“Eceli gelen it cami
duvarına işer” derler. Afrin Kürtçe’de “mübarek
(kutsanmış) yaratma (yaratılış)” anlamına geliyormuş.
Kutlu, mübarek Afrin’e, Suriye’nin savaşta yıkılmamış, bir
barış vahası olarak kalabilmiş bu tek beldesine saldırmak cami duvarına
işemektir.
Erdoğan’ın sonunu Afrin getirecektir.
Ama sadece Erdoğan’ın değil.
Ama sadece Erdoğan’ın değil.
“Laik Türk ordusu”
Erdoğan isimli İslamcı faşistle ittifak yaparak he kendi bindiği dalı kesti,
hem de kaderini onun kaderiyle birleştirdi.
Bu da şu olanağı ortaya çıkarmaktadır: Erdoğan’ın sonu, bu
ta Sümerlerden beri gelen Şark despotluğunun, bu askeri, bürokratik oligarşinin
de sonu olur.
Bakmayın medyanın psikolojik savaş haberlerine. Gerçekte
kendileri de bunun farkındalar ve tam anlamıyla bir kumar oynadıklarını
biliyorlar.
Söyledikleri dikkatlice incelenip, yapılmayan çıkarsamalar
yapılıp, satır araları okununca bu açıkça görülüyor.
Biz bunu bizzat eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un
söyleşisinde bile görebiliriz.
Aşağıda yapacağımız Başbuğ’un sözlerini aktarmak. Sadece
resmi söylemin ifadesi olan sıfatları ve araya sokulmuş moral vermeye yönelik
cümleleri çkarmaktır. Örneğin “terör
örgütü PKK” değil, sadece “PKK”
gibi. “şanlı Türk ordusu” değil,
sadece “Türk ordusu” gibi, veya
“ordumuz bunun hakkından gelir” gibi.
Alıntılar Hürriyet gazetesinde yayınlanan “Akdeniz’e
Kürt Koridoru Kırılacak” başlıklı söyleşiden alınmıştır.
Önce “zeytin dalı”
namı verilen harekatın zor bir harekât olacağını kendi itiraf ediyor:
“Afrin’e operasyon zor
bir harekât.” diyor.
Söyleşiyi yapan: “Fırat
Kalkanı’yla karşılaştırırsak…” diye sorunca da şu cevabı veriyor:
“Çok daha zor.”
*
Şimdi Fırat Kalkanı Harekatı’na bakalım.
Wikipedia’da, belli ki Türk devletinin hazırladığı, “Fırat Kalkanı Harekâtı” maddesinde neler
deniyor?
Harekat 24 Ağustos 2016 - 29 Mart 2017 arasında tam
7 ay, 5 gün sürüyor.
Ele geçirilen arazi: 2015 km2 yani aşağı yukarı Afrin kadar
(2033 km2) bir alan.
Bu alanda 243 yerleşim yeri varmış. Afrin’de 366 köy var.
Şimdi Fırat kalkanı Harekatı ile Türkiye’nin ele geçirdiği
alanının düz arazi olduğunu, nüfusunun Afrin’le kıyaslanmayacak kadar seyrek
olduğunu, Türkiye’nin savaştığı güçlerin aslında anlaşmalarla yerleri
boşalttığını, ciddi bir direniş göstediklerinde Türk ordu birliklerinin ağır
zayiat verip hiçbir ilerleme kaydedemediklerini, tanklarının imha edildiğini veya
IŞİD tarafından ele geçirildiğini hatırlayalım. Ayrıca halkın örgütlü
olmadığını, Türk devletinin işgaline karşı seferber olmadığını da bir kenara
not edelim.
Bütün bunlara rağmen 7 ay sürmüştü bu harekât.
O halde Afrin harekâtı en kötü ihtimalle 7 ay sürer, daha da
uzun süreceği ön görülebilir.
O harekatın uzaması muhalefetin yükselişine ve Anayasa
referandumunda aslında hayır oyu çıkmasına ama dalavereyle evet yapılmasına yol
açmıştı.
O halde savaş uzadıkça Erdoğan’a ve savaşa karşı muhalefet
yükselecek demektir.
Bunu bir kenara not edelim.
Çünkü savaşın uzaması Türk ordusunun yenilgisini ve
Erdoğan’ın sonunu getirecektir.
*
Başbuğ, savaşın neden zor olacağına ilişkin olarak şunları
söylüyor:
“Coğrafya zor”
Coğrafya neden zor?
“Afrin’e coğrafi
olarak baktığınızda dağlık, Kürt dağları var. PKK’nın yıllardır üs olarak
kullandığı bölge.”
“Dediğim gibi Afrin’de
Kürt Dağları’ndan atlıyorsunuz, Amanos’lara geliyorsunuz. Afrin’i PKK’dan
temizlerseniz bu tehdidi yerinde etkisiz hale getirirsiniz.”
Peki eğer Türkiye diyelim ki Kürt dağları ve Afrin’i ele
geçirdi ne yapacak?
“Afrin YPG ve PKK’dan
temizlenirse belki Türkiye’ye göç edenlerin bir kısmını da rahatlıkla Afrin’e
yerleştirme imkânınız olabilir.”
Yani Türkiye hiçbir şekilde Afrin’den çıkmayı düşünmüyor.
Ama sadece çıkmayı düşünmüyor değil.
Oraya tıpkı Cerablus cebinde yaptığı gibi, kendi iş
birlikçisine dönüşmüş İslamcı Suriyeli cihadistleri yerleştirerek tıpkı
Kıbrıs’ta da olduğu gibi bir iskan politikasıyla kendi işgali altında tutmayı
hedefliyor.
Bu Afrin’in yerli ahalisini de sürmeyi veya katlederek yok
etmeyi planladığı anlamına gelir.
Yerleştireceklerini nereye yerleştirecek?
Katledilmiş ve sürülmüş Afrinlilerin yerlerine.
Tıpkı Ermeni ve Rum katliam ve sürgünlerinde yaptığı gibi
katlettiklerinin mallarını, evlerini, arazilerini oraya yerleştireceği
şeriatçılara vermeyi ve onları ebedi kulları yapmayı planlıyor.
Bunu bir kenara not edelim. Çünkü bu Türkiye’nin Afrin’de
bir soykırım planladığını ve soykırıma uğratacağı, süreceği laik Araplar, Ezidiler
ve Kürtlerin yerine cihadist ve şeriatçıları yerleştirmeyi planladığının açık
bir ifadesidir Başbuğ’un sözleri.
Şu an hala gayrı resmi olarak devletin tüm bilgilerine
ulaştığı belli olan eski Türk genelkurmay başkanının bu itirafları tüm dünya,
Suriye ve en önemlisi Afrin halkı tarafından biliniyor.
Bu şu demektir. Suriye devleti ister istemez Türk devletinin
bu hedefine karşı çıkmak zorundadır. Çünkü kendi toprağındaki kendi yurttaşları
öldürülecek, sürülecek ve onmların yerlerine Türkiye’nin sadık İslamcı faşist bendeleri
yerleştirilecek, yani Türkiye Suriye toprağını kalıcı bir biçimde işgal
edecektir.
Suriye ister istemez bir süre sonra Afrin’de direnen
savaşçılara imkanlar sağlayarak, kısıtlı da olsa yardım ederek veya en azından
Türkiye’nin işini zorlaştırarak, örneğin Türk uçaklarının uçuşlarını
engelleyerek, Türkiye’nin şimdiye kadar kendisine yaptığını, bu sefer kendi
topraklarında Türkiye’ye yapacaktır.
Türkiye’nin yaptığı ne idi?
Suriye içindeki muhalifleri silahlandırmak ve onları
desteklemek. Şimdi kendi topraklarını işgal eden Türk devletine karşı Afrin
halkını destekleyerek Türkiye’nin kendisine karşı yaptığını Türk devletine
karşı yapacaktır. Bunun için Afrin’in öz yönetimini sevmesi gerekmez. Çok
beklemeyeceğiz muhtemelen. Şimdilik savaşın başı.
Suriye ve Rusya hem Kürtlerin “burnunu sürtmek” hem İdlip’i
ele geçirmek için ve muhtemelen Türkiye’ye bu geçici tavizi verdi. Ancak Suriye
Idlip’i ele geçirdikçe Idlib’e geçmiş ve asında Afrin’i güneyden ve batıdan
kuşatan Türk ordu birlikleri Suriye birliklerince hem arkadan kuşatılmış olacaktır
hem de karşı karşıya gelecektir. Yani Türkiye ile Suriye ve Rusya’nın karşı
karşıya gelmesi ve Türkiye’nin savaş olanaklarının kısıtlanması sadece bir
zaman sorunudur.
*
Ama biz olayların ilerde izleyeceği muhtemel yönü şimdi yine
bir kenara bırakalım ve en temel verilere dönelim. Nufüs ve Coğrafya’dan
gidelim.
Birinci temel veri, Fırat kalkanı ile ele geçirilen cepte
yerli halk hem örgütsüzdü, hem direnmiyordu hem de büyük ölçüde cihadistere
yakındı, dolayısıyla Türkiye’yi müttefik olarak gören bir özelliği vardı.
Afrin ise zaten Kürtlerin belki de yüz yıllardır yaşadığı
bir bölge. Ayrıca YPG orada diğer dillerden, dinlerden insanları ezmeyen bir
yapıyı yıllardır kurdu ve işletiyor. Yani sadece Kürtler değil, aynı zamanda
tüm diller ve dinlerden ahali de aynen Kürtler gibi kendi öz yurtlarını
dişleriyle, tırnaklarıyla savunacaklardır. Afrin sadece Kürtler için değil,
İslamcı faşitslerin tetöründen kaçmış laik, Hristiyan veya ateistler için de
bir yurt, bir sığınaktı.
Şimdi Türkiye’nin İslamcı faşist ve Türk faşisti devletinin
ordusuna karşı bu son sığınaklarını her şeyleriyle savunacaklar ve onu savunan
savaşçıları, oğullarını, kızlarını her şeyle destekleyeceklerdir.
Fırat Kalkanı’nda ise böyle bir durum yoktu dolasıyla Türk
Ordusu açısından orada iş Afrin’le kıyaslanmayacak kadar kolaydı. Bütün bu
kolaylığına rağmen yedi ay sürmüş bir harekât var.
Başbuğ elbette gazeteciyle yaptığı söyleşide, Nüfusun
Afrin’de kendi yurtlarında yaşadıklarını, Afrin’in sadece onların yurtları değil
aynı zamanda kendi öz yönetimleri ve yeni bir yaşam modeli olduğunu, bunu da
savunacakları gibi konulara hiç girmiyor. Sadece dolaylı olarak ağzından
kaçırdığı yerler var.
Örneğin “Kürt dağları
var. PKK’nın yıllardır üs olarak kullandığı bölge.”
“Afrin dediğinizde
coğrafyayı bir hatırlayalım. Özellikle batısı Kürt Dağları olarak geçer. Yüksek
bir arazi kesimidir. Orada eskiden beri PKK vardır. (…)”
Yani YPG’nın orada ta çok eskilere dayanan bir kitle desteği
olduğunu bizzat kendisi itiraf ediyor.
Bugün bu destek, “demokratik özerklik” aracılığıyla sadece
Kürtlerin değil, tüm Afri’de yaşayan ahalinin ve oraya bir sığınak olarak
gelenlerin de desteğidir.
İşte Türk ordusunun yenilmesine esas yol açacak olan da
nüfusun bu niteliğidir.
Nüfusun niceliğine gelince.
Fırat kalkanı harekâtı yapıldığında oradaki nüfus Afrinle
kıyaslanmayacak kadar azdı.
Afrin’in nüfusu için Başbuğ “Nüfusu 740 bin. Yüzde 60’ı Arap deniyor.” diyor.
Wikipedia ise 2015’te 700.000 diyor. Bu arada nüfusunun yeni
göçlerle arttığını var saymamak için hiçbir neden yok. Yuvarlak hesap bir
milyon diyebiliriz.
Bu rakam elbet sadece Afrin şehri değil, tüm Afrin “kantonu”
veya “özerk bölge”si.
Afrin şehriyle ilgili bir kesin veri yok ama en azından
birkaç yüz binlik bir şehir olduğu düşünülebilir.
Afrin halkı son derece örgütlü ve silahlı olduğundan
Afrin’de, hem dağlarda, hem de şehir savaşlarında pişmiş, savaş tecrübesi olan
10.000 savaşçı olduğu var sayılabilir. Bu on binin on katı da silahlı halk ve
milisler olabilir.
Başbuğun verdiği rakam da
buna yakın: “8000 YPG’li olduğu
söyleniyor. Menbiç’ten bile buraya takviye geliyor.” Diyor.
*
Coğrafyaya gelelim.
Arazi dağlık. Dağlık olmayan yerlerde ise yerleşimler var.
Modern savaşta şehirler büyük önem kazanmış durumda.
2000’lerin başından beri dünya nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Dünya
nüfusunun yüzde 70 veya 80’inin köylerde yaşadığı bizim gençlik dönemimizden
veya Che Guavera, Mao, Ho Şi Ming dönemlerinden farklı bir dünya bu. Şehir
savaşları çok daha büyük bir önem kazanmış durumda.
Apocu gerillalar, yıllardın dağ ve kırlardaki savaşta
pişmişlerdi ve zaten dünyanın en güçlü gerilla hareketini oluşturuyorlardı.
Son birkaç yılda, özellikle de Kobani savaşından sonra hızla
şehir savaşlarında da piştiler.
Bu savaşçılar edindikleri deneylerle Afrin’deki her birimi, evleri
yer altı tünelleri, silah ve malzeme stokları, yiyecek ve içecek stokları
bakımından birer kaleye dönüştürmüş olmalıdırlar. Yıllardır geliyorum diyen bu
işgale karşı hazırlıklıdırlar.
Yani Afrin’in hem ovaları yerleşim birimleri, şehirleriyle,
hem de dağları ormanlarıyla bir savunma savaşı için büyük olanaklar
sunmaktadır.
*
Savaşçıların savaş yetenekleri ve silah durumlarına gelince.
Hem savaşçıların bilinç ve savaşçı olarak kapasitesi hem de
savaşın koşulları Başbuğ’un şunları demesine yol açıyor:
“Coğrafya zor,
ikincisi Afrin’de YPG ile ilk defa direk çatışmaya giriyorsunuz.”
Burada açıkça söylemiyor ama aslıda ilk kez ciddi olarak
savaşa girileceğini ve bu savaşçıların iyi savaşçılar olduğunu erbabının
anlayacağı şekilde itiraf ediyor.
Şadece bu kadar mı?
YPG’nin silah durumuna ilişkin şunları söylüyor:
“Belirli bir eğitim
almış, zırhlı araçları, silahları var. Tanksavar füze sistemleri var. El
bombaları, roketleri, 120 metrelik havanları var. İnsansız hava araçlarını kullanıyor.
Yani PKK’dan daha eğitimli, daha teçhiz edilmiş bir askeri yapılanmayla karşı
karşıyayız. (…) Karadan da, havadan da… Bu harekâtın en önemli özelliği IŞİD’i
yenen güce karşı bir harekât yapıyorsunuz.”
*
Savaşın süresine gelelim.
Çünkü Türk ordusunun yenilgisini ve Erdoğan’ın sonunu
getirecek olan, uzayan bir savaş olacaktır.
Yukarıdaki coğrafya, insan, savaşçı yeteneği ve silahlanmaya
ilişkin verileri alt alta koyduğumuzda, Afrin savaşının çok uzun, aylar
süreceğini tahmin edebiliriz.
Bu ne demektir?
Bu ne demektir?
Savaş uzadıkça Türkiye tecrit olacak, içinde de uluslararası
alanda da muhalefet artacak ve sonunda yenilecek demektir.
Bakmayın şu an burnunun ucunu göremeyen şu son yirmi yılda
iyice çürümüş kitlelerin Erdoğan’ın zafer arabasının peşine takılarak savaş
çığırtkanlığı yapmalarına. Bu bütün savaşlarda böyle olur. Cenazeler gelmeye,
savaş masrafları ve ekonomik kriz evlerin içinde yansımaya başlayınca hava birdenbire
tersine dönüverir. Böyle fırtınaların önünde kimse duramaz. Birinci Dünya
savaşından sonra kartallar (Rus, Avusturya ve Alman imparatorlukları) böyle
yıkılmıştı.
Bunun olmaması için Türk ordusunun, Hitler’in yıldırım
savaşı gibi, birkaç gün içinde bütün Afrin’i ele geçirmesi gerekir ki hesapları
tutabilsin.
Ama buraya kadar gördüğümüz arazi, insan, savaşçı gibi temel
özellikler bile bunu olanaksız kılmaktadır.
Öte yandan evet Suriye ve Rusya ve de Amerika YPG’nin
burnunu sürtmek için Türkiye’nin bu saldırılarına yeşil ışık yaktılar ama, bir
an için var sayalım ki, Afrin savunması, uçakların saldırıları karşısında kısa
sürede dağılıp durum kötüye gittiğinde, devletlerin hiç biri Türk ordusuna
böyle bir yıldırım zaferi bahşetmek istemez. Bir şekilde, ya YPG’ye o uçakları
düşürecek araçlar vererek veya lojistik yollarını açarak, ya da bizzat kendi
uçak savar bataryalarıyla Türk uçaklarına Suriye hava sahasını kapatarak böyle
bir yıldırım savaşı engelleyip savaşın uzamasına yol açacak tedbirleri alırlar.
Ama savaş uzayınca da Türkiye’nin tecridi artar ve
yenilgisini yolu açılır.
*
Şu an Türk ordusu hala kendi birliklerini savaş alanına
sürememektedir. Osmanlı’nın Azab’ları mayın eşeği gibi öne sürmesi şeklinde
çeteleri öne sürüyor. Böylece hem onları YPG’ye temizletip bir yükten
kurtuluyor, hem de kendi birliklerinin taze kalmasını sağlıyor.
Ancak bu aslında Türk ordusunun yenilgisini de hazırlıyor.
Çünkü bütün bunlar zaman kaybıdır Türkiye açısından. Yani aslında Türk ordusu Hitlervari
bir yıldırım savaşı stratejisi izlememekte ve izleyememektedir.
Bu açmaz bizzat Başbuğ’un sözlerine şöyle yansıyor:
“-Peki öyleyse sorun ne?
Şu bence: Komutanlar için bir askeri harekâtta en önemli husus bu harekâtın en az zayiatla yapılabilmesi. Ancak zayiatsız harekât olmaz.
- En az zayiat nasıl sağlanacak?
Muharebe alanı hazırlanarak. İlk önce özel kuvvetleri sızdırırsınız, onların hedef tarifiyle hava kuvvetlerine yüklenirsiniz. İyice çökertirsiniz, sonra kara unsurlarıyla girersiniz. Hava sahasının açılmasında ikinci önemli unsur, tahliyelerdir. Lojistik destektir. Özetle yaralıların tahliyesi. Aksi halde karaya bağlı oluyorsunuz, zayiat artıyor.”
Şu bence: Komutanlar için bir askeri harekâtta en önemli husus bu harekâtın en az zayiatla yapılabilmesi. Ancak zayiatsız harekât olmaz.
- En az zayiat nasıl sağlanacak?
Muharebe alanı hazırlanarak. İlk önce özel kuvvetleri sızdırırsınız, onların hedef tarifiyle hava kuvvetlerine yüklenirsiniz. İyice çökertirsiniz, sonra kara unsurlarıyla girersiniz. Hava sahasının açılmasında ikinci önemli unsur, tahliyelerdir. Lojistik destektir. Özetle yaralıların tahliyesi. Aksi halde karaya bağlı oluyorsunuz, zayiat artıyor.”
İşte yenilgiyi hazırlayacak açmazın bizzat Başbuğ’un
sözleriyle itirafı.
En az zayiat istiyorlar. Bunun için savaş kapasiteleri
olmadığı defalarca kanıtlanmış cihatçıları mayın eşeği gibi öne sürüyorlar.
Diğer yandan da uçaklar ve toplarla araziyi dövecekler. Buna “Yumuşatma”
deniyormuş Metin Gürcan’ın dediğine göre. Başbuğ “alanı hazırlamak” diyor.
Ondan sonra kara unsurlarıyla girersiniz diyor. Hava
sahasının açık olmasının ikinci unsuru lojistik destek ve yaralıların
tahliyeleri diyor.
Yani aslında Türk ordusu, hava sahası açık olmazsa, hiçbir başarı
şansı olmadığını biliyor. Boynunu Rusya ve Suriye’ye kaptırmış durumda. Onlar
istedikleri zaman bunu açıp kapayarak, savaşın uzamasına, Türk ordusunu bir
hezimete uğramasına yol açabilirler.
Şimdilik açık tutuyorlar. Çünkü karşılığında Suriye’nin tanınması
ve İdlib’in Suriye tarafından temizlenmesine ses çıkarılmaması şeklindeki
tavizi aldılar en azından.
Halep’i verip Cerablus cebini almışlardı. Şimdi İdlib’i
verip Afrin’i alacaklar akıllarınca.
Ama bu hesabın bir yanlışı var. Cerablustakiler aslanda Türk
devletinin ilişki içinde olduğu müttefikleriydi. Burada gerçek savaşçılar var.
Ve Erdoğan ve Türk devleti tıpkı bataklığa düşen bir insan
gibi debelendikçe daha da batacaktır.
Yarın öbür gün diyelim ki Suriye hava sahasını kapattığında
bu sefer diyelim ki ABD’ye yanaşıp İran’ı satıp ABD kartını oynamaya
kalktığında bu sefer daha güvenilmez ve zor durumlara düşecektir.
*
Bunlar hepsi aynı zamanda devletin içindeki Kürtler ile savaşmaktan
ise Kürtler ile barışalım stratejisinin konumunu güçlendirir. Bu da devletin
içindeki çatlağı derinleştirir. Bu da toplumsal muhalefetin oluşan çatlaklardan
yavaş yavaş başını kaldırmasına yol açar.
Böylece kendini besleyen bir süreç ortaya çıkar.
Burada bize döşen önemli olan nedir?
Esas büyük tehlike bu ordunun ve devletin daha akıllı bir kanadının bu sefer kurtarıcı gibi yine iktidarı ele alması ve 27 Mayıs’ta olduğu gibi, Erdoğan’dan bıkmış denize düşüp yılana sarılan kitlelerin desteğini ve hayırhah tarafsızlığını kazanması ve demokratik bir devrimin veya dönüşümün yine daha doğmadan öldürmesidir.
Burada bize döşen önemli olan nedir?
Esas büyük tehlike bu ordunun ve devletin daha akıllı bir kanadının bu sefer kurtarıcı gibi yine iktidarı ele alması ve 27 Mayıs’ta olduğu gibi, Erdoğan’dan bıkmış denize düşüp yılana sarılan kitlelerin desteğini ve hayırhah tarafsızlığını kazanması ve demokratik bir devrimin veya dönüşümün yine daha doğmadan öldürmesidir.
Bu nedenle şimdi, Afrin ile dayanışma biçiminde, her yerde
bir yandan dayanışmayı örgütleyerek, bir yandan Erdoğan’ın savaş politikalarına
karşı çıkarak Türk ordusunun yenilgisine katkı yapmaya çalışırken, gerçek bir
demokrasinin tohumu; bugünkü merkezi ve bürokratik devletin alternatif
olabilecek özyönetim organlarının ve halk örgütlüğünün tohumlarını atmaktır.
22 Ocak 2018 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder