İran yayaları ve Ortadoğu
Akdeniz havzası, birbirinden iki ayrı uygarlık alanı olarak kalmışlardır. Kürt
bu iki uygarlığın kesişme noktasında; ikisi tarafından da hiçbir zaman tam olarak
fetih edilememiş dağlarda, genellikle hayvancılıkla
yaşayan göçer toplulukların genel adı olmuştur.
Göçebelik, hayvancılık,
dağlar demek, uygarlığa; yani yazı, para, devlet ve sınıflara bulaşmamışlık
demektir. Sınıfsız, ortaklaşmacı ve dayanışmacı toplulukların yaşamaya devam
etmesi demektir.
Bugün Kürtlerin “çok muhafazakâr”
olarak tanınmasının temelinde bu tarihsel arka palan ve toplumsal yapı
bulunmaktadır.
Örneğin şehirlerdeki
Kürtlerin ezici çoğunluğu AK Parti’ye oy vermekte ve bu muhafazakârlık olarak
tanımlanmaktadır. Ancak hiçbir şey göründüğü gibi değildir. İlk bakışta güneş
dünyanın etrafında döner ama gerçek dünyanın güneşin etrafında döndüğüdür.
Elbet son yüzyılda ve
özellikle de son otuz yılda, bu toplumsal yapı, gerek ekonomik değişim, yani kapitalist
ilişkilerin yayılması sonucu; gerek “ekonomi dışı zor” sonucu (savaş ve
köylerin zorla boşaltılması) hızla yok olmakta; geniş Kürt yığınları büyük
şehirlerin varoşlarına yığılmakta; birer modern işçiye dönüşmektedir.
Ancak şehre gelip işçileşme
otomatik olarak eski geleneklerin kaybolması anlamına gelmez; hatta bunlar yeni
işlevler kazanarak güçlenebilirler.
İşte Kürtlerin o “çok muhafazakâr”
görünüşün ardında böyle bir dönüşüm de bulunmaktadır.
Bu muhafazakârlığın nasıl bir
devrimi gizlediğini biraz anlamaya çalışalım.
Tarih boyunca, Kürtler uygarlıkların
yanı başında onlarla alışveriş içinde ama aynı zamanda onun dışında
yaşadıklarından uygarlıkların etkisine karşı kendi ortaklaşmacı ve dayanışmacı geçimlerine
uygun ilişkilerini ve toplumsal yapılarını korumaya çalışmışlardır.
Bu nedenle, İslam’ın Sünni
mezhepleri içinde hem gelenekleri sadakatle korumaya; hem de göçebe hayatın
ihtiyaçlarına en uygun mezhep olan Şafiiliği seçmişlerdir.
Şafiilik bilindiği gibi, İslam
hukukunda icmada, yaygınlığı değil de eskiliği esas alarak; uygarlığın bozucu
etkilerine karşı eski yapıyı ve ilişkileri korumaya en uygun mezheptir.
Hanefilik ise, icmada yaygınlığı
esas alarak, hem şehir hayatına; hem de farklı kültür ve dinlere daha esnek
yaklaşarak, bunların yaygın olduğu yerlerde devlet ve imparatorluklar kurmaya
en uygun mezheptir. Osmanlı yayılışını, Şeri hukuk karşısında örfi hukukun
ağırlığını (yaygın olan karşısında esneklik) arttırmasına da borçludur.
Ancak eskiliğin esas
alınması, uygarlık karşısında ortaklaşmacı toplumsal yapıyı ve gelenekleri
koruyabilir ama aynı zamanda bu engellenemeyen toplumsal değişmelerin (örneğin
şehirlere göçüp işçileşmek) gerektirdiği durumlara karşı belli bir direncin
yerleşmesine de yol açabilir.
Ancak ekonomik temeldeki
değişmeler bir yolunu bulup, toplumsal ilişkilerde de değişmelere yol açarlar. Yani
su yatağını bulur. Bu dolaylı yoldan değişim, çoğu kez yanlış olarak tutuculuk
olarak tanımlanmaktadır.
Örneğin şehirlere gelen sokağa
çıkması; fabrikada çalışması gereken ve daha bir nesil önce aşiret ilişkileri
içinde yaşayan Kürt yoksulları ve kadınları; Kemalistler tarafından gericiliğin
sembolü olarak tanımlanan Türban ile modern şehir hayatına uyum gösterir.
Türbanı takan kadın, artık kurşungeçirmez
hamaylısını veya muskayı takmış askerin düşmana korkusuzca saldırması gibi;
şehir cıngılının sokaklarına, Erkeklerin saldırılarına karşı zırhlanmış olarak
çıkabilir. Başı açık bir kadına karşı en arsızca davranışları ve bakışları
sergileyen bir minibüs şoförü, türbanlı bir kadına aynı şekilde davranamaz.
Ezilenler baştan yenik
oldukları için egemenlerin (erkeklerin, egemen sınıfların, ulusların vs.) silahını ve gücünü ona karşı kullanmakta; altta
güreşmekte ustalaşmışlardır.
Yani aslında, Türbanlı
kadınların çoğalması, gericiliğin yükselmesi değil; muhafazakâr bir görünüm
altında müthiş bir toplumsal devrimin gerçekleşmesidir.
AK Partisi biraz da bu
devrimin dalgası üzerine oturarak yükselmiştir. Bugün bir AK Parti mitingine
giden kadınların çokluğu karşısında şaşırabilir.
Aslında PKK da bu devrimin
üzerinde yükselmiştir. Şehre göçen işçi kadınların yaptığının benzerini PKK da dağlarda
gerçekleştirmiştir. PKK da saflarındaki kesin cinsel ilişki yasağı ve ayrımıyla,
Kürt kadınlarına dağa çıkma özgürlüğü sağlamıştır. PKK’nın bu kesin yasakları
ve türban aslında aynı işlevi gören, Kürt kadınının modern yaşama ve savaşa
katılmasını sağlayan iki farklı araçtan başka bir şey değildir.
PKK’nın şehirlerdeki Kürtler
arasında pek tutunamamasının nedeni de budur. Çünkü şehirde yaşayanların
ihtiyacı olanı Türban ile ona zaten AK Parti sunmuştur; ya da Türbana AK Parti
sahiplenmiştir.
Elbette özel savaş yıllarında
ve Kemalistlerin egemenliğinde, Türban yasakları aynı zamanda Kürtlerin ama
özellikle Kürt kadınının modern toplumsal yaşama eşit haklı bir yurttaş olarak
katılmalarının önünde bir engel olduğundan, buna karşı kadınların ve işçilerin direnişi
AK Partinin değirmenine aktı.
Ancak artık bugün bu tehlike
yoktur; aksine şimdi gerek şehirli Laiklerin, gerek Alevilerin hem azınlık
olmaları; hem de hükümetin devlet gücünü kullanarak onların yaşam alanlarını
adım adım daraltması; hem de Sünni İslam’a dayanan parti ve silahlı örgütleri
destekleyen politikası nedeniyle, onların kendilerini tehdit altında görmesi
söz konusudur. Roller değişmiş bulanmaktadır.
Bu durumda, her aklı başında “mutaassıp
ve muhafazakâr” Kürt’ün, bu değişen koşullara uygun olarak, Erdoğan’ın bu politikalarına
mesafe koyması ve karşı çıkmasının artık zamanıdır. Ancak böylece Alevilerin ve
şehirli laiklerin korkularıyla, denize düşenin yılana sarılması gibi tekrar
Ergenekon’un yedeği ve destekçisi olmaları engellenebilir.
Kaldı ki, HDP bir parti
olarak, türbanın veya baş açıklığının; Müslüman veya Alevi olmanın önemi
olmadığı bir anlayışı savunmaktadır. Bizzat HDP’nin yapısı ve bileşimi bunun
kanıtıdır.
Bu yeni koşullarda dün şehir
hayatına katılmak için AK partiye oy veren türbanlı kadının, onu türbanlılar
gettosuna hapsetmek ve başı açıklara ve Alevilere karşı bir tehdit ve zorlama
aracı olarak kullanmak isteyen Erdoğan’a karşı HDP’ye oy vermesi ve onun yanında
yer alması gerekmektedir.
Batıdaki kentlerde görülen
büyük Kürt düşmanlığının temelinde, Kürtlerin bu “mutaassıp ve muhafazakâr”
yapısı ve AK Partiye verdikleri oyların kendileri için bir tehdit oluşturduğu
algısı bulunmaktadır. Bu da aslında ikisi de demokratik özlemlere sahip; ama
farklı tarihsel koşullarda modern şehir hayatına geçtikleri için farklı
kültürel kotları olan bu iki gücün birbirinden korkmasına ve karşı cephelerde
yer almasına ve buradan da en reaksiyon er güçlerin nemalanmasına yol
açmaktadır.
AK Parti yerine HDP’ye oy
vermek, Türk şehir ve orta sınıflarında ve Alevilerdeki korkuların da izale
olmasına yol açacaktır.
Bunun için 10 Haziren
seçimleri, harika bir fırsattır. HDP'ye oy verip yüzde onu geçmesini sağlayan
Kürt seçmeni, Batı’nın Alevi ve Laiklerindeki Kürt ve Şeriat korkusunu ortadan
kaldırıp, barajla birlikte ön yargıları yıkarak; onlarla demokratik mücadele
için yeni bir ittifakın temellerini atabilir.
HDP bunun mümkün olduğunun en
somut kanıtıdır.
*
Elbet AK Parti’deki
Türbanlılar sadece Kürt kadınlar değildir. Bütün Türkiye’de köylerinden kopup
şehre akın edenlerin karşılaştığı bir sorundur bu. Dolayısıyla esas olarak, işçilerin;
şehir yoksullarının bir sorunudur. Dolayısıyla bugün türbanlılar esas olarak
işçi sınıfının Sünni kesimlerini oluşturmaktadırlar.
Ve bir sembol bir kere çıkıp
yaygınlaşınca aynı zamanda sınıfsal bir aidiyetin ifadesi de olur. Türban ve AK
Parti, bugün esas olarak işçi sınıfının, devlet sınıfları karşısındaki
demokratik ve eşitlikçi özlemlerinin, siyasi ifadesini ve programını bulamamış
sembolüdür.
*
Tabii kadınların Türbanı
kendilerini özgürleştirici bir araç olarak kullanmaları gibi; şehre gelen
Kürtler de, İslam’ı üzerlerindeki ulusal baskıyı ılımlaştırıcı bir araç olarak
kullanmışlardır ve kullanmaktadırlar.
İslam insanların dilleri,
soyları, kavimleri yüzünden bölünmelerini reddeder. Bu nedenle nüfusunun
çoğunluğu kendini Müslüman olarak tanımlayan bir ülkede, İslam, siyasi anlamda
olmasa bile en azından günlük yaşamda, iş yaşamında, sokakta vs. Türklerin ulusal
baskısından kurtulmayı sağlayan bir araçtır da.
Özellikle özel savaş yıllarında, PKK ve Kürt hareketiyle mücadele içinde
Türk devleti tarafından yükseltilen Türklüğe karşı Kürt işçiler için, İslam,
Türk egemen ulus şovenizminin saldırılarına karşı biricik savunma mevzi idi.
Yani ulusal baskıya karşı
direniş ve bu baskı ve ayrımcılıktan kurtulmanın bir aracıydı İslam.
*
Bütün bunların yanı sıra
egemen devlet sınıflarının batılı ve kolayca Hıristiyanlarınkine
benzetilebilecek yaşam tarzları karşısındaki yoksulların sınıfsal tepkisi de İslami
bir görünüme büründüğünden, sınıfsal bir aidiyetin de bir ifadesi oluştu İslam.
Ve işte AK Parti, altta kalan
ve ezilen birbirinin içine geçmiş üç büyük grubun, yani Kadınların, Kürtlerin
ve İşçilerin savunmasının, direnişinin ve dönüşümünün; bütün bu derin
sosyolojik dönüşümlerin dalgası üzerinde yükseldi.
Anadolu Burjuvazisi, kendisine
yaklaşmış İstanbul gibi şehirlerin burjuvazisiyle de ittifak kurarak; İşçiler,
Kürtler ve Kadınlarla politik İslam bayrağı ile ittifak kurarak; onların gücü
ve oylarıyla ve devlet sınıflarının bir kısmının içerden desteğiyle (çünkü
böyle gitmeyeceğini görenler vardı) devlet sınıflarını geriletebildi.
Bu tersinden de okunabilir. İşçiler
de burjuvazi ile ittifak kurup dolaylı yoldan, politik İslam barağıyla devlet sınıflarını
geriletip; ekonomik ve sosyal koşullarında belli bir iyileşme başarabildiler.
*
Ancak bugün bütün bu koşullar
ters yüz olmuş bulunuyor.
Artık zenginlik gösterileri,
lüks, milliyetçilik dün bunlara karşı bayrak açmış olan AK Parti’nin alâmetifarikaları
haline geldi.
Erdoğan bin odalı sarayının
merdivenlerinde, tarihteki 16 uydurma Türk devletini sembolize eden askerler arasında
pozlar veriyor.
Düşünün ki, 16 evliya değil; 16
şair veya bilim adamı değil; 16 devlet ve asker. Bu semboller yayılmacı
emperyal hayallerin; zora değer vermenin ve tapmanın bilinçsiz dışa
vurumlarından başka bir şey değildir. Kavmiyetçiliğin reddinden en ırkçı kavmiyetçiliğe
geri dönüşün ilanıdır.
Erdoğan gençliğinde
öğrendiği, soğuk savaş yıllarında CIA tarafından kotarılmış “Tanrı Dağı Kadar
Türk; Hira Dağı Kadar Müslüman” anlayışlarına geri dönmüştür.
Erdoğan artık, Devleti ele
geçirdiği gibi devlet tarafından ele geçirilmiş; kendisi devletleşmiş ve
devletin en cerahatli, en tehlikeli kesimleriyle kader ortaklığına girmiş bir Firavun
veya Nemrut veya onların İslam’daki versiyonu Muaviye olma yolundadır.
*
AK Parti ilk yıllarında,
ezilenlerin desteğini sürdürmenin gereği olarak, ekonomik büyümeden ezilenlere
belli bir kaynak aktarımı yapmış, hatta ezilen sınıfların aldığı pay oran
olarak büyümüştü.
Bugün Erdoğan’a ezilenler
hala o eski güzel günlerin anısına ve ona hürmeten desteklerini ve oylarını
vermektedirler. Ancak Erdoğan o eski Erdoğan; AK Parti o eski AK Parti değildir.
Bugün Erdoğan işçilerin acılarına bigâne; danışmanları Soma sokaklarında
işçileri tekmeleyen bir mirasyedidir.
*
Bugün artık Türklerin
baskısına ve şovenizme karşı İslam’ın kavmiyetçiliği reddetmesinin ardına
sığınmaya gerek yoktur. HDP her dile, her kültüre eşit haklar tanıyan yurttaşlığı
savunmakta; bu temelde Türkiye partisi olmaya çalışmaktadır. Yani Kürdistan
ayrılır biz da burada daha kötü duruma düşeriz korkusuna gerek yoktur. Aksine,
HDP’ye oy vererek Türklerdeki bölünme korkusu bir ölçüde izale edilebilir ve
böylece bugünkü sahte ve ezilenleri zayıflatan bölünmelerin önüne geçilebilir.
Özetle, AK Parti’ye oy veren
ve vermiş olan Kürtler, ister Kadın, ister Kürt, ister İşçi ve Yoksul olarak,
bugün ancak HDP’ye oy vererek, 2002 yılında yine oylarıyla yaptıkları büyük
değişimin bir benzerini yapabilirler.
2002’de Kürtler, Kadınlar ve
İşçiler oylarıyla adeta küçük bir devrim başarmışlardı, hem de yine bu secimde olduğu
gibi barajı onu koyanlara ve sürdürenlere karşı bir silah olarak kullanarak. O
zamanın bütün partilerini baraj aracılığıyla bir seçimde silip atmışlardı.
Bugün de benzeri bir küçük
devrim başarmak mümkündür.
Hem bu sefer öyle yüzde
otuzlara, kırklara da gerek yok. HDP’ye verilecek yüzde bir veya iki oy artışı
sağlayacak oylar bile bu değişimi mümkün kılar.
Türklerin bölünme; Alevilerin
ve şehirli laiklerin şeriat korkularına son verip; Erdoğan’ın maceralarını girmesini
engellemek için Kürtler, Hem Kürt, hem kadın hem de İşçilerin ve yoksulların en
alt kesimleri olarak, HDP’ye oy vermelidirler.
O zaman HDP’nin Türkiye Partisi
olduğu kadar ve olduğu için aynı zamanda daha çok Kadın; daha çok Kürt ve de daha
çok İşçilerin Partisi olacaktır.
Demir Küçükaydın
25 Mayıs 2015 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder