Münir Özkul’un gidişi aynı zamanda bir dönemin sembolünün
gidişi, bir dönemin bitişi anlamına geliyor.
Geçenlerde bir programda Bekir Ağırdır, tamı tamına öyle
olmayabilir ama anlamca, “Şabanlar Recep
İvedikleşiyor” diyerek toplumun kültüründe, değerlerinde, psikolojisindeki
değişmeyi ve çürümeyi bu çok bilinen iki imgeyle özetleyivermişti.
Bir resim bin sözden çok daha fazlasını anlatır derler, bir
imge de bin kavramdan da daha çok şey anlatır bazen.
Belli tiplerin, müziklerin, sembollerin, giyinişlerin,
sözcüklerin belli dönemlerde tutması, onların, toplumun derinliklerinde yaşanan
değişmelerin yüzeye vuran izleridir.
Türkiye’de 1960’larda başlayan, 12 Mart döneminde kısa bir
yenilgi yaşasa da, 1980’e kadar süren, aşağı yukarı yirmi yıllık bir devrimci
kabarış, geniş ezilen kitlelerin bir politizasyonu ve radikalleşmesi yaşandı.
1970’lerin ortasında 12 Mart karanlıkları biterken, henüz
yirmilerinin ortalarında hapisten çıkan 68’liler, kendileri hiç de hazırlıklı
olmadan, bir kitle radikalleşme ve politikleşmesinin yükselen dalgaları
üzerinde buldular.
Bu yükselişi olumlu yönde etkileyebilecek hiçbir birikimleri
yoktu, onlar bu yükselişi yönettiklerini sanıyorlar ama tam tersine yükselen dalganın
kültüründen, politika anlayışına kadar bütün değerleri onları yönetiyordu.
Bu değerlere, bu kültüre, bu anlayışa eleştirel
yaklaştıkları ve karşı durdukları, onu daha kalıcı ve özünde radikal bir
programa kavuşturmaya çalıştıkları takdirde hiçbir şansları olmadığını
görüyorlardı.
70’lerin bu kitlesel radikalleşmesinin öne çıkardığı sol
örgütlerin yirmilerini süren lider kadrolarının tek yapabildiği, bu rüzgâra
göre yelken açıp yükselen dalgaların üzerinde surf yapmak oldu.
Hepsi bir cesaret ve kahramanlık edebiyatı üzerinde
yükseliyorlar, yükselen dalganın geri yanlarını okşuyorlardı. Ama aslında
cesaretin çoğunluğu oluşturanların kahkaha ve alaylarına, tecritlerine karşı
durmak olduğunu bilmiyorlardı veya biliyorlarsa da bu cesaretleri yoktu.
Böylece Türkiye tarihinin gördüğü en büyük radikalleşme ve
politizasyorun olgunlaşması olgunlaşamamış, buna fırsat bulamamış sol hareketleri
kendine kurban ederken, kurban ettiklerinin de kurbanı oluyordu.
*
İşte Türkiye’nin tarihindeki bu en büyük politikleşme ve
radikalleşme döneminin sembolleri karikatürde Avni ve sinemada Şaban gibi
tiplerdi. Şaban bir semboldür. Şaban, Münir Özkul’dan Adile Naşit’e, Domates
Güzeli veya Perran Kutman’a kadar geniş bir tipler bütünüdür aslında.
Radikalleşen, politize olan, ilk kez bir örgüte giren, ilk
kez bir yürüyüş ve mitinge katılan milyonlarca insan onlarda kendilerini
buluyorlardı. Bu aynı zamanda kapalı köy ekonomisinden şehrin varoşlarına
gelmiş milyonlarca insanın modernleşmesinin bir ifadesiydi de.
*
Sonra 12 Eylül silindiri geldi.
Sonra 80’lerin sonunda tekrar bir radikalleşme ve
politikleşmede yükseliş yaşanmaya başlamıştı ki, Doğu Avrupa çöktü ve duvar
yıkıldı.
Bu dünya çapındaki tektonik değişmenin dalgaları, Türkiye’deki
o küçük değişmeleri kendi girdabına alıp götürdü ve Türkiye’de Özal’ın da
öldürülmesiyle başlayan bir özel savaş rejiminin oturmasına yol açtı.
Kürt hareketi Türkiye’deki bir demokratik müttefikten yoksun
kaldı. Tek ayağı üzerinde topallayarak yürümesini sürdürdü.
Münir Özkul ile aynı gün ölen Aydın Boysan, bu dönemde
şehirli ve laik kesimlerin, yetmişlerde radikalize ve politize olanların, Kürtlerin
mücadelesine gözlerini kapamasının, “Rakı Kültürü” üzerinden yapılar muhabbetlerin
ve o zamanların yine politikadan kaçmayı örtmek ve ifade etmek için çok
kullanılan deyimiyle “geyik”ler döneminin sembolü oldu.
Onun ölümünün de böylesine nostaljilere yol açması bir
rastlantı değildir.
“Kamusal alanı” kamusal diyerek politize eden ve başörtülü kadınların
modern şehir hayatına girmesini engelleyen burnunun ucunu görmez “laikçiler” şimdi
aynı aynı yöntemle, Recep Tayyip Erdoğan’ın kendilerini bu alandan dışlamasının
ve adım adım ele geçirmesinin travmasını yaşıyorlarken, Boysan’ın ölümü, onlar
için de bir dönemin sonu anlamına geliyordu.
Sonra yine Kürt hareketinin yükselişi ateşi ve çözümsüzlüğü,
şehirleşmiş geniş kadın yığınlarının kamusal alandan dışlanmasının, ekonomik
krizin sonucu olarak, kadınlar ve işçiler, Özel savaş rejimine ve beyaz Türk
ırkçılığına bir cevap olarak Avrupa aracılığıyla kimi demokratik dönüşümleri
programına aldığını söyleyen politik İslamı destekleyerek iktidar yaptılar.
Ne var ki, bu yükseliş demokratik özlemlerin bilinçsiz bir
ifadesiydi ama hiçbir zaman köklü bir demokrasi geleneği ve programı
bulunmuyordu. Kendi çöküşünün tohumunu içinde taşıyordu.
Recep Tayyip’in ve Fethullahçılığın yükselişi aynı gerici ve
karşı devrimci eğilimin iki ifadesiydi. Recep Tayyip’in yerini Fethullahcçılar alsa
idi sonuç farklı olmazdı. Ya da bir kitle temelinden yoksun oldukları için
belki onlarla mücadele daha kolay olurdu.
Aslında bugün bir tek AKP veya Politik İslam sözcüğü altında
toplanan AKP dönemi, 2011’lere kadar iyi kötü emekçilerin demokratik
özlemlerinin gidişte ağırlığını hissettirdiği bir dönemdir. 2011’den sonra ise,
politik İslam’ın kendi içinde bir karşı devrimin yükseldiği bir dönemdir.
Recep İvedik ve Tayyip’in yükselişi bu karşı devrimin yükselişini sembolize eder.
Recep İvedik ve Tayyip’in yükselişi bu karşı devrimin yükselişini sembolize eder.
Recep Tayyip’in bugünkü kitle temelini ve operasyonel gücünü
hızla örgütlediği Recep İvedikler oluşturuyor.
Bugün solun, demokratik ve muhalif güçlerin ise artık Şabanları
veya Şabanların bugünkü muadili olabilecek, onların yerini doldurmuş sembolleri,
imgeleri yok.
Bu yokluk rastlantısal değildir. Toplumun derinlerinde oluşan
akıntıların tektonik değişikliklerin sol ve demokratik politikada bir karşılığı
veya tersine, sol ve demokratik politikanın toplumun derinlerinde oluşan
tektonik değişikliklerde karşılığı olmadığını gösterir.
Elbet bir şeyler değişiyordur ama bu değişen güçler artık
başka tiplerle beraber başka bir sol ortaya çıkaracaktır. Ne olursa olsun bugün
ne yeni bir sol var ne de onun sembolü olacak tipler ve imgeler.
Bugün artık bir tek tip var: Recepler.
*
Max Planck, bir teorinin yerini diğer teorinin alması, ikna
ve bilim adamlarının görüşlerinin değişmesiyle değil, eski kuşağın gitmesi,
yeni kuşağın onun yerini almasıyla olur demişti.
Fizikte böyleyse toplumda haydi haydi böyledir.
Demokratik özlemlerin, demokrasi mücadelesinin toplumun
ufkundan gidişi ve faşizmin adım adım yerleşmesi, Şabanlar kuşağının gitmesi, Recepler
kuşağının gelmesi biçiminde gerçekleşiyor.
Münir Özkul’un ölümü ve bu ölümün bir kuşakta yarattığı
nostalji, bu yer değiştirmenin bir sembolü ve işaretidir.
7 Ocak 2018 Pazar
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder