu yerlerde küçük örgütlü anlaşmış gruplar bile çevrelerindekine söyleyerek ve katılımlarını sağlayarak her gün aynı saatlerde aynı yerlerde buluşmak ve bulunmak tarzında böyle bir direniş biçimi başlatabilirler.

Polis, ilk başlarda bir eylem olduğu, bir protesto olduğu bile anlaşılamayacak bu eylem biçimine karşı hiçbir şey yapamaz.

Binler ve on binler toplandığında ve sessizce buluştuğunda da artık bir eylem olduğunu anlasa bile bir şey yapamaz.

Hem ortada bir siyasi gösteri hakkının kullanımı olmadığı için, kim protesto ediyor, kim orada tesadüfen bulunuyor ve geçiyor diye ayıramayacağı için.

Ve tam da fiilen polis tehdidi artık işlevsiz kalacağı ve olmadığı için günlük işinden gücünden gelen insanların katılabileceği ve protestosunu yansıtacağı bu biçime en geniş kitleler katılmaya başlarlar.

Böyle bir mücadele biçimine geri çekiliş ve o geri çekilişten alınan güçle, tıpkı gerilen bir yaydan alınan güç gibi ileriye atılmak, sadece silahların susması olanağını yaratmak değil, belki Türkiye’de gerçek bir halk örgütlenmesi ve hareketi bile başlayabilir.

*

Buradan bütün bu yazıyı okuyanlara çağrı yapıyorum. Okuyanlar, sizler de bu çağrıyı yayınız. Çevrenizde bu öneriyi bir şekilde konu edip bilinmesini, tartışılmasını sağlayınız.

Örneğin her gün akşam üstleri örneğin saat 17.00 – 19.00 arasında veya Ramazan’da İftardan önceki iki saatte bulunduğumuz kentin en önemli ve işlek alanında bulunalım, buluşalım diye bir öneri var. Olur mu böyle bir şey diye çevrenizde söz konusu ediniz.

Dolaşalım, duralım, bir kenarda oturalım, gelene geçene bakalım, tanıdıklarımızla ayak üstü sohbet edelim vs.. Niye orada bulunduğumuzu anlatalım veya bu konu üzerine sohbet başlatalım.

Önemli olan bir kalabalığın oluşması ve bunun büyümesidir.

Sanılanın aksine sessizlik, sadece sessizce aynı yerde bulunmanın kendisi bile en güçlü sloganlardan daha güçlü bir ses anlamına gelecektir..

Binlerin, yüz binlerin, milyonların ısrarlı bir sessizliği halkın gücünün bilincine varmasını, kendine güvenmesini ve hızla örgütlenmesini getirecektir.

İleri sıçramak istiyorsanız, gerileyip hız almanız gerekir.

Oku ileri atmak için, yayı geriye doğru germeniz gerekir.

Demir Küçükaydın

24 Şubat 2025 Pazartesi

demiraltona@gmail.com


Yazarın Sosyal Medya Adreslerinin Linkleri

Blog (Demirden KAPILAR)

https://demirden-kapilar.blogspot.com/

*

Kısa Hayat Hikayesi

https://demirden-kapilar.blogspot.com/2017/10/kendini-tantmak-ksa-hayat-hikayem.html

*

Twitter (X)

https://twitter.com/demiraltona

*

Threads

https://www.threads.net/@demiraltona

*

Bluesky

@demiraltona.bsky.social

*

Instagram

https://www.instagram.com/demiraltona/

*

Youtube Kanalı

https://www.youtube.com/@demiraltona/videos

*

Dailymotion

http://www.dailymotion.com/koxuz

*

Academia – (Kitaplarını İndirmek İçin)

https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin

*

Yandex – (Kitaplarını İndirmek İçin)

https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA

*

Libraray Genesis – (Kitapları İndirmek İçin – Tor Tarayıcısını Kullanın)

https://libgen.is/

*

Z-Library – (Kitapları İndirmek İçin – Tor Tarayıcısını Kullanın)

https://z-library.sk/

*

WhatsApp (Yazılarına Abone Olmak İçin)

https://chat.whatsapp.com/JzRiTEc5cCzBUfeOum7Ir9

*

Telegramm (Yazılarına Abone Olmak İçin)

https://t.me/demirdenyazilar

*

Signal – (Yazılarına Abone Olmak İçin)

https://signal.group/#CjQKIGpiwmd0rJSLqlov1j6rlQuTTt_pmLjYYnDx7FZoXFsEEhCW1MrCGeix4iUkkf2OWqAv

*

Facebook Adresi (1)

https://www.facebook.com/demiraltona/

*

Facebook Adresi (2)

https://www.facebook.com/demirkucukaydin/

*

Facebook - Demirden Kapılar Okurları SAYFASI

https://www.facebook.com/DemirdenKAPILAR

*

Facebook - Demirden Kapılar GRUBU

https://www.facebook.com/groups/demirdenkapilar

*

LinkedIn

https://www.linkedin.com/in/demir-kucukaydin-20358359/


Hiç yorum yok: