HDP’nin örgüt olarak sorunları yapısaldır.
Yani kişilerin değişmesiyle değişmezler.
Bu nedenle Demirtaş’ın başkan kalması veya gitmesi politik
olarak doğru veya yanlış olabilir ama hiçbir sorunu çözemez.
Yani HDP’nin tüzüğü, yani üyelerinin, organlarının yapılanışı ve ilişkileri, kendisine kategorik olarak yüklediği görevleri (demokrasi mücadelesini yürütmek ve kazanmak, demokratik bir parti olmak, kolektif liderlik vs.) gerçekleştirmeye uygun değildir.
Yani HDP’nin tüzüğü, yani üyelerinin, organlarının yapılanışı ve ilişkileri, kendisine kategorik olarak yüklediği görevleri (demokrasi mücadelesini yürütmek ve kazanmak, demokratik bir parti olmak, kolektif liderlik vs.) gerçekleştirmeye uygun değildir.
Çekiçle yemek yiyemezsiniz. Kaşıkla çivi çakamazsınız. Araçların
yapıları ve işlevleri arasında kopmaz bir ilişki vardır. Örgüt veya Parti denen
şey de özünde bir araçtır. Kendi başına bir amaç değildir.
Bu konuyu biraz açalım.
Biyolojide organların, teknolojide araçların, toplumda kurum
ve örgütlerin analizi için olmazsa olmaz araç, yapı ve işlev
kategorileridir.
Yapı yoğunlaşmış işlevdir, işlev ise yapının ruhu, özüdür.
Marksizm bu ilişkinin her zaman bilincinde olmuş ve bu
kategorileri güçlü bir analiz aracı olarak kullanmıştır.
Hatta Marks’ın kendisinin katkısı olduğunu söylediği şey, yani sınıfsız topluma geçmek için eski toplumun devletinin kullanılamayacağı ve parçalanması gerektiği önermesi tamamen bu analitik kategorilere dayanmaktadır. Yani azınlığın çoğunluğu baskı altına almak için, sınıf egemenliğini sürdürmek için oluşmuş ve mükemmelleştirilmiş bir araç, çoğunluğun o azınlık karşısındaki egemenliğinin, sınıfları ortadan kaldırmanın bir aracı olarak kullanılamaz.
Hatta Marks’ın kendisinin katkısı olduğunu söylediği şey, yani sınıfsız topluma geçmek için eski toplumun devletinin kullanılamayacağı ve parçalanması gerektiği önermesi tamamen bu analitik kategorilere dayanmaktadır. Yani azınlığın çoğunluğu baskı altına almak için, sınıf egemenliğini sürdürmek için oluşmuş ve mükemmelleştirilmiş bir araç, çoğunluğun o azınlık karşısındaki egemenliğinin, sınıfları ortadan kaldırmanın bir aracı olarak kullanılamaz.
Bu kadar basittir aslında konu.
Ama yine de konuyu biraz örnekleyelim.
Kerpiçten apartman veya bir gökdelen yapamazsınız. Olsa olsa
kerpici taş veya keresteyle destekleyerek birkaç katlı bir ev yapabilirsiniz.
Bir apartman veya gökdelen yapmak için çeliğe, betona,
statik hesaplarına, mimari planlamaya vs. gerek vardır.
Bunu toplumsal hayata uygularsak, kapitalizm öncesi
toplumsal ilişkilerin ürünü olan toplum
kesimlerine ve onların ilişkilerine dayanarak dünyayı değiştirecek sosyalist
bir örgüt kuramazsınız.
Yani o sınıfların
yapısı o işleve uygun değildir.
O işlevi gerçekleştirebilmek
için, kapitalizmin ortaya çıkardığı modern ücretliler sınıfı ve modern
ilişkiler, yani yapısı farklı
toplumsal güçler ve ilişkiler gerekir.
Ve işte tam da bu nedenle Marks’ın Komünist Manifesto’su, kapitalizm öncesini tasfiye ederek, yeni
yapıların temeli olacak ilişkileri ortaya çıkardığı için kapitalizmin bir
övgüsüdür, ama bu övgü kapitalizmin mezar taşına kitabe olarak yazılmış bir
övgüdür.
Yine bu nedenle Lenin köylülerin sosyalist yapılamayacağını
onlara dayanarak devrimci bir parti kurulamayacağını yazar. Köylüleri sosyalist
yapmaya karşı çıkar, çünkü köylüleri sosyalist yapmaya yönelik bu çabalar,
sosyalizmin köylüleşmesi sonucunu doğurur da ondan.
Bu nedenle Marks ve Engels nesnel koşulların sınırlayıcılığına
her zaman güçlü vurgular yapmışlardır.
Örneğin Engels, bir devrimcinin başına gelebilecek en kötü
şeyin, tarihsel koşullar oluşmadan bir devrim yapmak olduğunu, bu durumda
eskiden reddettiği her şeyi yapmak zorunda olacaklarını yazmıştır.
Örneğin Marks, tam da yapı ve işlev arasındaki bu kopmaz bağ
medeniyle, yapıyı oluşturan malzemenin ortaya çıkardığı sınırlılıklar
nedeniyle, “Hukuk, hiçbir zaman,
toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha
yüksek olamaz” der. Bu nedenle yoksulluk temelinde sosyalizm
kurulamayacağını kurulmaya kalkıldığında bütün pisliklerin ortaya çıkacağını
yazar.
Yine bu nedenle Leninlir, Troçkiler, “proleter kültür” kurmaktan söz eden küçük burjuva aydınlara karşı,
önce “hele bir kültürlü tüccarlar olalım”,
yani şu Asyalılıktan, kapitalizm öncesi toplumun ilişkilerinden ve kültüründen
kurtulmaya çalışalım derler.
Ve yine bu mantıkla Hikmet Kıvılcımlı, şarklılıktan yani
kapitalizm öncesinden her zaman “Babil
artığı, soğulcanlaşmış” gibi sıfatlarla tiksinerek söz ederken, “modern demek kapitalizm demektir”
demesine rağmen, modern kavramını hep olumlu bir vurguyla ve olumlu anlamda
kullanır. Ve bu bağlamda kastettiği hep kapitalizmin ortaya çıkardığı modern
ilişkilere duyulan hasrettir. Bütün ömrünce bu doğulu ülkede aradığı bir parça
modern ilişkiler olmuştur.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu örnekleri sosyolojik düzeyden,
sınıfların ve toplumsal güçlerin yapıları ve işlevleri bağlamından verdik.
İşte araçlar da bu bağlamda ancak bir anlam taşırlar. Şimdi
de araçların yapı ve işlevlerine bakalım.
Örneğin çok kullanılan ama hiçbir şekilde anlamı
anlaşılmayan “Proletarya Diktatörlüğü”
kavramı tamamen yapı ve işlev arasındaki
bu kopmaz ilişkiden çıkar.
Yapı ve işlev
arasında kopmaz bir bağ olduğu için Marks, proletarya sınıfsız topluma
geçerken, eski toplumun devlet cihazını kullanamaz, onu “parçalayıp” bu işleve uygun başka türlü bir cihaz, “devlet olmayan devlet”, toplumun
çoğunluğunun üzerinde yükselmeyen ama ona hizmet edecek bir cihaz
oluşturmalıdır der.
Marks başlangıçta bunu genel ve kategorik bir önerme olarak
ifade eder. Ancak Paris Komünü deneyinden sonra, bizzat tarihsel deneyden hareketle böyle bir cihazın yapısal özelliklerinin neler olması
gerektiğine ilişkin sonuçları çıkarır.
(İşte bizim Marksizme katkımız da tam bu noktada ortaya
çıkar. Burjuvazinin bütün devletlerinin temel bir özelliğinin de ulusal
devletler olduğu, ulus ilkesine göre örgütlenmiş
devletlerle sınıfsız topluma gidilemeyeceği, dolayısıyla somutta proletarya
diktatörlüğünün uluslara ve ulusal
devletlere karşı bir diktatörlük olması gerektiği şeklindeki önermedir.
Bu da programda uluslara ve ulusal devletlere karşı mücadeleyi başa almayı
gerektirir. Marks, ulusun ne olduğunu bilmediği, dolayısıyla aynı zamanda nesnel
olarak bir ulusçu olduğu için, Proletarya diktatörlüğü üzerine kendi çıkarsamalarını
mantık sonuçlarına götürememiştir. Götürememesinin son duruşmadaki nedeni,
ulusçuların ulus kavramını ve aydınlanmanın da din kavramını aşamamış olmasıdır.)
*
Yukarıda verilen örneklerde yapı iki farklı düzeyde ele
alınmaktadır:
Birincisi sosyolojik,
yani toplumdaki sınıfların, güçlerin konumlarına,
çıkarlarına, özelliklerine veya karakterlerinden kaynaklanan yapısal sorunlar;
diğeri “teknolojik”,
örgütsel, tüzüksel veya “hukuki” olarak tanımlanabilecek örgütlerin yapılarından kaynaklanan sorunlar.
*
Bu yaklaşım, bu metodoloji, Kürt Özgürlük hareketinin veya
Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin veya HDP’nin sorunlarını anlamanın ve
çözmenin de anahtarıdır.
HDP’nin sorunları iki düzeyde ele alınmalıdır.
1) Sosyolojik
düzey: HDP’nin dayandığı toplumsal kesimlerin özellikleri, sınırlılıkları ve
bunların ortaya çıkardığı sorunların nasıl aşılabileceği, yani nasıl “kültürlü tüccarlar” ya da “modern” ücretlilere ve ilişkilere
dayanılabileceği.
2) Teknik,
örgütsel veya tüzüksel düzey: Var olan yapının ve işleyişin yerine nasıl bir
yapı ve işleyiş kurulması gerektiği.
Bu iki düzey aynı zamanda birbiriyle karşılıklı ilişkiler ve
çelişkiler içindedir.
Sosyolojik düzey, uzun vadeli bir planlama gerektirir, çünkü
burada iradenin, isteklerin etkisi sınırlıdır.
Örgütsel düzey kısa vadede çözülebilir. Ve sosyolojik
düzeydeki çözümü kolaylaştırabilir.
Ancak sosyolojik düzey, örgütsel düzeyin çözümünü zorlaştırmaktadır.
Sosyolojik düzeyi şöyle özetleyebiliriz. Kürt özgürlük
hareketi esas olarak kadınlara ve yoksul gençlere dayanmasına rağmen çok güçlü
bir şekilde hem kapitalizm öncesi ilişkilerin ve toplumsal kesimlerin baskısı
(aşiret ilişkileri, köylülük, pederşahi ilişkiler vs.) altındadır; hem de
bunlarla iç içe geçmiş modern burjuvazinin (avukatlar, iş adamları, burjuva
aydınlar) baskısı altındadır.
Bunları karşıya aldığı takdirde ciddi biçimde tecrit olması
ve ezilmesi tehlikesi vardır. Bu nedenle karşıya alamaz. Ama onlarla mücadele
de etmediği takdirde onların hareketin yönüne, stratejisine, taktiklerine
egemen olması, hareketin yenilmesi tehlikesi vardır.
Bunları dengeleyecek diyelim ki Batı’da güçlü ve kitlesel
bir demokratik hareket olsa, o zaman bunlar karşısında eli kolu rahatlayan
Özgürlük Hareketi bunlara karşı daha açık ve net bir tavır takınabilir ve
sınırları daha net çizebilir.
Ancak böyle bir hareket ve güç yoktur. Bu da Kürt özgürlük
hareketini yani Kürdistan’ın pleplerini, tek ayaklı olarak mücadele etmek
zorunda bırakmaktadır. Diğer ayak yerine mecburen takma bir ayak (kapitalizm
öncesi güçler ve ilişkiler ile modern burjuva güçler) kullanmaktadır. Bu da
muazzam bir güç ve enerji israfına yol açmaktadır.
Bu durumda, Özgürlük hareketinin bu burjuva veya kapitalizm
öncesi güçleri, “komiserler”, “ağabeyler”, “esas oğlanlar”, “hevallar”
aracılığıyla kontrol altında tutmaya çalışmaktan ve onlarla kopuşmaktan
kaçınmaktan başka çaresi yoktur.
Ne var ki, bu tür bir yapılanmanın bazı sorunları vardır.
Çünkü feth edenler eğer daha üst bir kültürü feth etmişlerse
onun tarafından feth edilirler. Kürt Özgürlük hareketinin tarihi de bir bakıma
bu feth etme ve edilmelerin tarihidir. Burjuvazi, yani aydınlar, avukatlar, iş
adamları vs. yüksek bir kültüre sahiptirler.
Ezilenler ise böyle bir kültürü edinme olanaklarından
yoksundur. Ayrıca birincilerin daha büyük maddi güçleri ve zenginlikleri
vardır. Bu kültür ve zenginlikler, her uygarlığın barbarların başını döndürmesi
gibi, Kürt özgürlük hareketinin temelini oluşturan pleplerin veya “hevalların” başını
döndürür.
Özgürlük Hareketi, bizzat bu “komiserlerin” de kontrol
ettikleri tarafından kontrol edilmelerini, etkilemek istediklerinden
etkilenmelerini engelleyebilmek için, bu gibi kadroları sürekli rotasyona tabi kılarak, bürokratlaşmaya ve konformizme izin
vermeyecek yaşam koşullarında tutarak bir ölçüde olsun bu sorunun üstesinden
gelinmeye çalışır
Bu yöntem iyi kötü şimdiye kadar bir başarı gösterdi
sayılabilir. Ancak sınırlarına dayanmış bulunuyor. HDP’nin başarısızlığının
temelinde bir yandan bu türden sosyolojik sorunlar var.
Bu sorunu çözecek ilişki ve güçler ortaya çıktı ve çıkıyor
ama eski örgütsel yapı bunların bu zaafı kapatmasını engelleyor.
Aslında Gezi ile birlikte, keza Erdoğan’ın diktatörlüğünün
giderek pekişmesi ile birlikte eski handikapı bir ölçüde olsun giderecek
Türkiyeli toplumsal güçler ve kesimler ortaya çıkıyor ve bunlar HDP’ye
yöneliyorlar.
Öte yandan, artık özgürlük hareketinin militanlarının çoğu
şehirlerde doğmuş, büyümüş, kapitalizm öncesinin ilişkilerinden büyük ölçüde
kopmuş kesimlerdir.
Keza kadın hareketi giderek daha ileriye gitmektedir.
Normal olarak bu sosyolojik değişmelere bağlı olarak Kürt
Özgürlük Hareketinin elinin kolunun daha rahatlaması gerekirken, aksine gerek
son Barzani referandumunda, gerek HDP’ye başkanlık tartışmalarında görüldüğü
gibi, klasik ilişkiler içinde kontrol altına alınmaya çalışan kesimlerin daha
atak ve güçlü olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
İşte bunun nedeni, bizzat HDP’nin yapısındadır,
tüzüğündedir. HDP’nin bugünkü yapısı, ne parti içinde demokratik bir işleyişe
olanak verir ne de bu daha modern, şehirli ve kültürlü ücretli kesimlerin
HDP’de kendilerini örgütleme ve ifadelerine olanak vermektedir.
Bu tüzük ve yapıyla HDP ne tüm demokratları ve gayrı
memnunları, ne modern kesimleri, ne entelijansiyayı, ne modern yoksul gençleri
ve kadınları kendisine çekemez ve örgütleyemez.
Bu nedenle insanlar içleri kan ağlayarak HDP’nin dışında
durmakta, onu dışından destek vererek içindekilerden daha fazla katkıda
bulunmaktadırlar.
Kürt Özgürlük Hareketi, bir yandan eskiden beri yukarıda
değinildiği gibi kontrol altında tutarak desteklerini de aldığı kesimlerden
kopmadan ve onlardan tecrit olmadan onlara bağımlı olmaktan kurtulmanın, sağlam
bir diğer ayağa kavuşmanın yollarını aramalı, stratejisini çizmelidir.
Ancak bütün bu sorunların açıkça tartışılması ve sağlıklı
sonuçlara ulaşılabilmesi için de böyle bir işlevi yerine getirecek bir örgüt
yapısı yoktur.
Bu durumda yakalanması gereken en acil halka, HDP’nin
yapısının bu kongrede baştan aşağı değiştirilmesi olabilir.
Bugünkü yapıyı ve olması gereken yapıyı sonraki yazılarda ele alacağız.
Bugünkü yapıyı ve olması gereken yapıyı sonraki yazılarda ele alacağız.
19 Ocak 2018 Cuma
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder