13 Şubat 2018 Salı

HDP Kongresi Ardından – Ne Yapmalı?

Elimizde fazla bir veri yok. Çok küçük belirtiler üzerinden bazı akıl yürütmelerle bir değerlendirme yapmayı deneyelim.
Bu değerlendirmeye biraz da “beyin fırtınası” ekleyelim.
Normal olarak insanlar kesin olarak bir sonuca ulaştıkları veya kesin olduğunu düşündükleri görüşleri açıkça ifade ederler. Ama herkesin aynı zamanda zihninden bin bir türlü, en akla gelmeyecek olasılıklar da geçer. Bunların ifade edilmemesi bunların kafada olmadığı anlamına gelmez. Bunlar genellikle çok özel dost meclislerinde veya arkadaş konuşmalarında ifade edilir.
Batı’da, özellikle burjuvazi, zihinden geçen şeylerin çok verimli de olabileceğini görmüş ve bu iş daha sistemli olarak yapmaya başlamıştır. Buna “beyin fırtınası” diyorlar. En iyi bilim adamları, en tecrübeli politikacılar, entelektüeller, düşünürler vs. bir araya geliyor ve kafalarından geçenleri açıkça, hiçbir sansüre uğratmadan ortaya döküp tartışıyorlar.
Şark kültürüne yabancıdır böyle açıklıklar.

Aşağıdaki yazıda yer yer böyle “beyin fırtınası” sayılabilecek kimi değerlendirmeler de yer alacak.
Biz resmi görüşleri tekrarlayanlardan değiliz.
Bizim için her şeyden şüphe temel metodolojik ilkedir. Bir tek dokunulmaz ilkemiz vardır, hiçbir şeyin dokunulmaz olmaması.
*
HDP Kongresinin sonuç olarak gösterdikleri nedir?
Bunu toz duman arasındaki küçük, kimi ufak belirtilerden hareketle anlamaya çalışalım.
Küçük belirtilerden hareketle büyük genellemeler risklidir.
Ama akla zincir vurulamaz. Bütün bunları düşündüğümüze göre ifade de edebiliriz.
Kongre, bütün diğer kongreler gibi, Kürt özgürlük hareketi ve onu desteğini sunanların aynı zamanda iktidara bir meydan okumasıydı.
Kongre, elbette aynı zamanda aslında bütün diğer HDP Kongreleri gibi, bir kongre değil, daha önce alınan kararların resmiyet kazandığı, adı Kongre olan ama gerçekte Kongre olmayan bir gösteriydi. Bu bakımlardan yeni bir şey yoktu.
(Herkesin bu kör parmağım gözüne gerçeklik karşısında bir şey söylememesi, sorun etmemesi ve susması da çok anlamlıdır. Blow Up filmindeki gibi herkes topsuz tenis oyununa katılıyor ya da Leonard Kohen’in meşhur şarkısında olduğu gibi “Herkes biliyor, geminin su aldığını. Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini. Ve herkes biliyor, zarların hileli olduğunu.”
*
Ama yine de gelen kitleye ilişkin iki gözlem ilginç bir kaymanın gerçekleştiğinin işaret etmektedir.
Bu iki gözlemden biri Kongreyi doğrudan izleyen bir tanıdığımın gözlemi, diğeri Medyascope TV’de Kongre hakkında değerlendirmede bulunan bir gazeteci tarafından dile getirildi. İki gözlem de çakışıyordu. Bu nedenle doğru kabul edilebilirler (Medyascope TV’deki konuşmanın linkini bulamadım. Yaşlılık, kim olduğunu, hangi programda söylediğini unuttum. Ama Kongreyi izlemişti ve gözlemlerini aktarmıştı.)
Arkadaşımın gözlemi şuydu, tüzük gereği olduğundan delegelerin yarısı kadındı. Ama Kongreyi izlemek için gelenlerin içinde, eski kongrelerde çok kadın olmasına rağmen bu sefer çok az kadın vardı.
Öte yandan gençler de çok azdı. Ağırlık orta yaşlı erkeklerdeydi.
Bu ne anlama gelir?
Kadınlar ve gençlerin belli bir uzaklaşma, en azından daha az sahiplenme eğilimine girdikleri ortaya çıkıyor.
Kanımca bu çok uyarıcı olmalıdır.
*
İkinci gözlem de şudur. Kongre öncesinde Selahattin Demirtaş’ın yeniden eş başkan olmasını hem Kürtler hem de Türkler ayını ölçüde istiyorlardı, ama iş davranışa gelince bir makas ortaya çıkıyordu.
Kürtler genellikle hareketin eğilimine göre davranıp, bu yönde hiçbir girişim göstermeden resmi görüşü tekrarlamakla yetinirlerken, genellikle Türk, batılı, şehirli ama hiç bir örgütten ve bileşenlerden olmayan (Aslında Gezi’nin bir kalıntısı ve yansıması olan) ve gerçekten esas çalışanlar arasında bulunan Türkler gerek sosyal medyadaki eleştirileriyle, gerek imza kampanyaları açarak vs. ilk kez biat etmeden bir tavır koymaya ve imza kampanyası biçiminde olsa da örgütlenmeye çalışıyorlardı .
Bu da HDP’deki hem kültürel hem de politik ve programatik bir farkın bir yansımasıydı.
Bu aynı zamanda kültürel (ve hatta sınıfsal da denebilecek) bölünmeyle de büyük ölçüde çakışmaktadır.
Bu fark şöyledir. HDP’nin Kürt tabanı esas olarak, “Türkiyelileşme”yi aslanda bağımsız bir Kürt devletine giden bir taktik hamle, Türkiye’deki demokratik güçlerden kopmamak için, geçici olarak yapılan ittifakın bir aracı olarak görür.
“Türkiyelileşme”yi ciddiye alıp gelen Türkler ise, Kürt tabanın ağırlıklı olarak araç olarak gördüğünü, gerçekten amaç olarak benimsediği için, söylemi ciddiye aldığı için HDP’ye gelir.
Yani aslında HDP’ye gelmelerinin nedeni gerçekten, tüm Türkiye’nin demokratikleşmesiyle Kürtlerin üzerindeki baskı ve sömürünün ortadan kalkması amacıdır ve HDP’yi de bu yöndeki mücadelenin esas gücü olarak görürler.
Bu fark aslında iki farklı program ve stratejiye karşılık düşer. Ne var ki, bu farklılık ne açık olarak programatik ve stratejik olarak ifade edilir, ne de pek bilinci çıkmıştır.
*
“Kürt sorunu” ya da “ulusal sorun” iki şekilde çözülebilir.
Biri Kürtler tıpkı Türk devleti gibi bir Kürt devleti kurarlar ve bu ulusal baskı en azından o devlet toprakları içinde yaşayan Kürtler için ortadan kalkar. Kürt ulusalcıları (Öcalan’ın “ilkel milliyetçiler” dedikleri) ve Bileşen olan Türk “sosyalistleri” bu programı kabul etmektedirler.
Ama ulusal baskıyı ortadan kaldırmanın bir diğer yolu daha vardır.
Ulusu bir dille, dinle, vs. tanımlamaya karşı tanımlayarak, Türklüğü (ve dolayısıyla da Kürtlüğü de) ortadan kaldırarak demokratik bir ulus yolundan çözmek. (Burada “ortadan kaldırma” derken kastettiğimiz, bunların hiçbir politik anlamının olmaması bunların kişilerin özel sorunu olması, devletin ne Türk, ne Kürt ne de başka bir şey olmaması anlamındadır. Herkesin anadilinde eğitim ve her şey yapması ve resmi bir dilin bulunmaması, okullarda herkesin ana dilinde ama aynı Tarih, Edebiyat kitaplarını okumasıdır somut olarak.)
Bu da bir ulus ve ulusçuluktur, ama Demokratik bir ulus ve ulusçuluk. Demokratik bir ulus ya da devlet, ulusun ve devletin (ki birbirinden ayrılmazlar, ulus politik (yani devlete ilişkin) bir topluluktur) devletin ya da ulusun dil, din, kültür, ırk, tarih, edebiyat körü olmasıdır.
Burada konuyu karıştıran bir nokta daha vardır. Bu da farklılıkların görülmesini engeller.
Kürt hareketinin söylemi Demokratik Ulus ve Demokratik Cumhuriyettir (veya Demokratik Özerklik) ama somut taleplere baktığımızda Demokratik Ulus’un dile dine göre tanımlanmaya karşı olmadığını, dile dine göre tanımlanmış politik birimlerin (mahalli veya bölgesel) eşit ilişkisine demokratik Ulus dendiğini görürüz.
Yani aslında Kürt hareketi bugün dünya çapında veya Lübnan’da geçerli olan sisteme Demokratik Ulus demektedir.
Keza aynı yanlış Demokratik Cumhuriyet veya Demokratik Özerklik’te de vardır. Merkezi ve bürokratik devletlere karşı olmayı devletleşmeye karşı olmak diye tanımlamaktadır.
Tabii burada bir başka sorun daha vardır. Merkezi ve bürokratik olmaya karşıdır ama tıpkı HDP’de olduğu gibi, fiiliyatta merkezi ve bürokratik bir cihazı yaratan bir yapılanması vardır.
Ve tam bu nedenle bu sorunların hiç birisi ortaya açıkça koyulup tartışılamamaktadır.
Buna karşılık, HDP’ye gelmiş “Gezici” de diyebileceğimiz Türk demokratlarının ise böyle bir programa karşı bir programı yoktur ama bilinçsiz olarak Türkiyelileşmeden anladıkları, bizim yukarıda ifade ettiğimiz demokratik bir ulus özlemidir.
Şimdi bu durumu, yanlış anlamalardan, söylenenle somut içerik farklılıklarından, programatik ifadesini bulamamış veya açıkça ifade edilememiş programatik farklılıklardan arındırdığımızda veya bu sorunları yok saydığımızda ortaya iki program kalır:
Kürtlüğün de tanınması, Türklüğün de tanınmaması programları. Yani ulusun veya politik olanın (Devletin) dile, dine vs. göre mi tanımlanacağı, yoksa böyle tanımlamaya karşı mı tanımlanacağı.
Tabii bu fark bilinci çıkmadığı, açık programatik ifadelerini bulmadığı için, hem programatik, hem sosyolojik olarak farklı (yani Kürtler ve Türkler, bu da sınıfsal olarak yoksul işçiler ve orta sınıflar şeklinde bir farka da tekabül eder) kesimler, HDP içinde bir şekilde şimdiye kadar birlikte bulundular.
Türkler veya orta sınıflar için Selahattin Demirtaş bilince çıkmamış ve programatik ifadesini bulmamış demokratik ulus özlemlerinin somut bir sembolüydü. Onlar Demirtaş’a sahip çıkarken aslında Kürt Hareketine, bu Demokratik Ulus ve Türkiyelileşme Programınızı terk etmeyin demiş oluyorlardı.
Kürt hareketi ise, Türk sosyalisti bileşenlerine dayanarak bu isteğe gözlerini kapıyordu, Demirtaş’ı başkanlıktan uzaklaştırarak.
Çünkü arada geçen zamanda Kürt Hareketi içinde Öcalan’ın “ilkel milliyetçiler” dediği kesimlerin ağırlığı artmıştı ve muhtemelen bunlar büyük baskı yapıyorlardı.
Bu baskıya direnilememesinin bir nedeni de aslında fiilen HDP’nin esas olarak tüm yükünün ve ağırlığının Kürtlerde bulunmasıdır.
HDP’nin gerek üyeleri içinde, gerek oy verenler içinde bu gerçekten demokratik özlemleri olan örgütsüz ve birey olarak HDP’yi destekleyen Türk sosyalist, demokrat vs.’lerinin oranı devede kulak kadardır ve hep öyle olmuştur.
Hele şimdi bu terör ortamında daha da böyle olmuştur.
Kongre’ye gelen kitle bunun en esaslı göstergesidir.
Bu durum, her zaman Kürt hareketinin içinde, Türkleri de kazanma stratejisine karşı çıkanların, bu stratejiyi terk etme yönündeki baskılarının gerekçesi de olmuştur.
*
İşte Demirtaş’ın uzaklaştırılması bu kesimin ağırlığının arttığının bir göstergesi olarak alınabilir.
Bu kesim ağırlığını bir şekilde de harekete yansıtmış olmalı. Tıpkı, 7 Haziren seçimleri sonrasında “sol” bir eğilimin ağırlığının baskın gelmesi ve bunu politikaya ve eyleme yansıtması gibi.
Bu şu demektir. Söylem düzeyinde elbet Türkiyelileşme falan devam edecektir ama semboller üzerinden ve konuşmalarda ağırlıklı konular ve vurgulara bakılınca verilen mesaj çok açıktır.
Türkiyelileşme artık bir retoriktir. Esas olarak Kürtlere dayanılacaktır. “Türkiyelileşme”nin yerini bir tür “Kürdistanileşme” alacaktır.
Pervin Buldan bu stratejik dönüşün ifadesidir ve sembolüdür.
Sezai Temelli ise “Türkiyelileşme”nin ifadesi değildir. O “bileşen hukuku” gereğince kişiliksiz “Türk sosyalisti bileşenlerin” bir temsilcisi olarak, yani bir retoriğin sembolü olarak oradadır.
O halde, Kongre fiiliyatta Türkiyelileşme projesinin terk edildiği anlamına gelmektedir. Yapılanların ve değişimlerin özüne inildiğinde anlamı budur.
*
Şimdi burada analizi bırakıp biraz “beyin fırtınası” yapalım.
Bu değişimin Türkiye politikası açısından ne anlama geldiğine bakalım ve başka bazı değişikliklerle bir arada ele alalım.
Bu değişimin sonucu HDP’nin bir “bölge partisi” olarak Kürt gettosuna kapanması olacaktır. Zaten hiçbir zaman oradan tam olarak çıkamamıştı ama en azından bu yönde bitmez tükenmez çabaları vardı.
Şimdi diğer iki gelişmeye bakalım.
Böke ve Cihaner’lerin CHP’de ağırlığını artması, CHP’nin şimdiye kadar HDP’ye yakın duran, oy veren destekleyen, sempati duyan kesimlerin tekrar geri kazanması anlamına gelecektir.
Böyle bir ağırlık merkezi değişimi, CHP’deki ulusalcıların ve Türk milliyetçilerinin büyük kısmının İyi Parti’ye kayması ve CHP içindeki ağırlıklarının azalmasını da getirecektir.
Böylece, Kürtlerin toplandığı bir “bölge partisi”, laikler ve Alevilerin toplandığı CHP ve Türk milliyetçilerinin toplandığı İyi Parti şeklinde bir partiler yelpazesi ortaya çıkacaktır.
*
Tabii bu durum Kürt Hareketinin iyice tecridi anlamına gelmektedir.
Anlaşılan Kürt hareketi de böyle bir düzenlenişi kabul etmiş bulunuyor.
Kürt Hareketi tarihinde en kritik dönemlerde çok büyük yanlışlar yapmıştır. Bu da Türkiye’deki en inkarcı ve intikamcı güçlerin pozisyonunu güçlendirmiştir.
Şu an yapılan da böyle bir yanlıştır.
Aslında tarihinin hiçbir döneminde Kürt hareketinin şimdiki kadar büyük bir şansı olmadı Türkiye’nin en büyük, etkili ve demokratik partisi olabilmesi için.
Çünkü Erdoğan ulusu Türklüğün yanı sıra İslam’la tanımlayarak, “yaşam tarzı” ve Alevilik nedeniyle yeni bir ulusal sorunu ortaya çıkarmıştı yeni bir ezilen ulus yaratıyordu. Daha önce iyi kötü devletin vesayeti altında egemen olanlar ilk kez ezilen duruma geçiyorlardı ve bunlar gerçekten demokratik bir programa kazanılabilirdi.
Bu olanak ve strateji bu kongrede bir kenara bırakılmış bulunuyor.
HDP veya Kürt hareketi kendi gettosuna çekiliyor. CHP daha liberal, daha demokrasiye açık eğilimlerin toplanabileceği bir parti haline geliyor, Akşener de yine Laik ama Türkçülerin topladığı bir parti kuruyor. Türkçü ve İslamcılar da AKP’ye kalıyor.
Yeni düzenleniş bu yönde gidiyor.
Bu sanırız aynı zamanda devletin içindeki kimi odakların da bir planı.
*
Geçelerde Akşener’in bir AKP ve HDP ittifakı konusunda konuşması öyle bulutsuz gökte çakan bir şimşek olmayabilir.
Yani Kürtler içinde her zaman güçlü bir damar olan Barzanciler, HDP’deki ağırlıklarıyla Erdoğan’ın doğrudan veya dolaylı bir desteğinin yolunu açabilirler.
Örneğin Erdoğan  karşısında kim olduğuna bakmadan Erdoğan’ı düşürmeye yönelik bir adayı desteklemekten imtina ederek tarafsız kalmak veya başka tarzda dolaylı olarak Erdoğan’ın başkanlığını sağlamak şeklinde bir politikayı dayatabilirler ve şimdi olduğu gibi buna direnmek mümkün olmayabilir.
Keza bu strateji değişimiyle HDP seçimlerde yüzde onun altında kalabilir ve bütün Kürt oylarına AKP tek başına oturabilir.
Sonuç olarak, bu değişim çok tehlikeli ve riskli bir mecraya sokmuş görünüyor HDP’yi.
Beyin fırtınası kısmına burada son verelim.
*
Peki ne yapmalı?
Kanımca ne olursa olsun HDP’yi terk etmemeli onu bu stratejiye teslim etmemeli?
Bir canlı bir kitle hareketine dayanan örgütlerde daima bir dinamizm vardır.
Küçük ve doğru bir politika izleyen bir örgüt büyük toplumsal güçlerin mücadelesinde pek bir işlev görmez genellikle.
Küçük bir çakıyla bir ayıya karşı baş edemezsiniz.
Ama elinizde iyi ve kalın bir sopa varsa, sopa bir çakı kadar keskin olmasa da, Ayı karşısında kendinizi savunmak için işe yarar bir aracınız var demektir.
Bu nedenle işçiler büyük ama en sarı sendikaları bile terk edip, küçük ama devrimci ve radikal sendikalara pek itibar etmezler.
Bu nedenle Aleviler bütün tutarsızlıklarını herkesten iyi bilmelerine rağmen CHP’yi terk etmezler.
Ne kadar kötü olursa olsun, CHP onlara iyi kötü bir savunma mekanizması sunar.
Bu nedenle Kürtler ne kadar beğenmeseler de, kimi politikalarını yanlış bulsalar da HDP’yi terk etmezler.
HDP’nin içinden ve dışından desteklenmesi ve aynı zamanda tutarlı olarak somut örgütlenme, program, strateji, örgüt ve mücadele biçimleri gibi noktalardan sürekli eleştirilmesinden (ki bu da aslında desteklemek demektir) vaz geçmemek gerekiyor.
Yani HDP’yi destekleyen, binlerce imza toplayan, aslında gerçekten HDP’de çalışan “Gezi kalıntıları” HDP içinde kalarak, destekleyerek gerçekten demokratik bir ulus için bir program, strateji, örgüt ve mücadele biçimleri için mücadele ederek, bunları somutlayarak hem kendilerini hem de HDP’yi geliştirebilirler ve o kaçak ağırlıklarına rağmen kritik momentlerde çok önemli bir rol oynayabilirler.
Unutmayalım Kürt hareketinde güçlü bir demokratik ve devrimci damar da vardır. Ve bu damarın el verebileceği bir partneri hiç olmamıştır.
O “bileşen” Türk sosyalistleri onun gelişmesi değil gerilemesi yönünde etki yapmışlardır.
Onu yalnız bırakmamak gerekiyor.
13 Şubat 2018 Salı
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:


Hiç yorum yok: