İlk bakışta, Türk
milliyetçilerinin HDP’ye oy vermesinin istenmesi bir şaka gibi görülebilir. “Türk
milliyetçilerinden, Kürt Milliyetçiliğinin ürünü ve savunucusu olarak bilinen
bir partiye oy istemek… Bu kadar saçmalık da olmaz” diyenler çıkacaktır.
Ancak konunun üzerine
düşününce kazın ayağının hiç de göründüğü gibi olmadığı görülecektir.
Önce şunu soralım. Türk
milliyetçisi kime denebilir; nasıl tanımlanabilir?
Türk milliyetçisi: “Türk milletinin
(ulusunun) çıkarını, refahını, zenginliğini ve gücünü her şeyden üstün tutana
denir” diye tanımlanabilir.
Zaten Türk milliyetçileri de;
Milliyetçi olmadığını söyleyen Türk Sosyalistleri de, hem genel olarak
milliyetçiliği hem de Türk milliyetçiliğini böyle tanımlamakta anlaşırlar.
Sosyalistler,
milliyetçilerin, sınıfın çıkarının önüne milletin çıkarını koyup sınıfa ihanet
ettiklerini; sınıfın birliğini bozduklarını söylerler; Milliyetçiler de sosyalistlerin,
milletin çıkarının önüne sınıfın çıkarını koyarak, millete ihanet ettiklerini; milletin
birliğini bozduklarını söylerler.
Bu kadar birbirine zıt
görünmelerine rağmen, aslında milliyetçiliğin, milletin çıkarını öne almak
olduğunda anlaşmış olurlar. Ayrıldıkları nokta milliyetçiliğin nasıl
tanımlanacağı değil; öne alınması
gerekenin ne olduğudur. Yani sosyalistler ve milliyetçiler milliyetçiliğin
nasıl tanımlanacağı konusunda bir ayrılık içinde değildirler; gayet güzel
anlaşmaktadırlar.
Politik olarak birbirine
tamamen zıt konumlarda bulunan Sosyalistler ve Milliyetçiler tarafından kabul
edildiğine göre, bu tanımı kabul ederek akıl yürütmemize başlayabiliriz: Türk
milletinin çıkarlarını savunmak ve bunları öne almak Türk milliyetçiliğidir.
*
Tabii burada hemen şu ortaya
çıkar: Uzun vadeli çıkarlar ile kısa vadeli çıkarlar; belli bir parçanın
çıkarıyla bütünün çıkarı her zaman uyuşmaz; genellikle bunların arasında
çelişkiler vardır.
Örneğin pek ala milliyetçi
bir parti veya zümre, kendi varlığını amaç haline getirerek, kendi parti
çıkarlarını fiilen milletin çıkarlarının önüne geçirebilir; ama bunu milletin
çıkarı gibiymişçesine savunabilir. Yani milliyetçi olduğunu iddia edenler
arasında kimin milliyetçi olduğunu anlamak kolay değildir.
Keza milletin kısa vadeli ve
dar bir perspektiften çıkarları ile uzun vadeli çıkarları çelişebilir.
Buna şöyle bir örnek
verebiliriz. Örneğin De Gaulle’ün bir Fransız milliyetçisi olmadığını kimse
söyleyemez. Hayatını Fransız milletinin gücü, zenginliği ve refahına adamıştır.
Ama tam da böyle olduğu için, yani Fransız milletinin uzun vadeli çıkarlarını
gözeterek, tam da bunları savunmak için, Fransa’nın Cezayir’deki savaşa son
vermesini ve oradan çekilmesini savunmuş ve uygulamıştır. Ama tam da böyle
yaptığı için, özellikle Cezayir’de yerleşmiş Fransızlar tarafından, Fransız
milletinin çıkarlarına ihanet etmiş bir hain olarak görülmüş ve öldürülmeye
çalışılmıştır. (Meşhur Çakal romanı
bu suikast teşebbüsünün hikâyesidir.)
Arada geçen zaman kimin
gerçekten Fransız milletinin çıkarlarını savunduğunu göstermiştir. De Faulle gerçek
Fransız milliyetçisidir, Fransa’nın genel ve uzun vadeli çıkarlarını
savunmuştur; buna karşılık onu ihanetle suçlayıp öldürmeye kalkanlar Fransız
milletinin değil; kendi zümre çıkarlarını; uzun vadeli değil; kısa vadeli
çıkarlarını savunmuşlardır.
Eğer onların politikası galip
gelseydi, Fransa çürümeye, sömürge savaşı masrafları altında ekonomik olarak
giderek daha kötülemeye, dünya uluslar âleminden tecrit olmaya devam edecekti.
Muhtemelen bugün daha güçsüz, bunalımlar içinde; daha fakir ve itibarsız bir
Fransa olacaktı.
Demek ki, bir ulusun çıkarını
savunmak demek aslında o ulusun uzun
vadeli ve genel çıkarını savunmak demektir. Türk milliyetçiliğinin ne
olduğunu da böyle tanımlayabiliriz: Türk milletinin bütününün uzun vadeli çıkarını
savunanlar Türk Milliyetçileridir.
*
Peki, bir milletin genel ve
uzun vadeli çıkarı; yani refah ve huzur içinde yaşaması nasıl sağlanır?
Bunun nasıl olacağını dünyada
refah ve huzur içinde yaşayan ülkelere ve onların tarihine bakarak anlamak
mümkündür.
Bütün zengin ülkeler
istisnasız demokratik, fikir ve örgütlenme özgürlüklerinin bulunduğu ülkelerdir.
Peki, refah mı önce gelir
demokrasi ve özgürlükler mi?
Burada, milliyetçiler içinde
kendi zümre çıkarlarını savunanlar, refahın demokrasi ve özgürlüklerden önce
geldiğini savunurlar. “Onlar zengin olduğu için demokrasi lüksünü
taşıyabilirler; biz zengin olunca biz de demokratik oluruz” derler.
Hâlbuki ne tarih ne de mantık
bu iddiayı doğrulamaz. Bugünün bütün zengin ülkeleri, demokratik oldukları için
zengin olmuşlardır. Britanya’da, 1400’lerde, aşiret şefleri Krala demokrasinin
doğuş belgesi sayılan Magna Karta’yı dayattıklarında, Yani Krala "öyle
kafana göre vergi koyamaz harcama yapamazsın, biz onaylarsak yaparsın"
dediklerinde, Osmanlı İmparatorluğu en zengin ve şaşaalı dönemini yaşıyordu.
Ama Osmanlı padişahını bir yana bırakalım bugün bile Türkiye’de Ordu’nun
harcamalarını Millet denetleyemez. Yani Türkiye, demokrasi konusunda1400’lerin İngiltere’sinden
daha geridir.
Zaten aslında demokratik
olmak için zengin olmak gerektiği önermesi kabul edilirse, bu hiçbir zaman
demokratik olunamayacağı sonucuna varır. Çünkü demokratik olmadığı için halk örgütsüz,
devlet çok güçlü ve masraflı; zenginlik ve yoksulluk farkları çok büyük olacak
demektir. Bu durumda hem ulusal hâsılanın büyük bölümü üretici olmayan tüketime
(Devlet masraflarına, bürokrasiye, pahalı ve baskıcı devlete, zengin sınıfların
sefahat ve lüksüne) gidecek; hem de zengin ve yoksul farkları, yani sınıf
çatışmaları büyüyecek demektir. Böyle olunca da fakirlerin direnişini kırmak
için daha büyük baskı ve daha pahalı bir devlet cihazı gerekecek; daha büyük baskı
ve masraflar da daha büyük fakirlik getirecek ve bu böyle olumsuzlukların
birbirini doğurması biçiminde gidecek demektir. Bu fasit daireden çıkmanın tek
yolu, devletin küçültülmesi; demokrasi, fikir ve örgütlenme özgürlükleridir.
O zaman ezilen sınıflar,
özellikle de işçiler, daha kolay örgütlenir ve menfaatlerini savunurlar. O
zaman da sermayedarlar, işçilerin daha yeksek ücretlerinin yol açacağı
karlardaki düşmeyi engellemek için; daha modern teknikle üretime yönelirle ve
böylece emek üretkenliğinin artması gerçekleşir. Ayrıca örgütlü işçiler,
politikaya ağırlıklarını koyarak, zenginlere daha ağır vergiler, fakirlere bu
vergilerden onları koruyan sosyal haklar ve yardımlar sağlayarak ve devleti
kısmen de olsa küçülterek hem ülkedeki büyük servet ve zenginlik farkları azaltırlar;
hem de lükse ve devlete giden üretici olmayan yatırımların üretime yönelmesini
sağlarlar. Böylece zengin ve demokratik ülkelerin standardına ulaşılır. Özetle,
gerçek Türk milliyetçileri demokrasiyi ve onun önceliğini savunurlar. O nedenle
işçiler aslında en gerçek Türk milliyetçileridir. İşçiler Kendi çıkarlarını
savunduklarında milletin uzun vadeli ve tümünün çıkarını savunmuş olurlar.
Zaten dünyadaki ülkelere
bakınca, nerede işçiler örgütlü ise, orada daha büyük demokrasi ve refah olduğu
görülür.
*
Peki, Türkiye’de bu tür bir
programı savunan kimlerdir?
Liberaller, Sosyalistlerin
önemli bir bölümü (ulusalcı olmayanlar) böyledir.
Bir de Liberallerin ve Türk
Sosyalistlerinin desteklediği HDP bunları savunmaktadır.
HDP demek de özü itibariyle
Kürtlerin çıkarlarının demokratik bir düzende olacağını savunan Kürt ulusal hareketinin
ve milliyetçilerinin partisidir.
Yani aslında program ve
amaçlarına, politikalarına baktığımızda, Sosyalistler, liberaller ve Kürt
Ulusal Hareketinin en gerçek Türk milliyetçiliğini savunduğu görülür. Ama
bunların hepsi de Türk Milliyetçiliğine ve milliyetçiliğe karşı olduğunu söylemektedirler.
Çünkü milliyetçiliği bugün kendine milliyetçi diyenlerle özdeşleştirmektedirler.
HDP bugün Türk
sosyalistlerinin ve liberallerinin desteğini aldığına göre, aslında gerçek Kürt
ve Türk milliyetçilerinin, Kürt ve Türk milliyetçiliği bayrağını ele
geçirmişlere karşı; sosyalizm, demokrasi, eşitlik, renklilik gibi bayraklar
altında Kürt ve Türk milliyetçiliğini savunmalarından başka bir şey değildir ve
Kürt ve Türk milliyetçilerinin birliğinin ifadesidir.
(Zaten Kürt ulusal
hareketinin ve Abdullah Öcalan’ın yıllardır Türklere anlatmaya çalıştığı budur.
Bu psikolojik savaş dairesinin engel ve propagandasını aşıp Türklere
ulaşamadığı için Türkler henüz Apocu değildir. Kürt hareketi bu yükselişi
sürdürürse, Türk milliyetçileri de muhtemelen Apocu olacaklardır. Bu günü kadar
Türk milliyetçiliği adına, Kürtlere karşı en uzlaşmaz, en sekter, en karşı
olanlar, eğer bu davranışların ardında özel bir zümre çıkarını koruma kaygısı
yoksa, en hızlı Apocular olacaklardır.)
*
Demokrasi aynı zamanda Kürt
sorununun da çözümüdür. Fikir ve örgütlenme özgürlüklerinin olduğu bir düzende,
isteyen istediği fikri özgürce savunup çoğunluğu kazanma şansı olunca,
insanların dağa çıkmasına, savaşmasına gerek kalmaz. Zaten biraz özgürlük ve
refah varsa, kimse dertsiz başını derde sokmak istemez. Kimse daha kolay ve
tehlikesiz yollar varken daha zor ve tehlikeli yolları seçmek istemez.
Gerçek Türk milliyetçileri ne
yapar? Başka dilleri yasaklayacağına, onların da öğrenme özgünlüğünü, hatta
devlet dairelerinde isteyene istediği dilde tercüman bulma özgürlüğünü vs.
savunur.
Örneğin bugün Avrupa ülkelerinde
durum böyledir. Almanya’da okuyan Türk kökenli ailelerin çocukları isterse, masrafı
Alman devleti tarafından (yani Almanlardan da alınan vergilerle) karşılanan
öğretmenlerin verdiği Türkçe derslerine gidip Türkçe öğrenebilirler ve bu
nedenle de Almanya veya diğer ülkeler bölünmez.
Aksine, o çocuklar bu yönde
bir baskı altında kalmadıkları için, kendilerini böyle özgürlük ve refah
sağlamış bir devletin yurttaşları olarak görürler. Örnek Mesut Özil. Yakında Alman
milli takımının muhtemelen üçte biri Almanya’da büyümüş Türk kökenli ailelerin
çocuklarından oluşacaktır. Ama böylece Alman milletinin bayrağı daha çok
şampiyonada göndere çekilecektir.
O halde, Türk milliyetçileri;
Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyenlerdir. Böyle Türk milliyetçileri zaten
şu an HDP’nin bileşenlerini ve destekçilerini oluşturuyor.
Yani aslında HDP Türk
milliyetçilerinin partisidir. Daha doğru ve dakik bir ifadeyle, HDP aslında
gerçek Türk ve Kürt milliyetçilerinin, yani Kürt ve Türklerin, bütünsel ve uzun
vadeli çıkarlarını savunanlarının, Kürt ve Türk milliyetçiliği bayraklarıyla, kendi
sınıf ve zümre çıkarlarını, ulusun çıkarının önüne alanlara karşı kurdukları
koalisyonun adıdır.
Sanılanın aksine, Kürtlerin
haklarını savunmak, hatta Cezayir Fransa örneğinde olduğu gibi, ayrılıp ayrı
devlet kurmalarını savunmak bile Türk milliyetçiliği ile çelişmez; aksine Türk
milliyetçilerinin savunabileceği ve savunması gereken bir politikadır.
Türklerin Fransızlardan farkı
ve şansı, Kürt hareketinin Cezayir gibi ayrı bir devlet kurmayı değil de Türklerle
ve hatta diğer Ortadoğu halklarıyla bir ortak cumhuriyeti savunmasıdır.
Örneğin Cezayir Ulusal Kurtuluş
Hareketi zaferinden sonra, diyelim ki, Cezayirlilerle eşit koşullarda Fransa
ile bir birliğini savunsaydı ve ikisi birleşseydi; hem Fransa’yı daha da
demokratik yapar; hem de kendisi Fransa’nın yeni sömürgesi olmaktan kurtarmış
olur; Cezayir-Fransa Ulusunun (ve Avrupa Birliği’nin) refah içinde, Afrika topraklarındaki
bir bölümü olurdu.
Kürt Hareketinin yaptığı bu
dersi çıkarmak ve buna uygun bir programı savunmaktır.
Özetle, biraz düşününce,
bütün kavramların ters yüz olduğu; kendilerine milliyetçi denmesini hakaret
olarak gören sosyalist ve demokratların gerçek milliyetçiler olduğu;
milliyetçilik bayrağına sahip çıkarların ise, ulusun çıkarlarının önüne aslında
kendi zümre çıkarlarını geçirenler olduğu görülmektedir.
Bu açıdan bakınca Milliyetçiliğin
karşıtı bir ilke diye savunulan Marks’ın “Ezen
bir ulusun özgür olamayacağı” veya Lenin’e dayandırılan ve milliyetçiliğin
aşılması gibi tanıtılan “Ulusların kendi
kaderini tayin hakkı” vs. gibi önermelerin, aslında milliyetçilerin
savunduğu ve savunması gereken ilkeler olduğu görülmektedir.
Bunları savunanların
kendilerinin milliyetçi olmadıklarını söylemeleri onların milliyetçi
olmadıkları anlamına gelmez. Bir çağ nasıl kendi hakkında yargılarıyla
yargılanamazsa, milliyetçilik de milliyetçilerin milliyetçiliğin ne olduğuna
dair tanımlarıyla anlaşılamaz.
Kavramları yerli yerine
oturtursak, Türk bayraklarıyla gösteri yapanlar; Türk milliyetçisi geçinenler,
Türk Milliyetçileri değildir. Onlar aslında özel savaş dairesinin vurucu bir
güç olarak örgütlediği ve kullandığı büyük ölçüde lümpen ve kapıkulu bir
zümredir.
Yani kavramlar yer
değiştirmiştir. Türk milletinin çıkarlarını değil, kendi zümre çıkarlarını
savunanlar kendilerine milliyetçi demekte; buna karşılık, gerçek Türk
milliyetçileri, yani Türk milletinin uzun vadeli ve genel çıkarlarını savunanlar
ise kendilerine demokrat, sosyalist veya liberal demekte, milliyetçiliği bir
hakaret gibi kabul etmektedirler.
Tam da bu kavram karışıklığı,
gerçekten Türk Milletinin genel ve uzun vadeli çıkarını savunmaya eğilimli,
yani gerçekten Türk milliyetçisi, çok geniş bir kesimin, Türk milliyetçiliğine
ihanet edenlerin bayrağı altında yürümelerine yol açmaktadır.
Bu nedenle, gerçek Türk
milliyetçisi olan sosyalistler, liberaller ve demokratlar, tecrit olmakta ve azınlıkta
kalmaktadırlar. Aslında sosyalistlerin, demokratların, liberallerin, demokratik
programlarıyla ve bu programın ifadesi olan Türk bayraklarıyla yürüdüğü gün;
yani Ergenekoncuların, ırkçıların Türk bayraklarıyla yürüyemedikleri gün;
taşlar yerine oturmuş olacaktır.
O halde, programatik bakımdan
gerçek Türk milliyetçilerinin HDP’ye oy vermesi gerektiği çok açıktır, çünkü
HDP gerçek Kürt ve Türk milliyetçilerinin ittifakını ve güç birliğini ifade
etmektedir.
Sorun onların bu durumu Kürt
ve Türklere anlatıp, onları gerçek yerlerine çağırmasıdır.
*
Peki, HDP demokrat bir parti
değil midir?
Hayır değildir? Öyle
eğilimler vardır ama siyasi olarak böyle bir programı yoktur.
Demokrasi insanların biçimsel
eşitliği demektir. Biçimsel eşitlik ise, devletin yani politik olanın, her
düzeyde, insanların dili, dini, kültürü, soyu sopu, ırkı, tarihi vs. karşısında
kör olması ile sağlanabilir.
Yani bir Kürt (ulusun ya da
politik olanın, örneğin mahalli bir idarenin) veya bir Türk Demokrat olamaz,
Bir Demokrat da Kürt veya Türk olamaz. Demokrat, Kürtlüğün veya Türklüğün hiç
bir politik anlamı olmamasını savunandır. Yani Kürtlüğün veya Türklüğün
Fenerbahçe veya Beşiktaş taraftarlığı gibi, politik olarak anlamsız kimlikler
olmasını savunmadan, demokrat olunamaz.
Diğer bir ifadeyle, Demokrat
demek, politik olanın (yani devletin, mahalli bir idarenin vs.) bir dille,
dinle, tarihle, kültürle tanımlanmasını reddetmektir. Türkiye’de hiçbir parti
bunu savunmadığı gibi HDP de bunu savunmuyor; programı böyle değildir.
O, bu kimliklerin politik
olmasını ve ama bunların eşit olarak politik birimler tarafından tanınmasını
savunuyor. Bu demokrasi değildir. Demokrasiye de çıkabilir, en merkezi ve
baskıcı idarelere de ve Lübnanlaşmaya da.
HDP Demokrat olma yolunda bir
evrim geçirebilir mi?
Geçirebilir ama şimdilik bu
çok zayıf bir olasılık olarak görülmektedir.
Yani gerçek Türk ve Kürt milliyetçilerinin
programatik olarak HDP’ye oy vermekten çekinmeleri için bir neden yoktur.
Demokratlar ise ona programatik
olmaktan ziyade, taktik nedenlerle oy isteyebilirler.
*
Buraya kadar Türk
Milliyetçilerinin neden HDP’ye oy vermeleri gerektiğine programatik olarak
yaklaştık ve öyle gerekçelendirdik. Ama bir de bu seçimler var. Yani konunun
bir de taktik boyutu var.
Nasıl İslam bayrağı
Muaviye’nin, Sosyalizm bayrağı Stalinist bürokrasinin elinde kaldıysa ve karşı
devrimlerini yok ettiklerinin bayraklarıyla yaptıysa, benzeri Türk
milliyetçiliği içinde de gerçekleşti.
Bugün Türk bayrağı da aslında
Türk milletinin ve milliyetçiliğinin düşmanlarının eline geçmiş bulunmaktadır.
Bu ise geniş yığınlarda bir
yanılgıya yol açmakta ve onlar yanlış bayraklar altında özünde karşı oldukları
zümrelerin çıkarlarını savunur durumda bulunmaktadırlar. Bu nedenle onların
ayıkması biraz zordur ve zaman alır. Ve olayların gelişimi insanların düşünsel
evrimini veya kavrayışını beklemez. Seçim dönemleri birkaç ay veya hafta sürer;
insanların düşünsel evrimi ise normal zamanlarda çok yavaş gerçekleşir. Yani samimi
Türk milliyetçilerinin gerçek Türk (ve Kürt) Milliyetçisi partinin HDP olduğunu
anlamaları çok zaman gerektirir. Ama ortada acil bir durum var. Milletin
çıkarları değil; bugünkü haliyle bile var olup olamayacağı sorun.
Bu devleti ve milleti bu haliyle
bile seven veya kendilerini sevmek zorunda hisseden geniş kesimler, şunu görüyorlar:
Erdoğan başta kaldığı takdirde, ülke tam bir felakete gidecektir.
Bırakalım Türk milletinin genel
ve uzun vadeli çıkarlarını savunmayı bir yana; Türk milletinin kendisinin bile
yok olması olasılığı bulunmaktadır. Bugün nasıl artık bir Suriye, bir Irak, bir
Afgan ulusu kalmadıysa, Türkiye’nin ve Türk milletinin de akıbeti aynı olabilir.
Bunu engellemek için, hem de tarihin
sunduğu güzel bir fırsatla, oylarla bu gidişi durdurabilmek için, adı bile
duyulmak istenmeyen HDP adeta biricik
şans ve olanak olarak ortadadır.
Bu durumda sadece bu gidişi
durdurmak için bile HDP’ye oy vererek Erdoğan’ın diktatörlüğüne hayır demek
mümkündür.
Bunu gören birçok insan var. Örneğin
Facebook’ta Askerlik resmini koymuş bir Türk milliyetçisi, ırkçıların
milliyetçi olmadığını görerek “Ülkem ırkçılıktan daha önemlidir” diyerek, Türk
bayrağını koymuş ve oyum HDP’ye demiş. HDP’nin İzmir mitingine Türk
bayraklarıyla gidenler var.
Bunun gibi az da olsa birçok
örnekler görülüyor. Bunlar olumlu anlamda “Kıyamet Alametleri”dir.
Yani programatik değil, tamamıyla
taktik kaygılarla (Basında buna yanlış olarak “stratejik oy vermek” deniyor)
HDP’ye oy verilebilir ve verilmelidir.
Bugün birçok samimi MHP’li
bile artık HDP’ye oy vermeyi ciddi ciddi düşünmektedir. Bunu açıkça ifade
etmese ve çekinse bile. Birçok CHP’li karısı veya çocuklarıyla işbölümü
yapmakta; biri CHP’ye oy verirken diğeri Erdoğan’a hayır demek için HDP’ye oy
vermeyi üstlenmektedir. Birçok gerçek AK Partili, o partinin bildiği Ak Parti
değil; Erdoğan’ın egemenliğinin basit bir aracı olduğun görmekte; bu gidişi
durdurmak için, ya seçim sandığına gitmemeye; ya da HDP’ye oy vermeyi
düşünmektedir. (Bunu bizzat Erdoğan bile gözlemlemiştir ki, bir gevşeklik
olduğundan söz etmektedir.)
O halde, Erdoğan’ın
diktatörlüğünü ilan etmesine engel olmak; ülkeyi felakete sürüklemesini
durdurmak için kendisini bugün Türk milliyetçisi olarak tanımlayanların da HDP’ye
oy vermesi gerekmektedir.
*
Bu satırların yazarı ise, bu
satırları dışarıdan yazmaktadır.
Yani bu satırların yazarı bir
Türk milliyetçisi değil bir Demokrat’tır.
Bu nedenle bu satırların
yazarı HDP’ye oy verin derken, sadece taktik bir hedef olarak bunu
savunmaktadır. Mücadelenin daha elverişli ve daha az sancılı koşullarda
geçmesini sağlayabileceği için; Demokrasi mücadelesine yeni olanaklar açacağı
için bunu savunmaktadır.
Aslında gerçek Türk
milliyetçileri olan Türk Sosyalist, Liberalleri ve Kürt “demokratik modernite”cileri
(veya “demokratik özerklik”çileri); kendilerinin milliyetçi olmadığını düşünüp
böyle tanımlanmayı reddettiklerinden; bu nedenle de Kürt ve Türk milliyetçilerinden
oy istemeyeceklerinden; onların yapmayacağı bu işi onlar adına üstlenerek
onlara destek vermiş oluyoruz.
Yani Türkiye’de gerçek
milliyetçiler kendilerinin milliyetçi olmadığını söylerken; milliyetçiliğin
düşmanı olan demokratlar, kendini milliyetçi olarak tanımlayan milliyetçilere “görünüşe
aldanmayın gerçek Türk milliyetçilerine oy verin” diyorlar.
Demir Küçükaydın
24 Mayıs 2015 Pazar
(Bu yazıda Paylaşılan Resim
Facebook’ta paylaşılmış bir resimden alınmadır:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder