22 Ocak 2018 Pazartesi

Afrin’de Türk Ordusu Yenilecek Erdoğan Gidecek (İlker Başbuğ’un Söyledikleri Işığında Afrin Saldırısının Akıbeti)

Eceli gelen it cami duvarına işer” derler. Afrin Kürtçe’de “mübarek (kutsanmış) yaratma (yaratılış)” anlamına geliyormuş.
Kutlu, mübarek Afrin’e, Suriye’nin savaşta yıkılmamış, bir barış vahası olarak kalabilmiş bu tek beldesine saldırmak cami duvarına işemektir.
Erdoğan’ın sonunu Afrin getirecektir.
Ama sadece Erdoğan’ın değil.
Laik Türk ordusu” Erdoğan isimli İslamcı faşistle ittifak yaparak he kendi bindiği dalı kesti, hem de kaderini onun kaderiyle birleştirdi.
Bu da şu olanağı ortaya çıkarmaktadır: Erdoğan’ın sonu, bu ta Sümerlerden beri gelen Şark despotluğunun, bu askeri, bürokratik oligarşinin de sonu olur.
Bakmayın medyanın psikolojik savaş haberlerine. Gerçekte kendileri de bunun farkındalar ve tam anlamıyla bir kumar oynadıklarını biliyorlar.

Söyledikleri dikkatlice incelenip, yapılmayan çıkarsamalar yapılıp, satır araları okununca bu açıkça görülüyor.
Biz bunu bizzat eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un söyleşisinde bile görebiliriz.
Aşağıda yapacağımız Başbuğ’un sözlerini aktarmak. Sadece resmi söylemin ifadesi olan sıfatları ve araya sokulmuş moral vermeye yönelik cümleleri çkarmaktır. Örneğin “terör örgütü PKK” değil, sadece “PKK” gibi. “şanlı Türk ordusu” değil, sadece “Türk ordusu” gibi, veya “ordumuz bunun hakkından gelir” gibi.
Alıntılar Hürriyet gazetesinde yayınlanan “Akdeniz’e Kürt Koridoru Kırılacak” başlıklı söyleşiden alınmıştır.
Önce “zeytin dalı” namı verilen harekatın zor bir harekât olacağını kendi itiraf ediyor:
Afrin’e operasyon zor bir harekât.” diyor.
Söyleşiyi yapan: “Fırat Kalkanı’yla karşılaştırırsak…” diye sorunca da şu cevabı veriyor:
“Çok daha zor.”
*
Şimdi Fırat Kalkanı Harekatı’na bakalım.
Wikipedia’da, belli ki Türk devletinin hazırladığı, “Fırat Kalkanı Harekâtı” maddesinde neler deniyor?
Harekat 24 Ağustos 2016 - 29 Mart 2017 arasında tam 7 ay, 5 gün sürüyor.
Ele geçirilen arazi: 2015 km2 yani aşağı yukarı Afrin kadar (2033 km2) bir alan.
Bu alanda 243 yerleşim yeri varmış. Afrin’de 366 köy var.
Şimdi Fırat kalkanı Harekatı ile Türkiye’nin ele geçirdiği alanının düz arazi olduğunu, nüfusunun Afrin’le kıyaslanmayacak kadar seyrek olduğunu, Türkiye’nin savaştığı güçlerin aslında anlaşmalarla yerleri boşalttığını, ciddi bir direniş göstediklerinde Türk ordu birliklerinin ağır zayiat verip hiçbir ilerleme kaydedemediklerini, tanklarının imha edildiğini veya IŞİD tarafından ele geçirildiğini hatırlayalım. Ayrıca halkın örgütlü olmadığını, Türk devletinin işgaline karşı seferber olmadığını da bir kenara not edelim.
Bütün bunlara rağmen 7 ay sürmüştü bu harekât.
O halde Afrin harekâtı en kötü ihtimalle 7 ay sürer, daha da uzun süreceği ön görülebilir.
O harekatın uzaması muhalefetin yükselişine ve Anayasa referandumunda aslında hayır oyu çıkmasına ama dalavereyle evet yapılmasına yol açmıştı.
O halde savaş uzadıkça Erdoğan’a ve savaşa karşı muhalefet yükselecek demektir.
Bunu bir kenara not edelim.
Çünkü savaşın uzaması Türk ordusunun yenilgisini ve Erdoğan’ın sonunu getirecektir.
*
Başbuğ, savaşın neden zor olacağına ilişkin olarak şunları söylüyor:
“Coğrafya zor”
Coğrafya neden zor?
Afrin’e coğrafi olarak baktığınızda dağlık, Kürt dağları var. PKK’nın yıllardır üs olarak kullandığı bölge.”
“Dediğim gibi Afrin’de Kürt Dağları’ndan atlıyorsunuz, Amanos’lara geliyorsunuz. Afrin’i PKK’dan temizlerseniz bu tehdidi yerinde etkisiz hale getirirsiniz.”
Peki eğer Türkiye diyelim ki Kürt dağları ve Afrin’i ele geçirdi ne yapacak?
“Afrin YPG ve PKK’dan temizlenirse belki Türkiye’ye göç edenlerin bir kısmını da rahatlıkla Afrin’e yerleştirme imkânınız olabilir.”
Yani Türkiye hiçbir şekilde Afrin’den çıkmayı düşünmüyor.
Ama sadece çıkmayı düşünmüyor değil.
Oraya tıpkı Cerablus cebinde yaptığı gibi, kendi iş birlikçisine dönüşmüş İslamcı Suriyeli cihadistleri yerleştirerek tıpkı Kıbrıs’ta da olduğu gibi bir iskan politikasıyla kendi işgali altında tutmayı hedefliyor.
Bu Afrin’in yerli ahalisini de sürmeyi veya katlederek yok etmeyi planladığı anlamına gelir.
Yerleştireceklerini nereye yerleştirecek?
Katledilmiş ve sürülmüş Afrinlilerin yerlerine.
Tıpkı Ermeni ve Rum katliam ve sürgünlerinde yaptığı gibi katlettiklerinin mallarını, evlerini, arazilerini oraya yerleştireceği şeriatçılara vermeyi ve onları ebedi kulları yapmayı planlıyor.
Bunu bir kenara not edelim. Çünkü bu Türkiye’nin Afrin’de bir soykırım planladığını ve soykırıma uğratacağı, süreceği laik Araplar, Ezidiler ve Kürtlerin yerine cihadist ve şeriatçıları yerleştirmeyi planladığının açık bir ifadesidir Başbuğ’un sözleri.
Şu an hala gayrı resmi olarak devletin tüm bilgilerine ulaştığı belli olan eski Türk genelkurmay başkanının bu itirafları tüm dünya, Suriye ve en önemlisi Afrin halkı tarafından biliniyor.
Bu şu demektir. Suriye devleti ister istemez Türk devletinin bu hedefine karşı çıkmak zorundadır. Çünkü kendi toprağındaki kendi yurttaşları öldürülecek, sürülecek ve onmların yerlerine Türkiye’nin sadık İslamcı faşist bendeleri yerleştirilecek, yani Türkiye Suriye toprağını kalıcı bir biçimde işgal edecektir.
Suriye ister istemez bir süre sonra Afrin’de direnen savaşçılara imkanlar sağlayarak, kısıtlı da olsa yardım ederek veya en azından Türkiye’nin işini zorlaştırarak, örneğin Türk uçaklarının uçuşlarını engelleyerek, Türkiye’nin şimdiye kadar kendisine yaptığını, bu sefer kendi topraklarında Türkiye’ye yapacaktır.
Türkiye’nin yaptığı ne idi?
Suriye içindeki muhalifleri silahlandırmak ve onları desteklemek. Şimdi kendi topraklarını işgal eden Türk devletine karşı Afrin halkını destekleyerek Türkiye’nin kendisine karşı yaptığını Türk devletine karşı yapacaktır. Bunun için Afrin’in öz yönetimini sevmesi gerekmez. Çok beklemeyeceğiz muhtemelen. Şimdilik savaşın başı.
Suriye ve Rusya hem Kürtlerin “burnunu sürtmek” hem İdlip’i ele geçirmek için ve muhtemelen Türkiye’ye bu geçici tavizi verdi. Ancak Suriye Idlip’i ele geçirdikçe Idlib’e geçmiş ve asında Afrin’i güneyden ve batıdan kuşatan Türk ordu birlikleri Suriye birliklerince hem arkadan kuşatılmış olacaktır hem de karşı karşıya gelecektir. Yani Türkiye ile Suriye ve Rusya’nın karşı karşıya gelmesi ve Türkiye’nin savaş olanaklarının kısıtlanması sadece bir zaman sorunudur.
*
Ama biz olayların ilerde izleyeceği muhtemel yönü şimdi yine bir kenara bırakalım ve en temel verilere dönelim. Nufüs ve Coğrafya’dan gidelim.
Birinci temel veri, Fırat kalkanı ile ele geçirilen cepte yerli halk hem örgütsüzdü, hem direnmiyordu hem de büyük ölçüde cihadistere yakındı, dolayısıyla Türkiye’yi müttefik olarak gören bir özelliği vardı.
Afrin ise zaten Kürtlerin belki de yüz yıllardır yaşadığı bir bölge. Ayrıca YPG orada diğer dillerden, dinlerden insanları ezmeyen bir yapıyı yıllardır kurdu ve işletiyor. Yani sadece Kürtler değil, aynı zamanda tüm diller ve dinlerden ahali de aynen Kürtler gibi kendi öz yurtlarını dişleriyle, tırnaklarıyla savunacaklardır. Afrin sadece Kürtler için değil, İslamcı faşitslerin tetöründen kaçmış laik, Hristiyan veya ateistler için de bir yurt, bir sığınaktı.
Şimdi Türkiye’nin İslamcı faşist ve Türk faşisti devletinin ordusuna karşı bu son sığınaklarını her şeyleriyle savunacaklar ve onu savunan savaşçıları, oğullarını, kızlarını her şeyle destekleyeceklerdir.
Fırat Kalkanı’nda ise böyle bir durum yoktu dolasıyla Türk Ordusu açısından orada iş Afrin’le kıyaslanmayacak kadar kolaydı. Bütün bu kolaylığına rağmen yedi ay sürmüş bir harekât var.
Başbuğ elbette gazeteciyle yaptığı söyleşide, Nüfusun Afrin’de kendi yurtlarında yaşadıklarını, Afrin’in sadece onların yurtları değil aynı zamanda kendi öz yönetimleri ve yeni bir yaşam modeli olduğunu, bunu da savunacakları gibi konulara hiç girmiyor. Sadece dolaylı olarak ağzından kaçırdığı yerler var.
Örneğin “Kürt dağları var. PKK’nın yıllardır üs olarak kullandığı bölge.”
“Afrin dediğinizde coğrafyayı bir hatırlayalım. Özellikle batısı Kürt Dağları olarak geçer. Yüksek bir arazi kesimidir. Orada eskiden beri PKK vardır. (…)”
Yani YPG’nın orada ta çok eskilere dayanan bir kitle desteği olduğunu bizzat kendisi itiraf ediyor.
Bugün bu destek, “demokratik özerklik” aracılığıyla sadece Kürtlerin değil, tüm Afri’de yaşayan ahalinin ve oraya bir sığınak olarak gelenlerin de desteğidir.
İşte Türk ordusunun yenilmesine esas yol açacak olan da nüfusun bu niteliğidir.
Nüfusun niceliğine gelince.
Fırat kalkanı harekâtı yapıldığında oradaki nüfus Afrinle kıyaslanmayacak kadar azdı.
Afrin’in nüfusu için Başbuğ “Nüfusu 740 bin. Yüzde 60’ı Arap deniyor.” diyor.
Wikipedia ise 2015’te 700.000 diyor. Bu arada nüfusunun yeni göçlerle arttığını var saymamak için hiçbir neden yok. Yuvarlak hesap bir milyon diyebiliriz.
Bu rakam elbet sadece Afrin şehri değil, tüm Afrin “kantonu” veya “özerk bölge”si.
Afrin şehriyle ilgili bir kesin veri yok ama en azından birkaç yüz binlik bir şehir olduğu düşünülebilir.
Afrin halkı son derece örgütlü ve silahlı olduğundan Afrin’de, hem dağlarda, hem de şehir savaşlarında pişmiş, savaş tecrübesi olan 10.000 savaşçı olduğu var sayılabilir. Bu on binin on katı da silahlı halk ve milisler olabilir.
Başbuğun verdiği rakam da buna yakın: 8000 YPG’li olduğu söyleniyor. Menbiç’ten bile buraya takviye geliyor.” Diyor.
*
Coğrafyaya gelelim.
Arazi dağlık. Dağlık olmayan yerlerde ise yerleşimler var.
Modern savaşta şehirler büyük önem kazanmış durumda. 2000’lerin başından beri dünya nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Dünya nüfusunun yüzde 70 veya 80’inin köylerde yaşadığı bizim gençlik dönemimizden veya Che Guavera, Mao, Ho Şi Ming dönemlerinden farklı bir dünya bu. Şehir savaşları çok daha büyük bir önem kazanmış durumda.
Apocu gerillalar, yıllardın dağ ve kırlardaki savaşta pişmişlerdi ve zaten dünyanın en güçlü gerilla hareketini oluşturuyorlardı.
Son birkaç yılda, özellikle de Kobani savaşından sonra hızla şehir savaşlarında da piştiler.
Bu savaşçılar edindikleri deneylerle Afrin’deki her birimi, evleri yer altı tünelleri, silah ve malzeme stokları, yiyecek ve içecek stokları bakımından birer kaleye dönüştürmüş olmalıdırlar. Yıllardır geliyorum diyen bu işgale karşı hazırlıklıdırlar.
Yani Afrin’in hem ovaları yerleşim birimleri, şehirleriyle, hem de dağları ormanlarıyla bir savunma savaşı için büyük olanaklar sunmaktadır.
*
Savaşçıların savaş yetenekleri ve silah durumlarına gelince.
Hem savaşçıların bilinç ve savaşçı olarak kapasitesi hem de savaşın koşulları Başbuğ’un şunları demesine yol açıyor:
“Coğrafya zor, ikincisi Afrin’de YPG ile ilk defa direk çatışmaya giriyorsunuz.”
Burada açıkça söylemiyor ama aslıda ilk kez ciddi olarak savaşa girileceğini ve bu savaşçıların iyi savaşçılar olduğunu erbabının anlayacağı şekilde itiraf ediyor.
Şadece bu kadar mı?
YPG’nin silah durumuna ilişkin şunları söylüyor:
“Belirli bir eğitim almış, zırhlı araçları, silahları var. Tanksavar füze sistemleri var. El bombaları, roketleri, 120 metrelik havanları var. İnsansız hava araçlarını kullanıyor. Yani PKK’dan daha eğitimli, daha teçhiz edilmiş bir askeri yapılanmayla karşı karşıyayız. (…) Karadan da, havadan da… Bu harekâtın en önemli özelliği IŞİD’i yenen güce karşı bir harekât yapıyorsunuz.”
*
Savaşın süresine gelelim.
Çünkü Türk ordusunun yenilgisini ve Erdoğan’ın sonunu getirecek olan, uzayan bir savaş olacaktır.
Yukarıdaki coğrafya, insan, savaşçı yeteneği ve silahlanmaya ilişkin verileri alt alta koyduğumuzda, Afrin savaşının çok uzun, aylar süreceğini tahmin edebiliriz.
Bu ne demektir?
Savaş uzadıkça Türkiye tecrit olacak, içinde de uluslararası alanda da muhalefet artacak ve sonunda yenilecek demektir.
Bakmayın şu an burnunun ucunu göremeyen şu son yirmi yılda iyice çürümüş kitlelerin Erdoğan’ın zafer arabasının peşine takılarak savaş çığırtkanlığı yapmalarına. Bu bütün savaşlarda böyle olur. Cenazeler gelmeye, savaş masrafları ve ekonomik kriz evlerin içinde yansımaya başlayınca hava birdenbire tersine dönüverir. Böyle fırtınaların önünde kimse duramaz. Birinci Dünya savaşından sonra kartallar (Rus, Avusturya ve Alman imparatorlukları) böyle yıkılmıştı.
Bunun olmaması için Türk ordusunun, Hitler’in yıldırım savaşı gibi, birkaç gün içinde bütün Afrin’i ele geçirmesi gerekir ki hesapları tutabilsin.
Ama buraya kadar gördüğümüz arazi, insan, savaşçı gibi temel özellikler bile bunu olanaksız kılmaktadır.
Öte yandan evet Suriye ve Rusya ve de Amerika YPG’nin burnunu sürtmek için Türkiye’nin bu saldırılarına yeşil ışık yaktılar ama, bir an için var sayalım ki, Afrin savunması, uçakların saldırıları karşısında kısa sürede dağılıp durum kötüye gittiğinde, devletlerin hiç biri Türk ordusuna böyle bir yıldırım zaferi bahşetmek istemez. Bir şekilde, ya YPG’ye o uçakları düşürecek araçlar vererek veya lojistik yollarını açarak, ya da bizzat kendi uçak savar bataryalarıyla Türk uçaklarına Suriye hava sahasını kapatarak böyle bir yıldırım savaşı engelleyip savaşın uzamasına yol açacak tedbirleri alırlar.
Ama savaş uzayınca da Türkiye’nin tecridi artar ve yenilgisini yolu açılır.
*
Şu an Türk ordusu hala kendi birliklerini savaş alanına sürememektedir. Osmanlı’nın Azab’ları mayın eşeği gibi öne sürmesi şeklinde çeteleri öne sürüyor. Böylece hem onları YPG’ye temizletip bir yükten kurtuluyor, hem de kendi birliklerinin taze kalmasını sağlıyor.
Ancak bu aslında Türk ordusunun yenilgisini de hazırlıyor. Çünkü bütün bunlar zaman kaybıdır Türkiye açısından. Yani aslında Türk ordusu Hitlervari bir yıldırım savaşı stratejisi izlememekte ve izleyememektedir.
Bu açmaz bizzat Başbuğ’un sözlerine şöyle yansıyor:
“-Peki öyleyse sorun ne?
Şu bence: Komutanlar için bir askeri harekâtta en önemli husus bu harekâtın en az zayiatla yapılabilmesi. Ancak zayiatsız harekât olmaz. 
- En az zayiat nasıl sağlanacak?
Muharebe alanı hazırlanarak. İlk önce özel kuvvetleri sızdırırsınız, onların hedef tarifiyle hava kuvvetlerine yüklenirsiniz. İyice çökertirsiniz, sonra kara unsurlarıyla girersiniz. Hava sahasının açılmasında ikinci önemli unsur, tahliyelerdir. Lojistik destektir. Özetle yaralıların tahliyesi. Aksi halde karaya bağlı oluyorsunuz, zayiat artıyor.
İşte yenilgiyi hazırlayacak açmazın bizzat Başbuğ’un sözleriyle itirafı.
En az zayiat istiyorlar. Bunun için savaş kapasiteleri olmadığı defalarca kanıtlanmış cihatçıları mayın eşeği gibi öne sürüyorlar. Diğer yandan da uçaklar ve toplarla araziyi dövecekler. Buna “Yumuşatma” deniyormuş Metin Gürcan’ın dediğine göre. Başbuğ “alanı hazırlamak” diyor.
Ondan sonra kara unsurlarıyla girersiniz diyor. Hava sahasının açık olmasının ikinci unsuru lojistik destek ve yaralıların tahliyeleri diyor.
Yani aslında Türk ordusu, hava sahası açık olmazsa, hiçbir başarı şansı olmadığını biliyor. Boynunu Rusya ve Suriye’ye kaptırmış durumda. Onlar istedikleri zaman bunu açıp kapayarak, savaşın uzamasına, Türk ordusunu bir hezimete uğramasına yol açabilirler.
Şimdilik açık tutuyorlar. Çünkü karşılığında Suriye’nin tanınması ve İdlib’in Suriye tarafından temizlenmesine ses çıkarılmaması şeklindeki tavizi aldılar en azından.
Halep’i verip Cerablus cebini almışlardı. Şimdi İdlib’i verip Afrin’i alacaklar akıllarınca.
Ama bu hesabın bir yanlışı var. Cerablustakiler aslanda Türk devletinin ilişki içinde olduğu müttefikleriydi. Burada gerçek savaşçılar var.
Ve Erdoğan ve Türk devleti tıpkı bataklığa düşen bir insan gibi debelendikçe daha da batacaktır.
Yarın öbür gün diyelim ki Suriye hava sahasını kapattığında bu sefer diyelim ki ABD’ye yanaşıp İran’ı satıp ABD kartını oynamaya kalktığında bu sefer daha güvenilmez ve zor durumlara düşecektir.
*
Bunlar hepsi aynı zamanda devletin içindeki Kürtler ile savaşmaktan ise Kürtler ile barışalım stratejisinin konumunu güçlendirir. Bu da devletin içindeki çatlağı derinleştirir. Bu da toplumsal muhalefetin oluşan çatlaklardan yavaş yavaş başını kaldırmasına yol açar.
Böylece kendini besleyen bir süreç ortaya çıkar.
Burada bize döşen önemli olan nedir?
Esas büyük tehlike bu ordunun ve devletin daha akıllı bir kanadının bu sefer kurtarıcı gibi yine iktidarı ele alması ve 27 Mayıs’ta olduğu gibi, Erdoğan’dan bıkmış denize düşüp yılana sarılan kitlelerin desteğini ve hayırhah tarafsızlığını kazanması ve demokratik bir devrimin veya dönüşümün yine daha doğmadan öldürmesidir.
Bu nedenle şimdi, Afrin ile dayanışma biçiminde, her yerde bir yandan dayanışmayı örgütleyerek, bir yandan Erdoğan’ın savaş politikalarına karşı çıkarak Türk ordusunun yenilgisine katkı yapmaya çalışırken, gerçek bir demokrasinin tohumu; bugünkü merkezi ve bürokratik devletin alternatif olabilecek özyönetim organlarının ve halk örgütlüğünün tohumlarını atmaktır.
22 Ocak 2018 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:

Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

Hiç yorum yok: