6 Şubat 2018 Salı

Hava Dönüyor – Afrin’den İlhamla Erdoğan-Ergenekon Diktatörlüğüne Karşı Demokrasi Savaşının Yükselişi

Biz “Afrin’de Türk Ordusu Yenilecek Erdoğan Gidecek (İlker Başbuğ’un Söyledikleri Işığında Afrin Saldırısının Akıbeti)”, “Savaşa Karşı Zaman ve Ağ (Net) Yoldaşlar” ve “Davut Golyat’a Karşı – Türk Ordusu Niçin Yenilecek?” gibi yazılarımızda Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün ve Türk ordusunun yenileceğini yazdığımızda alaylı bakış ve sözlerle karşılanıyor ve yazılarımız sanki moral vermek için yazılmış gibi yorumlanıyordu. Biz ise 200 yıllık modern işçi hareketi ve mücadelelerin, binlerce yıllık esilenlerin mücadelelerinin tarihinin dersyeri ışığında bunları yazıyorduk.
Ve şimdi olayların gelişimi giderek öngörüleri doğruluyor.
Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün Afrin’e saldırısı başladığında “yüze sıfır yenik olarak savaşa başladık” diye yazmıştık.
ABD, Rusya, Avrupa Devletleri, Suriye ve İran hepsi susarak veya görmezden gelerek bu NATO’nun ikinci büyük ordusunun, kendisi için hiçbir tehdit oluşturmayan küçük bir kasaba boyutlarındaki Afrin’e saldırmasına onay ve destek vermeleri söz konusuydu.

Ama sadece bu kadar değil, demokrasi cephesinde de baştan bir yenilmişlik duygusu, dağınıklık vardı. Örneğin Berlin’de yaptığımız protestolara gelenler birkaç yüzü aşmıyordu. İnsanlar Türkiye’deki atmosferin etkisiyle tam bir umutsuzluk ve yılgınlık içindeydiler.
Hatta Afrinliler bile bir endişe içindeymişler.
Roperi Harun’un “Direniş, irade ve umutla geçen on yedi gün-İZLENİM” başlıklı yazısında şu satırlar okunuyor:
“Saldırılar iki haftayı aşkındır aralıksız bir şekilde devam ediyor. İlk günlerde kısmen var olan endişe çoktan yerini cesaret, öfke ve umuda bıraktı.”
Şimdi her yerde hava dönüyor. Ve yine bu yazıda Afrin’deki dönüşüm ve yeni ruh hali şöyle tasvir ediliyor:
“Yaşam normal akışına girmiş durumda. Dükkanlar geç saatlere kadar açık. Dış göçten ziyade daha çok çatışmanın yoğun olduğu köylerden şehre doğru bir akış var ve genel olarak halk sonuna kadar Efrin’de kalma düşüncesi üzerinden hazırlığını yapıyor. Çünkü savaş mevzilerinde özgürlüğü için, ülkesi için savaşanlar kendi çoçukları. Ne çoçuklarını ne de her santimine emek harcadıkları topraklarını bırakmaya niyetleri yok. Direngen ve boyun eğmeyen bir halk. En iyi mesaji 4 Şubat’ta yani direnişin on altıncı gününde verdi. Binler özgürlüğe aktı. Kadını, erkeği, genci yaşlısı ve çoçuklarıyla boyun eğmeyeceklerini gösterdiler. Dahası sonuna kadar çoçuklarının arkasında yürüyeceklerinin mesajını verdiler. Çok etkileyiciydi. Bir taraftan top ve çatışma sesleri diğer taraftan özgürlük nidalari.
Üstelik orda bulunan hiç kimsenin can güvenliği yoktu. Çünkü neredeyse her gün şehir merkezi başta olmak üzere rast gele top atışları yapılıyor. Bu saldırıların sonucunda yarısı çocuk onlarca sivil hayatını kaybetti. Yüksek bir binanın tepesinde kalabalığı izlerken aklıma Marquez’in şu sözü geldi: insanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir. Bu toprakların altında bu insanların ölüleri var ve bu insanlar bu toprakların adamları ve kadınları. On yedi gündür devam eden yoğun bombardımana karşılık iradeleriyle savaşıyorlar. Bunun başka açıklaması yok. Teknolojiyle donanmış topları ve uçakları yok, inançları, iradeleri var ve topraklarına bağlılıkları. Birde öfkeleri! En çok Barîn Kobanê’nin cenazesine yapılan vahşete karşı öfke var.
Yaşarken yenemedikleri kadının cansız bedeni üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyorlar. Halk bunun farkında. Dolayısıyla en büyük moral kaynağı yine YPJ savaşçıları. Şiddetli şavaş olmasına rağmen bir trajedi havası yok aksine olumlu ve umutlu bir atmosfer var. Operasyonun adının ‘zeytin dalı harekatı’ olarak açıklanması Erdoğan açısından büyük bir talihsizlik olarak yorumlanıyor. Çünkü bu toraklarda zeytin kutsaldır. Üzerine şarkılar yapılmış, şiirler yazılmış. Geçim kaynağının yanında emek ve kültürle özdeştir ve zeytin dalı işgalin değil direnişin sembolu olmuş durumda. Her yürüyüşte halk toprağına, ülkesine sarılır gibi zeytin dalına sarılıyor. Tamda Filistin özgürlük şarkısında söylendiği gibi: Güçlü bir duruşla yürüyorum, gururla yürüyorum. Bir elimde zeytin dalı ve kefenim elimde yürüyorum. Yürüyorum ve yürüyorum...
Bu dönüşüm zirvesini özellikle iki büyük eylemde gösterdi.
Birincisi yazıda da sözü edilen, Afrin’de bombaların tehdidi altında yapılan on binlerin katıldığı miting ve yürüyüştür.
Afrinliler sadece iyi birer savaşçı değil aynı zamanda iyi birer sivil direnişçi olduklarını da gösterdiler.
Afrinlilerin bu tarihi yürüyüşü bir bakıma İkinci Dünya Savaşı’nda Moskova kuşatma altındayken Faşistlerin bombardıman tehdidi altında yapılan 1 Mayıs kutlamasına benzer. Resmi geçitten geçen birlikler doğrudan cephedeki yerlerine savaşmaya ve ölmeye gidiyorlardı.
Oğullar ve kızlar cephede İslamcı-Türkçü Faşist Erdoğan-Ergenekon ittifakının ordusu ve örgütlediği çetelere karşı savaşırken analı, babaları bombaların tehdidi altında Afrin’de sokaklarda yürüyüş yapıyorlardı. Afrin’i boşaltacağını, oralara İslamcı çeteleri yerleştireceğini ve fiilen ilhak edeceğini söyleyen Erdoğan’a karşı en güzel ve etkili cevabı veriyorlardı.
Böyle bir ruhu ve direnişi hiçbir ordu yenemez.
Afrin böylesine bir birlik, demokratik ve sivil cesaret sergilerken; Türkiye tamamen bölünmüş, çocukların bile birlikte oynamasının istenmediği bir kutuplaşma içindedir.
Türk devletinin yenilgisini getirecek olan temel insan faktörü budur.
Ama sadece bu kadar değil.
Kuzey Suriye’deki halk da aynı sivil direnişin yeni bir örneğini sunuyor. Bütün Rojova’dan Afrin’e binlerce insan Afrinlilerin yanında olmak için otobüslerle akıyorlar. Erdoğan’ın silahı (Afrin’lileri kaçırma ve güya onların koruyucusu olarak onların evlerine İslamçı çeteleri yerleştirme) Erdoğan’a karşı bir silaha dönüşmüş bulunuyor.
Bu daha önce örneği görülmüş bir olay değildir. Savaşlarda siviller, bombalardan kaçarlarken burada bombalanan şehirlere doğru akarak yepyeni bir sivil direniş biçiminin örneklerini sunuyorlar. Belki ilerde kitleler halinde Türk ordusunun Tanklarına karşı yürüdükleri ve sivil insanların tankları yendiklerini de görürüz.
*
Bu vesileyle şunu hatırlatmak gerekir. Uzunca bir süredir, sivil direnişin öneminden söz ediyoruz ve somut bir sivil direniş biçimi öneriyoruz. Hem de bombalara gitmek biçiminde de değil, polis şiddetini ve terörünü işlevsiz kılacak ama buna rağmen büyük bir direnişe tohum olacak bir biçim öneriyoruz. Her gün aynı saatlerde belli bir yerde topluca, hiç ses çıkarmadan bulunmak şeklinde.
Bu öneriye sol örgütler hiçbir cevap vermiyorlar, yokmuş gibi davranıyorlar. HDP, EMEP, ÖDP, Halk Evleri vs. hepsi susuyorlar.
İlle de kendi bayraklarıyla görünecekleri küçük ve cılız eylemler yapmakta ısrar ediyorlar. Daha keskin ve radikal olanları ise böyle sivil direniş eylemlerini küçük ve hor görüyorlar.
Aslında bunlara en güzel cevabı bizzat Afrin ve Rojava verdi ve veriyor. İkisi de hem silahlı savaşın ve cesaretin örneklerini verdiler veriyorlarken şimdi aynı zamanda sivil direnişin de tarihte benzeri görülmemiş örneklerini veriyorlar.
Sivil direniş, cepheyi genişletme ve savunma taktiğine politika sanatında Almanca Konuşmak denir.
Saldırı, başkaldırı, devrim ve gerekirse silahlı mücadeleye ise Fransızca Konuşmak denir.
Politika ve savaş sanatında, iyi Almanca konuşma öğrenilmeden, iyi Fransızca konuşulamaz.
Yani Türkiye için konuşursak, iyi sivil ve kitlesel direniş ve mücadele yöntemleri öğrenilmeden, Almanca konuşmak öğrenilmeden, gerektiğinde bu diktatörlüğe karşı Fransızca da konuşulamaz. Bunu bizzat bir kere daha Afrin ve Rojava gösteriyor.
Türk demokrat ve sosyalistlerinin Almanca konuşma yeteneği gösterememesi aslında iyi Fransızca konuşmaktan da aciz olduklarının bir göstergesidir. Gezi’de de Fransızca Konuşma yeteneğinde olmadıklarını göstermişlerdi.
Bu vesileyle amiyane tabiriyle “Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek” veya “Deliye taşı andırmak” kabilinden bir kez daha önerimizi yeniliyoruz.
Hiçbir slogan atmadan, bayrak, pankart taşımadan her şehrin, her önemli semtin merkezi bir yerinde her gün aynı saatlerde, örneğin işten çıkış saatlerinde, bulunmak ve buluşmak.
Yani örneğin diyelim ki, Kadıköy’deki iskelenin önünde 16-18 arasında durmak, oturmak, yürümek, volta atmak, sohbet etmek şeklinde binlerce insanın katılabileceği bir eylem.
Bu biçim hem milyonlarca insanın katılımına olanak tanır hem Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğü karşısındaki güçler arasındaki derin fay hatlarını ortadan kaldırır ve bunların birbirlerini tanımalarını, anlamalarını ve eylem içinde değişmelerini mümkün kılar. Milyonlarca insan ancak somut eylemler içinde değişirler.
Bugün birkaç küçük sol örgütün sempatizan ve militanları bile böyle bir eylem biçimine başlangıç yapabilecek bir niceliğe sahiptir. Eksik olan kapasite değil, soruna böyle bakabilme yeteneğidir. Burada örgütler kitlelerin yaratıcı kendiliğindenliğinin bile önünde bir engel işlevi görmektedirler. Bir ana önce bu durumdan çıkmaları dilenir. Ama öncelikle iyi kötü bir canlı hareketle bağları olan HDP’nin böyle bir eylem biçimini hiç kendi damgasını vurmaya kalkmadan başlatması gerekir. Sadece HDP’nin gücü bile milyonların katılacağı bir eylemi başlatabilir.
*
Tekrar Afrin’e dönersek, Afrin’deki bu ruh durumunun değişminin aynı zamanda Savaşçıların ruh alini de etkilediği görülmektedir. Son günlerde birbiri peşi sıra askeri başarı haberleri de geliyor. Örneğin dün bir Türk tankının daha vurulduğunu Türk Genel kurmayı bile kabul etti.
Türk Devletinin bütün yalanları teker teker ortaya çıkıyor. Öldürülen kadın gerillaya yapılanlar, yine dün esir alınmış bir sivile yapılan işkenceler ve sonra onun İslamcı çetelere teslim edilişi, Türkiye’nin hudut boyundaki kendi kasabalarına ve köylerine attığı provokasyon bombalarının bizzat köylülerce açıklanışına ilişkin videolar. Bunlar sadece birkaç örnek.
Bunlar şimdi Türk halkından gizlenebiliyor. Ama yalanın aklı da adımları da kısadır. Doğru olan uzun solukludur. Bunlar er veya geç, tüm sansüre rağmen yavaş yavaş yayılacaklardır.
Ayrıca dünyadaki bütün devletler bunları biliyor ve dosyalarında biriktiriyor. Dengeler değişmeye başladığı an bütün bunlar Türk devletinin karşısına çıkarılmaya başlanacaktır. Bugün Afrin saldırısını görmezden gelen batı basını bir anda bunların üzerine yoğunlaştığında ve projektörlerini bu gibi olaylara yoğunlaştırdığında Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğü altındaki Türkiye birdenbire dünyada tecrit olur.
Ama Türkiye’nin ABD-Rusya çelişkilerine ve İran ve Suriye’nin demokrasi ve özgürlük düşmanı merkezi ve bürokratik devlet reflekslerine dayanarak başlattığı harekat, bir cambazın birkaç ipte oynaması gibi, eninde sonunda ayaklarına dolanmaya başlayacaktır ve şimdiden başladı bile.
Örneğin, İdlip’te Nusracı ve İŞİD’ci çeteleri korumak için tank ve diğer zırhlı birliklerini yollamaya kalktı ama orada da aslında Suriye ve Rusya’ya karşı IŞİD ve Nusracıları koruyan bir ikinci cephe açmış oldu.
Aslında İslamcı çeteler ile ilişkisi “baba bir hırsız tuttum”a dönüşüyor. “Getir”, “Gelmiyor”; “Bırak”, “Gitmiyor”.
Yakında IŞİD ve Nusracıların Türkiye’yi şantajla kendilerine daha çok angaje olmaya zorlayacakları bunun Türkiye’yi Rusya, Suriye ve İran karşısında daha çok zor duruma düşüreceği, bu sefer bu durumdan kurtulmak için girişimler yaptığında Nusra ve IŞİD’çilerle çatışmaya kadar gidebilecek gerilimler yaşayacağı şimdiden öngörülebilir.
Aslında Türkiye Afrin ile birlikte Suriye, İran ve Rusya’ya karşı bir savaşa da girmiş bulunuyor fiilen.
Onların bunu şimdilik görmezden gelmeleri ve yuvarlak sözlerle geçiştirmeleri geçicidir. Rusya dünya çapında ABD’ye karşı Türkiye’yi NATO ve ABD’den uzaklaştırma stratejisi gereği bunları görmezden geliyor.
Ama her şeyi bildiklerini Sputnik gibi yayın organlarında ve diğer basında gazetecilerin elinden ifade etmelerinde görülüyor. Bunlar Türkiye’nin şimdiye kadar elde ettiği toleransı ilerde elde edemeyeceğinin bir göstergesidir. Yani başlangıçta Türkiye hem ABD hem de Rusya’nın desteğini almıştı, şimdi ikisini birden aynı anda kaybedip tam bir tecrit olmuşluk yaşayabilir. Olayların gidişinin bu yönde olduğu görülüyor,.
*
Aslında Afrin ve Rojava’daki tarihi sivil direniş örnekleri bizlere, özelikle Avrupa’da ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan Türkiyeli demokratlara da örnek olmalı.
Bizler de tıpkı Rojava’lılar gibi, Afrinliler gibi Afrin halkını desteklemek için yöntemler bulmalıyız.
Bugün değerli Recep Maraşlı’nın yaptığı şu öneris belki bir ilham kaynağı olabilir.
Olduğu gibi aktarıyorum:
“BİR ÖNERİ:
"ZEYTİN DALI" ÖYLE OLMAZ, BÖYLE OLUR !
Rojavadaki kantonlardan Afrin'i destek için binlerce kişi yürüyüşe geçmiş. Çok anlamlı bir sivil direniş eylemi bu...
TC İşgalinin başlıca amacı sivil halkı mülteci haline getirip, beldelerini terke zorlamak; yeterince göç sağladığına kanaat getirdiğinde de "Siviller göç etti, kalanlar militanlardır!" diye bu kez şehir ve kasaba merkezlerini daha rahat bombardıman etmektir.
Ki böylelikle buralara yeni nüfus transfer edebilsinler, cihatçı çetelerini rahatça yerleştirebilsinler, gericiliğin üssü haline getirebilsinler, ilerdeki çöreklenme ve ilhakın da altyapısını hazırlayabilsinler.
Afrin'e yapılan YÜRÜYÜŞLER'le büyük moral destek verilmiş olduğu gibi, sivil nüfusun gönüllü katılımlarla çoğaltılması, bu planlara karşı SİVİL ve BARIŞÇIL bir cevap olmaktadır.
Benim uluslararası toplumun, sayılarının hiç da az, güçlerinin hiç de küçünsenmeyecek olduğuna inandığım, BARIŞSEVER, İNSANCIL, DEMOKRAT aydınlarına, sanatçılara, basın mehsuplaarına, insan hakları kuruluşlarına bir önerim var.
Sizler de AFRİN'e TC'nin aksine barışçıl "ZEYTİN DALI seferleri" düzenleyerek karşılık verebilirsiniz.
Örneğin: CNN,BBC veya daha başka güçlü yayın kuruluşlarının yerinde izleyecekleri; dünyanın her köşesindeki ÜNLÜ POP, ROCK, JAZZ, ETNO MÜZİK isimlerinin katılacağı bir büyük bir kitle konserini AFRİN'de düzenleyebilirsiniz. Böylece tüm dünyanın barışçıl dikkati saldırı altındaki bu onurlu halka çevrilmiş olur. Bombardımanların, saldırıların odurdurulması için hükümetler üzerinde baskı oluşturur.
Saldırganlar için caydırıcı bir etki yaratır.
Dünyanın barışçıl, hümanist kesimleri AFRİN'e gerçek bir "ZEYTİN DALI" uzatmış olurlar.
Ya da yine dünyanın dört bir yanından gelen sanatçı ğruplarının katılımıyla AFRİN'de bir BARIŞ KARNAVALI düzenleyebilirler. Kimbilir belki de bu tersine göç ve tersine ilgi Afrin'den başlayarak SİVİL BARIŞÇI DİRENİŞİN tüm bölgede etkili olmasına vesile olur.
Dünyanın barışsever insanları "ZEYTİN DALI" simgesinin, Türk sömürgeci militarizmi tarafından, bir kan, işgal ve barbarlık simgesi haline getirilmesine seyirci mi kalmalı?
Hani Arşimet'in söylediği rivayet edilen bir söz vardır:
"Bana uygun bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım"
İşte size KALDIRAÇ!..
Neden olmasın? "Zeytin Dalı öyle değil; böyle olur!" demek hiç zor değil. Çünkü bunu sizlerle gerçekten paylaşacak, gönül sorfrasını sonuna kadar açacak direnişçi bir toplum sizi bekliyor olacak Afrin'de...
Sokaklardan çıkıp onlarla buluşmaya çalışmak, anlamlı bir hamle olmaz mı?”
Recep Maraşlı’nın önerisi böyle. Bundan ilham alınarak kim bilir daha neler yapılabilir.
*
Havanın değişimini bizzat biz bile gözlüyoruz. Pazar günü Berlin’de yapılan Afrin ile dayanışma mitinginde ilk kez Almanların kitlesel katılımı vardı. Küçümsenmeyecek ölçüde Suriyeli de yer alıyordu. Çok güçlü ve moralli bir yürüyüştü. Afrin’deki savaşçıların gösterdiği direniş, Türk ordusunun çakılıp kalması ve artan kayıpları buradaki direnişi, örgütlenme ve katılımları da arttırıcı bir etki yapmıştı.
Yine aynı gün küçük ala anlamlı bir başlangıç daha vardı. Berlinli Türkler ilk kez Türk Devletinin Afrin saldırısına karşı çıkıyorlar ve hükümet görüşmelerinin yapıldığı Willy Brandt Haus’un önünde Almanya’nın da politikasını protesto eden, belki henüz küçük ama anlamlı, bir gösteri yapıyorlardı. Bunun önemi bizzat Türklerin, Türk devletine bizim adımıza savaş açamazsın diye itiraz etmeleriydi.
*
Türkiye’de milliyetçilik ile faşistlik özdeşleşmiş bulunuyor.
Milliyetçilik ulus ilkesini dolayısıyla başka milletlerin haklarını tanır, faşistlik ise bunu reddeder, bir milletin diğer milletlere egemen olmak için yaratıldığını kabul eder.
Türkiye’nin politik kültüründe, Marksistlerin aslında milliyetçi olmalarına rağmen kendilerinin milliyetçi olmadığına inanmaları yüzünden, milliyetçilik ile faşistlik özdeş anlamlar kazanmış bulunuyor.
Aslında akıllı bir milliyetçilik bir ulusun refah, adalet ve demokrasi içinde yaşamasını hedef almaktır.
Bunun için de bu tür bir milliyetçiliği savunmuş olan Mark’ın sosyalizm veya milliyetçiliğe karşı gibi yorumlanmış, “başka ulusları ezen bir millet özgür olamaz” sözü veya Lenin’in “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi, aslında teorik olarak milliyetçiliğin dolayısıyla da Türk milliyetçiliğinin ilkesidir.
Yanlış şuradadır ki, bunlar kendilerinin milliyetçi olmadıklarını düşünmektedirler ve bunun milliyetçiliğe karşı bir slogan olduğunu söylemektedirler. Ama işte tam da sorun buradadır. Milliyetçiler milliyetçiliğin hedeflerinin aslında milliyetçilik değil enternasyonalizm olduğun söylerler. Bunun da nedeni, milliyetçilerin milliyetçiliğin ne olduğunu bilemeyecekleridir.
Aslında milliyetçiliğe karşı olmak, baka milletlerin hakkını tanımak değildir. Yani Örneğin Türkiye’de Kürtlerin haklarını desteklemek Türk milliyetçiliği ile çelişmez. Aksine bu milliyetçiliğin, (yani politik olanla ulusal olanın çakışmasını savunmanın)  gereğidir. Milliyetçiliğe karşı olmak ulusal olanla politik olanın çakışmışı ilkesini reddetmektir. Uluslara ve ulusal devletlere karşı olmak demektir.
Türk milliyetçileri milliyetçi oldukları için milliyetçi olduklarını kabil etmiyorlardı. İlk kez bazı Türklerin Türk olarak böyle bir barışçı ve kendi hükümetlerine karşı bir eylem yapmaları yine sembolik ama niteliksel olarak anlamı çok büyük bir eylemdir.
*
Ayrıca Türkiye’de her ne olursa olsun direnişin bitmediğini de unutmamak gerekiyor.
Ezilenler her zaman doğrudan savaşa girmezler. Dolaylı yollardan, cepheden karşılayamayacakları saldırılar karşısında başka alanlarda küçük gerilla savaşları yürüterek de mücadele ederler.
Örneğin sosyal medyada hayvanlara yapılar işkence ve kötü muamelerele mücadele eden, köpeklere yemek toplayan nice paylaşımlar var. Sanılıyor mu ki bu insanlar Erdoğan-Ergenekon çetesine karşı direnmiyorlar ve görmezden geliyorlar.
Hayır. Bunu devletlerin görmezden gelme politikasıyla karıştırmamak gerekir. Bu sadece insanların kendi konumlarından hem durumu riske etmeden, hem de teslim olmamak biçiminde bir direnişi olarak görmeli. Çevreciler, kadınlar, çocuk istismarına karşı direnenler, hayvan severler, kültürel ve tarihsel mirası savunanlar vs. aslında bunların hepsi Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünü karşı kendi meşreplerince bir direniş sergiliyorlar ve topluma bir mesaj veriyorlar: “biz buradayız, onlara teslim olmuyoruz ama elimden gelen budur” diye.
Ve Ergenekon-Erdoğan diktatörlüğü bunu herkeste iyi biliyor. Onlara karşı şimdi doğrudan saldırmıyor ama içinde kinlerini biriktiriyor. Afrin’e karşı bir zafer kazanırsa Afrin’in yenilgisi sadece demokrasinin değil, aynı zamanda Kadıların, çocukların, ağaçların, köpeklerin, kedilerin, tarihi eserlerin, müziğin, şiirin; kültürün de bir yenilgisi olacaktır.
 “Davulla, zurnayla, sazla,
tavukla ördekle, kazla”
“Zeytin Dalı Harekatı”nı Afrin’in zeytinliklerine gömeceğiz.
6 Şubat 2018 Salı
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

Hiç yorum yok: