7 Ocak 2018 Pazar

Münir Özkul’un Ardından Şabanların Sonuncusu Gider Receplerin Diktatörlüğü Gelirken

Münir Özkul’un gidişi aynı zamanda bir dönemin sembolünün gidişi, bir dönemin bitişi anlamına geliyor.
Geçenlerde bir programda Bekir Ağırdır, tamı tamına öyle olmayabilir ama anlamca, “Şabanlar Recep İvedikleşiyor” diyerek toplumun kültüründe, değerlerinde, psikolojisindeki değişmeyi ve çürümeyi bu çok bilinen iki imgeyle özetleyivermişti.
Bir resim bin sözden çok daha fazlasını anlatır derler, bir imge de bin kavramdan da daha çok şey anlatır bazen.
Belli tiplerin, müziklerin, sembollerin, giyinişlerin, sözcüklerin belli dönemlerde tutması, onların, toplumun derinliklerinde yaşanan değişmelerin yüzeye vuran izleridir.
Türkiye’de 1960’larda başlayan, 12 Mart döneminde kısa bir yenilgi yaşasa da, 1980’e kadar süren, aşağı yukarı yirmi yıllık bir devrimci kabarış, geniş ezilen kitlelerin bir politizasyonu ve radikalleşmesi yaşandı.

1970’lerin ortasında 12 Mart karanlıkları biterken, henüz yirmilerinin ortalarında hapisten çıkan 68’liler, kendileri hiç de hazırlıklı olmadan, bir kitle radikalleşme ve politikleşmesinin yükselen dalgaları üzerinde buldular.
Bu yükselişi olumlu yönde etkileyebilecek hiçbir birikimleri yoktu, onlar bu yükselişi yönettiklerini sanıyorlar ama tam tersine yükselen dalganın kültüründen, politika anlayışına kadar bütün değerleri onları yönetiyordu.
Bu değerlere, bu kültüre, bu anlayışa eleştirel yaklaştıkları ve karşı durdukları, onu daha kalıcı ve özünde radikal bir programa kavuşturmaya çalıştıkları takdirde hiçbir şansları olmadığını görüyorlardı.
70’lerin bu kitlesel radikalleşmesinin öne çıkardığı sol örgütlerin yirmilerini süren lider kadrolarının tek yapabildiği, bu rüzgâra göre yelken açıp yükselen dalgaların üzerinde surf yapmak oldu.
Hepsi bir cesaret ve kahramanlık edebiyatı üzerinde yükseliyorlar, yükselen dalganın geri yanlarını okşuyorlardı. Ama aslında cesaretin çoğunluğu oluşturanların kahkaha ve alaylarına, tecritlerine karşı durmak olduğunu bilmiyorlardı veya biliyorlarsa da bu cesaretleri yoktu.
Böylece Türkiye tarihinin gördüğü en büyük radikalleşme ve politizasyorun olgunlaşması olgunlaşamamış, buna fırsat bulamamış sol hareketleri kendine kurban ederken, kurban ettiklerinin de kurbanı oluyordu.
*
İşte Türkiye’nin tarihindeki bu en büyük politikleşme ve radikalleşme döneminin sembolleri karikatürde Avni ve sinemada Şaban gibi tiplerdi. Şaban bir semboldür. Şaban, Münir Özkul’dan Adile Naşit’e, Domates Güzeli veya Perran Kutman’a kadar geniş bir tipler bütünüdür aslında.
Radikalleşen, politize olan, ilk kez bir örgüte giren, ilk kez bir yürüyüş ve mitinge katılan milyonlarca insan onlarda kendilerini buluyorlardı. Bu aynı zamanda kapalı köy ekonomisinden şehrin varoşlarına gelmiş milyonlarca insanın modernleşmesinin bir ifadesiydi de.
*
Sonra 12 Eylül silindiri geldi.
Sonra 80’lerin sonunda tekrar bir radikalleşme ve politikleşmede yükseliş yaşanmaya başlamıştı ki, Doğu Avrupa çöktü ve duvar yıkıldı.
Bu dünya çapındaki tektonik değişmenin dalgaları, Türkiye’deki o küçük değişmeleri kendi girdabına alıp götürdü ve Türkiye’de Özal’ın da öldürülmesiyle başlayan bir özel savaş rejiminin oturmasına yol açtı.
Kürt hareketi Türkiye’deki bir demokratik müttefikten yoksun kaldı. Tek ayağı üzerinde topallayarak yürümesini sürdürdü.
Münir Özkul ile aynı gün ölen Aydın Boysan, bu dönemde şehirli ve laik kesimlerin, yetmişlerde radikalize ve politize olanların, Kürtlerin mücadelesine gözlerini kapamasının, “Rakı Kültürü” üzerinden yapılar muhabbetlerin ve o zamanların yine politikadan kaçmayı örtmek ve ifade etmek için çok kullanılan deyimiyle “geyik”ler döneminin sembolü oldu.
Onun ölümünün de böylesine nostaljilere yol açması bir rastlantı değildir.
“Kamusal alanı” kamusal diyerek politize eden ve başörtülü kadınların modern şehir hayatına girmesini engelleyen burnunun ucunu görmez “laikçiler” şimdi aynı aynı yöntemle, Recep Tayyip Erdoğan’ın kendilerini bu alandan dışlamasının ve adım adım ele geçirmesinin travmasını yaşıyorlarken, Boysan’ın ölümü, onlar için de bir dönemin sonu anlamına geliyordu.
Sonra yine Kürt hareketinin yükselişi ateşi ve çözümsüzlüğü, şehirleşmiş geniş kadın yığınlarının kamusal alandan dışlanmasının, ekonomik krizin sonucu olarak, kadınlar ve işçiler, Özel savaş rejimine ve beyaz Türk ırkçılığına bir cevap olarak Avrupa aracılığıyla kimi demokratik dönüşümleri programına aldığını söyleyen politik İslamı destekleyerek iktidar yaptılar.
Ne var ki, bu yükseliş demokratik özlemlerin bilinçsiz bir ifadesiydi ama hiçbir zaman köklü bir demokrasi geleneği ve programı bulunmuyordu. Kendi çöküşünün tohumunu içinde taşıyordu.
Recep Tayyip’in ve Fethullahçılığın yükselişi aynı gerici ve karşı devrimci eğilimin iki ifadesiydi. Recep Tayyip’in yerini Fethullahcçılar alsa idi sonuç farklı olmazdı. Ya da bir kitle temelinden yoksun oldukları için belki onlarla mücadele daha kolay olurdu.
Aslında bugün bir tek AKP veya Politik İslam sözcüğü altında toplanan AKP dönemi, 2011’lere kadar iyi kötü emekçilerin demokratik özlemlerinin gidişte ağırlığını hissettirdiği bir dönemdir. 2011’den sonra ise, politik İslam’ın kendi içinde bir karşı devrimin yükseldiği bir dönemdir.
Recep İvedik ve Tayyip’in yükselişi bu karşı devrimin yükselişini sembolize eder.
Recep Tayyip’in bugünkü kitle temelini ve operasyonel gücünü hızla örgütlediği Recep İvedikler oluşturuyor.
Bugün solun, demokratik ve muhalif güçlerin ise artık Şabanları veya Şabanların bugünkü muadili olabilecek, onların yerini doldurmuş sembolleri, imgeleri yok.
Bu yokluk rastlantısal değildir. Toplumun derinlerinde oluşan akıntıların tektonik değişikliklerin sol ve demokratik politikada bir karşılığı veya tersine, sol ve demokratik politikanın toplumun derinlerinde oluşan tektonik değişikliklerde karşılığı olmadığını gösterir.
Elbet bir şeyler değişiyordur ama bu değişen güçler artık başka tiplerle beraber başka bir sol ortaya çıkaracaktır. Ne olursa olsun bugün ne yeni bir sol var ne de onun sembolü olacak tipler ve imgeler.
Bugün artık bir tek tip var: Recepler.
*
Max Planck, bir teorinin yerini diğer teorinin alması, ikna ve bilim adamlarının görüşlerinin değişmesiyle değil, eski kuşağın gitmesi, yeni kuşağın onun yerini almasıyla olur demişti.
Fizikte böyleyse toplumda haydi haydi böyledir.
Demokratik özlemlerin, demokrasi mücadelesinin toplumun ufkundan gidişi ve faşizmin adım adım yerleşmesi, Şabanlar kuşağının gitmesi, Recepler kuşağının gelmesi biçiminde gerçekleşiyor.
Münir Özkul’un ölümü ve bu ölümün bir kuşakta yarattığı nostalji, bu yer değiştirmenin bir sembolü ve işaretidir.
7 Ocak 2018 Pazar
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

Hiç yorum yok: