12 Şubat 2018 Pazartesi

Demirtaş’ın Eş Başkanlıktan Tasfiyesinin Kroniği - Kim Kazandı?

“Önder Apo'nun Kürt sorununun çözümü konusunda da ön açıcı çözümlemeleri olmuştur. Bunları devlet, iktidar ve ulus çözümlemelerinden ayrı ele almak mümkün değildir. Özgürlükçü, demokrat ve bir sosyalist olarak Kürt sorununun çözümünü devlet olmada değil, demokratikleşmede görmüştür. 20. yüzyılda çekilen büyük acılar esas olarak, her ulusa bir devlet anlayışının, kapitalizmin ve onun siyasal formu olan ulus devlet anlayışı sonucu olduğunu ortaya koymuştur. Bu açıdan bölge ülkelerinde demokratik devrimi ve demokratikleşmeyi hedefleyen bir mücadele çizgisini Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi'nin önüne koymuştur. Eğer inkar ve soykırım politikası yoksa, demokratik siyasal çözüm zihniyeti varsa çatışma içine girmeden sorunu çözebileceğini herkesin önüne koymuştur.”
HDP’nin dün yaptığı Kongre Demirtaş’ı başkanlıktan alma kongresiydi. (Bu kongrenin iktidarın baskılarına karşı bir direniş ve HDP’yi sahiplenme gösterisi yanını herkes yazdı yazıyor yazacak. Bunlar sorunun esas önemli yanı değildir. Önemli yanı tartışmadan kaçırmanın aracıdır.) Bu amaca ulaşıldı.

Peki, Demirtaş’ın tekrar eş bakan seçilmemesi (diplomatik olarak böyle ifade ettik ama gerçek anlamını vurgulamak için daha net bir kelime kullansaydık “tasfiyesi” sözcüğünü kullanmak gerekir) ne anlama gelmektedir?
Öcalan, yukarıda alıntılanan Karasu’nun ifade ettiği amaçlara ulaşabilmek ve bir Kürt olarak ezilmekle birlikte bu amaçları benimsemeyenlerin (yani Öcalan’ın kendi deyimiyle “ilkel milliyetçilein”, sosyolojik olarak ifade edersek, Kürt egemen sınıflarının) ağırlığını ve gücünü dengeleyip nötralize edebilmek için üç güce dayanmaya çalışan bir strateji izledi: kadınlar, yoksul gençler ve özellikle Türkiye’nin Batı’sında yaşayan gerek sınıfsal olarak, gerek diğer nedenlerle (din, cins, dil vs) ezilenler.
İlk ikisine nispeten kolayca ulaşıp bir denge oluşturabiliyordu. Sonuç olarak bunlar da Kürt direniş hareketinin içindeki güçlerdi.
Ama üçüncüye gelince, esas zor olan ama başarılırsa zaferi kazandıracak olan da buydu.
Bu nedenle yıllarca onlarla bağ kuracak, onlardaki ön yargıları yıkacak, onları kazanacak köprü başları, bağlantı noktaları oluşturmaya çalıştı.
Bu nedenle örneğin Pınar Selek gibi bu kesimlerden gelen ve onlara bir niyet mesajını verecek isimleri öne çıkardı, gazetenin başına getirdi; kendisinden ve Kürt hareketinden  kaçan Türk solcularını, seçim ittifaklarında bonkörce verdiği milletvekillikleriyle yanında tutarak bu mesajı vermeye çalıştı.
Bu nedenle Sırrı Süreyya gibi, Ertuğrul kürkçü gibi isimleri her zaman öne çıkarttı.
Ama tarihin ilginç istihzası, bunu bunların hiçbir, yani esas olarak Türklerin içinden gelen biri değil (olamazdı da çünkü Türk solcuları 80’lerin başından beri artık yükselen değil gerileyen ve çürüyen bir hareketin ürünüydüler ve kendi devrimci geçmişlerini, geleneklerini ve bildiklerini unutuyorlardı) yükselen Kürt hareketinin içinden çıkan biri başardı: Selahattin Demirtaş.
Türkiye’nin batısında yaşayan insanların en hassas tellerine dokunmayı başardı.
Dolayısıyla kendi eğilim ve niyetlerinin ötesinde Batı’da Öcalan’ın, yukarıda Karasu’nun kısaca özetlediği, programının cisimleşmiş ifadesi oldu.
Bu nedenle bir sembol ve bayrak işlevi vardı.
Savaşta bayrakların her zaman büyük önemi olur, hele geniş kitleler nezdinde. Onlar etrafında toplanılacak bir nirengi noktası gibidirler.
Demirtaş’ın tasfiyesi Öcalan’ın yıllarca uğraşıp nihayet ilk somut ürünlerini gördüğü stratejinin (ve tam da ulaşılmaya çalışılan kesimlerin Erdoğan’ın İslamcı bir diktatörlük kurma niyetleri ve bu yöndeki saldırılarıyla nihayet kitlesel bir yankı bulabilecek kıvama geldiği bir noktada) terkinden başka bir anlama gelmez.
Siz başka niyetlerle yapsanız bile bu kesimler bunu böyle anlayacaklardır.
Artık 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye oy veren Alevi ve Laikler, Böke’lerin, Cihaner’lerin yönetim aygıtında yer aldığı CHP’ye dönebilirler ve döneceklerdir.
HDP, yıllardır içinden çıkmaya çalıştığı Kürtler gettosuna kapanacaktır. Seçilen isimler de zaten bu mesajı vermektedir Öcalan’ın yıllarca verdiği ve vermeye çalıştığının aksine.
Sezai Temelli “bileşen” denilen kişiliksiz, çürüyen ve bürokrat Türk solunun bir temsilcisi olarak oradadır, bir dolgu maddesidir.
Buldan ise, Türkiyelileşme projesinin terkinin sembolik ifadesidir.
Sorun Kürt Özgürlük Hareketi’nin, (haydi bu diplomatik ve sosyolojik ve de hukuki bakımdan zararsız kavramı bir yana iterek daha açık konuşalım) Kandil’in niye böyle bir karar aldığıdır.
(Şeyleri diplomatik değil gerçek isimleriyle ifade edersek, HDP Kongresi aslında Kandil’in aldığı bu kararın HDP organlarından geçerek resmiyet kazanmasıdır. İşin kötüsü devlet de, herkes de bunun böyle olduğunu bilir, böyle bilmese de böyle anlar ama böyle değilmiş, sanki böyle bir şey yokmuş gibi analiz yapar. Bizim meşrebimiz bu değildir. Ezilenleri ciddiye alanlar gerçeklere dayanırlar analizlerinde ve çıkarsamalarında ve bunları da açıkça yaparlar gizlemezler. Hele devletin ve egemen güçlerin bildiğini halktan ve kitlelerden gizlememeye çalışırlar.)
Çeşitli iddialar ve söylentiler var. Bunları bilemeyiz ama bildiğimiz bir şey var.
Bu karar Öcalan’ın yıllarca bin bir zahmetle oluşturduğu stratejinin fiili terkidir.
Sonuçları da çok yıkıcı olacaktır. Hatta hendeklerden bile daha yıkıcı. Kürt hareketinin tam tecridini getirecektir.
7 Haziran sonrasındaki hendekler ve özerklik ilanları eğer yoksul Kürt gençlerinin bir sola sapmaları idiyse, gerçek önderler bunlara karşı durur ve bu baskıya teslim olmazdı.
Maalesef bu yapılmamıştı. Sonra utangaç da olsa yapılanın yanlış olduğu kabul edildi.
Şimdi tam tersine Kürt egemen sınıflarının, “ilkel milliyetçilerin” baskısı ile Türkiyelileşmenin terk edildiği mesajı veriliyor.
Hendekler bir “sol” savrulma idiyse bu sefer tam sağa savruluyor Kürt hareketi.
Bu sağa savruluşun ağır sonuçları çok geçmeden görülecektir.
*
Politika cesaret, kahramanlık, fedakarlık üzerinden yapılmaz. Herkesin böyle olduğu kabul edilerek politik, stratejik, taktik ve örgütsel sorunlar tartışılabilir.
En büyük fedakarlıklar ve cesaretler son derece yanlış strateji ve taktiklerin aracı olabilir ve bu korkunç kayıplara yol açabilir.
HDP’nin, ya da Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu sağa ve “sol”a savrulmaları, geçen yüzyılın 30’larında Sovyetler Birliği ve komünist partilerin sola ve sağa savrulmalarına benziyor.
O zamanlar Komünist Partiler Almanya’da “sol”, İspanya’da sağ politikalar (dünkü Hendekler ve bugünkü Demirtaş’ı tasfiye politikaları gibi) Avrupa’nın Faşizm egemenliği altına girmesine ve bu da Hitler’in Sovyetlere saldırmasının yolunu açmıştı. (Erdoğan’ın diktatörlüğünü oturtmasının yolunu açıyor.)
Evet sonunda Hitler yenilmişti ama nice kayıplar karşılığı, bunlar çok daha az kayıpla ve daha öncesinde engellenebilirdi.
Bugünün tek farkı şudur. Bugün Türkiye’de, o zamanlar Avrupa’da yenilgilere yol açan politikaların benzerleri izlenirken, Suriye’de aynı zamanda “İkinci Dünya Savaşı”nın benzeri yaşanıyor. Yani Nazi ordularının yenilgisi gibi Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün ordularının başarısızlıkları yaşanıyor. O zaman birbirii izleyen aşamalar şimdi aynı zamanda bir arada yaşanıyor.) Bunlar belki bir ölçüde Türkiye’de (yani o zamanın Avrupa’sına) yapılan yanlışları amorti edebilirler.) Ama Türkiye’deki politikalar da Suriye’deki kazanımları yok edebilir.
Buraya kadar Kongre’nin gerçek kararının gerçek sonucunun politik anlamını ele aldık.
Şimdi bu kararın nasıl alındığına bakalım.
*
Demirtaş’ın (Türkiyelileşme ve Erdoğan’a karşı uzlaşmasız mücadele) projesinin ve stratejisinin tasfiyesinin vardığı en son noktadan başlayalım. Çünkü bu yapılanın anlamını en açık şekilde vurguluyor.
Şu haberi okuyalım:
HDP 3. Olağan Kongresi’ne sunulan Parti Meclisi listesi, delgelerin oylarıyla kabul edildi. Selahattin Demirtaş PM listesinde 1’inci sırada yer aldı.
Pervin Buldan ve Sezai Temelli’nin eş genel başkanlığa seçildiği HDP 3. Olağan Büyük Kongresi’nin Parti Meclisi (PM) listesi de belli oldu. Selahattin Demirtaş listede birinci sırada, Serpil Kemalbay ise ikinci sırada yer aldı. Delegelerin oylarıyla seçilen yeni PM üyeleri şunları:
Selahattin Demirtaş, Serpil Kemalbay, Adalet Aydın Sözkesen, Adnan Selçuk Mızraklı, Ali Kenanoğlu, Ali Özkan, Ali Ürküt, Alican Önlü….”
Deniyordu ki, Selahattin Demirtaş’ın hapiste olması parti ve örgüt görevlerini yapmasına engel oluyor.
Peki “Parti Meclisi”nde olmaya niye engel olmuyor? Parti meclisi toplantılarını Edirne hapishanesinde mi yapacak?
Çok açık ki, bütün o Demirtaş hapiste parti görevlerini yapamıyor sözleri Demirtaş’ın eş başkanlıktan alınmasının bahaneleriymiş.
Şimdi de şöyle bir gerekçeye sığınabilirler: “Demirtaş’ın Parti Meclisi üyeliği semboliktir elbette toplantılara ve tartışmalara katılmayacaktır. Bu ona saygımızın bir ifadesidir”
Peki o zaman da şu ortaya çıkar.
Eğer sembolik olmaya ve saygıya bunca değer veriliyorsa, neden Eş Başkanlığa tekrar seçilip, yine fiilen sembolik ve Erdoğan’a karşı senin arkandayız mesajı verilmedi?
Örneğin biz Demirtaş tekrar eş başkan seçilsin ama ikişer üçer yedek veya ikinci eş başkanlar seçilir ve onlar aracılığıyla fiilen işler yürütülür önerisi yapmıştık. Semboller önemliyse ve formüller bulunuyorsa neden böyle bir çözüm aranmadı?
Bütün bu yolların düşünülmemiş olması, Demirtaş’ın eş başkanlığa bir kez daha seçilmemesinin anlamını, bizzat bu kararı alanların herkesten çok bildiğini ve kararın tam da bu mesajı vermek için alındığını gösteriyor.
Yani sorun ne hukuki veya fiili ve örgütsel engeller, ne de bir yere seçilmenin sembolik anlamlarını bilmemek değil, tam aksine bu anlamın çok iyi bilindiği.
Tabanın tepkisini sönümlendirmek için Parti Meclisine seçilip aman gözlerden kaçmasın diye, ismin baş harfi sıralaması bile çiğneyerek listenin en başına koyularak “içiniz rahat olsun, o bizim bir parçamızdır”  mesajı veriliyor;  ama aynı zamanda Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğüne, “bakın Demirtaş gibi artık hiçbir şekilde kabul edemeyeceğiniz birini başkanlıktan almış bulunuyoruz, artık öyle uzlaşmaz değiliz” mesajı veriliyor.
Bütün bu mesajlar, hep arka planlarda yapılmış veya yapılan bazı temas ve pazarlıkların dışa vuran izleri.
Devletle gizli pazarlık yapılmaz. Her halde şu “barış süreci” denen süreç bile bunun her zaman devlete yarayacağını göstermiştir.
Devlete karşı ancak açıklıkla mücadele edilebilir.
Her şey en geniş kitlenin önünde açıkça ve açıklıkla tartışılırsa ancak devletin oyunları bozulabilir.
Bilmiyoruz ne yapıldığını, ama bütün belirtiler bir yerlerde birileriyle gizli bir pazarlıklar yapıldığını gösteriyor.
Bu Türkiye’deki demokrasi mücadelesine, Kürtlerin üzerindeki baskı ve sömürünü kaldırılmasına değil onun en büyük düşmanı bu merkezi ve bürokratik devlete yarar. Bu defalarca denenmiştir.
*
Yapılan böylesine kitlelerden gizli ve çürük bir uzlaşma olduğu için bu uzlaşma kitleler tarafından kabul edilmeyeceği için, bu politikayı uygulamak nasıl gerçekleştirildi şimdi buna  gelelim.
Burada Sırrı Süreyya kritik isimdir.
Sırrı Süreyya biliyoruz, görüşmelerde de kendisini yaraladığı hissedilen tabirle “postacılık” yapıyordu.
Devletle bir sürü gizli görüşmelerde bulunduğunu kendisi birçok kez açıkça veya ima yollu açıkladı.
Demirtaş’ın başkanlıktan alınması sürecinde de hep ön planda oldu. Hasip Kaplan’a karşı yaptığı affedilir gibi olmayan davranış bir süre arka palana geçmesine yol açtıysa da bütün kritik momentlerde fiili uygulamayı onun yaptığı hissediliyor.
Mesela herhangi bir yanlış anlama ve kontrolden çıkma riskine karşı muhtemelen süreci ve hesapları en iyi bilen o olduğundan, işi tesadüfe bırakmamak için Kongreyi bile Sırrı Süreyya yönetti.
Sırrı Süreyya, devletin İmralı görüşmelerinden beri iyice tanıdığı ve denenmiş, Kürt hareketi ile ilişki kurma, mesaj iletme kanalıdır.
*
Geçenlerde birisi, Demirtaş’ın Avukatları dışında hiç kimseyle görüştürülmemesine rağmen, muhtemelen özel bir izinle, Sırrı Süreyya ile uzun bir görüşme yaptığını, bu görüşme üzerine Demirtaş’ın yeniden başkanlığa aday olmayacağı mesajı verdiğini yazmıştı.
Yani Kandil, Devlet, Demirtaş arasında üçlü bir trafik olduğunu var sayabiliriz. Bu trafiğin de Sırrı Süreyya üzerinden yürüdüğünü.
Keza bu bize Sırrı Süreyya’nın neden Hasip Kaplan’a öyle saldırdığını da açıklar.
Muhtemelen işin kolayca hallolmasını engelleyen bir tepki olarak gördüğü için, işi zora soktuğu için öyle bir tepki gösterdi.
Tabii Demirtaş’ın yapılan baskıya hemen teslim olmadığı ilk açıklamasında görülüyor.
İlk açıklamasında, daha önceki yazılarımızda ayrıntılı olarak analiz edip gösterdiğimiz gibi, aday olmamasını bir güven oyu alma şeklinde ifade ediyor ve seçildiği takdirde görev almayacağı şeklinde bir ifadesi de bulunmuyordu.
Aksine iyi okununca, parti tabanını konferanslarda tartışarak örtülü olarak bu dayatmaya direnmeye çağırdığı belli oluyordu.
Demirtaş’ın aday olmayacağını açıklaması, Kürt basınında Demirtaş’ın gerekçeleri gizlenerek kesen bir kararmı ve başka bir çözüm yolu yokmuş gibi sunuldu ve konu Demirtaş’ın yerine kimlerin geçirileceği gibi bir tartışmaya çekildi ve Demirtaş’ın gerçek mesajı boğuntuya getirildi.
Ne var ki, bu sefer değişik olan bir şey vardı.
Eskiden en farklı değişiklikler bile sorgulanmadan uygulanırdı. İlk defa sorgulamalar çıkmıştı. Bu durumu hem Kürtlerin önemli bir bölümü; hem de HDP’de örgüt bileşeni kontenjanından değil, bağımsız olarak çalışan Türkiyeli sosyalist ve demokratlar da kabul etmiyorlardı.
Ancak Kürtlerin tepkisi, kolayca örgüt disiplini ile kontrol altına alınabildi. Kürtler kendilerine ilk kez örgütlenmeyi ve insan olmanın onurunu tattırmış bu hareketin ağırlığını koyması üzerine, “hem ağlarım hem giderim” diyen gelin gibi, içlerinden Demirtaş’ı isteyerek, dışlarından “o benim resmi görüşümdür” dercesine resmi söylemi tekrarladılar. Ama genellikle gözleri başka sözleri başka sözler söylüyordu.
Bu durumda aslında ilk kez ses çıkaranlar HDP’de yer alan Türkiyeli bağımsızlar oldular. Modern insanların davranışlarıyla tepkilerini duyurdular. İmza toplamaya başladılar. Açıkça yapılanın yanlış olduğunu savundular. Haberleşmek ve eşgüdüm sağlamak için o kısa zamanda ağlar kurmaya çalıştılar. Bunar modern insanların ilk kez hiç de küçümsenemeyecek bir güç olarak HDP’ye sahip çıkmalarıydı.
Bütün bu sürecin en büyük kazancı aslında budur.
Tamamen örgütsüz bu insanlar, Afrin savaşının da dumanı altında kısa zamanda 5000’i aşkın imza toplayabildiler. İmza kampanyası açmak var olan kampanyaya destek vermek, yapılanın yanlışlığını açıkça sorgulamak ve tartışmak gibi davranışlar maalesef çok küçük bazı bireysel tutumlar dışında Kürtler arasında pek görülmedi.
Hiç hesaplanmayan bütün hesapları bozacak bu girişim ve tartışmalar karşısında HDP yönetiminin yaptığı, dışardan sanki hiç böyle bir ey yokmuş gibi davranmak ama aslında bütün yapacaklarını bunları nasıl etkisiz hale getiririm üzerine yoğunlaşmak biçiminde oldu. Elbette yokmuş gibi davranmak da bu stratejinin temel bir unsuruydu.
İmza toplamanın güçlü olduğu görülünce, imza toplanmasını engellemek için önce Demirtaş’tan benim adıma imza toplanmasın diye açıklama almak oldu. Zaten operasyonu başarılı yürütmenin esas stratejisi, Demirtaş’ı bizzat kendi sözleriyle vurmaya dayanıyordu.
Bu nedenle:
Demirtaş aday olmayacağını açıklıyordu.
Demirtaş kendisi için imza toplayanlara imza toplamayın zararlı oluyor diyordu.
Bu çizgi ta kongre salonuna kadar sürdürüldü ve sonunda bir de Sırrı Süreyya’nın “ıslak imzalı” vurgulaması ve ekrana da bunun görüntüsünün yansıtılmasıyla Demirtaş kendi sözleriyle vurulup, Demirtaş’ı yeniden aday göstermek isteyenlerin (tüzüğe aykırı olarak kendisinin ve divanın böyle bir yetkisi olmamasına rağmen) “bozgunculuk”, “provakasyon” yapması, “mücadeleye zarar verme”si (İmza toplamaya hep bu sözlerle saldırıldı. En demokratik bir hakkın kullanılması bile böyle tanımlanıyordu.) girişimi engellendi.
Bu arada biz Demirtaş’ın kendisinin yeniden başkanlığı hakkında imza toplanmasını yanlış bulan açıklaması üzerine kendisine yönelik bir açık mektup yazmıştık. Birkaç gün sonra Demirtaş, Avukatları aracılığıyla bizim bu açık mektubumuza cevap olarak, kendisini doğru ifade edemediğini, bir yanlış anlama olduğunu ve elbette herkesin fikrini açık savunmak, imza toplamak, örgüt politikaları hakkında fikrini açıklamak vs. hakkı olduğunu vurgulayan ve bu çabaları takdirle karşıladığını belirten bir açıklaması iletildi. Yani Demirtaş yapılan imza kampanyasını bir hak olarak gördüğünü ve yanlış bulmadığını ifade etmiş oluyordu.
Aslında 9 Şubat Cuma günü yolladığı mesaj da genele yönelik olarak aynı anlamdaydı. Bu mesajında şunları yazıyordu:
“Bütün dostların dayanışması beni onurlandırdı. Ama aynı zamanda dosta düşmana da HDP’nin nasıl dinamik aktif bir tabana sahip olduğunu gösterdi. Emin olun ki içeriden dışarıdan HDP’yi dizayn etmeye çalışan bütün unsurlara haddi bildirildi. Gönül rahatlığıyla kongreye coşkuyla giderek en güçlü birlik mesajı verme zamanıdır artık. Ben de HDP’de en aktif şekilde çalışamaya devam edeceğim zaten. HDP’ye sahip çıkan şahsımda güven duygusunu pekiştiren bütün arkadaşlara içten selam ve teşekkürler.”
Bu mesaj belli ki işlerin planlandığı gibi yürümeyebileceği riskini ortaya çıktığını gösteriyordu.
“Bozguncular”, “Provokatörler” “örgüte zarar verenler” bu planı son anda bozabilirler, bir kazaya yol açabilirlerdi. Bu son mesaj bunlara bir cesaret verme anlamı taşıyabilirdi. Kongre divanına Demirtaş’ı aday göstermeleri durumunda her ne olursa olsun bunun oylamaya sunulmasını engellemek gerekirdi. Oylamaya sunulduğu takdirde Demirtaş’ın seçilmesini kimse engelleyemez ve bir çuval incir berbat olabilirdi. Gerçi divanın engellemesinin bin bir daha önceki kongrelerde denenmiş yolu vardı ama ama işi sağlama bağlamak gerekirdi.
Böylece Cuma günü bile hala beni aday göstermeyin demeyen hatta bu yöndeki çabaları “içeriden dışarıdan HDP’yi dizayn etmeye çalışan bütün unsurlara haddi bildirildi” diye öven Demirtaş’tan 10 şubat Cumartesi günü alelacele “ıslak imzalı” el yazısıyla bir belge alarak ve bunu bir de ekrana yansıtmak zorunda kalarak ve bunun ardından da hiçbir yetkileri olmadığı halde tüzüğü ve en basit demokrasi kurallarını çiğneyerek  (çünkü 5000 kişinin imzaladığı bir dilekçe, demokrasiyi ciddiye alan bir örgütte tüzüksel bir zorunluluk olmasa bile, mahiyeti gereği gündeme alınır ve tartışılır. İnsanların ancak böyle davranarak kararlara ve örgüte katılımı teşvik edilir.) herkesin itirazları susturuldu ve Sırrı Süreyya’nın el çabukluğu ile operasyon tamamlandı.
*
Kim kazandı?
Görünüşte Sırrı Süreyya’nın baş rollerde olduğu hissedilen, muhtemelen Kandil tarafından da istenen (çünkü suskunlukları bunun kanıtı sayılabilir) bir politika değişikliği semboller ve kişiler üzerinden yapıldı.
Türkiyelileşme ve Erdoğan’a karşı uzlaşmaz mücadele stratejisinin sembolü Demirtaş uzaklaştırıldı. İlk bakışta kazandılar.
Ama aslında kaybettiler.
Görüşlerini açıkça savunarak, karşı tarafın argümanlarını çürüterek, insanları ikna ederek bir kazanma olmadı bu?
Demirtaş’ı kendi beyanlarıyla vurarak, onları çarpıtarak, algı operasyonları yaparak, karşı çıkanları bozgunculukla suçlayarak, eldeki basın aracılığıyla manipülasyonlar yaparak, örgütün hem tüzüğü hem de en sıradan demokrasi ilkeleri ayaklar altına alınarak, tepkiler disiplin adına bastırılarak elde edilen  bir zafer oldu bu.
Bu için biçimsel yanı.
İçerik olarak kabul edilen politika hem çürük ve halktan gizli ne olduğunu bilmediğimiz uzlaşmalara dayandığı için, hem de mahiyeti gereği yanlıştır.
Çok ağır kayıplara yol açacaktır. Hatta Suriye’deki kazançları bile tehlikeye sokacaktır.
Zaten şimdiden uzun yılların çabasıyla edinilmiş Türkiye’nin batısıyla bağlara vurulmuş ağır bir darbedir.
Ancak
Bu politikanın böylesine kotarılabilmesinin en büyük suçlusu şu “bileşen” denen Türk sosyalistleridir. Onlar bir parça olsun direniş gösterebilselerdi böylesine kolaylıkla oturtulamazdı bu değişiklik.
Kürt hareketi bir dereceye kadar anlaşılabilir. İçindeki dengeler onu buna zorlamış olabilir. Kürt hareketinin kendine has bir pragmatizmi de vardır.
Ama Türk solcularının görevi onun ileri yanlarını desteklemek ve güçlendirmek olması gerekirken, en geri yanlarının pozisyonlarını ve tutumlarını güçlendirdiler.
Kürt hareketini ilerletici değil, geriletici bir işlev görüyorlar ve Kürt hareketinin en geri kesimlerinin fiili ve zımni işbirlikçileri olmaya devam ediyorlar.
Bu zafer bir “Pirus Zaferi” olmuştur.
İlk kez bireyler bu örgütte baş kaldırdı, açıkça tartışmadan kaçınıldı, idari ve diğer yöntemlerle bu karşı çıkışları şimdilik yenilgiye uğratılmış gibi görünüyor. Ama aslında kazananlar kaybetti kaybedenler kazandı.
Bunu kısa zaman sonra göreceğiz.
*
Aşağıda iki delegenin yazıları var. Bunlardan birisi Serap Akpınar isimli delegenin Kongrede imzacıların karşılaştıklarına ilişkin açıklamaları. Facebook’ta paylaşmış. Oradan aldık.
Diğeri Fatma İrier isimli delegenin “Blogum yok. O nedenle sizler vasıtasıyla bu konuşturulmadığım konuşma. Metnini bildiğiniz bloglarınızda paylaşır mısınız.” notuyla yolladığı, “Ancak, Sırrı  vekilimizin kongre divanı eşbaşkanı olarak "ver coşkuyu ver coşkuyu" minvalinde ustalıkla yürüttüğü Divandan  defalarca söz talep ettiğim halde söz hakkı alamadım.  Sabahın 6 sından akşamın 7 sine kadar hazirunda bulunmuş  bir delege olarak,  bu kadar saat orda bulunupta tek bir delegenin konuşamadığı bir kongre”de yapamadığı konuşma.
Kongre’nin gerçek atmosferi hakkında daha sağlam bilgiler edinmemizi sağlar.
*
Önce Serap Akpınar’ın “Kongre dönüş yolunda” başlıklı Kongreyi anlatan yazısı:
HDP'li dostlarimin coskulu, mutlu, umutlu paylasimlarina bir yenisini eklemektense, taniklik ettigim Kongre surecinin farkli bir kac yuzunden birini paylasmak istedim.
Gunlerdir, haftalardir Selo Baskanin, Kongre TARAFİNDAN neden yeniden aday gosterilmesi gerektigi argumanlarini izlemissinizdir zaten. Dolayisiyla, bu yogun talebimizin gerceklesmemis olmasini, simdilik usulca maziye birakip kendisini aday gosteren delegeler olarak ne yasadigimizdan kesitler paylasacagim.
Bizler Demirtasin aday olmasini talep eden onergemizi imzaladik. İmza standi acmamiza once izin verilmedigi icin, delege salonunda imza toplamaya basladik.
"Gorevli" karti tasiyan arkadaslar biz delegeleri azarlayip, salondaki "KONGREYE ZARAR VEREN BU FAALİYETİ", sona erdirmemizi talep ettiler sert dille. Provokasyon yaptigimizi soyleyenler de oldu. Onlara, delege olmaktan kaynaklanan demokratik hakkimizi kullandigimizi ve boyle bir mudahele haklarinin olmadigini anlattik.
Bir ara koltuk siralarini asarak yerel kiyafetli bir genc kadin adeta uzerime dogru ucarken diger kadinlar kurtce bir seyler soyleyerek onu zaptetmeye calistilar. O sirada bir imzacinin bilgileri yazmasini bekledigim icin bir sey soramadim. Sonra uzerime ucan kadinin yanina gidip, ofkesinin nedenini sordum. Kisacasi beni bir bozguncu olarak goruyordu ve "cik git salondan, delegeler senden rahatsiz" dediginde, elimdeki imzalari gosterip "ben zaten rahatsiz olmayanlar icin buradayim" dedim.
Her topladigimiz imza basina ortalama 2-3 mudahele ile karsilastik.
Ama bunlarin icinde bana "pes" dedirten "engelleme", turkcesi cok iyi olmayan bir Kurt delegeye nihayet derdimi anlattigimda basima geldi. Delege arkadas oyle sert bir sekilde elimdeki kagitleri ve kalemi cekti ki, yirtacak diye korktum. Oysa coskuyla "Evet, evet, imzalarim, ben Selo baskani istiyorum. Her biji Selo Baskan!" coskusuyla imza kagidini doldurmaya basladi ki, delege ile aramiza sert bir itis hareketiyle bir "gorevli" girdi. Ve imzaci delegeye Kurtce bagirmaya ve azarlamaya basladi. Delege huzunlu gozlerle bana bakip kafa salladi ve doldurabildigi ceyrek satirin uzerini karaladi.
Paylastigim fotograf, ben salonda imza toplarken arkadaslarimizin kurmasina nihayet izin verdikleri imza standi.
Koca Arena Spor Salonu'nu ozene bozene ve basariyla suslemis, bezemis olan yoldaslarimiza tesekkurlerimi sunarken, 3 milletvekili arkadasimiza, "henuz Kongre baslamadi bile ve Demirtas bizim hala es genel baskanimiz degil mi? O halde nicin tek bir fotografi bile yok?" soruma aldigim en nazik cevap "bunlari sonra konusuruz yoldas" oldu.
İste paylastigim bu fotografta, imza standinda gordugunuz Demirtas resimleri, koca ARENA salonunda gorup gorebileceginiz tek Demirtas resmi idi.
Tum baskilara, delegelere ulasmamiza konan engellere karsin toplayabildigimiz 120 kadar imzanin, bir kisminin uzeri imzacilarin kendisi tarafindan "fikir degistirdikleri" gerekcesiyle cizildi. Yani imzalar geri alindi.
İmzalari divana verirken 70 civarinda gecerli imza vardi.
Bizim imza faaliyetimizden haberdar olan "yetkilierimiz" bir karsi hamle olarak dun, yani 10 Subat'ta Demirtas'tan kendi el yazisi ve imzasiyla "beni aday gostermek icin imza veren arkadaslar olmasi durumunda, onur duyarim ama es baskanliga kesin aday olmayacagim, partim baska gorev verirse kabul ederim" minvalinde bir yazi almis.

Sonucta, Pervin Buldan ve Sezai Temelli'nin aday olmasi icin imzaci olanlarin isimlerini buyuk bir cosku ile tek tek okuyan Sirri Sureyya Onder, Demirtas'in aday olmasini isteyen 76 imza var" diyerek, hepimizi İMZA'ya indirgemis oldu. Boylece Buldan-Temelli onergesini veren kiymetli imzaci isimler karsisinda biz adi bile okunmaya gerek duyulmayan sefil imzacilarin adayi olarak sunulmus oldu Selahattin Demirtas.
Son hamle olarak da dev ekrana Demirtas'in mesjini yansitarak, "kendisi istemedigi icin, Demirtas'in adayligini isteyen imzacilarin onergesini Divan isleme koymayacaktir" diyerek konu baglandi.
Divan, bu şık hamlesini "tutuklu oldugu icin pratik olmuyor esbaskanlik yapmasi" gerkcesiyle harcadiklari Demirtas'i Parti Meclisi'nden aday gostererek "RUTBE TENZİLİ"yle taclandirmis oldu.
"Gorevli" arkadaslara "delegeler" olarak direndik.
Boyun egmedik, bu da size dert olsun.”
*
Fatma İrier’in kongrede yapamadığı konuşması:
“Değerli Kongre delegeleri,
Sayın Divan,
Değerli konuklar.
İstanbul ümraniye ilçesinden genel kurul delegesi  Fatma İrier ben. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
3. Olağan genel kongremizde , partinin geçmiş beş yılının eleştirel değerlendirmesi ve yapısal sorunlarına odaklan bir konuşma yapmak isterdim. maalesef bu kongrede yapısal sorunlarımızı tartışarak çözüm üretecek bir   hazırlık ve ruhhalinde değiliz.O nedenle  konuşmamı esas olarak  sayın eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş’ın  yeniden  seçilmesi üzerine yoğunlaştıracağım.Ancak yine de   önemle  altını çizmek istediğim  en önemli yapısal sorunumuz hakkında birkaç cümle etmek istiyorum . Ümraniye ilçe Konferasımıza  ilettiğim raporumda da altını özellikle çizdiğim yapısal sorunlarımızdan birincisi  ve en önemlisi HDP nin  hala  bileşenler hukukuyla, “mutabakat komisyonları”yla  yukardan aşağıya örgütlenme ve politika üretme( yani üretememe)ile yol yürümeye çalışmasıdır. 
“farklılıklara rağmen birarada olmak ve birlikte siyaset üretmek” gibi güzel ve anlamlı bir  tanımlamaya rağmen HDP  kuruluşundan  beri parçalı yapı olmaktan  kurtulamadı. Her bileşenin kendi iç hukuku ve kendi paralel örgüt yapısı, HDP’yi üye ve birey hukukuna dayanan  bir parti olma yolunda değil, bileşenlerin kontenjan anlaşmalarıyla yukardan belirlenen  bir koalisyon platformu olmaktan çıkaramadı.  HDK İçin gerekli ve geçerli olabilecek temsilciler meclisi ve mutabakat komisyonları biçiminde örgütlenme modeli  HDP de aynen tekrar edildi.   hatta kurumsallaştırıldı. 
Devletin sistemli saldırıları ve zorbalıkları  karşısında , birlikte direnmek  ve  birbirine tutunmanın dışında,  canlı üretken , gelişen , yeni ilişkilere ve kesimlere açılan,yaygın yerel (mahalle)  örgütlenmelere sahip ve yerelin iradesini yukarıya taşıyan bir  yapı olamadı.
Yine bu bileşen-kontenjan hukuku nedeniyle yönetim organlarının oluşumu da  niteliğe, verilen zamana ve emeğe, liyakata   ve  mücadele içinde birbirini tanımaya göre değil  bileşenlere  tanınan oranlara   göre yapıldı. Bu şekilde devam ediyor.  Bu zaaflı durum  partinin  merkezi yapılanmasıyla  taban örgütlenmeleri arasında  olması gereken doğru organik ilişkinin   kurulamamasına ve  yukardan aşağıya  “talimatcı” merkeziyetçi bir yönetim anlayışının hakim olmasına  yol açmaktadır   tüm partiyi kapsayacak  strateji ve  bütünlüklü bir politik program oluşturmak yerine, güncel politik gündemlere söz oluşturma ve yukardan aşağıya  sürekli bir günlük etkinlik planlamanın ötesine geçmeyen  yönetme anlayışı  ile devam edilegelmiştir.  İllerin, bölgelerin, ilçelerin özgünlükleri  gözetilmeden , onların özgün planlamaları  dikkate alınmadan , yukardan aşağıya planlanan eylemlere kitle taşıma (adam gönderme) biçimi öne çıkmıştır. 
Bu haliyle HDP demokratik olmayan bir işleyişe sahiptir. Ülke için önerdiği  demokratik cumhuriyet modelini önce kendi partisinde  demokratik bir işleyişle  ortaya koymalıdır.
Bu en önemli yapısal zaaf aşılmadan, parti aşağıdan yukarıya bir yeniden yapılanma ve yeniden örgütlenme stratejisini önüne koymadan  bu şekilde daha ileriye yol alamaz. Türkiyenin  anamuhalefet partisi ordan da iktidarı hedefleyen partisi haline gelemez.
Yine bu yapısal zaafı ve anti demokratik merkeziyetçi yapısı nedeniyle,  “MUTABAKAT KOMİSYONU” nun partiyi bir “başkanlık” tartışması içine sokması ve kongreden aylar ve günler önce, partinin en yüksek iradesi olan genel kurul iradesini de hiçe sayar bir şekilde  eşbaşkan isimleri ileri  sürüp   isimler netleşti vb türü haber yaptırması iyi niyetle açıklanamaz.  Soruyorum  burdan,  eşbaşkan kim olacak sorularına kongre hazırlık komisyonundaki yönetici arkadaşlar,  “partimizin en üst iradesi kongremiz karar verecek” diye kısaca cevap verip geçmek  yerine  türlü türlü yorumlarla, tartışmalara ve spekülatif  haberlere , türkmü kürtmü olsun gibi ırkçı çıkışlara konu  haline neden getirdiler ?  ,  sonunda da üyelerin ve  partiye oy vermiş,gönül verip umut bağlamış insanların, parti dostu aydınların   hem de changorg da imza kampanyası başlatmasına  neden yol verdiler ?Bunun cevabını bu kongreden çıkışta anyalacağız.
Çelişki gibi algılanacak ama, bir bakıma da iyi oldu  bu konunun kamuoyu önünde açık açık tartışılması.  Selahattin başkanın nezaketen içerde olduğu için aday olmayacağı mektubundan ve son sözü kongreye bırakmasından sonra  , kongrenin iradesine başvurmadan  yeni aday belirleme derdine düşen  “MUTABAKAT KOMİSYONU” nun  HDP nin bir kitle partisi olduğu yanıyla pek ilgilenmediğini  görmüş oldum.  Hatta içeriye bir şekilde  haber gönderilerek bizzat Selo başkan tarafından imza kampanyasının durudurulmasını sağladığını gördüm.  Partinin  yakın ve uzak halkalarında bir umut haline gelmiş olan  muhalefet önderliği ve bunun da ancak Selahattin Demirtaşın sağladığı  liderlik vasfıyla örtüşmüş olduğu gerçeğini gördüm.
“mutabakat komisyonu” eliyle partinin kendi ayağına kurşun sıkmaya hazırlandığını gördüm.  HDP’de bu dönemde  başkanlık sorununun bir tüzük, kural, hukuki sorunlar, teknik meseleler,personal işi vb .gerekçelerle  Selahattin Demirtaş’tan mutabakat komisyonu eliyle  vazgeçilmesini gördüm. Hepimiz okuduk. Başkan mektubunda  kendi  durumuna dikkat çekerek siyaset nezaketini, ortaya koymuş ancak son sözü Kongremize, halklarımıza bırakmıştı.Nevar ki mevcut yönetimdeki mutabakatcı arkadaşlarımız, bunun üzerinde durmak, Eşbaşkanımız böyle bir irade beyanında bulundu ama son sözü partimize  halklarımıza bıraktı,tekrar görev verilirse bunu onurla taşımaya devam edeceği mesajını da iletiyor diye altını çizmek yerine, “oh be “ dercesine , yeni aday belirleme  arayışına girdi. Bu arada herbiri birbirinden kıymetli bir çok arkadaşımızın adı üzerinde sosyal medyada  yıpratıcı tartışmaların yapılmasına yol açtı. Dahası mevcut yöneticilerimizin ,  yine Eşbaşkanımız  Selahattin Demirtaşın  söyleşide belirttiği  “HDP nin  kollektif  önderliğinin başarısızlıklarının bir özeleştirisi olarak aday olmamayı düşünme”sini ise   özeleştiri yüklerini sırtlarından atma  rahatlığı içinde gördüm. 
Sonuca geliyorum. Kongremiz  Selahattin Demirtaşı yeniden  Eş genel başkan seçmelidir.
Selahattin Başkanı  yeniden eş başkan seçmemek demek:
-Saraydaki zata  “seni başkan yaptırmayacağız” tutumumuzdan vazgeçmek demek,
-“Türkiyeleşme” ve türkiye halklarının ana muhalefet partisi  olmak hedefinden uzaklaşmak demek, Selahattin Başkanı  yeniden eş başkan seçmemek demek;
- Kendisine tek güçlü rakip gördüğü için devlet aygıtıyla rehin aldırdığı Tayyıp Erdoğana istediğini vermek demek. Devletin bu hukuksuz  rehin politikasını meşru görmek demek.
-  Selahattin Demirtaş gibi halkların geniş sempatisini kazanmış bir liderden yoksun olarak gireceği  ilk seçimde HDP yi baraj altına itmek demektir.
Tekrar vurgulamak istiyorum ,kongremiz Selahattin Demirtaş’ı hem eş genel başkanımız olarak seçmeli ,hem de Türkiye Halklarının Cumhurbaşkanı Adayı olarak İLAN ETMELİDİR.
Teşekkür ediyor  saygılar sunuyor, kongremize başarılar diliyorum.
11/02/2018”
*
12 Şubat 2018 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:

Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

Hiç yorum yok: