Biz “Afrin’de
Türk Ordusu Yenilecek Erdoğan Gidecek (İlker Başbuğ’un Söyledikleri Işığında
Afrin Saldırısının Akıbeti)”, “Savaşa
Karşı Zaman ve Ağ (Net) Yoldaşlar” ve “Davut
Golyat’a Karşı – Türk Ordusu Niçin Yenilecek?” gibi yazılarımızda
Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün ve Türk ordusunun yenileceğini yazdığımızda
alaylı bakış ve sözlerle karşılanıyor ve yazılarımız sanki moral vermek için
yazılmış gibi yorumlanıyordu. Biz ise 200 yıllık modern işçi hareketi ve
mücadelelerin, binlerce yıllık esilenlerin mücadelelerinin tarihinin dersyeri
ışığında bunları yazıyorduk.
Ve şimdi olayların gelişimi giderek öngörüleri doğruluyor.
Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün Afrin’e saldırısı başladığında
“yüze sıfır yenik olarak savaşa başladık” diye yazmıştık.
ABD, Rusya, Avrupa Devletleri, Suriye ve İran hepsi susarak
veya görmezden gelerek bu NATO’nun ikinci büyük ordusunun, kendisi için hiçbir
tehdit oluşturmayan küçük bir kasaba boyutlarındaki Afrin’e saldırmasına onay
ve destek vermeleri söz konusuydu.
Ama sadece bu kadar değil, demokrasi cephesinde de baştan
bir yenilmişlik duygusu, dağınıklık vardı. Örneğin Berlin’de yaptığımız
protestolara gelenler birkaç yüzü aşmıyordu. İnsanlar Türkiye’deki atmosferin
etkisiyle tam bir umutsuzluk ve yılgınlık içindeydiler.
Hatta Afrinliler bile bir endişe içindeymişler.
Roperi Harun’un “Direniş,
irade ve umutla geçen on yedi gün-İZLENİM” başlıklı yazısında şu
satırlar okunuyor:
“Saldırılar iki
haftayı aşkındır aralıksız bir şekilde devam ediyor. İlk günlerde kısmen var olan endişe çoktan yerini cesaret, öfke ve
umuda bıraktı.”
Şimdi her yerde hava dönüyor. Ve yine bu yazıda Afrin’deki dönüşüm
ve yeni ruh hali şöyle tasvir ediliyor:
“Yaşam normal akışına
girmiş durumda. Dükkanlar geç saatlere kadar açık. Dış göçten ziyade daha çok
çatışmanın yoğun olduğu köylerden şehre doğru bir akış var ve genel olarak halk sonuna kadar Efrin’de kalma düşüncesi
üzerinden hazırlığını yapıyor. Çünkü savaş mevzilerinde özgürlüğü için,
ülkesi için savaşanlar kendi çoçukları.
Ne çoçuklarını ne de her santimine emek harcadıkları topraklarını bırakmaya
niyetleri yok. Direngen ve boyun eğmeyen bir halk. En iyi mesaji 4 Şubat’ta
yani direnişin on altıncı gününde verdi. Binler özgürlüğe aktı. Kadını, erkeği,
genci yaşlısı ve çoçuklarıyla boyun eğmeyeceklerini gösterdiler. Dahası sonuna kadar çoçuklarının arkasında
yürüyeceklerinin mesajını verdiler. Çok etkileyiciydi. Bir taraftan top ve
çatışma sesleri diğer taraftan özgürlük nidalari.
Üstelik orda bulunan hiç kimsenin can güvenliği yoktu. Çünkü
neredeyse her gün şehir merkezi başta olmak üzere rast gele top atışları
yapılıyor. Bu saldırıların sonucunda yarısı çocuk onlarca sivil hayatını
kaybetti. Yüksek bir binanın tepesinde kalabalığı izlerken aklıma Marquez’in şu
sözü geldi: insanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o
toprağın insanı değildir. Bu toprakların altında bu insanların ölüleri var ve
bu insanlar bu toprakların adamları ve kadınları. On yedi gündür devam eden yoğun
bombardımana karşılık iradeleriyle savaşıyorlar. Bunun başka açıklaması yok.
Teknolojiyle donanmış topları ve uçakları yok, inançları, iradeleri var ve
topraklarına bağlılıkları. Birde öfkeleri! En çok Barîn Kobanê’nin cenazesine yapılan vahşete karşı öfke var.
Yaşarken yenemedikleri
kadının cansız bedeni üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyorlar. Halk bunun
farkında. Dolayısıyla en büyük moral kaynağı yine YPJ savaşçıları. Şiddetli
şavaş olmasına rağmen bir trajedi havası
yok aksine olumlu ve umutlu bir atmosfer var. Operasyonun adının ‘zeytin
dalı harekatı’ olarak açıklanması Erdoğan açısından büyük bir talihsizlik
olarak yorumlanıyor. Çünkü bu toraklarda zeytin kutsaldır. Üzerine şarkılar
yapılmış, şiirler yazılmış. Geçim kaynağının yanında emek ve kültürle özdeştir
ve zeytin dalı işgalin değil direnişin sembolu olmuş durumda. Her yürüyüşte
halk toprağına, ülkesine sarılır gibi zeytin dalına sarılıyor. Tamda Filistin
özgürlük şarkısında söylendiği gibi: Güçlü
bir duruşla yürüyorum, gururla yürüyorum. Bir elimde zeytin dalı ve kefenim
elimde yürüyorum. Yürüyorum ve yürüyorum...”
Bu dönüşüm zirvesini özellikle iki büyük eylemde gösterdi.
Birincisi yazıda da sözü edilen, Afrin’de bombaların tehdidi
altında yapılan on binlerin katıldığı miting ve yürüyüştür.
Afrinliler sadece iyi birer savaşçı değil aynı zamanda iyi
birer sivil direnişçi olduklarını da gösterdiler.
Afrinlilerin bu tarihi yürüyüşü bir bakıma İkinci Dünya
Savaşı’nda Moskova kuşatma altındayken Faşistlerin bombardıman tehdidi altında
yapılan 1 Mayıs kutlamasına benzer. Resmi geçitten geçen birlikler doğrudan
cephedeki yerlerine savaşmaya ve ölmeye gidiyorlardı.
Oğullar ve kızlar cephede İslamcı-Türkçü Faşist
Erdoğan-Ergenekon ittifakının ordusu ve örgütlediği çetelere karşı savaşırken
analı, babaları bombaların tehdidi altında Afrin’de sokaklarda yürüyüş yapıyorlardı.
Afrin’i boşaltacağını, oralara İslamcı çeteleri yerleştireceğini ve fiilen
ilhak edeceğini söyleyen Erdoğan’a karşı en güzel ve etkili cevabı
veriyorlardı.
Böyle bir ruhu ve direnişi hiçbir ordu yenemez.
Afrin böylesine bir birlik,
demokratik ve sivil cesaret sergilerken; Türkiye tamamen bölünmüş, çocukların
bile birlikte oynamasının istenmediği bir kutuplaşma içindedir.
Türk devletinin yenilgisini getirecek olan temel insan
faktörü budur.
Ama sadece bu kadar değil.
Kuzey Suriye’deki halk da aynı sivil direnişin yeni bir
örneğini sunuyor. Bütün Rojova’dan Afrin’e binlerce insan Afrinlilerin yanında
olmak için otobüslerle akıyorlar. Erdoğan’ın silahı (Afrin’lileri kaçırma ve
güya onların koruyucusu olarak onların evlerine İslamçı çeteleri yerleştirme)
Erdoğan’a karşı bir silaha dönüşmüş bulunuyor.
Bu daha önce örneği görülmüş bir olay değildir. Savaşlarda
siviller, bombalardan kaçarlarken burada bombalanan şehirlere doğru akarak yepyeni
bir sivil direniş biçiminin örneklerini sunuyorlar. Belki ilerde kitleler
halinde Türk ordusunun Tanklarına karşı yürüdükleri ve sivil insanların
tankları yendiklerini de görürüz.
*
Bu vesileyle şunu hatırlatmak gerekir. Uzunca bir süredir,
sivil direnişin öneminden söz ediyoruz ve somut bir sivil direniş biçimi öneriyoruz.
Hem de bombalara gitmek biçiminde de değil, polis şiddetini ve terörünü
işlevsiz kılacak ama buna rağmen büyük bir direnişe tohum olacak bir biçim
öneriyoruz. Her gün aynı saatlerde belli bir yerde topluca, hiç ses çıkarmadan
bulunmak şeklinde.
Bu öneriye sol örgütler hiçbir cevap vermiyorlar, yokmuş
gibi davranıyorlar. HDP, EMEP, ÖDP, Halk Evleri vs. hepsi susuyorlar.
İlle de kendi bayraklarıyla görünecekleri küçük ve cılız
eylemler yapmakta ısrar ediyorlar. Daha keskin ve radikal olanları ise böyle sivil
direniş eylemlerini küçük ve hor görüyorlar.
Aslında bunlara en güzel cevabı bizzat Afrin ve Rojava verdi
ve veriyor. İkisi de hem silahlı savaşın ve cesaretin örneklerini verdiler
veriyorlarken şimdi aynı zamanda sivil direnişin de tarihte benzeri görülmemiş
örneklerini veriyorlar.
Sivil direniş, cepheyi genişletme ve savunma taktiğine
politika sanatında Almanca Konuşmak
denir.
Saldırı, başkaldırı, devrim ve gerekirse silahlı mücadeleye
ise Fransızca Konuşmak denir.
Politika ve savaş sanatında, iyi Almanca konuşma
öğrenilmeden, iyi Fransızca konuşulamaz.
Yani Türkiye için konuşursak, iyi sivil ve kitlesel direniş
ve mücadele yöntemleri öğrenilmeden, Almanca konuşmak öğrenilmeden,
gerektiğinde bu diktatörlüğe karşı Fransızca da konuşulamaz. Bunu bizzat bir
kere daha Afrin ve Rojava gösteriyor.
Türk demokrat ve sosyalistlerinin Almanca konuşma yeteneği
gösterememesi aslında iyi Fransızca konuşmaktan da aciz olduklarının bir
göstergesidir. Gezi’de de Fransızca Konuşma yeteneğinde olmadıklarını göstermişlerdi.
Bu vesileyle amiyane tabiriyle “Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek” veya “Deliye taşı andırmak” kabilinden bir kez daha önerimizi
yeniliyoruz.
Hiçbir slogan atmadan, bayrak, pankart taşımadan her şehrin,
her önemli semtin merkezi bir yerinde her gün aynı saatlerde, örneğin işten
çıkış saatlerinde, bulunmak ve buluşmak.
Yani örneğin diyelim ki, Kadıköy’deki iskelenin önünde 16-18
arasında durmak, oturmak, yürümek, volta atmak, sohbet etmek şeklinde binlerce insanın
katılabileceği bir eylem.
Bu biçim hem milyonlarca insanın katılımına olanak tanır hem
Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğü karşısındaki güçler arasındaki derin fay hatlarını
ortadan kaldırır ve bunların birbirlerini tanımalarını, anlamalarını ve eylem
içinde değişmelerini mümkün kılar. Milyonlarca insan ancak somut eylemler
içinde değişirler.
Bugün birkaç küçük sol örgütün sempatizan ve militanları bile
böyle bir eylem biçimine başlangıç yapabilecek bir niceliğe sahiptir. Eksik
olan kapasite değil, soruna böyle bakabilme yeteneğidir. Burada örgütler
kitlelerin yaratıcı kendiliğindenliğinin bile önünde bir engel işlevi
görmektedirler. Bir ana önce bu durumdan çıkmaları dilenir. Ama öncelikle iyi
kötü bir canlı hareketle bağları olan HDP’nin böyle bir eylem biçimini hiç
kendi damgasını vurmaya kalkmadan başlatması gerekir. Sadece HDP’nin gücü bile
milyonların katılacağı bir eylemi başlatabilir.
*
Tekrar Afrin’e dönersek, Afrin’deki bu ruh durumunun
değişminin aynı zamanda Savaşçıların ruh alini de etkilediği görülmektedir. Son
günlerde birbiri peşi sıra askeri başarı haberleri de geliyor. Örneğin dün bir
Türk tankının daha vurulduğunu Türk Genel kurmayı bile kabul etti.
Türk Devletinin bütün yalanları teker teker ortaya çıkıyor.
Öldürülen kadın gerillaya yapılanlar, yine dün esir alınmış bir sivile yapılan
işkenceler ve sonra onun İslamcı çetelere teslim edilişi, Türkiye’nin hudut
boyundaki kendi kasabalarına ve köylerine attığı provokasyon bombalarının
bizzat köylülerce açıklanışına ilişkin videolar. Bunlar sadece birkaç örnek.
Bunlar şimdi Türk halkından gizlenebiliyor. Ama yalanın aklı da adımları da kısadır. Doğru olan uzun solukludur. Bunlar er veya geç, tüm sansüre rağmen yavaş yavaş yayılacaklardır.
Bunlar şimdi Türk halkından gizlenebiliyor. Ama yalanın aklı da adımları da kısadır. Doğru olan uzun solukludur. Bunlar er veya geç, tüm sansüre rağmen yavaş yavaş yayılacaklardır.
Ayrıca dünyadaki bütün devletler bunları biliyor ve
dosyalarında biriktiriyor. Dengeler değişmeye başladığı an bütün bunlar Türk
devletinin karşısına çıkarılmaya başlanacaktır. Bugün Afrin saldırısını
görmezden gelen batı basını bir anda bunların üzerine yoğunlaştığında ve
projektörlerini bu gibi olaylara yoğunlaştırdığında Erdoğan-Ergenekon
diktatörlüğü altındaki Türkiye birdenbire dünyada tecrit olur.
Ama Türkiye’nin ABD-Rusya çelişkilerine ve İran ve
Suriye’nin demokrasi ve özgürlük düşmanı merkezi ve bürokratik devlet
reflekslerine dayanarak başlattığı harekat, bir cambazın birkaç ipte oynaması
gibi, eninde sonunda ayaklarına dolanmaya başlayacaktır ve şimdiden başladı
bile.
Örneğin, İdlip’te Nusracı ve İŞİD’ci çeteleri korumak için
tank ve diğer zırhlı birliklerini yollamaya kalktı ama orada da aslında Suriye
ve Rusya’ya karşı IŞİD ve Nusracıları koruyan bir ikinci cephe açmış oldu.
Aslında İslamcı çeteler ile ilişkisi “baba bir hırsız tuttum”a dönüşüyor. “Getir”, “Gelmiyor”; “Bırak”,
“Gitmiyor”.
Yakında IŞİD ve Nusracıların Türkiye’yi şantajla kendilerine
daha çok angaje olmaya zorlayacakları bunun Türkiye’yi Rusya, Suriye ve İran
karşısında daha çok zor duruma düşüreceği, bu sefer bu durumdan kurtulmak için
girişimler yaptığında Nusra ve IŞİD’çilerle çatışmaya kadar gidebilecek
gerilimler yaşayacağı şimdiden öngörülebilir.
Aslında Türkiye Afrin ile birlikte Suriye, İran ve Rusya’ya
karşı bir savaşa da girmiş bulunuyor fiilen.
Onların bunu şimdilik görmezden gelmeleri ve yuvarlak
sözlerle geçiştirmeleri geçicidir. Rusya dünya çapında ABD’ye karşı Türkiye’yi
NATO ve ABD’den uzaklaştırma stratejisi gereği bunları görmezden geliyor.
Ama her şeyi bildiklerini Sputnik gibi yayın organlarında ve
diğer basında gazetecilerin elinden ifade etmelerinde görülüyor. Bunlar Türkiye’nin
şimdiye kadar elde ettiği toleransı ilerde elde edemeyeceğinin bir
göstergesidir. Yani başlangıçta Türkiye hem ABD hem de Rusya’nın desteğini
almıştı, şimdi ikisini birden aynı anda kaybedip tam bir tecrit olmuşluk
yaşayabilir. Olayların gidişinin bu yönde olduğu görülüyor,.
*
Aslında Afrin ve Rojava’daki tarihi sivil direniş örnekleri
bizlere, özelikle Avrupa’da ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan Türkiyeli
demokratlara da örnek olmalı.
Bizler de tıpkı Rojava’lılar gibi, Afrinliler gibi Afrin halkını
desteklemek için yöntemler bulmalıyız.
Bugün değerli Recep Maraşlı’nın yaptığı şu öneris belki bir
ilham kaynağı olabilir.
Olduğu gibi aktarıyorum:
“BİR ÖNERİ:
"ZEYTİN DALI" ÖYLE OLMAZ, BÖYLE OLUR !
"ZEYTİN DALI" ÖYLE OLMAZ, BÖYLE OLUR !
Rojavadaki
kantonlardan Afrin'i destek için binlerce kişi yürüyüşe geçmiş. Çok anlamlı bir
sivil direniş eylemi bu...
TC İşgalinin başlıca
amacı sivil halkı mülteci haline getirip, beldelerini terke zorlamak; yeterince
göç sağladığına kanaat getirdiğinde de "Siviller göç etti, kalanlar
militanlardır!" diye bu kez şehir ve kasaba merkezlerini daha rahat
bombardıman etmektir.
Ki böylelikle buralara
yeni nüfus transfer edebilsinler, cihatçı çetelerini rahatça
yerleştirebilsinler, gericiliğin üssü haline getirebilsinler, ilerdeki
çöreklenme ve ilhakın da altyapısını hazırlayabilsinler.
Afrin'e yapılan
YÜRÜYÜŞLER'le büyük moral destek verilmiş olduğu gibi, sivil nüfusun gönüllü
katılımlarla çoğaltılması, bu planlara karşı SİVİL ve BARIŞÇIL bir cevap
olmaktadır.
Benim uluslararası
toplumun, sayılarının hiç da az, güçlerinin hiç de küçünsenmeyecek olduğuna
inandığım, BARIŞSEVER, İNSANCIL, DEMOKRAT aydınlarına, sanatçılara, basın
mehsuplaarına, insan hakları kuruluşlarına bir önerim var.
Sizler de AFRİN'e
TC'nin aksine barışçıl "ZEYTİN DALI seferleri" düzenleyerek karşılık
verebilirsiniz.
Örneğin: CNN,BBC veya
daha başka güçlü yayın kuruluşlarının yerinde izleyecekleri; dünyanın her
köşesindeki ÜNLÜ POP, ROCK, JAZZ, ETNO MÜZİK isimlerinin katılacağı bir büyük
bir kitle konserini AFRİN'de düzenleyebilirsiniz. Böylece tüm dünyanın barışçıl
dikkati saldırı altındaki bu onurlu halka çevrilmiş olur. Bombardımanların,
saldırıların odurdurulması için hükümetler üzerinde baskı oluşturur.
Saldırganlar için
caydırıcı bir etki yaratır.
Dünyanın barışçıl,
hümanist kesimleri AFRİN'e gerçek bir "ZEYTİN DALI" uzatmış olurlar.
Ya da yine dünyanın
dört bir yanından gelen sanatçı ğruplarının katılımıyla AFRİN'de bir BARIŞ
KARNAVALI düzenleyebilirler. Kimbilir belki de bu tersine göç ve tersine ilgi
Afrin'den başlayarak SİVİL BARIŞÇI DİRENİŞİN tüm bölgede etkili olmasına vesile
olur.
Dünyanın barışsever
insanları "ZEYTİN DALI" simgesinin, Türk sömürgeci militarizmi
tarafından, bir kan, işgal ve barbarlık simgesi haline getirilmesine seyirci mi
kalmalı?
Hani Arşimet'in
söylediği rivayet edilen bir söz vardır:
"Bana uygun bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım"
"Bana uygun bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım"
İşte size KALDIRAÇ!..
Neden olmasın?
"Zeytin Dalı öyle değil; böyle olur!" demek hiç zor değil. Çünkü bunu
sizlerle gerçekten paylaşacak, gönül sorfrasını sonuna kadar açacak direnişçi
bir toplum sizi bekliyor olacak Afrin'de...
Sokaklardan çıkıp onlarla
buluşmaya çalışmak, anlamlı bir hamle olmaz mı?”
Recep Maraşlı’nın önerisi böyle. Bundan ilham alınarak kim bilir
daha neler yapılabilir.
*
Havanın değişimini bizzat biz bile gözlüyoruz. Pazar günü Berlin’de
yapılan Afrin ile dayanışma mitinginde ilk kez Almanların kitlesel katılımı
vardı. Küçümsenmeyecek ölçüde Suriyeli de yer alıyordu. Çok güçlü ve moralli
bir yürüyüştü. Afrin’deki savaşçıların gösterdiği direniş, Türk ordusunun
çakılıp kalması ve artan kayıpları buradaki direnişi, örgütlenme ve katılımları
da arttırıcı bir etki yapmıştı.
Yine aynı gün küçük ala anlamlı bir başlangıç daha vardı. Berlinli Türkler ilk kez Türk Devletinin
Afrin saldırısına karşı çıkıyorlar ve hükümet görüşmelerinin yapıldığı Willy
Brandt Haus’un önünde Almanya’nın da politikasını protesto eden, belki henüz
küçük ama anlamlı, bir gösteri yapıyorlardı. Bunun önemi bizzat Türklerin, Türk
devletine bizim adımıza savaş açamazsın diye itiraz etmeleriydi.
*
Türkiye’de milliyetçilik ile faşistlik özdeşleşmiş
bulunuyor.
Milliyetçilik ulus ilkesini dolayısıyla başka milletlerin
haklarını tanır, faşistlik ise bunu reddeder, bir milletin diğer milletlere
egemen olmak için yaratıldığını kabul eder.
Türkiye’nin politik kültüründe, Marksistlerin aslında
milliyetçi olmalarına rağmen kendilerinin milliyetçi olmadığına inanmaları
yüzünden, milliyetçilik ile faşistlik özdeş anlamlar kazanmış bulunuyor.
Aslında akıllı bir milliyetçilik bir ulusun refah, adalet ve demokrasi içinde yaşamasını hedef almaktır.
Aslında akıllı bir milliyetçilik bir ulusun refah, adalet ve demokrasi içinde yaşamasını hedef almaktır.
Bunun için de bu tür bir milliyetçiliği savunmuş olan
Mark’ın sosyalizm veya milliyetçiliğe karşı gibi yorumlanmış, “başka ulusları ezen
bir millet özgür olamaz” sözü veya Lenin’in “ulusların kendi kaderini tayin
hakkı” ilkesi, aslında teorik olarak milliyetçiliğin dolayısıyla da Türk
milliyetçiliğinin ilkesidir.
Yanlış şuradadır ki, bunlar kendilerinin milliyetçi
olmadıklarını düşünmektedirler ve bunun milliyetçiliğe karşı bir slogan
olduğunu söylemektedirler. Ama işte tam da sorun buradadır. Milliyetçiler
milliyetçiliğin hedeflerinin aslında milliyetçilik değil enternasyonalizm
olduğun söylerler. Bunun da nedeni, milliyetçilerin milliyetçiliğin ne olduğunu
bilemeyecekleridir.
Aslında milliyetçiliğe karşı olmak, baka milletlerin hakkını
tanımak değildir. Yani Örneğin Türkiye’de Kürtlerin haklarını desteklemek Türk
milliyetçiliği ile çelişmez. Aksine bu milliyetçiliğin, (yani politik olanla
ulusal olanın çakışmasını savunmanın) gereğidir. Milliyetçiliğe
karşı olmak ulusal olanla politik olanın çakışmışı ilkesini reddetmektir.
Uluslara ve ulusal devletlere karşı olmak demektir.
Türk milliyetçileri milliyetçi oldukları için milliyetçi
olduklarını kabil etmiyorlardı. İlk kez bazı Türklerin Türk olarak böyle bir
barışçı ve kendi hükümetlerine karşı bir eylem yapmaları yine sembolik ama
niteliksel olarak anlamı çok büyük bir eylemdir.
*
Ayrıca Türkiye’de her ne olursa olsun direnişin bitmediğini
de unutmamak gerekiyor.
Ezilenler her zaman doğrudan savaşa girmezler. Dolaylı
yollardan, cepheden karşılayamayacakları saldırılar karşısında başka alanlarda
küçük gerilla savaşları yürüterek de mücadele ederler.
Örneğin sosyal medyada hayvanlara yapılar işkence ve kötü muamelerele mücadele eden, köpeklere yemek toplayan nice paylaşımlar var. Sanılıyor mu ki bu insanlar Erdoğan-Ergenekon çetesine karşı direnmiyorlar ve görmezden geliyorlar.
Hayır. Bunu devletlerin görmezden gelme politikasıyla karıştırmamak gerekir. Bu sadece insanların kendi konumlarından hem durumu riske etmeden, hem de teslim olmamak biçiminde bir direnişi olarak görmeli. Çevreciler, kadınlar, çocuk istismarına karşı direnenler, hayvan severler, kültürel ve tarihsel mirası savunanlar vs. aslında bunların hepsi Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünü karşı kendi meşreplerince bir direniş sergiliyorlar ve topluma bir mesaj veriyorlar: “biz buradayız, onlara teslim olmuyoruz ama elimden gelen budur” diye.
Örneğin sosyal medyada hayvanlara yapılar işkence ve kötü muamelerele mücadele eden, köpeklere yemek toplayan nice paylaşımlar var. Sanılıyor mu ki bu insanlar Erdoğan-Ergenekon çetesine karşı direnmiyorlar ve görmezden geliyorlar.
Hayır. Bunu devletlerin görmezden gelme politikasıyla karıştırmamak gerekir. Bu sadece insanların kendi konumlarından hem durumu riske etmeden, hem de teslim olmamak biçiminde bir direnişi olarak görmeli. Çevreciler, kadınlar, çocuk istismarına karşı direnenler, hayvan severler, kültürel ve tarihsel mirası savunanlar vs. aslında bunların hepsi Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünü karşı kendi meşreplerince bir direniş sergiliyorlar ve topluma bir mesaj veriyorlar: “biz buradayız, onlara teslim olmuyoruz ama elimden gelen budur” diye.
Ve Ergenekon-Erdoğan diktatörlüğü bunu herkeste iyi biliyor.
Onlara karşı şimdi doğrudan saldırmıyor ama içinde kinlerini biriktiriyor. Afrin’e
karşı bir zafer kazanırsa Afrin’in yenilgisi sadece demokrasinin değil, aynı
zamanda Kadıların, çocukların, ağaçların, köpeklerin, kedilerin, tarihi eserlerin,
müziğin, şiirin; kültürün de bir yenilgisi olacaktır.
“Davulla, zurnayla, sazla,
tavukla ördekle, kazla”
“Zeytin Dalı Harekatı”nı Afrin’in zeytinliklerine gömeceğiz.
6 Şubat 2018 Salı
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder