16 Eylül 2024 Pazartesi

Fragmanlar (2) - Niçin “Marksizm”, Niçin “Yeniden İnşa”?

Marksizmin Yeniden İnşası” sözlerinden başlamak gerekiyor aslında.

Önce “Marksizm” kavramını ne anlamda kullanıyorum. Buna kısa bir açıklama getirmeli.

Ben “Marksizm”i Toplumbilim anlamında kullanıyorum.

Toplum denen varoluş biçiminin yapısını ve değişim yasalarını araştıran bilim anlamında kullanıyorum.

Marks ve Engels de oluşturdukları teoriyi “İnsan Toplumlarının” veya onun “tarihinin” teorisi olarak tanımlamışlardır.

Yani bu teorinin temel önermelerini koyanlar, yapmaya çalıştıklarını, teorilerinin konusunu böyle tanımlıyorlardı. Örneğin Engels, Marks’ın Mezarı başında yaptığı konuşmada[1] Marks’ın en önemli keşfini, böyle tanımlıyordu.

Yani, Marksizm, bir “felsefe”, bir “ideoloji”, bir “doktrin”, bir “politika öğretisi”, bir “dünya görüşü”, bir “ekonomi teorisi” vs. değildir.

Ve burada hemen şu da eklenmelidir ki,  bu teorinin nasıl tanımlandığının kendisi de bir sınıf mücadelesi konusudur ve bu mücadelenin de bir aracıdır.

Yani Marksizmi örneğin bir “dünya görüşü”, bir “felsefe” bir “ekonomi teorisi” vs. olarak tanımlama Marksizme karşı bir ideolojik mücadelenin parçasıdır. Ve bugün kendine “Marksist” diyen birçok “Marksist” Marksizmi böyle tanımlayarak, Marksizmin kendisine karşı mücadele etmektedir.

Onlar (Marks-Engels), Lenin’in de dediği gibi[2], bu biliminbir temel taşını” koymuşlar veya başlangıç önermelerini formüle etmişlerdir.

Gerisi sonradan gelenlere kalmıştır.

Dolayısıyla ben “Marksizm” kavramını, Toplumbilim anlamında bir kısaltma olarak kullanıyorum. Onu kuranların bu “Marksizm” kavramını kullanmamaları ve hatta teorilerinin böyle tanımlanmasına karşı çıkmalarına[3] rağmen.

Tarihsel Maddecilik” veya “Diyalektik Sosyoloji” olarak da adlandırılan, toplumu açıklama iddialı, temel önermeleri Marks ve Engels tarafından ortaya atılmış teorik yapıyı, yani konusu veya nesnesi Toplum olan bilim, için kısaca Marksizm terimini kullanıyorum.

Bazı insanlara kısa lakap takma veya uzun tanımları Amerikalılar gibi kısıltmalarla adlandırma gibi bir pratik yanı var. Ama sadece bu kadar da değil.

*

Toplumbilimi derken, onu hangi genel kategori içinde tanımladığımı kısaca belirteyim.

Varlığın üç temel, birbirinden kesin olarak ayrılan biçimi var. Cansız, Canlı (veya Organik) ve Toplumsal varlık.

Fizik cansız varlığın, Biyoloji, canlı varlığın, Toplumbilim veya Marksizm de Toplumsal varlığın bilimidir veya öyle olmalıdır. Yani üç temel varlık biçimine üç temel bilim karşılık gelmektedir.

O halde, Marksizm, üç temel varlık biçiminden birinin bilimidir.

*

Deniyor ki, Marksizim Ondokuzuncu Yüzyıl’ın bilimidir, artık geçersizdir.

Ondokuzuncu Yüzyıl bilimi olduğu doğru kabul edilebilir.

Aslında ondokuzuncu yüzyılda doğmuş bir yirminci yüzyıl bilimi sayılabilir. Çünkü doğanken bir tarih bilimi olarak doğmuştur. Marksizm toplumun tarihinin bilimi olarak Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısının sonunda doğarken, henüz canlı ve cansız varlığın, bir tarihi olduğu kavrayışı yoktu.  Cansız ve canlı varlıkları tarihsel bir süreç içinde ele almak, yirminci yüzyılda yerleşmiştir. Jeoloji canlıların, Astronomi cansızların (evrenin) varlığını bir tarihsel süreç olarak anlamayı mümkün kılmıştır.

Örneğin fizik biliminin evrenin de bir tarihi olduğunu kabul etmesi ve fiziğin bir tarih bilimine de dönüşmesi yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde, Hubble’ın gözlemleri ile mümkün olmuştur. Bu bakımdan toplumbilim (Marksizm) daha doğarken toplumsal varlığı, bir süreç, bir tarih olarak ele alarak doğduğundan dolayı 19. Yüzyılda doğmuş bir 20. Yüzyıl bilimi olarak tanımlanabilir.

Ama bunu bir yana bırakalım ve ondokuzuncu yüzyıl bilimi önermesini doğru gibi kabul edelim.

Ama bu önermeden onun geçersizliği sonucu çıkar mı?

Hem çıkarılabilir hem çıkarılamaz. Hangi anlamda çıkarılabilir, hangi anlamda çıkarılamaz?

Yine Fizik ve Biyoloji örneğinden hareketle açıklamayı deneyelim.

Darwin’in türlerin nasıl ortaya çıktığına dair teorisi de ondokuzuncu yüzyıl teorisidir. Bu onu geçersiz yapmamıştır. Ondan esirgemediğimizi niye Marksizmden esirgeyelim? Bu çifte standart olmaz mı?

Ama bu o bilimin gelişmediği anlamına da gelmez.

Geçersizlik önermesini kanıtlamak için, o bilimin temel kavramlarının, kurucu kavramlarının geçerli olup olmadıklarının kontrolü gerekir.

Örneğin biyolojide, Tür, Seçilim, Uyum, Üreme, Hayatta Kalma gibi kavramlar Darwin teorisinin temel kavramlarıdır.

Örneğin fizikte, Uzay, Zaman, Madde, Kuvvet, Hız, Hacim, Ağırlık, Kütle vs. gibi kavramlar fiziğin temel kavramlarıdır.

Bu kavramlar bu iki bilimde de hala geçirliliklerini sürdürmektedirler.

Bu kavramlar nasıl hala geçerli ise, Toplum Biliminde, yani Marksizm’de de Üretici Güçler, Üretim İlişkileri, Ekonomik Altyapı, Üstyapı, Mülkiyet İlişkileri, Hukuki İlişkiler, Sınıflar gibi kavramlar da toplumu açıklayabilmek için temel kavramlardır.

Bunların işe yaramadığı gösterilirse elbette Marksizmin artık bir anlamı olmadığından, geçersiz olduğundan söz edilebilir.

Ama bu kavramlar bize hala tarihin ve toplumun genel gidişi hakkında, genel eğilimi açıklamakta çok tutarlı açıklamalar sunmaktadır.

Örneğin, bir üretim biçimi olarak avcılık ve toplayıcılık, üretici güçlerin belli bir düzeyini ifade eder. Yani henüz bitkiler ve hayvanlar ehlileştirilmemiştir. Dolayısıyla Tarim keşfedilmemiştir. Dolayısıyla köyler, kentler, zigurratlar, piramitler, mezarlıkların, yazının, paranın, devletin var olması mümkün değildir. Dolayısıyla bu tür toplumsal ilişkiler mümkün değildir.

Keza, emek üretkenliğinin çok sınırlı olması, dolayısıyla kişinin çalışması, yani avlanması ve yiyecek toplaması, anca kendisinin ya da kabilesinin varlığını sürdürmeye yetiyorsa ve iyi bir av gibi bir artı ürün son derece rastlantısal ise, örneğin kölelik mümkün olmaz.

Çünkü başka birini çalıştırdığınızda bir artı ürün kalmaz. Kölenizin çalışması ile ürettiği, anca onun kendini yaşatmasını sağlayabilir.

Bu durumda başka bir kabileyi yendiğinizde veya birini yakaladığınızda ya onu yersiniz ya da kendi kabilenize kabul edersiniz birtakım ritüeller ve sınavlarla kardeşleşir, aynı toplumsal bütün içinde birleşirsiniz.

Keza, artı ürün rastlantısal olduğundan örneğin hafta sonu tatili, bayram gibi çalışılmayan günler ve böyle ilişkiler ve kavramlar da var olamaz.

Bu da Allah’ın neden Cuma, Cumartasi ve Pazar günlerini tatil yapan peygamberleri, Cami, kilise, Havra gibi ibadethaneleri olan din kurucusu peygamberleri yollamak için neden tarımın gelişmesini beklediğini açıklayabilir.

Belki tesadüfi artı ürünü, artı ürün sürekli olmadığından onu saklayıp koruyacak araçlar ve nesneler de olmadığından, topluca, kabilenin veya klanın dayanışmasını arttıracak şekilde veya başka kabile veya klanlarla bir dostluğu geliştirmek için, toplu halde yemek, şölenler biçiminde olabilir.

Görüldüğü gibi, sadece bir Üretici Güçler ve onların Düzeyi kavramı bile, bu temel kavram üzerinde, bize Üretim, Üretim Araçları, Emek, Emek Üretkenliği, Artı Ürün, Sömürü gibi kavramları geliştirme ve birçok toplumsal olgunun varlığını veya yokluğunu açıklama olanağı sunmaktadır.

Antropoloji ve arkeolojinin verileri de bu sonuçları verilerle, gözlemle doğrulamaktadır.

Demek öyle hemen “Ondokuzuncu Yüzyıl bilimi” diye silinip atılacak bir durum söz konusu değildir.

*

Peki o bilimler orada kaldı mı? Hayır.

Örneğin 20. Yüzyılın başında fizikte ışığın hızının sabit olduğu görüldü. Bu klasik fizikle açıklanamıyordu. Sonra Einstein çıktı, bakkal gibi koyarsak, ışık hızı sabit olunca zaman yavaşlar, uzay kısalır dedi. Akıl ve duyularla tamamen çelişen kabulü zor bir sonuç çıkardı. Halbuki öncesinde, yani Newton fiziğinde, hız değişirdi, uzay sabitti ve zaman sabit bir hızla akardı.

Yani temel kavramlar yeniden tanımlandı.

Ama bir bilimin temel kavramları ve onların da üzerinde yükselen tüm kavramları birbiriyle iç tutarlılığıvardır. Biri değişince diğerleri de değişir.

Işık hızının sabitliği, zaman ve uzaya ilişkin tanımımızı kökten değiştirdi. Zaman ve uzay, maddeden bağımsız, olayların içinde geçtiği bir tiyatro sahnesi gibi varlıklar olmaktan çıktılar, varlıkla (madde ve enerji) birlikte var olabilir oldular.

Ya da ışığın hem dalga hem parçacık özelliği bugün Quantum Fiziği denen fiziğin ortaya çıkmasına yol açtı.

Peki bu gelişmeler eski klasik fiziği yok etti mi?

Hayır, onun daha sınırlı olduğunu, doğruluğunun göreli olduğunu gösterdi. Günlük hayatta nasıl Euclid geometrisi işlerimizi görmeye yeterse, Newton fiziği de pratikte hemen her şeyi hesaplamayı sağlar.

Bu nedenle Einstein bilimlerin ilerlemesi bir tepeye tırmanmaya benzetir. Bir binayı yıkıp yerine yeni bir bina inşa etmeye benzemez der.

Bir de biyolojiden örnek verelim. Darwin’in teorisi örneğin, Mendel’in bulduğu kalıtım yasaları, Genler, DNA’lar, Popülasyon, Simbiyoz gibi kavramlarla veya evrimi somut gidişini, var olan canlı türlerinin egemenliğine son veren yeni türler için alanlar açan katastroflarla açıklayan teorilerle gelişti. Hatta Epigenetik, yani örneğin beslenme ve çevrenin de genlerdeki etkisini ele alan ve bir anlamda Lamarck'ın yaklaşımına da belli bir bir haklılık tanıyan, Darwin’in haklılığını bir ölçüde relative eden gelişmeler oldu. Bütün bunlar Darwin’in teorisinin yanlışlığı anlamına gelmedi. Daha sınırlı ve eksik olduğunu gösterdi.

İşte Marksizm’in de bu anlamda ve biçimde gelişmesi gerekir. Bilim olduğu iddiasındaysa böyle olmalıdır ve olacaktır.

Newton ve Darwin’in teorilerinin eksikliği ve sınırlılığı anlamında Marksizmin de elbet sınırlılığı ve yetersizliğinden söz edilebilir ve edilmelidir.

Ve Marksizmin ihtiyacı olan yenilenme, biraz yirminci Yüzyıl başyında Fiziğin yaşadığı türden bir yenilenmedir. Tıpkı fiziğin açıklayamadığı ışığa ilişkin olguları (hızının sabitliği, dalga ve parçacık özellikleri göstermesi)  açıklama için, uzay, zaman, kütle, madde, güç gibi en temel kavramları yeniden tanımlayan bir yenilenme veya “Yeniden İnşa”.

Çünkü bizim kanımızca, klasik Marksizm, tıpkı fizikteki ışığın davranışları gibi, Ulus, Din gibi özellikle üstyapıya ilişkin kavramları ve olguları açıklayabilmiş ve dolayısıyla bir program oluşturabilmiş değil.

Çok basit ve sıradan bir gerçek, bir olgu var: Dünya uluslarla kaplı ve Marksizmin (Toplumbilimin) ulusları ve ulusçuluğu açıklayan bir teorisi yok.

Zaten bu “Yeniden İnşa” sorunu da bu sorunlara bir cevap ve açıklama ararken ortaya çıktı.

*

Burada bir not daha eklenebilir.

Verdiğim örnekler bir binayı yıkap yeniden birşey yapmaktan ziyade bir tepeye tırmanmaya benziyor. Hareket noktası aynı olsa da daha geniş bir alan görülüyor.

Peki neden, Marksizmi “geliştirmek”ten değil de “yeniden inşa”dan söz ediyorum. Niye gelişme, yükselme gibi bir imge veya kavramı değil de “yeniden inşa” gibi, yıkmayla ilgili bir kavram veya imgeyi kullanıyorum? Neden “züccaciye dükkanına girmiş bir fil gibi her şeyi kırıp dökmek”ten, bir yapıyı yıkıp “yeniden inşa”dan soz ediyorum? Bizzat ben de kabul etmiyor muyum, bilimlerin ilerlemesinin bir binayı yıkıp yeni bir bina yapmaya benzemediğini?

Yapılmak istenenle kullanılan imgeler arasında bu uyumsuzluk nasıl açıklanabilir?

Bu iki biçimin çeliştiğini düşünmüyorum. Ya da bu iki imgenin aynı sürecin farklı yönlerine vurgu yaptığını düşünüyorum.

Yapılması gerekenin daha derine inen, yirminci yüzyılın başındaki fiziğin temel kavramları değiştirmesine benzeyen bir iş olduğunu vurgulamak için böyle bir yeniden inşa kavramını tercih ediyorum.

Fizik temel kavramları yeniden tanımlamıştır. Bu anlamda klasik fiziği yıkmaktan da söz edilebilir ama bu aynı zamanda klasik fiziği özel bir dumuma indirgemek dolayısıyla bir tepeye tırmanmak gibidir de.

Bu nedenle yeniden inşa aynı zamanda geliştirme demektir. Yapılmak istenen böyle bir şeydir.

Biyolojide fizikteki gibi, temel kavramları yeniden tanımlama gibi bir yıkım gerekmedi. Görüngüler düzeyinde açıklanan genel yasanın, mekanizmalarının, ayrıntılarının bulunması tarzında bir yol izledi. Bu da Darwin’in formülasyonunu yıkıp yeniden bir temel atmayı gerektirmedi.

Kanımızca Marksizm için, her iki türden de değişiklik gerekiyor. Marksizm için hem temel kavramları yeniden tanımlamaya hem de mekanizmaları daha dakik ve ayrıntılı olarak açıklamaya gerek var. Yapmaya çalışacağımız genel olarak böyle tanımlanabilir.

*

Ama tabii buna ek olarak bir de oluşturmak istediğim “şok etkisi”, bir “provakasyon yapma” kaygısı da var.

Ya da “kötülüğün çekiciliğine” başvurmak.

“İlerleme”, “yükselme,” güzel, uyumlu, herkesin kolayca benimseyebileceği kavramlar. Halkımızın dediği gibi, tavşan boku gibidirler ne kokar ne bulaşırlar.

Ama kendi hayat tecrübem, teori alanında, insanların kavramsal ve teorik kesinlik ve netliklerden ziyade, kendi insan ilişkilerine önem verip, teoride daha uzlaştırıcı formüller ve biçimler kullandıklarını göstermiştir.

Bu gibi “toparlayıcılık”, “iyi ilişkiler kurma” taktik ve pratik toplumsal ilişkiler alanında elbette iyidir, ama teoride çok tehlikelidir ve yanlıştır.

Burada yapılmak istenen işte, en saf teori, kavramlar, tanımlar söz konusudur. Bu nedenle, teorik netliği insanlarla iyi ilişkilere kurban edenlere ve edeceklere karşı, itici, onları irite edici bir tutum geliştirmeye ve böyle bir geleneği de yerleştirmeye çalışıyorum.

Çünkü yakından bakılınca, aslında taktik esnekliğin en iyi teorik ve programatik sorunlarda netlik peşinde olanlarca uygulandığı görülür. Bu gerçeği anlamayanlar, teorik sağlamlığa ve netliğe önem verenleri, “teoride iyi ama pratikten anlamaz”, “örgütçü değildir” gibi sözlerle tanımlarlar.

Bunlarda sorun kendilerindedir, çünkü onlar teorik netliği her zaman iyi ilişkilere kurban etmeye hazır oldukları için, bunu yapmamayı, taktik esneklikten, insanlarla iyi ilişkiler kurmayı bilmemekten yoksunluk vs. olarak tanımlarlar.

Bu gibi yaklaşımlara bir mesafe koyma çabasıdır böyle itici ve sert “yeniden inşa” kavramının kullanılışı.

Bu ek bir neden.

*

Keza “Toplumbilim” değil de “Marksizm” kavramını kullanmam da benzer bir kaygıyla ve mesajla ilgili.

Bunu bir benzetmeyle anlatmayı deneyeyim.

Yeni Kaledonya yerlileri başlangıçta, sömürgeciler gelmeden önce, bir çok toplum gibi, kendilerini “İnsan” anlamına gelen “Kanak” kelimesiyle tanımlıyorlarmış. Ama sömürgeci Fransızlar gelince bu nu aşağılayıcı bir isim olarak kullanmaya başlamışlar.

Ama Yeni Kaledonyalılar, Fransız sümürgecilere başkaldırdıklarında, “madem öyle işte böyle” diyerek, “bizler Kanakız” diyerek Fransızların aşağılama olarak kullandığı sözü, kendilerini tanımlamakta ve gururla adlandırmakta kullanmaya başlamışlar.

Hatta yanlış hatırlamıyorsam, aşağılama sıfatının böyle anlam değiştirmesi karşısında Fransızlar bu sefer bu sözcügü yasaklamaya gitmişler.

Benzeri aynı sözcükle Almanya’da da yaşandı. 80’li yıllarda Ortadoğulu göçmenlere (özellikle Türk, Kürt ve Araplara)  Kanak deniyordu aşağılamak için.  Göçmenler içinde buna sahiplenme oldu.  80’li yıllarda güçmenler Kanaken diye bir dergi çıkmıştı Stuttgart'ta. Hatta Cem Karaca’nın Kanaken diye bir albüm bile vardı aliba. Keza 90’larda da Kanak Attack diye bir grup vardı bizim Hamburg’tan tanıdığımız.

Başka bir örnek.

ABD’deki siyah hareketi bilinir. Siyahlar başlangıçta, tıpkı modern kadın direnişinin de başında erkeklere benzemeye çalışması gibi, beyazlara benzemeye, derilerinin rengini açmaya, kıvırcık saçlarını düzeltmeye (ütülemeye) çalışıyorlardı. Malcolm X’in de bir zamanlar yaptığı gibi. Ama Altmışlarda bu sefer siyahlıktan utanma ve ondan kurtulma çabasının yerini “Siyah güzeldir” sloganı aldı. Hatta Afro modaları öne çıktı.

Türkiye’de de Kürt kurtuluş hareketinden önce Kürtlere “Kuyruklu” denirdi. Kürtler Kürt olduklarını gizlemeye çalışırlardı. Ama direniş başlayınca Kürt olmak utanılacak değil övünülecek bir şey oldu. Ve şimdi devlet ve Türkler, Kürtlerin Kürt olduklarını söylemelerini yasaklıyor en hafifinden hoş karşılamıyor.

Bu örüntü hemen her ezilen hareketinde görülüyor.

Marksizm bugün kimsenin bir değer vermediği, biraz aşağalama için kullandığı, fosil, soyu tükenmiş, işe yaramaz gibi anlamlarla yüklü, ciddiye alan yok. “Hala kaldı mı?” diyen çok.

Böyle bir dünyada “Marksizm” sözcüğünü kullanmadan “Toplumbilim” gibi daha az sivri ve nefreti çekmeyecek, daha kabul edilebilir, daha tavşan boku gibi kokmaz, bulaşmaz bir kavramı kullanmak, beyaz adama benzemeye çalışan siyah gibi davranmaya benziyor.

Elbet ezene benzemeye çalışmak da ezilmeye karşı mücadelenin bir biçimidir. Ama kendini gizleyerek, durum uyarak. Bir köle direnişi özelliği taşır.

Ama modern bir isyan, yükselen bir direniş, keskin bir tavrı besler. Ve keskin tavır da direnişi besler.

Bu paralellik içinde, “madem öyle işte böyle”, biz Kanakız, biz Siyahız, biz Kürdüz örneklerinde olduğu gibi, biz Marksistiz demeyi, bir direniş biçimi ve onu ileri götürme arzusu ve de bu gelenkelere bağlanmanın bir ifadesi olduğu için de “Toplumbilim” yerine “Marksizm” demeyi yeğliyorum.

Yani buna egemen olanın aşağılamak için kullandığını egemenin silahını alıp egemene karşı kullanma çabası denebilir.

Tutmasa da bir duruştur.

*

Ayrıca “Akıntıya karşı” bir duruşu ifade ile ilgili bu seçim biraz da.

Eskiden sık sık Marksizmin öldüğü ilan edilirdi.

O günler yine iyi imiş.

Şimdi ilan etmeye bile gerek yok. Bu neredeyse herkes tarafından kabul edildiğinden ve böyle bir ilan “malumu ilan etmek” gibi görüleceğinden, artık öldüğünü ilan etme gereği bile duyulmuyor.

Bu durumda artık, öldüğünü ilan etmenin “malumu ilan” gibi göründüğü bu dünyada, o ölüyü bayrak yapmakla, gömüldüğü yerden çıkarmakla ve böylece akıntıya karşı durmakla ilgili.

14 Eylül 2024 Cumartesi

demiraltona@gmail.com

https://demirden-kapilar.blogspot.com/



[1]Darwin’in organik doğanın gelişim yasalarını keşfetmesi gibi Marx da insanlık tarihinin gelişim yasalarını keşfetmişti.” Engels

[2]Biz, Marks’ın teorisini tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz onun, eğer yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin sadece bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz.” (V. I. U. Lenin, “Programımız”, 1899)

[3] Marks’ın, “Ben marksist değilim” dediği söylenir.

Hiç yorum yok: